Ruslar neden Putin'e oy veriyor ?
Güçlü olmayı arzulamak ve kendisine saygı duyulmasını beklemek bireysel olduğu kadar toplumsal bir beklentidir. Özellikle geçmişleri “şanlı sayfalarla” dolu toplumların güç arzusu ise diğerlerinden daha fazla belirgindir.
Sıradan bir Rusla konuşurken dünya meselelerini tartışmaya başladığınızda “ama bize saygı duyuyorlar, çünkü güçlüyüz” diye noktalar konuşmasını. Dünyadaki gelişmeleri yorumlarken çoğunlukla ülkesine saygı duyulup duyulmadığı sorusundan yola çıkarak değerlendirme yapar. Evet, Rusya dünyanın en kalkınmış ülkesi değildir. Bilimde, sanatta, refahta hiç de özenilecek bir durumda değildir. Ancak, güçlü ve saygı duyulan bir ülke olarak kalmaya devam ettiği müddetçe bunlar ikincil öneme sahip beklentiler olarak görülür.
Dünyanın en büyük silah üreticilerinden birinin Rusya olması bu yüzden tesadüf değildir. En iyi telefon veya bilgisayarın değil en iyi silahın yapılabiliyor olması çok daha önemlidir. Çünkü bununla hem güvenliğini sağlayabiliyor hem de dünyaya gücünü gösterme imkânı bulabiliyordur. Veya uluslararası her meselede masaya yumruğunu vurmaya ve oyunu kendi kurallarına göre değiştirmeye çabalayan ülke olması da. Masaya yumruğun vurulduğu yerin, Afganistan, Ukrayna veya Suriye olması arasında bir fark görülmez. Önemli olan gücünü ve varlığın hissettirebileceği bir fırsatın doğmuş olmasıdır. Rusya, güç arzusunun bir coğrafyada tecessüm etmiş hali gibidir. Başımıza ne gelirse gelsin gücümüzü ve saygınlığımızı kaybetmekten daha korkunç olamaz diye düşünür Rus insanı. Gücünün hesaba katılmadığını ve yeterince saygı duyulmadığını hissettiği anda da bunun bedelini ödetmek ister.
Çar Petro, Rusya’nın kapılarını Avrupa’ya açarken, orada gücün sırrını arıyordu. O sırrı elde etmeli ve Rusya’yı o güçle dünyanın sayılı ülkelerinden biri haline getirmeliydi. Bu ihtirasla henüz genç bir prens iken Avrupa ülkelerine tebdili kıyafet giderek gemi tersanelerinde işçi olarak çalışmış ve Rus donanmasını kendi elleriyle inşa edecek kadar bu işte ustalaşmıştı. Petro’nun bu ihtirası kısa bir zamanda ülkesini dünyanın merkezi güçlerinden biri hâline getirmişti.
Rusların tarih bilincinde üç büyük mücadele önemli yer tutar. Bunlar Moğol istilası, Napolyon’a karşı verilen savaş ve Hitler Almanya’sına karşı kazanılan zaferdir. Avrupa tarafından sürekli dışlandığını hisseden Ruslar için bu üç büyük savaş Batı’ya, “Bizi kabullenmiyorlar, ancak Avrupa’yı her defasında biz kurtardık. Rusya olmasaydı, Moğollar bütün Avrupa’yı ele geçirecekti, Napolyon Avrupa’nın tamamını istila edecekti, Hitler Avrupa diye bir şey bırakmayacaktı, dolayısıyla Avrupa bugünkü varlığını bize borçludur. Ama buna rağmen bize yeterince saygı duymuyorlar” şeklinde itirazda bulunmaya imkân verir. Bu yönleri çok bilinmez ancak Ruslar gerçekten de kendilerini Avrupa’nın kurtarıcısı olarak görürler. Bunun karşılığında da güçlü olduklarının kabullenilmesini ister ve saygıyı hak ettiklerini düşünürler.
