Rusya krizinin Türkiye üzerinde yarattığı büyük şok hala atlatılamadı. Ülke sınırlarını ihlal eden bir uçağın düşürülmesinin böylesine büyük ve ölçüsüz bir tepki ile karşılanacağı belli ki beklenmiyordu. Bir günde alınan kararlarla Türkiye ile ticari, kültürel ve siyasi bağların neredeyse tamamı fiilen durduruldu. Türkiye başından beri bu süreci şaşkınlıkla izliyor ve bu sorunun çözülmesi için biraz da kararsız görünen bir söylemle Rusya’yı sakinleştirmeye çalışıyor.
Uçağın düşürülmesinin ardından Rusya’da başlayan Türkiye aleyhtarı kampanyanın büyüklüğü ve saldırganlığı karşısında şaşırmamak mümkün değil elbette. Neden böyle bir tepki verildiğini anlamak için rasyonel bazı izahlar aranıyor. Sorular soruluyor. Ancak şu ana kadar hiç bir rasyonel cevabın bulunamadığını görüyoruz.
Sorun biraz da Türkiye’nin bir çok konuda olduğu gibi bu defa da attığı adımı herhangi bir hazırlık yapmadan atmış olmasından kaynaklanıyor. Başka koşullarda savaş nedeni olarak kabul edilecek böylesine ciddi bir adım atılırken, aslında bunun silahlı olmasa bile bir savaş ilanı olduğunun bilinmesi gerekiyordu. Oysa bunun yerine “Uçağı vururuz ve Rusya yaptığı hatayı anlayarak bir daha yaptığı yanlışı tekrar etmez” düşüncesi ile hareket edilmiş gibi bir izlenim oluşuyor.
Rusya, Türkiye gibi tarihsel misyon duygusu ile hareket eden bir devlet. 1990’lı yıllarda yaşadığı büyük bozgundan sonra yeniden dünya sahnesine dönmeyi ve kendi onayı olmadan hiçbir statükonun değişmesine müsaade etmemeyi kendine stratejik hedef olarak belirlemiş bir ülke. Türkiyeli idareciler “Ortadoğu’da hiç bir değişim Türkiye’ye rağmen yaşanamaz” ilkesini dünyaya ilan ederken Rusya bunu küresel boyuta taşıyor ve “Dünyayı bir ülkenin ve onun müttefiklerinin tek başına şekillendirmesini kabul etmiyoruz” diyerek mevcut dünya sistemi ile çatışmayı göze aldığını açıkça dile getiriyordu. Suriye’de başlattığı askeri operasyon sanıldığının aksine Beşar Esad’ı korumak veya askeri üslerinin varlığını garanti almak için başlatılmamıştı. Operasyonun amacı, dışlandığını hissettiği büyük oyuna gücünü göstererek dahil olmak ve elde edeceği askeri başarıları masada eşit oyuncu olarak kabul edilmek için bir koz olarak kullanmaktı. Bu oyunda ilk deneme Gürcistan’dan Güney Osetya ve Abhazya’nın kopartıldığı 2008 yılındaki savaşta yapılmıştı. Bu savaşla Rusya, Batı’nın ve dolaylı olarak NATO’nun kendi saldırganlığına nasıl bir cevap vereceğini de ölçmüş oluyordu. İkinci ve daha ciddi bir deneme ise Kırım’ın ilhak edilmesiydi. Hiç bir hukuki gerekçeye sahip olmadan Kırım’ı Ukrayna’nın elinden alırken bu adımı ile yeniden dünya sistemine gücünü kullanarak müdahale etmeye devam edeceğini gösteriyordu. Daha sonra Ukrayna’nın doğusunda başlattığı hibrit savaş ile bu adımlarını pekiştiriyor ve kendinden emin bir halde güç oyununun meyvelerini toplamaya devam edeceğine olan inancını tazeliyordu.
