BEN AMARİKADAYKENE
Prof. Dr. Ahmet Sınav'la sıra dışı bir hayat hikayesi: "Ben Amerikadaykene". Amerika'ya niye gitti? Nelerle karşılaştı? Tosun Baba'yla nasıl tanıştı? Colombia Üniversitesi'ne kabulü sırasında neler yaşandı?
Devletin kurum ve kuruluşlarında çalışan bireyler “value” dediğimiz yetki ve sorumlulukları kendi “valence”ları ile karıştırırlarsa yönetim anlayışı bir çıkmaza doğru gidebilir bunun sonucu olarak da bir meşruiyet krizi yaşanabilir. Bir devlet kurum ve kuruluşunda, ya da özel şirketlerde yaşanan meşruiyet krizi, o kurumun çalışanlarına güven olgusunu sorgulatacaktır. Bu durum çalışanlar arasında verimsizliğe, etkili ve üretken çalışmanın durmasına sebep olabilir.
Gönlünde yer açtında mı, o gül bakışlı, nergis kokulu sevgiliyi beklersin? O sultan, sadece bomboş gönüllere konuk olur. Padişah konduğu yeri saray, bastığı toprağı payitaht yapar. Sen sen olmaktan vazgeç de o sultanın ayak bastığı toprak oluver. Virâneye konar da orası saray oluverir. Dünyanın kalbi onun okunu attığı yerdir. Onun nazar oklarına hedef olmaya bak. Gerçi avcı, kendi seçtiği ava ok atar. Avlanmak, avın şanından değildir; amma avlamak avcının nişanındadır
Herkes aslında ilk insandan beri ötekinin "kutsalına, değerine, tanrısına, putuna" güvenmiyor. Gelinen noktada güvenilmez bulduğumuz şeyler iyice görünür oldu ve dijital iletişimin hızı ve üretim kabiliyeti kimin neye güvenmediğini olağanüstü bir hızla dünyanın en ötesine ulaştırdı ve herkes birbirinin neye güvenmediğini biliyor. 10. Yüzyılda Moğolistan’daki bir göçebe İskoçya’daki bir papazın neye güvenmediğinden haberdar değildi. Bugünkü durumda milyarlarca insan kimin neye hangi haklı sebeplerle güvenmediğini biliyor ve bu muazzam bir güvensizlik iklimi inşa ediyor.
Nesnesi insan olduğunda bilimler dahi çaresizdir! Doğa bilimleri insanı, diğer canlılarla arasındaki benzer vasıfları üzerinden tanımlama çabasına girişmişken, sosyal bilimler insanın doğayla uyumsuzluğu, hatta çatışmasının düzenliliklerini bulmaya çalışır. Başka söyleyişle, doğa bilimleri insanın doğa yasalarına tabiliğini tespite çalışırken, sosyal bilimler insanın doğaya asiliğini gerekçelendirmek gibi bir zorunlulukla karşı karşıyadır…
Her Çanakkale yıldönümünde, 'ne kadar yoksulduk ama o kadar kahramandık' demek için ortalıkta dolaşan ekteki (birinci malum) fotoğraf beni duygulandırmıyor, kızdırıyor. Niçin? Çünki bu fotoğraf, paylaşanların sandığı şey değil! Fotoğraf ilk kez ODTÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Bülent Yılmazer tarafından Çanakkale Zaferi'nin 90. Yılı etkinliklerinde yaptığı sunumla kamuoyuna sunuldu. Fotoğrafı Çanakkale'de Osmanlı ordusu adına pilot olarak görev yapan Emil Meinecke'ye ait bir fotoğraf albümünden aldığını belirten Yılmazer albümde fotoğrafın altında da Emil Meinecke tarafından " Soltz der Turkei (turkische soldaten)- Türkiyenin Gururu.. Türk Askerleri 1915" yazıldığını kaydetti.
28 Şubat 1996’da başlayan yeni dönemin habercisi olan süreç 2000’ler sonrasının politik düzenlemesinde de etkindir. Demokrasiye balans ayarı yapılarak siyasete de balans ayarı yapıldığını söylemek pek akıldan uzak değildir. Siyasetin dengesi bozulmuş, yeni ayarlar belirmeye başlamış ve Sağ siyaset meclis dışında kalmıştır. 2002 erken genel seçim kararıyla yalnızca Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi meclise milletvekili sokmayı başarabilmiştir.
Alaeddin Yavaşça'nın 650 eserinden öne çıkanlar: Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok, Ümitsiz bir aşka düştüm ağlarım ben halime, Kimseyi böyle perişan etme Allah’ım yeter, Ne günah etse açılmaz iki gönlüm arası, Nerde o günler nerde, Kız sen ne güzelsin sana gençler tapacaklar, Boğaziçi şen gönüller yatağı, Ağlar Gezerim Sahili, Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok, Ne bildin kıymetin, ne bildin kıymetim, Geçmesin günümüz sevgilim yasla, Senden uzak günlerim zindan oluyor, Şimdi bahara erdim, Sevgi deli gönülden gönüle bir akıştır, Bana nasıl vazgeç dersin, Bir garip âşığım ben, Sarı mimozamsın sen benim… Bestelerinin birçoğu radyo repertuarında yer almış, plâk ve kasetlere okunmuştur.
28 Şubat’la beraber söylemlerin ve dilin değişmesi daha önce söylenilenlerin meşruiyetini kaybetmesine yol açmıştır. Bu bir anlamda Müslümanların daha önceki söylemlerini meşruiyet dışı kılmıştır. Bazıları için turnusol kağıdı işlevi gören 28 Şubat; hakikat duvarı olmayıp sadece “duvar” olduğu zannedilen bir gölgedir. Tıpkı Platon’un Mağara duvarında olan gölgeler gibi..
