Üstad Necip Fazıl Kısakürek gibi ömrü dolu dolu geçmiş bir insanı ölüm yıldönümünde, kısa bir makalede gerektiği gibi hatırlamak ne mümkün! O nedenle bu yazıda kısaca onun rolünü satırbaşlarıyla vermek istiyorum.
O ruhunu kaybetmiş bir toplumun fikir sancısı çeken sanatçısıydı. O, hem Türk insanın kilitlenen ruhunu açmak istiyor, hem de Türk toplumunun tarihiyle yüzleşerek, gizli hazinelerinin kapılarını açarak onlara bir çıkış yolu göstermeye çalışıyordu. Çünkü, 19. yüzyılın sonlarından itibaren ülkemizde de etkili olmaya başlayan pozitivist düşünce, insanı ve tabiatı hakikatten, yani her türlü maneviyattan uzaklaştırma neticesini doğurmuştu. Yirminci yüzyılın ilk yarısı ise, özellikle entelektüel planda bu ladini akımın nüfuzunu artırdığı bir dönem olarak tezahür etmişti. Geçmişe kapısını kapalı tutan, hafızası tutulan, gitgide maneviyattan uzaklaşan bir sanat ve düşünce anlayışı karşısında onun sanat ve şiir anlayışı insanın iç derinliğine bir çağrıydı. Şiire, onunla beraber yeni bir metafizik derinlik geldi. Bir bakıma Fuzuli ve Yunus’un ruhu, modern şiirin kanıyla da beslenerek onda coşkun bir lirizme dönüştü. Tabiattan, dış dünyadan kendi ruhuna dönen şair, Türk sanat ruhunun dirilişi için bir içe dönüşü gerçekleştirdi. Bu içe dönüşün besleyici gücü metafizik ürpertiydi. Bu metafizik ürperti bir süre sonra Necip Fazıl’ın arayışını, hakikatin deruni mecraı olan tasavvufla birleştirerek, daha zengin, daha derin ve daha velud bir hale dönüştürdü. Bu dönüşümün neticesinde o, Türk şiirini yeniden öz ruhuyla, Türk insanını da yeniden şiiriyle barıştırdı.
Evet o bir şairdi. Sanata saf şiiri önceleyerek başladı. Ve daha genç yaşta adından bahsettiren bir şair oldu. Ancak, toplumun sanatçıya yüklediği misyonlar nedeniyle belirli bir dönemden sonra, bu öncelik biraz arka planda kaldı. Büyük sanatkarın “saf fikir ve ideolocya cephesiyle zayıf” olan bir ülkede, “bütün bu şubeleri dolduracak mikyasta heyula gibi bir insan” olması gerektiğini düşündüğü 30’lu yılların sonundan itibaren sanatının toplumsal işlevi yavaş yavaş daha ağır basmaya başladı.
O bir dava adamıydı. O, dinin ve dindarın horlandığı bir dönemde, bir diriliş için ilk kıvılcımı çaktı. Necip Fazıl, dinin toplum hayatından itilmeye çalışıldığı, dini anlayışın çarpıklaştırıldığı, dinin şekle indirgendiği bir dönemde, dindar insanın kendine güveninin kalmadığı, dindar insanın adeta horlandığı bir ortamda mücadelesini sürdürüyordu. Onun için dini şekle indirerek özünden soyan müslümanı uyarmaya çalıştı. Onun ham softa kaba yobaz tavsifi böyle bir endişenin ürünüdür. Müslümanlığı ideal haliyle ortaya koyabilmek ve şekilcilikten sıyırmak için tasavvufun derinliğine müracaat etti. Tasavvuf, onun kaleminde hem bir edebi üslup kazandı, hem de islamın dirilişinde muharrik güç fonksiyonunu üstlendi. Biz Allah dostlarını ve hikmetin sırlarını üstadın kalemiyle adeta yeni bir tadla keşfetme imkanını bulduk. Bir yandan da Anadolu insanının, bu toprakların asli unsuru olduğu duygusunun güçlü bir çerçevesini çizmeye çalışıyordu.
O bir tiyatro yazarıydı. Çok sevdiği Muhsin Ertuğrul’un etkisiyle tiyatroya yöneldi. Bu alandaki ilk ürünü Tohum adlı tiyatro eseri oldu. Daha sonra yazdığı Bir Adam Yaratmak onun korku, yalnızlık, vehim, şüphe, yaratılışın hikmeti ve esrarı temaları altında özetleyebileceğimiz metafizik gerilim şiirden tiyatro diline dönüşmüş, bu duygular adeta kişileşmişlerdir.
O bir dergiciydi. 1936’da haftalık Ağaç dergisini çıkarmaya başladı. Bu derginin önemli özelliği edebiyat ve sanatın tanınmış isimlerini bir araya getirmiş olmasıydı. Ancak Üstad’ın esas önemli büyük dergicilik hamlesi, özdeşleştiği, 1 Eylül 1943’de yayınlamaya başladığı Büyük Doğu dergisiydi. Türkiye’nin tarihine, toplumuna, inancına, kültürüne bakışında Büyük Doğu yeni ufuklar açmıştır. İşte bu sebeplerle Kaldırımlar şiirinden sonra Necip Fazıl’ın ikinci ayrılmaz kimliği Büyük Doğu olmuştur. Üstad daha sonra, Büyük Doğu adında siyasi bir cemiyet de kurmuş, yayıncılık faaliyetinin yanısıra Anadolu’yu adım adım gezerek konferanslar vermiştir. O bir hatipti. Belagat ve hitabetteki ustalığı sayesinde bu konferansları büyük ilgiye mazhar oldu. Büyük Doğu’daki mücadelesi ve konferansları dolayısıyla birçok sıkıntı yaşadı. Dergisi kapatıldı, toplatıldı, adli takibatlara uğradı, birçok defa tutuklandı, hapse varan mahkumiyetleri oldu.
Onun politikadaki arayışı da bir fikir ve ideal adamının arayışı idi. Her şeyde bir mükemmeliyetçilik peşindeydi. O nedenle, ömrünü sonlarına doğru, idealini gerçekleştirme ihtimaline binaen değişik liderlere umut bağladı, onlara iltifatlarda bulundu. Aradığını bulamadığında da hayal kırıklığını sert bir dille ifade etmekten çekinmedi.
Hülasa o, boşluğu ense kökünde gezdirme sorumluluğunu ömür boyu duyan, çile adamıydı. Allah rahmet eylesin !
Yeni yorum ekle