Gürcistan ve Ukrayna’da attığı adımlar, bölgesel mahiyeti itibarı ile tolere edilebilecek ve bölgenin en büyük gücü olduğu için Rusya’ya karşı tepkilerin sınırlı seviyede kalmasına neden olacak düzeydeydi. Bölgenin patronajının hala Rusya’nın elinde olduğu ve güçlü olduğu bu bölgede attığı adımlar yüzünden bu ülke ile çatışmaya girmenin anlamsız olduğu düşünülüyordu. Rusya’dan bakıldığında ise bu durum, attığı her adıma en fazla ekonomik yaptırımlarla cevap veren Batı bloğunun kendi meydan okumalarına karşılık veremeyecek kadar zayıf ve kararsız olduğu şekline yorumlanıyordu. Bu yorumlama, 2015 yılında Rusya’yı, güç oyununu bölgesel düzeyin dışına çıkartarak sınırlarının çok uzağındaki Suriye’de askeri operasyon başlatmaya kadar götürdü. Rusya için Suriye’deki savaş 1945 yılında oluşturulan Yalta düzeninin sonunu getirecek ve dünyanın büyük güçler arasında yeniden bölüşüleceği 3.Dünya Savaşı gibi algılanıyordu.
Rus kamuoyu son üç sene boyunca bu savaşa hazırlanmıştı. Rus televizyonları, son model silahların geçiş sahnesi gibiydi. Tanklar, füzeler, nükleer roketler ve robot silahlar Rus izleyicisine büyük bir gururla gösteriliyor ve yeni dünya düzenine geçişte Rusya’nın hazırlıklarının tamamlandığı mesajı veriliyordu. Ülke yöneticileri, halka hitap ettikleri her konuşmalarında Rusya’nın dünya sahnesinde artık çok daha büyük ve etkili bir güç olarak boy göstermeye hazır olduğunu anlatıyordu. 2014 yılı boyunca neredeyse her hafta ülkenin bir bölgesinde askeri tatbikatlar düzenleniyor ve ordu savaş durumuna hazır hale getiriliyordu.
Bütün bu hazırlıkların amacını merak edenler, 2015 yılının Ağustos ayında Türk Boğazlarından askeri techizat dolu Rus gemileri geçmeye başladığında sorularına yanıt bulmaya başladılar. Rusya, Ortadoğu’ya inmeye ve dünya düzeni ile hesaplaşmaya karar vermişti.
Suriye’deki Rus operasyonunun stratejik amaçlarının başında Ukrayna krizinden beri Batı tarafından mahkum edildiği izolasyondan kurtulmak geliyordu. Batı’nın IŞİD örgütüne karşı giriştiği başarısız savaş Moskova’da, “Bu savaşı biz kazanırsak, Batı ile köprüleri yeniden oluştururuz ve bu defa dünya düzenini belirleyecek masaya galip bir güç olarak otururuz” şeklinde yorumlandı. ABD ve Avrupa’ya, Suriye’deki sorunu çözmek için gönüllü olduğuna dair sayısız mesaj iletildi. Bununla da yetinilmeyerek Batılı ülkelerin Rusya’nın kurduğu “terör karşıtı” koalisyonda yer almaları ve birlikte hareket etme önerisi gündeme getirildi. İkinci Dünya savaşında nasıl ki Hitler Almanya'sına karşı Atlantik ülkeleri ile birlikte ittifak halinde savaş verilmiş ise bu defa da benzer bir ittifak kurulması ve savaşın bitiminde yapılacak bölüşümde yer almak Rusya’nın en büyük amacıydı.
