Yirmi küsur yıldır Japonyada yaşayan Suat Boynukara ve amcası Mahmut Boynukara ile Japonya deneyimleri, gözlemleri ve tanıklıklarını konuştuk. Hepsi birinci el, hepsi taze. Keyifli bir konuşma oldu. Kısaltmalar yapalım da her defasında isim ve soyisimleri tekrarlamayalım: H.B. : Hasan Boynukara, M.B. : Mahmut Boynukara, S.B. : Suat Boynukara
H.B. : Ne işin var Japonyada, nasıl gittin, niye gittin?
S.B. : 20 küsur sene önce, kaçak olarak gittim. Zorlu işlerde çalıştım, verilen her işi iyi yaptım, takdir gördüm. Halen devam ediyorum.
H.B. : Ne iş yapıyorsun?
S.B. : İnşaat şirketim var. Daha çok villa ya da bahçeli ev temeli yapıyoruz.
H.B. : İşçilikten patronluğa, öyle mi? Nasıl izin verdiler?
S.B. : Burada kimse kimsenin kimliğine, inancına, aile yapısına bakmaz. İşini iyi yapıp yapmadığına bakar. Bizde çalışan doktor da var, hiç eğitimi olmayan insanlar da. Bu her kurum için geçerli. Kimse diplomanıza, kariyerinize bakmaz. Talip olduğunuz işi iyi yapıyorsanız, yeteneğiniz ve donanımız varsa kimse ötesini sorgulamaz.
S.B. : Yabancı olduğun için şirket kurma sürecinde zorluklar yaşadın mı?
S.B. : Bürokrasi diye bir şey yok. Kırk dereden su getirtmezler. Yasalar herkes için geçerli. Eksiğiniz varsa Imparator da devreye girse, o eksik giderilmedikçe işinizi halledemezsiniz.
H.B. : Yerlisi varken sana niye güvensinler?
S.B. : Onlar sadece yasalara güvenirler. Bilirler ki en küçük bir yanlışlık bile yapana büyük maliyetler getirecektir. İşveren de bilir, işi yaptıran da. Bize verilen projede milimetrik bir sapma olmaz. Olduğu takdirde ne yaptığınız emeğe bakılır ne yaptığınız masrafa. Hepsi sıfırdan yeniden yaptırılır. Her aşamada bir mühendis denetlemeye gelir, fotoğraflar çeker, projeyle karşılaştırır, onay verirse, iş devam eder.
H.B. : Desene demirden, çimentodan çalma şansınız yok.
M.B. : Orada iş yaparken, odaklandığınız şey, işi doğru dürüst yapmaktır. Ne kadar kazanacağınız ikinci plana düşer. Suat benim yeğenim, ama patron o, söylediklerine harfiyyen uyarız. Altmış yaşındayım, otuz yıl çalıştıktan sonra bürokrasiden emekli oldum. Ama çalışma ahlakı ve disiplinini burada öğrendim. Patron, şef, müdür ya da işçi olmanız bütünüyle sizin kabiliyetinizle ilgili. Sadece özel sektörde değil, kamuda da öyle. Birlikte çalıştığımız bir görevli "ben, bana verilen görevi layıkıyla yapamadığım için vicdan azabı çekiyordum. Müdüre ayrılacağımı söyledim. O da iyi olur dedi. Burda daha çok yoruluyorum ama evime huzurlu dönüyorum" dedi. Fakülte mezunu bu adam.
H.B. : Aylık iş hacminiz ne? Para, ödeme, çekler, taksitler?
S.B. : Burda herşey peşin. Ay başına, para yok, taksit olur mu gibi birşey yok. Biz de malzeme alırken peşin öderiz. Yani alacak verecek sorunumuz yok. Ayda 250-300 bin dolarlık iş yapıyoruz. Ay basinda beş kuruş alacağımız da kalmıyor, borcumuz da. Çek yok, senet yok. Herşey peşin.
H.B. : Insanlar güvenilir yani...
S.B. : Hayır, biz yasalara güveniyoruz. Bize mal verenler de sadece yasalara güveniyorlar.
