“Giritlilerin Kaderi Hep Göçmen Olmak”

09 Kasım 2015

 

(Girit’ten Lübnan’a Göçün 120. Yılına Yaklaşırken  Giritli Halit Ağa’nın Hikâyesi)

 

İç savaştan dolayı sürekli olarak elektrik kesintisi yaşayan bir şehirdeyiz yine... Trablus’un kapkara kış gecelerindeyiz... Mum ışığının zar zor verdiği kısık aydınlığından faydalanarak sıcacık yüreklerle rahmetli babamızın etrafında toplandık... Heyecanla bir Girit masalı daha bekliyoruz hep beraber. Yıllardır eğitim alanında görev yapmış babamız vakit kaybetmek bilmezdi. Bu kapkara soğuk gecenin nasıl değerlendirileceğini kafasında çoktan tasarlamıştı. Bu vesile ile geçmişimizi ve tarihimizi öğretiyordu her akşam. O kadar heyecanlı ve güzel anlatırdı ki rahmetlinin kullandığı cümleleri ve ses tonu bugüne kadar kulaklarımızı çınlamaktadır. Bıkmadan usanmadan küçücük beyinlerimizin içine Osmanlı aşkını kazıyordu... Giritli olmanın anlamını anlatıyordu... “Bütün Giritli dedeleriniz birer kahraman idi” diyerek göğsümüzü Giritlilik gururu ile kabartıyordu.

Mum ışığının verdiği o mistik ve romantik hava ile babalarını halka şeklinde sarmış altı çocuğun hâlini görecektiniz... Babamızın anlattıkları dizi şeklinde oluyordu zaten... Her akşam yatmadan kahraman Giritlilerin öykülerinin bir parçasını dinlerdik... Anlatılan masalın en ince noktasından koparıyordu... Bu öyküyü her birimizin rüyasında umduğu gibi bitiriyordu... Rahmetli babamız çocuklarının rüyalarına girmeyi başaran bir öğretmen idi işte. 

Gelin, bir defa sizde e bizimle oturun ve İbrahim Bekraki’nin ağzından bir kahraman Giritlinin masalını dinleyin. Bu gece pala bıyıklı Giritli Halit ağanın hikâyesini dinleyeceğiz. Ailemizin büyük amcası olan Halit ağa cesareti ve gücü ile tanınmış bir zat imiş. Girit’i terk ettikten sonra Lübnan’a yerleşmiş ailemizin koruyuculuğunu yapmış. Hatta tüm göçmen Giritlilerin sığınacağı kişiydi, diyordu babam. Yabancı bir memlekette yaşayan muhacir Giritlilerin elbette güçlü ve etrafa sözünü geçirebilen bir adama ihtiyaçları vardı doğal olarak. İşte bu kişi Halit ağanın ta kendisiydi.

Odanın tam ortasında yerleşmiş mangalın içinde cayır cayır yanan kömür, odamıza hem ışık hem de ısı veriyordu. Mangalın kenarına konan çaydanlıktan çıkan fokur fokur sesler sihirli gecemizin süsünü tamamlıyordu bir şekilde...

“Halit ağa Trablus’taki muhacir Giritlilerin baba yiğidi idi” cümlesi ile başlayan masalımız şöyle devam etmişti... Kızınca, anında kıp kırmızıya dönüşen beyaz çehresi ve ela gözleri ile tanınan ağamız, yukarıya burkulmuş pala bıyıklarıyla ünlüydü. Başından eksik etmediği fesi ve geniş siyah şalvarı üzerinde oturan işlemeli yeleği ile herkesin dikkatini çeken bir yakışıklı idi. Sağ elinde ince uzun nar dalı kösteği ile gezerdi hep. Beline sarılmış kalın kumaşın altın sarısı ipleriyle gözleri kamaştırıyordu. Sokaklarda gezerken herkese Giritlilerin asaletini gösteriyordu bir şekilde. Bu hâliyle Trablus’un o dönemde önde gelen liderleri bile Halit ağamıza itibar eder saygı ve hürmet gösterirlerdi. Nitekim Fransız işgaline karşı istiklal mücadelesi vermiş ve Lübnan Cumhuriyetinin müftülük görevini yaptıktan sonra başbakanlık görevine birkaç kere atanan ünlü lider Abdülhamit Efendi Karami bile Halit ağamızı görünce cüppesini açıp içine alarak sarılırdı.