ABD açısından bakıldığında Rusya’nın IŞİD’e karşı mücadele etme isteği engellenmesine gerek duyulmayacak bir durumdu. İki yıla yakın bir zaman ABD, IŞİD’e karşı Türkiye’nin mücadele etmesi için baskı kurmuş ve her fırsatta Türkiye yönetimini bu savaşa itmeye çalışmıştı. Rusya’nın bu süreçte IŞİD’e karşı mücadelede gönüllü olmak için ortaya atılması bu anlamda olumlu bir gelişmeydi. 28 Eylül’de New York’ta düzenlenen BM Genel Kurulu sırasında Vladmir Putin’in ABD Başkanı Barack Obama ile görüşme ayarlamak için uzun süre çaba harcadığını ve sonunda gerçekleşen görüşmede Obama’yı ikna ettiğine dair bilgiler var. Bu görüşmede ABD’nin açıkça olmasa bile sessiz bir şekilde Rusya’nın IŞİD ile mücadelesini onaylayacağına dair sinyal verildiği düşünülüyor. Bunun kanıtı olarak da Rusya’ya döner dönmez 30 Eylül günü Suriye operasyonunun resmen ilan edilmesi gösteriliyor.
Ancak Rusya, IŞİD’e karşı diğer ülkelerin yaptığı gibi doğrudan operasyon yapmak yerine Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın daveti ile kendince bir hukuki meşruiyet zemini bulmaya çalışıyordu. Rusya’da bile artık siyasi mevta olarak kabul edilen Esad’ın davetini operasyon için meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanması dünya düzenini değiştirme iddiası ve hayali ile yola çıkan Rusya’yı bir anda Suriye rejiminin ve müttefiki İran’ın sopası haline getiriyordu. Operasyonun ilk günlerinde Esad’ın Moskova’ya getirilmesi ve Suriye’de geçiş hükümetinin kurulması tezleri savunulurken kısa bir süre içinde Moskova’nın Esad’ı ne pahasına olursa olsun teslim etmeyeceği tezi işlenmeye başlanmıştı. Moskova, farkında olmadan başkasının savaşının bir aleti haline dönüşüyordu.
.......
Türkiye’ye karşı başlayan Rus provokasyonu da bu döneme denk geliyordu. Batı ülkelerinden hiç birinin Rusya’nın sözde IŞİD karşıtı koalisyona katılmaya yanaşmaması Suriye-Irak-İran üçgeninin ortasında kalan Rusya’nın büyük bir çıkmaza girdiğini gösteriyordu. Teröre karşı Batı’yı yanına alarak izolasyondan kurtulmaya çalışırken bir anda, kendisinden daha makbul olmayan devletlerin müttefiki haline gelmişti.
Türkiye’nin sınırlarının Rus uçakları tarafından taciz edilmesi işte bu çıkmazın yarılması için düşünülmüş bir adımdı. Türkiye’nin Batı ile son yıllarda yaşadığı gerilimli ilişkiyi yanlış değerlendiren Rus yönetimi, sıkıştığı İran-Irak-Suriye üçgeninden kurtulmak için Türkiye’yi yanına çekmeye çalışmaya karar vermişti. Uçaklar Türk sınırını taciz edecek ve Türkiye’ye “Bizimle birlikte olmanızı istiyoruz” mesajı verilecekti. Amaç, “operasyonların koordine edilmesini sağlamak” bahanesi ile Türkiye’yi operasyon sürecinde Rusya’nın müttefiki yapmaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Aralık ayında verdiği bir mülakatta Rusya’nın bu niyetini açıkça dile getirdiğini ifade etmişti. Taktik “Gönüllü olarak gelmezseniz, zorla sizi masaya oturturuz ve bizimle olmanızı sağlarız” şeklindeydi. Moskova’daki yöneticiler “Batı, Erdoğan’ı artık Türkiye’nin başında görmek istemiyor. Erdoğan bizden daha fazla sıkışmış durumda. Biraz zorlarsak kendisini yanımıza çekeriz ve NATO üyesi bir ülkenin de desteğini almış olarak hem operasyonun lojistik ayağını güçlendiririz hem de meşruiyetinin sorgulanmasını önleriz” düşüncesini taşıyordu. Zorlama aracı olarak taciz seçilmişti. Türkiye, Rusya’nın tacizlerinden bıkacak ve Rusya’ya karşı gelmekten çekinerek masaya oturmayı ve Rusya’nın müttefiki olmayı kabullenecekti.