Batılılar uzun yıllardır Rus halkının Vladimir Putin’e neden destek vermeye devam ettiğini anlamakta zorlanıyorlar. Batılıların gözlüğünden bakıldığında Rusya, demokrasiden uzak, yolsuzluk ve insan hakları ihlallerinin had safhada olduğu bir ülke. Dolayısıyla Rus halkının Putin’e başkaldırması ve demokratik bir yönetime geçmesi için sesini yükseltmesini beklerler. Batı tarafından Rusya’da finanse edilen bütün STK’lar bu beklentiyle hareket eder. Oysa Rus halkı Putin’i “güç ve saygınlığın kaynağı” olarak görür. Putin, Ruslar tarafından, 1990’lı yıllarda Boris Yeltsin’in dünya medyasında sık sık yayınlanan zayıf ve gülünç halleri ile kıyaslanır. Başlarında bulunan devlet başkanının dünyanın en adil, en sempatik, en hoşgörülü lider olması Rusların umurunda bile değildir. Kremlin’in sahibinin en önemli özelliği onun gücü olmasıdır. Bunu hissettiği sürece de onu desteklemeye ve yanında durmaya devam eder. Putin’in devlet başkanlığına ara verdiği 2008-2012 döneminde yerine geçen Dmitri Medvedev aslında Batılıların sempatiyle baktığı bir liderdi. Liberal görüşleri ile öne çıkıyor, modern bir Avrupalı lider gibi davranıyordu. Oysa Rus halkı Medvedev’i “acziyet ve zayıflıkla” itham ediyordu. Vladimir Putin’in avlanırken, judo yaparken, ağır sporlarla uğraşırken çekilmiş görüntüleri Rus toplumunun özgüven ve güç algısını pekiştiren unsurlar olarak kullanılır.
Bu yüzden Rusya’nın uluslararası alanda attığı müdahale edici adımlar Rus toplumu tarafından neredeyse tek ses halinde destek görür. Sözgelimi Türkiye’nin Ortadoğu’da oynamak istediği rol, ülkeyi farklı kutuplara bölebiliyorken Rusya’nın sınırdaşı olmamasına rağmen Suriye’de başlattığı operasyon kısık birkaç ses dışında itirazla karşılanmaz. Çünkü Putin güçlüdür ve Rusya’nın gücünü göstereceği her adım toplum tarafından onay görür.
Batılılar, bütün toplumların kendilerinin sahip olduğu önceliklere sahip olduğunu düşünme yanılgısını terk etmedikleri müddetçe Rusya’nın “güç” ve “saygınlık” ölçülerinin yerine “insan hakları ve demokrasi” gibi değerlerini ikame edeceğini daha uzun yıllar beklemek zorunda kalacakladır.
Ruslar Güce İnanır
Esasında, sadece Ruslar değil herkes güce inanır. Ancak bu güç, inanan kişinin inancı çerçevesinde değişiklik gösterir. Örneğin bir Müslüman Allah'ın mutlak kudretine inanır ve Allah'a inanan kişinin dünyevi güçlerden korkması mümkün değildir.
Bu yazıyı iki farklı koşulda yeniden yazmak isteseydik nasıl olurdu acaba?
1. Rusya'nın BM'deki veto hakkı olmasaydı acaba bu gücü nasıl kullanır? Ya da bu güç kendisine kullandırılır mıydı?
2. Yazının özellikle son bölümüne okuyunca ülkemize vizyonsuz bazı kesimlerin Cumhurbaşkanımıza ve Hükumete yönelik "Padişah", "Kral" "Diktatör" vb. eleştirilerini hatırladım ve "keşke öyle olsaydı" diyesim geldi.
Sonuç olarak "güç" ve "saygınlık" bir toplumun önce kendi seçilmişlerine saygı duyması, benim olmayan kimsenin olmasın anlayışından vazgeçilmesi, doğru olanı kendi fikrinizden bile olmasa alkışlayıp yanlışları da doğrusunun nasıl olacağını (alternatifini) göstererek ve her şeyden önce büyük düşünmek ile olur.
Ruslar Güce İnanır
Esasında, sadece Ruslar değil herkes güce inanır. Ancak bu güç, inanan kişinin inancı çerçevesinde değişiklik gösterir. Örneğin bir Müslüman Allah'ın mutlak kudretine inanır ve Allah'a inanan kişinin dünyevi güçlerden korkması mümkün değildir.
Bu yazıyı iki farklı koşulda yeniden yazmak isteseydik nasıl olurdu acaba?
1. Rusya'nın BM'deki veto hakkı olmasaydı acaba bu gücü nasıl kullanır? Ya da bu güç kendisine kullandırılır mıydı?
2. Yazının özellikle son bölümüne okuyunca ülkemize vizyonsuz bazı kesimlerin Cumhurbaşkanımıza ve Hükumete yönelik "Padişah", "Kral" "Diktatör" vb. eleştirilerini hatırladım ve "keşke öyle olsaydı" diyesim geldi.
Sonuç olarak "güç" ve "saygınlık" bir toplumun önce kendi seçilmişlerine saygı duyması, benim olmayan kimsenin olmasın anlayışından vazgeçilmesi, doğru olanı kendi fikrinizden bile olmasa alkışlayıp yanlışları da doğrusunun nasıl olacağını (alternatifini) göstererek ve her şeyden önce büyük düşünmek ile olur.
Yeni yorum ekle