H.B. : Japonya eşittir teknoloji midir?
M.B. : İş gücünün, dolayısıyla ihracatın yüzde sekseni teknoloji, geriye geleni diğer mal ve hizmetler. Turkiyeyle karsilastirdigimizda, bizim epeyce geriden geldiğimizi görüyoruz. Basit bir örnek verelim; Türkiyede satılan Toyota modellerini Japonyada bulamazsınız. Vitrinler, ne işe yaradığını bilmediğimiz bir sürü aletle dolu.
H.B. : Bütün japonlar zengin, refah içinde yaşıyor gibi bir algı var. Doğru mu bu?
M.B. : Hepsi lüks içinde yaşamıyor tabi ama herkesin bir evi bir arabası olacak kadar geliri var. Söz gelimi Suat inşaatta çalışan işçilere 3 ila 4 bin dolar arasında bir maaş veriyor. Burdan yola çıkarak bir kanaat sahibi olabiliriz.
H.B. : Bir Japonun günlük hayatı nasıldır, ne yer ne içerler, nasıl eğlenirler?
M.B. : Çalışma da eğlenme de kalıplaşmış gibi. Çalışmak bir tür ayin gibi. Aslında zaman içinde biz de bunu hissediyoruz. Abartı olacak belki ama tembel, kaytaran bir Japon bulamazsınız. Eğlence denilince akla kumarhaneler, spor yapma, seyahat ve yemek yeme geliyor. Evlerinde ne olup bittiğini bilmiyoruz ama dışarıda inanılmaz bir sevecenlik ve hoşgörü var. Kimseye zarar vermemek en önemli nokta. Bu konuda hiç tolerans yok kazara birine bir omuz vursanız ve küçük bir hasar oluşsa size maliyeti epeyce yüksek olabilir.
H.B. : Yani?
M.B. : Polis gelir, şikayetinin olup olmadığını sorar. Varsa, derhal ambulans ve sağlık ekibi gelir. Hastaneye kaldırılır. Yapılan her türlü muayene ve tahlilin parası vs. zarar verenden tahsil edilir.
S.B. : Sadece insan değil, eşyaya zarar verdiğinizde de aynı durum geçerli. Diyelim ki arabasını hafifçe çizdiniz. Bir pasta cilayla halledilecek basit bir çizik. Ama araba sahibi ben bu parçanın tamamının degisirilmesini istiyorum diyorsa, itirazsız değiştirmek zorundasınız. Tartışma pazarlık yok
H.B. : Bu durumda herkes herkese ve herşeye...
H.B. : Japonlar çok muhafazakar diye biliriz. Öyle mi gerçekten?
M.B. : Neyi muhafaza ettiklerini bilmiyorum. Gördüğüm tipik batılı hayat tarzı. Yeme içme giyinme. Bence Japonları ne gelenekleri ne de dinleri yönlendiriyor. Sadece yasalar var. Dindarlıkları bir tür seremoniden ibaret. Bir tapınağa gitmekle, bir parkta kuşlara yem atmak arasında fark yok. Bir iş yaptıklarında bunun dine uygunluğuna değil, yasal olup olmadığına bakarlar. Aile bağları da öyle. 18 yaşına gelen bir çocuk ebeveyn korumasından çıkar. Başının çaresine bakmak zorundadır.
H.B. : Giyim kuşam?
M.B. : Yerel giysiler bizdeki gibi artık folklorik. Güzelleşmeye, kişisel bakıma iyi para harcıyorlar. Bir sürü sarışın Japon görmek ilginç geliyor insana!
H.B. : Çok mu kalabalık caddeler sokaklar?
S.B. : Sokaklar caddeler boş. Aylak aylak yürüyen adam bulamazsınız. Herkes gideceği yere özel araçla metroyla, otobüsle, özellikle bisikletle gider.
H.B. : Öyle yoğun trafik var.
M.B. : Araba çok ama bizdeki trafik yok. Yollarda kaldırım yok. Caddeye araba park edemezsiniz. Beş dakikalık bir işiniz bile olsa, arabanızı parka çekmek zorundasınız.