Diğer bir yandan ise fakir fukaraya sahip çıkmayı bilen amcamız, Lübnan’ın karmaşık günlerinde zalimin ellerine vurarak adaleti sağlayabilen bir insandı. Giritli muhacirlerin yanında yerli halka yaptığı büyük fedakârlıklarla herkesin gönlüne taht kurmayı başaran bir kişi idi. Bab el-Tabbane mahallesine musallat olmuş bir eşkiya çetesine karşı korkmazcasına durabilen tek kişi Halit ağa idi. Bu çetenin elebaşını uyarmasına rağmen terbiyesiz davranışlarına devam etmesi üzerine kendi tabancasıyla vurmuş ve mahalleden kovmuştu. Bu vesile ile yerli halkının hem sevgisini hem de takdirini kazanmayı başarmıştı. “Biz muhacir Giritliler zulmü sevmeyiz... Zulmü gördüğümüz zaman da susmayız... Bir şekilde durdurmaya çalışırız... Bu yolda paramızı ve canımızı vermekte tereddüt etmeyiz”  derdi Halit ağa amcamız.

Bu öyküyle çocuklarını adeta coşturan babamız,  Halit amcayı Bekraki ailesinin kahramanı olarak ilan etmişti bile... “Baba ne olursun devam et. Burada masalını bitirme... Başka ne yapardı amcamız” diye haykırıyordu herkes... Babamızın yüzünde ise hafif bir gülümseme vardı ve yarattığı etkiden memnun olduğu her hâlinden belli idi... 

( Buğday çarşısında bulunan Giritliler kahvehanesine bir Arap kabadayısı girdi ve oradakilere meydan okumaya niyetli olduğu havasından belliydi. Kahvehanenin ortasında bulunan geniş masaya oturup yanında getirdiği torbadan ceviz çıkarıp masaya koydu. Ceviz tanelerini birer birer avucunun içine alarak sıkıyordu ve parçaladıktan sonra masaya bırakı veriyordu. El kuvvetini gösteren Arabın şovunu sonuna kadar izleyen Halit ağa masasından kalkar ve yavaş yavaş kabadayının oturduğu masaya doğru ilerler... Eline bir ceviz tanesini alır... şehadet ve başparmakları arasına yerleştirir... Ve bir hamlede paramparça eder... “Hadi evladım... Senin burada işin olmaz... Başka yere git ve derdini orada anlat!” diyerek adamı kovdu. Bundan dolayı Halit ağa Giritlilerin baba yiğidi idi işte...

Ağabeyisi olan dedem Ali Bekraki ile birlikte kunduracılık yapan Halit ağa, Trablus’un en ünlü ayakkabı imalatını yapıyorlardı. El muhacir kunduracılığı oldukça beğenilmiş ve tutulmuş hatta bir marka haline gelmeyi başarmıştı. Belediyenin yaptığı tadilattan önceki dönemde Matbaacılar sokağında oldukça geniş satış mağazaları vardı. Camide sabah namazını kıldıktan sonra Ali bey mağazasına gidip açıyordu... Ardından Halit ağa geliyordu. Her sabah olduğu gibi mağazasını açmaya giden Ali beyi takip eden hırsızlar yolunu keser ve onu soymaya kalkarlar. Doğru dürüst Arapça bilmeyen Ali bey etrafına bakar... Alaca karanlıkta imdadına yetişecek kimseyi görmez... Hırsızlar Ali beye yaklaşıp kimsesizin Giritlisini tırtıklamaya kalkarlar... İşte o anda ağabeyisine Hızır gibi yetişen ve nereden çıktığını anlaşılmayan Halit ağa elindeki değnekle hırsızları darmadağın edip etkisiz hale getirir ve karakola teslim eder. Hayatında Camide hiç sabah namazı kılmamış Halit ağa, meğer abisinin yolunu yıllardır takip edermiş... Abisi farkında değildi. İşte bu alışkanlık sayesinde ağabeyisinin hayatı bağışlanmış oldu...