Bu taciz ve provokasyonun sonuçta nasıl neticelendiğini hepimiz biliyoruz. 24 Kasım günü Rusya’ya ait Su- 24 uçağı Türk sınırını ihlal edince Türk Hava Kuvvetleri tarafından füze ile vuruluyor ve Rusya’nın Türkiye’ye karşı uyguladığı taciz politikasına cevap vermeyeceği sert bir dille ilan edilmiş oluyordu.
Bu olaydan sonra başlayan süreçte ise geçen yazının başında söylediğimiz gibi Rusya’nın Türkiye’yi bir anda düşman ilan etmesi ve ölçüsüz tepkilerle yıldırma politikası izlemeye başlaması gündeme oturdu. Uçağın vurulması talimatını veren akıl, Rusya’ya “biz senin tacizlerine boyun eğmiyoruz” diyerek açıkça meydan okumuştu. Ancak Rusya’nın vereceği tepkinin nasıl olacağını ve ne gibi tedbirler alınması gerektiğini hesap etmemişti. Uluslararası hukuk açısından haklı olduğunu bilen Türkiye, Rusya’nın bu meseleyi daha fazla uzatmayacağını ve Türkiye’nin cevabına saygı duyarak geri adım atacağını düşünmüştü. Oysa beklenenin tam tersi oldu ve Rusya histerik bir saldırganlıkla atağa geçerek Türkiye’ye ait ne varsa onu hedefe koymaya ve Türkiye’ye karşı küresel bir psikolojik harekat uygulamaya başladı. Başbakan Medvedev, bu durumun normalde savaş ilanı anlamına geldiğini, ancak Rusya’nın Türkiye’ye doğrudan savaş ilan etmeyeceğini söylüyordu. Ancak yapılan şey savaş ilanından daha az etkili değildi. Türkiye ile ticaret ve turizm ilişkileri bir günde alınan kararlarla durduruluyor, Rusya’da yaşayan Türkiye vatandaşları sırf uyruklarından dolayı türlü eziyetlere maruz bırakılıyor ve ülkeyi terk etmeleri için baskı altına alınıyordu. Rus medyası bütün gündemini Türkiye’ye tahsis ederek bu yeni düşmanı Rus halkının daha yakından tanıması için akla hayale gelmeyecek yayınlar yapıyordu.
Türkiye’nin bu saldırı karşısında korku ile karışık bir endişe yaşadığını söyleyebiliriz. Çarlık ve SSCB döneminden kalma korkular bilinç altından yeniden gün yüzüne çıkmıştı. İktidara yakın gazetelerde bile “acilen Rusya ile ilişkileri tamir edecek adımları atmalıyız. Uçağı kim düşürdüyse onu sorumlu ilan edelim ve Rusya ile arayı bulalım” gibi saçma teklifler dile getiriliyordu. Son beş altı yıl boyunca Ortadoğu’da uçan kuşun bile Türkiye’nin haberi olmadan uçamayacağını söyleyen ve Misak-ı Milli’nin artık Türkiye’ye dar geldiğini söyleyenlerin bir çoğu birinci sınıf bir düşman ile karşılaşınca sert kayaya çarptıklarını düşünmeye başlamışlardı. “Böyle devam ederse Suriye masasına bir daha oturamayız, acilen Rusya’nın gönlünü almalıyız” sesleri yükselmeye başlamıştı. Oysa Rusya’nın yaşadığı şok Türkiye’ninkinden daha derindi. Hiç beklemediği bir yerden yediği bu darbe bugüne kadar hayalini kurduğu stratejik dönüşüm rüyasının sonu anlamına geliyordu. Gürcistan’da, Kırım’da, Donetsk ve Lugansk’ta hiç bir engelle karşılaşmadan adım adım yürüttüğü dünya sistemini dönüştürme stratejisi Suriye oyununda sekteye uğramıştı. ABD veya başka bir büyük gücün bu darbeyi bir gün indireceği endişesini her zaman taşıyan Rusya için Türkiye’den darbe yemek aşağılayıcı ve onur kırıcı bir durumdu.
