Kutlama ve Hediyeleşme Terörü

07 Haziran 2024

Kutlama ve hediyeleşme gibi anlamları ve çağrışımları arasında olumsuz en ufak bir çağrışım olmayan kavramlarla terör kavramı nasıl bir arada kullanılabilir?

Terör kavramı TDK Türkçe Sözlükte “Karşı tarafa korku salma, cana kıyma, malı yakıp yıkma; yıldırı, tedhiş” olarak açıklanıyor. Kelimenin yıldırma, korku salma ve dehşet uyandırma anlamları artık kutlama ve hediyeleşme kavramlarıyla gayet ilgili bir noktaya geldi.

Şöyle ki:

Image

Baudrillard, "Kötülüğün Şeffaflığı" isimli eserinde çoğalarak yok olmaktan söz eder. Abartılı biçimde çoğalan şey değersizleşir. Yok olanın da değerinden söz edemeyiz. Nadir olanın kıymetli olduğu buna mukabil çok olanın kıymetsiz olduğu genelgeçer bir kabuldür. Kutlama ve hediyeleşmenin de artık değerini yitirdiği hatta yitirmekle kalmayıp bir tehdide, bir teröre dönüştüğü rahatlıkla söylenilebilir.

Hediyeleşmek tüm kültürlerde olumlu bir davranıştır. Bizde de hediyeleşmek Peygamber’in sünneti kabul edilir. Ancak bu hediyeleşme özel bir güne matuf değildir. Kendiliğinden, içten gelen, sevginin, değer vermenin bir ifadesi olarak yapılan hediyeleşme sünnet kabul edilir. Gelinen noktada ise hediyeleşme bir mecburiyete dönüşmüştür. Beklenilen yerde hediyeleşmemek ilişkilerin olumsuza dönmesine hatta kopmasına neden olabilir.  Hatta iyi bir eş, iyi bir evlat, iyi bir arkadaş, hülasa iyi bir insan olmanın şartı, sonu gelmeyen kutlamalarda; incelikli, sürpriz –ama muhakkak beklenilen- beğenilecek hediyeler vermektir. Artık “içten gelen, samimi, sıcak, dostane” bir tebrikleşmenin kıymeti yok. Hediye almak gündeme geldiğinde insanın içinde var olan gerilim ve bıkkınlık hissine aşina olmayan yoktur. Bir şey zorunluysa hediye değil adeta bir haraçtır.

Çağımızda neredeyse her kötülüğün kaynağı olan “sermayenin bekası” bu hediyeleşme ve kutlama kavramlarını da görmezden gelmemiştir. Piyasa, sermayenin bekası için kutlama ve hediyeleşme kavramları etrafında sonu gelmeyen bir arz talep, üretim tüketim süreci oluşturmuştur. Tek sefere mahsus olmayan, her sene tekrar eden bu kutlama ve hediyeleşmeler çeşitlendirilerek senede bir kez olmaktan çıkarılıp sene içinde sürekli tekrarlanır hale getirilmiştir. Üretim tüketim sisteminin sürekliliği ve bekası için bulunan yöntem, önemli günlerdir. Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Doğum Günü, tanışma yıl dönümü, buluşma yıl dönümü, Öğretmenler Günü, Doktorlar Günü, Hemşireler Günü vb. Aslında bu Baudrillard’ın çoğalarak yok olma olarak ifade ettiği duruma uygun bir değersizleşmedir. Sürekli kutlama yapmanın bir anlamı olmadığını herkes bilse de yaşamın anlamını sorgulamaya çok uzak; hayatı haz, hız, konfor, beğenilme olarak anlayan yığınlar için kutlayarak yaşamak hayatın anlamı haline gelir.

Sermayenin bu sonu gelmeyen kutlamalara ve kutlama esnasında hediyeleşmeye ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın beslediği arz- talep döngüsünün de bitmemesi gerekir. Bu sebeple sermaye önce popüler çevreleri ve reklam imkânlarını kalabalıkların zihnine bu algıyı güçlü biçimde yerleştirmek üzere kullanır. Şarkılarla, filmlerle çağımızda değer vermenin ve bunu göstermenin biricik ve en önemli yolunun “kutlarken hediye vermek olduğu” algısı iyice yerleştirilir. Bu bağlamda olan biten şeylerin olmazsa olmaz bir değer gösterisi olduğunu kabul ettirme süreci başarıyla gerçekleştirilir. Dijital medya ile insanın görünür olduğu kadar var ve değerli olduğu bu çağda kutlama ve hediyeleşmeler paylaşılır. Bu paylaşımlar çok sayıda insana ulaşır. Güzel bir an’ı insanlarla paylaşmak masumiyetine bürünmüş görgüsüzlükler, kutlamalar ve hediyeleşmeler sosyal mecralarda paylaşılır. Çoğu zaman mahremiyet tamamen yok sayılır. Bu paylaşımların örtük mesajı şudur: Ben çevresi tarafından çok sevilen, beğenilen, itibar gören bir kişiyim. Biriciğim, eşsizim. Bakın, bunu iyice görün ve beni beğenin. Bu “örtük” mesaj “açıkça” milyarlarca kez milyarca insan tarafından paylaşılır. Ve bu kalabalık bir güruhun alelade bir parçası olunduğunun da itirafıdır.

