Medrese, Mektep ve Okul -II-

11 Eylül 2019

Medrese üzerine yazdıklarım, dostlardan ummadığım bir ilgi gördü. Bunun için müteşekkirim. Aslında ben bu işin başında mektep ile okul arasında bir karşılaştırmaya niyet etmiş, fakat mektebi yazarken medreseden başlamanın daha doğru olacağı kanaatine vararak mektep hakkında yazacaklarımı erteleyerek medreseyi yazmıştım. Şimdi sırada mektep var, buyurun.


MEKTEBİN ZAMAN YOLCULUĞU

Medrese yazısının başında belirttiğim gibi, dilimizde eskimiş bir kelime olsa da, mektep Osmanlı son devrinde modern bir kurum olarak kültürümüze adım atmıştır. Aslında Osmanlı'nın eğitim konusunda Avrupa'ya bağımlı hale gelme süreci, mekteplerin açılmasından daha eskilere gidiyor. Askerî yenilgilere başlangıçta, "arızî kayıplar", "toparlanırsak üstesinden gelebileceğimiz talihsizlikler" gözüyle bakmayı denemiş olsa da, Osmanlı elitleri nihayet yenilgilerin "üstün olanın talihi"ni aşan köklü bir farktan kaynaklandığını kabul ve itiraf etmek zorunda kaldılar. Bu noktadan itibaren "Evropa"dan öğreneceğimiz şeyler bulunduğu ve bunları da Batıya gönderdiğimiz elçiler vasıtasıyla transfer etmemizin mümkün olamayacağı anlaşılıncaya kadar, bir süre daha vakit kaybetmiş oldular. Bu ikinci eşik aşıldığında, eğiticiler getirtip Avrupa'nın maharetlerini memleket dahilindeki askere doğrudan batılılar eliyle kazandırılması gündeme gelmiş oluyordu. Bizim en son "Onbaşı Seyid" ile efsanesini yaşattığımız "güçlü, kuvvetli, gözü pek, kahraman" askerin, "gâvur"dan öğreneceği ne olabilirdi. Askerî talimin yerini akademik askerî eğitimin alması, bu kültürel engeller nedeniyle pek sancılı oldu.

İlk Evropâî mekteplerin açılması bu sancılı süreçte bir dönüm noktasıdır. Hendesehane ile başlayıp mühendishaneler, tıbbiye ve harbiye ile devam eden bu mektepler silsilesine ilaveten Avrupa'dan öğreneceklerimizi öğrenmenin bir kanalını da, Avrupa'ya öğrenci göndermek oluşturdu. Daha 1790'larda III. Selim döneminde bu amaçla Avrupa'ya öğrenci gönderiliyordu.

Osmanlı elitleri, bu dört kanal aracılığıyla, yani sefaretler, Avrupalı eğitmenler getirtmek, Avrupâî eğitim kurumları kurmak ve Avrupa'ya gönderilen talebe marifetiyle Avrupa'dan öğreneceklerimizi transfer edebilmeyi umdu. Bu kanallar, sırasıyla amacı gerçekleştirmeye yetmedikleri anlaşıldıkça birbirini izledi ve nihayet spesifik amaçlarla personel yetiştiren kurumlar olmanın ötesine geçerek Tanzimat sonrasında genel öğretim kurumları statüsünde de mektepler açılmağa başlandı ve temel eğitim kademesinden yüksek öğretmen okulları (muallimîn-i âlî mektepleri)ne kadar eğitim faaliyetlerini boydan boya kesen bir kurumsallaşma dizisi ortaya çıktı.

Mektepler tarihimiz açısından buna ilaveten zikredilmesi gereken bir nokta da, gayrimüslim anâsır için yabancıların açtığı mekteplerdir. Çoğu misyonerler tarafından ihdas edilen bu mektepler, düvel-i muazzamanın azınlıklar üzerinde elde ettiği imtiyazlar (bir anlamda kültürel kapitülasyon) olarak da dikkate alınabilir.
Osmanlı son devrinde, bir yanda geleneksel usullerle eğitim yapan medrese ve azınlıkların dinî eğitim veren kurumları, öte yanda da, Evropâî mektepler, ahalî arasında medreseli/dinî ağırlıktaki gayr-ı müslim kurumu mezunları ile mektepli olmak üzere iki farklı eğitim kaynağından yetişen ayrı dünyaların insanları arasında bir kültürel ayrışma derinleşmeğe başladı.

Osmanlı bürokrasisi nihayet harbiye/tıbbiye/mülkiye kökenli yeni bir elitin hakimiyetine girdi. Böylece, devletin stratejik kurumları mekteplilerin hakimiyetine girdikten sonra, mekteplerin eğitimin her kademesine yayılmasının önü de açılmış oldu.

Mektepler tarihimizin unutulmaması gereken bir hamlesi de, II. Abdülhamid'in mektepleri yaygınlaştırma hamlesidir. Modern Türkiye'nin 50'li yıllar boyunca da itibarını koruyan pekçok liseleri, onun eseridir, ama Sultan'ın sadece bugünkü Türkiye'de değil, bütün İmparatorluk sathında, sadece liseler değil, her kademeden (idâdî, rüşdiye) okullar açtığını unutmamak gerekir.

Kavram olarak mektep kapsamında ele almak ne derece doğru olur bilemem ama, bu kuşbakışı mektepler tarihinin son halkası, Darül Fünûn'dur. İlk modern üniversitemiz sayılan Darül Fünûn, 1860'lardan itibaren netameli bir serencâm yaşamış, 1933'de son kez kapatılıncaya kadar, üç dört kez açılıp kapatılan bir kurum olmuştur. Belki de üniversitenin makus talihini, bu tecrübenin uğursuzluklarından miras kalmış bir lanete bağlamayı akledecekler bile çıkabilir. Üniversite, Osmanlı muhafazakar seçkinlerinin hışmına uğramakla kalmamış, mektepliler de üniversiteye haset ve küçümseme ile yaklaşmışlardır.

Osmanlı son döneminde mektepler ile medreselerin ikiz mahreç (recruitment) oluşturmasını abartmamak gerekir. 20. yüzyıl başında, modernleşme adımları ile günden güne merkezileşen bir bürokrasi ve bu bürokrasinin mektepli bir karakter kazanması, medreselerin ardındaki devlet desteğinin fiilen sona ermesine yol açtı. Böylece medreseler, modernleşme sürecinin dışında kalan geleneksel halk kitlelerine yaslanmağa mecbur oldular. Bu da, medreselerin zaten muhâfazakâr ruhunu büsbütün tutucu bir tepkiselliğe sürükledi.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 169 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.