1958 yılında Bağdat ittifakını destekleyen Lübnan Cumhuriyeti başkanı Kemil Şamun’a karşı  Lübnan’da bir ayaklanma ve ihtilal olur. Memleketteki müslümanlar o dönemde mevcut hükûmete karşı silahlı mücadeleye başlar ve Şamun’dan Mısır-Suriye ittifakına destek vermesini ister. Bu ayaklanmayı bastırmak için Şamun’un, Amerika’dan yardım istemesi üzerine Amerikan askeri Lübnan’a gelir ve 3 ay içinde muhalefeti bastırmayı başarır. Bu arada Trablus şehri 1958 ayaklanmasında çok büyük rol oynadığı için ciddi bir saldırıya uğramıştı. Artık sokaklar, evler bombalanıyor, gençler tutuklanıyor ve genel bir anarşi hâkimiyeti sürüyor memlekette. Sivil halk Trablus’u terk etmeye başlar... Muhacir Giritlilerin kaçış yönü elbette Suriye topraklarında bulunan Giritli köyü El Hamidiye olmuştu... Karadan kaçamayan insanlarımız deniz yoluyla kayıklarla ve küçük teknelerle Hamidiye yolunu tutar. Eylül ayında gerçekleşen bu olay aileleri perişan eder ve zor durumda bırakır. Halit ağamızın ise hiç kaçmaya niyeti yoktu... “evimde kalır şerefimle ölürüm” diyordu...  Eşi Halide hanımın ısrarlarına dayanamayarak o da Trablus’tan ayrılmak zorunda kalır... Denizin ortasında esen rüzgârlar fesini düşürmüş bıyıkları aşağıya sarkıtmış ağlayan çocuklar ve kusan hanımlar ortasında kendini bulan Halit ağa halinden hiç memnun değildi. ‘Göklere giden yol’ manasını taşıyan (οδός να στρος) cümlesini tekrar tekrar söylüyordu... “Giritlilerin kaderidir bu... hep göçmen olmak” diyordu... Hamidiye’ye ulaştıklarında Halit bey yine ağalığını yapmış köyde bulunan üç tane evi misafirlere açmış ve herkesin ihtiyaçlarını karşılamıştı. Kendisi Hamidiye’nin en zengin ağalarından sayılıyordu ne de olsa... Bu macera tam üç ay sürmüş ardından ihtilalin bitmesi üzerine herkes evine dönmüş ve eski hayatına devam etmişti. Akıllarda, Halit ağamızın insanlara gösterdiği şefkati ve sınırsız yardımları kalmıştı.

Bu tarihten sonra Suriye Cumhuriyeti’nde ilk Tarım Reformu Yasasının çıkmasıyla beraber ağalık yavaş yavaş elden gitmeye başlamıştı. Sultan II Abdülhamit’in Giritlilere bahşettiği tarım arazileri yavaş yavaş elden çıkıyordu artık. Halit ağa üzgün ve gidişattan memnun değildi. “Elbette zenginlerin zulmüne karşıyım ama Hamidiye’deki arazilerimiz, Girit’te bıraktıklarımızın bedeliydi” diyordu... “Biz yerlilerden farklıyız... bunu anlamaları lazım” diyordu. Halit ağa belli ki bu hayata küsmeye başlamıştı bu tarihten sonra... yaşı da ilerledikçe inzivaya çekilmişti ve 1973 yılında gözlerini yumarak bu hayata veda etmişti.

Kahraman gibi yaşayan, Giritli ağaya yakışacak şekilde hayatını sürdüren bu zatın ölümü çok sakin ve sessiz olmuştu... Trablus’ta bulunan Gureba  mezarlığında defnedildiğini biliyoruz, ancak bugün mezarı bulunamıyor... Trablus’ta yaşanan iç savaşın getirdiği düzensizliklerle mezarı da kurban oldu... Halit ağa aramızda yok belki... Fatiha okunacak mezarı da yok belki... Ama o insanların hafızalarında kazınmış ve ailemizin gurur kaynağı olarak yaşamaya devam edecektir...

İşte bu gecenin masalı bitiyor... Muhacir Giritlilerin bitmeyen acı masallarından biriydi... Ama bu masal hep anlatılacak... Yeni nesillere aktarılacak... Kahraman dedelerinin nasıl yaşadıkları ve nasıl öldüklerinin bilecekler.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 333 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.