Eşinin-sevgilisinin iş yerine gönderilen bir hediye paketinin ya da bir buket çiçeğin ne anlama geldiğini herkes bilir. Hediyeyi alan kişi eşi-sevgilisi tarafından çok ama çok sevilen çok müstesna bir insandır. Hâlbuki bu örtük mesajın gerçek anlamını; hediyeyi alan, hediyeyi veren ve buna zorunlu biçimde şahit olan insanlar bilir. Sergilenen gayet çiğ bir oyundur. Bu tiyatro, olaya şahit olanların da her birinin aile efradı tarafından oynanmak üzere bulaşıcı bir etki gösterir. 

Image

Bu önemli günlerde(?) hediyeleşme modasına karşı “kapitalizmin oyunu bunlar” diyerek itiraz eden kişiler bundan dolayı cemiyette “kaba, düşüncesiz, romantik olmayan” insan olarak gösterilmektedir. Bu reddediş muhatapları tarafından “ Tabii ya, hep kapitalizmden, düşüncesizliğinden, cimriliğinden değil yani” kabilinden sözlerle değersizleştirilmektedir. Oysa olan biten her şey doğrudan kapitalizmin bir dayatmasıdır. Hâlbuki burada kalabalığın tutumu gayet sıradan ve değersizdir. Herkesin sırası gelince birbirini pohpohlaması, bu kitlesel pohpohlayış gayetle değersizdir. “Sen ne kadar da müstesna, değerli, biricik bir insansın.” nümayişi ilkokul müsamereleri basitliğinde nöbetleşe tekrar eder durur.

Artık olması gerekenin sıra dışı, normalin anormal sayıldığı zamanlar yaşanmaktadır. Bu değersizleştirici döngüye girmek istemeyen insanlar marjinal sayılır. Normal olmanın marjinal kabul edildiğini söylemek pekâlâ mümkündür.

Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, tanışma yıl dönümü, Öğretmenler Günü, Eczacılar Günü, ölüm yıl dönümü, hamile kalma kutlaması, bebeğin cinsiyetini öğrenme kutlaması ve daha aklımıza gelmeyen birçok yıl dönümü ya da gün. Burada söz ve yazı ile tebrikleşme yeterli değildir. Muhatabınızla ilişkinizin mahiyetine göre bir hediye sunmak gerekir. Yasal bir mecburiyet olmasa da hediye vermek cemiyet kuralları bakımından zorunludur. Hediye muhatabınızla yakınlığınıza göre değişir. Aynı zamanda hediye alırken muhatabınızın daha önce size aldığı hediyeden daha değersiz bir hediye almamak da mühimdir. Çünkü bu ilişkinizi olumsuz etkileyebilir. “Hediye önemli değil, hatırlaman yeterli.” beyanları da laf olsun diye söylenen bir sözdür. Muhatap “hediye bekleyecek kadar görgüsüz değilim” demeye çalışmaktadır ancak pek tabii hediye bekler. Bundan başka sizin hediyeniz diğer hediyelerden aşağı kalmamalıdır. Özellikle hediyeleşmenin bir tarafında kadın varsa mesele daha çetrefilli bir hal alır.

Artık bir kutlama ve hediyeleşme söz konusu olduğunda çoğu insanda bir huzursuzluğun bir gerginliğin olduğu vakıadır. Sözlükte ve günlük dilde kullanırken asla olumsuz bir anlam yüklemediğimiz bu kavramlar artık kolaylıkla terör gibi olumsuz bir kavramla kullanılma kıvamına gelmiştir.

Konu dünya çapında düşünüldüğünde rakamlarla sınırı tam ifade edilemeyecek bir piyasa büyüklüğüne ulaşıldığı kolaylıkla söylenilebilir. Kutlama ve hediyeleşme artık çok büyük bir ekonomik faaliyetin konusudur. Sermayenin bekası söz konusu olduğunda her türlü etik ilkenin yok farz edildiği, insanlığın tüm motivasyonunun tüketime yönlendirilmesi için her türlü çirkinliğin mübah sayıldığı malumdur. Bu noktaya en çok yakışan kavram da pek tabi terördür.

Yani çağın insanı kutlayıp hediyeleşir ve patron kazanır. O süreçte statü, ilişki ve değer gibi kavramlar aslında doğrudan sermayenin bekasını tahkim eder. Ancak kalabalıklar pek de bunun ayrımında değildir. İnsan için değerli olanların değerlerini ifade etmek artık ekonominin konusudur. Değeri ifade etmenin maalesef parasız bir yolu yoktur. 