S.B. : Sürat önemli olduğu için yollar da buna göre planlanmış. Her yerde gördüğümüz şey şu; öyle bir planlama yapılmış ki sanki yüz yıl öncesinden bugünü hesaplamışlar gibi. Otobanları, viyadükleri, köprüleri, yer ve deniz altındaki tünelleri görünce insan kendisini Disneyland'de sanıyor. Deniz altında 240 km'lik tünel yapmışlar yıllar önce.
H.B. : Şehirlerin gelişmişliklerinde bir farklılık var mı?
M.B. : Ülkenin bir köşesindeki bir şehirde ne varsa, diğer köşesindeki şehirde de o var. Zaten şehirler biribirine bitişik. Birinden diğerine geçtiğinizi bile farkedemezsiniz.
H.B. : Bize ilginç bir şey söyleyin dersek, ne dersiniz?
M.B. : Bir mağazada iki dolarlık indirim var denildiğinde, o iki dolar için on dolarlık benzin ve otopark ücreti ödemeleri. Bunu anlayabilmiş değilim.
S.B. : Bunca katı yasal uygulamalara rağmen mafyanın varlığı.
H.B. : Mafya mı?
S.B. : Hem de inanılmaz güçlü bir mafya.
H.B. : Başka
M.B. : Annelerin babaların çocuklarını okula arabayla ya da servisle bırakması yasak. Çocuklar, gönüllülerin denetiminde okula yürüyerek gidip gelirler.
H.B. : Ya uzaksa?
M.B. : Belediye bu ayarlamayı yapıyor. Hangi öğrencinin hangi okula gideceğine belediye karar veriyor. Dolayısıyla uzaklık diye bir şey yok.
H.B. : Belediye niye yapıyor ki?
M.B. : Sadece eğitim değil, her konuda tasarruf belediyede.
S.B. : Okullarda hademe yok. Temizliği, taşımayı, onarımı öğrenciler ve öğretmenler yapar. Dahası herkes evinin ve dükkanının önünü temizlemek zorunda. Eski bir eşyayı kapıya koyamazsınız. Belediyenin ilgili görevlisine haber verirsiniz, gelir, sizden ücretini alır ve götürür. Bu nedenle her yer pırıl pırıldır.
H.B. : Avucuna bir kac kuruş koyun siz de?
S.B. : Para bir makbuz karşılığında alınır. Rüşvet alamadığınız gibi, verecek kimse de bulamazsınız. Bunu bildiğiniz için de aklınıza böyle bir şey gelmez.
H.B. : Türkiyeye geldiğinizde sizi en çok ne şaşırtıyor?
S.B. : Çok düzenli bir ortamdan karmakarışık bir ortama giren bir insanın yorgunluğu.
M.B. : O kadar büyük farklılıklar var ki, insan karşılaştırmakta zorlanıyor.
H.B. : Ne gibi mesela?
M.B. : En basiti, şu yolda gördüğün trafik keşmekeşi yok. En önemlisi de yasalara uyma konusundaki titizlik. Liyakata verilen önem. İnsana saygı
H.B. : Türkiyeye kesin dönüş?
S.B. : Ben günde 11 saat çalışıyorum. Artık işin para kısmına takılmıyorum. Çalışarak, üreterek varolduğumu hissediyorum. Burada aynı tempoyu yakalayabilir miyim, bilmiyorum
H.B. : Bu konuşmada üç şey dikkatimi çekti. Yasalar, Liyakat, Çalışma/Üretim. Doğru mu?
M.B. : Doğru. Şunu da eklemek lazım. İşçisinden öğretmenine, emeklisinden çalışanına okutan bir toplum.
H.B. : Ben bu bilgileri çok sevdim. Peki söyleşiyi okuyanlar haydi Japonyaya deseler nolacak?
M.B. : O iş o kadar kolay değil. Onun için dikkatli olmak lazım
H.B. : O zaman bitirelim. Türkiye'ye hoşgeldiniz. Ayağınız tozu söyleşiye karıştı. Teşekkürler...