Rus toplumu, tarih ile şaşırtıcı derecede yakın bir ilişkiye sahiptir. Bu ilişki bazı dönemlerde anakronizm derecesinde gerçeklikten ve günümüz şartlarından kopuk insan tipinin doğmasına yol açmıştır. Rus zihni için Türk, “son üç yüz yıl boyunca neredeyse her savaşta yenmeyi başardığı doğulu, kurnaz, acımasız ve hilekar millet”tir. Son yıllarda bu algı iyi ilişkilerin perdelemesi ile bir nebze unutulmuş gibi görünse de tamamen ortadan kalkmadığını ve olumlu bir değişim geçirmediğini görüyoruz. Düşürülen uçağa karşı verilen absürd tepkinin kaynağında bu algının yattığını anlamak gerekiyor. “Tarih boyunca mağlup ettiğimiz bir güç nasıl olur da verdiğimiz büyük savaşta bize darbe indirir?”sorusu Rusya’yı idare edenlerin olduğu kadar sıradan insanların da zihnini kurcalamaya ve büyük bir kinin büyümesine neden oluyor.
Türkiye’nin Rusya karşısındaki hazırlıksızlığı, Suriye, Mısır veya İsrail ile yürüttüğü polemiklerdeki hazırlıksızlığının ötesinde ağır sonuçlara gebe olabilir. Öyle ya da böyle, Türkiye belki de farkında olmadan Rusya’nın tarihsel yürüyüşüne darbe indirdi. Bu darbenin Rusya tarafından kolay kolay hazmedilemeyeceğinin bilinmesi gerekiyor. Türkiye istemese de Rusya ile artık uzun süre devam edecek bir mücadelenin içine çekilmiş bulunuyor. “Özür dileyelim kurtulalım”, “Ilımlı mesajlar verelim ve Suriye masasına geri dönelim” gibi saf ve iyi niyetli yaklaşımlar, Rusya söz konusu olduğunda maalesef sonuç vermeyecektir. Uçağını vurarak yolunu kestiğiniz gücün artık sizi düşman olarak kodladığını ve sizden endişe ettiğini bilerek hareket etmek daha doğru olacaktır. Rusya’nın Türkiye’den beklentisi artık bir özür dilemesi veya tazminat ödemesi değildir. Saldırıları karşısında paniğe kapılan Türkiye’nin, yıllar boyunca çevresi için geliştirdiği bütün politikalardan vazgeçtiğini ilan etmesini beklemektedir. Ortadoğu’dan Orta Asya’ya ve Balkanlar’a kadar Türk nüfuzunun olduğu her yerden Rusya’nın lehine bir geri çekilme beklemektedir. Rus devlet adamlarının Türkiye ile ilgili verdiği her beyanat bu beklentiyi açıkça dile getirmektedir.
Türkiye, belki de farkında olmadan bir savaşın içine sürüklendi. Ancak hala buna inanmak istemediğini görüyoruz. Oysa Rusya, açık ve net bir şekilde Türkiye’yi rahat bırakmayacağını ve elinden gelen her yöntemi kullanarak Türkiye’ye karşı attığı adımları sertleştireceğini açıkça göstermektedir. Bu adımların Türkiye’nin iç siyasetini de hedef alacak şekilde genişleyerek devam edeceğini görmek ve bilmek gerekiyor. Rusya’nın Türkiye ile gerilimden kurtulmasının yolu, çekince ve endişe içinde kıvranarak her gün çelişkili beyanatlar vermekten değil, kararlı ve yaptığının arkasında duran bir siyasetle mümkün olabilecektir. Unutulmamalıdır ki, blöf veya enformasyon savaşı karşısında ezilerek taviz vermeye yönelen bir ülkenin hiç bir saygınlığı kalmayacaktır. Türkiye için bugüne kadar dile getirdiği büyük söylemlerin ve hayallerin test edildiği bir aşama başlamıştır. Ya bu aşama geçilecek ya da “biz büyük konuştuk, geri çekiliyoruz” denilerek bütün iddialardan vazgeçilecektir.