O gün devletin bir zulüm enstrümanına dönüşmekten haya etmeyen, en ufak bir dik duruş sergileyemeyen tipler bugün kahramanlık hikayeleri anlatır oldular. O günün mağdurları bugünün elit koltuklarını işgal eder hâle geldiler. Ama adaletsizlikler, haksızlıklar, adaletsizlikler ortadan kalkmadı. Sadece adresleri değişti.
Maliyetli ve izaha muhtaç olan diğer husus ise birincisiyle bağlantılı şekilde toplumsal kesimleri özne olmaktan çıkartan, şahsiyetsizleştiren, kişiliksizleştiren yerleşik ilişki. Bir taraftan güçsüz kılan diğer taraftan kimliği ve kişiliği tahrip eden bu ayartıcı ilişki, “resmi hakikat düzeni”nin meşruiyet sağlayıcısı olarak kodlananı “özne”leştiriyor; eşzamanlı olarak diğerlerini de sakıncalı, bir tür rüşdünü ıspatla mükellef pre-vatandaş olarak konumlandırıyor. Dolayısıyla toplumun belirli kesimlerini diğerleri aleyhine bizatihi kendisi kayıran bu düzenek, devleti ele geçirilmesi gereken bir yapıya dönüştürmekle kalmıyor aynı zamanda devlet ile toplumun birbirine karşı konumlandığı ve büyüklük ile gücün ancak devlet-toplum arasındaki ilişkinin asimetrik olarak geliştiği ölçüde gerçekleşebileceği gibi çarpık bir düzleme kaydırıyor.
Aşık Veysel’deki tasavvufi derinliği ve irfanî kültürü fark edemeyecek kadar sığ ve cahil; Neşet Ertaş’daki Yunus’ça edâyı ve ârifâne terbiyeyi anlamayacak kadar ruhsuz ve nobran olanların, bu ve benzeri isimleri cehaletle itham etmelerinden doğal ne olabilir ki… Fakat hiç endişeye gerek yok: Yeryüzünde Türkçe ve Türkler olduğu sürece türküler de hep olacak… Çünkü türküler, bu yurdun kanla ve gözyaşıyla yazılmış tapusudur.
Bütün bunlar yurttaşların siyasete, siyasal kişi ve kişiliklere, siyasal kurum ve örgütlere, siyasal olay ve konulara ilgisizliğini açıklamak için yeterlidir. Oy kullanma oranlarında bu denli hızlı düşüş neden gözlenmektedir? Sorusunun cevabı da, Bilinç Kırılması kavramında bulunmaktadır. Hatta siyasal konuları bile insanların konuşmaktan imtina etmesinin altında da bilinç kırılmasının neden olduğu duyarsızlık ve yoksunlaşma gizlidir.
Doğduğun Ev Kaderindir dizisi yayımlandığı ilk günden ilgimi çekti. Kuşkusuz sanat eserlerinde bu izleyicinin ilgisini çekebilme hali eser ve izleyici arasında özel bir bağı yansıtır gibi görünürse de bu görüntü yanıltıcı da olabilir. Zira bir bakarsınız ki o özel bağ sadece tek bir izleyici ile kurulmamış, meğer o izleyici gibi o diziyi izleyen başkaları da varmış. Yani eser çok sayıda ayrı kişiyle özel bir bağ kurabilme başarısını yakalamış. Bunu rating rakamlarında gözlemliyoruz. Diğer izleyicileri bilemem ama beni ekrana bağlayan dizide yakaladığım sosyolojik ögeler oldu.
6 Ocak 2021 kesinlikle Amerika'nın ikinci İkiz Kuleler olayıdır. Amerika'da derin değişikliklere yolaçmıştır. Bunun yurtdışındaki yansımaları ne olur, hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Ama resmiyetteki tüm "şirin ve özgürlükçü" görüntülerine rağmen Demokratların barışçı bir Dünya kuracaklarını ve Amerika'yı savaşlardan çekeceklerini ummak için henüz erken.
Prof. Dr. Ahmet Sınav'la sıra dışı bir hayat hikayesi: "Ben Amerikadaykene". Amerika'ya niye gitti? Nelerle karşılaştı? Tosun Baba'yla nasıl tanıştı? Colombia Üniversitesi'ne kabulü sırasında neler yaşandı?
Bu programda, siyasi dilin ötesinde soğukkanlılıkla ve teknik bir analizle parlamenter sistem mi başkanlık sistemi mi tartışmasının cevabı aranıyor.
“Edebiyat Ekranı” programımızın ilk bölümünde Zehra Âli Yılmaz’ın konuğu Beşir Ayvazoğlu.
Abdulbaki DEĞER-Ali AYDIN / A4'de bu hafta Türkiye'nin yakıcı gündemi olan Maydanoz ve onun faydalarını konuşuyor.
Son 72 saatte: Gergerlioğlu’nun dokunulmazlığı kaldırıldı, HDP’ye kapatma davası açıldı, İBB mülkiyetindeki Gezi Parkı Vakıflara verildi, 4,5 ay önce göreve gelen Merkez Bankası Başkanı değiştirildi, İstanbul Sözleşmesi’n onaylayan ilk ülke olan Türkiye sözleşmeden çekildi, Korona hastalarının sayısı 21.000'i geçti, Danıştay'ın "andımız" kararı şiddetli tartışmalara yol açtı. Haftanın Gündemi'nde canlı yayın konuklarımızla bu sarsıcı gelişmeleri değerlendiriyoruz.