Image

Bu kutlama kavramının bir de modernleşme tarihimizin kadim çatışmasıyla ilgili bir tarafı da vardır. Bu noktada hediyeleşme olmasa da çatışma, kutlamalar zemininde gerçekleşir.

Kutlama kavramı iki binli yıllara kadar genellikle dini bayramlar ve milli bayramlarda ortaya çıkıyordu. Dinen kutsal, milli açıdan değerli olan günlerin bir bayram olarak kutlanması geniş kesimlerin katılımı ile oluyordu.

Artık “insanın görünür olduğu oranda var ve değerli olduğu” dijital çağda bu iki bayram modernleşme tarihimizin çatışmalarını pekiştirir şekilde kutlanmaya başladı.

Önemli şahsiyetler, popüler şahsiyetler, resmi ya da özel kurumlar bu bayramlarda kutlama yapıp paylaştı mı, bu esnada hangi kelimeleri kullandılar, ne tür görseller kullandılar meselesi irdelenmeye başladı. Mesela paylaşımda “Mustafa Kemal mi denildi, Atatürk mü denildi; şeker bayramı mı denildi Ramazan Bayramı mı denildi, mübarek olsun mu denildi kutlarım mı denildi, Atatürk’ün kalpaklı, bıyıklı fotoğrafı mı yoksa modern kıyafetli, bıyıksız hali mi paylaşıldı?” gibi noktalara dikkat edildiği ve bu bağlamda paylaşımlarla ilgili değerlendirmeler yapıldığı malumdur. Hele de paylaşım yapılmaması durumunda paylaşım yapmayan kurum ya da şahsın dinî inancı veya ideolojik aidiyetiyle ilgili taraflardan gayet olumsuz, değersizleştirici mütalaalar yapıldığı bilinmektedir. İşte bu bağlamda korkutma, yıldırma, dehşete düşürme şeklinde terörize edilen bir kutlama kavramı ortaya çıkar. Zira bir kurumsanız kurumsal faaliyetleriniz bundan olumsuz etkilenebilir, bir bireyseniz de bireysel kariyeriniz bu süreçte olumsuz etkilenebilir.

Osmanlı, İslam, gelenek kavramları etrafında toplanan gruplar dini bayramlarda coşkulu paylaşımlarla “görünürken”; modernleşme, cumhuriyet, çağdaşlık kavramları etrafında toplanan kesim de milli bayramlarda coşkulu paylaşımlarla “görünür”. Kurban Bayramında hayvan katliamına karşı modernlerin eleştirel paylaşımları olurken yılbaşında gelenekçi kesimin “kültürel yozlaşma” eleştirileri yaptığı görünür. Bu yer yer coşkulu yer yer eleştirel paylaşımlar genelleme içerir. “Bizden olmayan herkes ötekidir ve kahrolmalıdır.” anlayışı her iki tarafta da öne çıkar. Hülasa bu kutlama zamanları bayram olmaktan çıkıp öteki ile hesaplaşma, ötekinin canını yakma, ötekini ifşa etme, ötekine kendisini kötü hissettirme, ya da coşkulu mesajlar verip aidiyetini belirtme zamanıdır. Artık bu duruma kutlama demek pek doğru olmaz. Belki bir gösteri bir nümayiş demek daha doğru olur. Çünkü kutlama denilen kavramın sınırları bellidir. İşte terör kavramı bu yeni durumla gayet ilgilidir. Terör eylemleri de ötekine dair aynı motivasyonu aynı amaçları taşır.

Bu çatışmalara, bu sahteliklere maruz kalmamak için hakikati anlamak üzere bir niyet bir gayret gerekir. Hakikati bulmak, bilmek, anlamak; akıl, niyet ve cesaret ister. Bunlar olmadan erdemlilikten, değerden, sevgiden söz etmek pek inandırıcı değildir.

İğfal edilmemiş, içi boşaltılmamış ne kaldı geriye? Aşk, dostluk, vefa, aile, evlat, sanat, edebiyat, kitap, bayram, hediyeleşmek…

Cenaze sahiplerinin acısına hürmeten konu komşu yemek yapıp cenaze evine yemek getirirdi ve bu güzel bir adetti. Bu adet çirkin bir davranışa dönüştü. Şimdi kimi yörelerde defin esnasında mezar başında cenaze sahibi pide ayran ikram ediyor.

Bir ayin, bir ibadet olan sema düğünlere meze edildi. Kimi düğünlerde dansöz oynatır gibi semazenler “oynatılıyor”.

Sünnet olan hediyeleşmek de bir cenaze töreninde kıymalı pide yerken ayran içmeye; bir düğünde semazen “oynatıp” alkışlamaya benzer biçimde içi boşaltıldı ve bir eziyete, bir baskı aracına dönüştürüldü.

Görgüsüzlüğe meze edilmeyen, cehalete kurban edilmeyen ne kaldı acaba? Ne kaldıysa, nerede kaldıysa fark edilmesin. Zira onların da derhal içi boşaltılıp sermayeye meze olmaları kaçınılmazdır.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 336 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.