Vehbi Başer'le Doğu Batı Üzerine

01 Mayıs 2025

Hocam şu doğu-batı meselesini bir de sizinle konuşsak

Hay hay 

Sahi biz Batının ya da Doğunun neresindeyiz? Doğulu kalamadığımız açık, bir türlü batılı da olamıyoruz. Ne olacak bizim bu halimiz?

Bence Batı artık dünyanın bir bölgesi değil “her yer”dir. Bugün Batılılık nüfuz ve istilası büyük ölçüde devam eden bir süreç değil, tamamlanmış bir olgudur. Bizimkisi “hala Batı’da olmadığını sanmakla yaşanan sahte bir tatmin”den ibaret.

Yani artık istemesek de Batılı mı oluyoruz? 
 

Image

Batılı olmayabiliriz, ama dünya Batı’ya ait bir kurguya teslim olmuşken, tamamen kaba bir romantizm ile içinde yaşadığı şeye yabancı imiş gibi, bunun dışında bir gerçekliği ya da özü varmış gibi davranmak, mektebi benimsememiş, derslerine az çalışan bir haylazlık eseri “kendi Batı’da olma biçimi”ni göremeyen bir körlük bu.

Artık görmek zorundayız ki, Batı’dayız ve bizim hala “otantik bir biz”e ait olduğumuz, bir deve kuşu aldanmasından ibaret.

Görüntü olarak oldukça batılıyız fakat doğululuk bagajımızda bir eksilme yok. Bunu nasıl açıklayacağız? 

Bu Batı’da olma halimizin garabetini Doğulu kalmak, kendi özgün varoluşunu sürdürmek falan sanıyoruz. Aslında bu berbat bir Batılılaşma sürecimizin dolaysız ifadesi diyebileceğimiz varoş bir Batılılık içinde debelendiğimizi de görmememizi sağlıyor. 

Varoş Batılılık! Bunu açıklamanızı istemeyeceğim, zaten yeterince açık. Peki sahici Batılılaşmayı engelleyen ne ya da neydi? Geleneklerimiz, tarihle olan bağlarımız mı?
 
Tarihimizle bağlarımız çok canlı sanıyoruz. Kimi coğrafyalarımız post-kolonyal, kimi coğrafyalarımız post-emperyal bir tarihinden koparılmışlık travması içinde kıvranırken bir karşı dalga üretti. Yasaklanan ezanın gümbür gümbür okunması, çocukların Arap alfabesi öğrenerek Kur’an’ı okuyabilir hale gelmesi, yasaklanan hac seferlerinin serbest bırakılması, kılık kıyafette kadının tesettüre girmesi gibi tamamen yaşam tarzları ile ilgili yüzeysel bir kendine dönüş, tarihle kopan bağlarını yeniden kurulması, “kendi tarihinde var olmaya yeniden başlama” olarak çarpık bir kavrayış üretti.

Tarih manipüle etme gibi bir şey mi? Biraz daha açar mısınız?   

Mesela bu çarpık kavrayış içinde, II. Abdülhamit’i yücelterek tarihimizle bağ kurduğumuzu sanıyoruz. Oysa o, Osmanlı modernleşme sürecinin en fazla modernleştirici padişahıydı. Biliyoruz ki Abdülhamit modern bir banker veya borsacı, amatör bir dülgerdi.

Osmanlı olmayı, katışıksız Müslümanlık sanan bir yarım akıllılık var. Muhteşem Yüzyıl parodilerinden ibaret bir çorbada boğulmayı, kendi tarihinde yaşamak sanıyoruz. Oysa sadece yıkılmış değil, devrini tamamlayarak tarihe gömülmüş bir medeniyetin nesebi sahih olsa da nisbeti bulunmayan ahfadı olarak artık Batı’dayız. Kendimiz olmanın bu biçimi, traji-komik, berbat bir üçüncü sınıf Batılılıktan başka bir şey değil.

Kendisi olmak ya da olamamak! Ne demek bu?

Kendisi olamamanın derin ızdırapları akabinde, kendisi olmayı kitaplardan keşfederek inşa etmeye çalışan, devrini tamamlamış ve yıkılıp tarihe mal olmuş bir medeniyetin kırık dökük mirasının en yüzeysel unsurlarından bir pastiş üretip bunu da kendisi olmak sanan saçma bir tarihi diriltme tutkusu ile, günün icabâtı Batılı bir hayat kurgusu içinde adam yerine konulma aşağılık kompleksi, zihin fuhuşumuz olarak sürüyor.

Kafam iyice karıştı. Zihin fuhuşu!  Bunun yansıması nedir?

Bu son derece kaotik zihin dünyasında, hiçbir şey aslı gibi değil; her şey aslının bir veled-i zinası olarak öteki ile fuhuş halinde. Bilim adamlarımız büyük buluşlar yapsın, sanatçılarımız dünyayı yerinden oynatsın, şirketlerimiz küresel piyasalarda kasırga çıkarsın... istiyoruz. Oysa bu zihin iğtişâşı, bu her unsuru öteki ile fuhuş halindeki ruh dünyası, kimsede bir selîm kavrayış bırakmıyor ki, içinde yaşadığı dünyanın üretken bir bireyi olabilelim.

Komplekslerini kimlik edinmiş, denâetini şecâat sanan, bugünde yaşayıp geçmişin varisi taklidi yapan insan talaşı bir nüfus, kamusal varoluşun hiçbir yükümlülüğünü dürüstçe üstlenmeyen bir sorumsuz kalabalık, bir insan bireyine nasıl üretken ve yaratıcı bir varlık dinamizmi kazandırabilir?

Herşeyin aslında çok da önemli olmadığını, mühim olanın bir yolunu bulup üst mevkilere yerleşmekten ibaret olduğunu sanan bir kurnazlıktan nasıl üretken ve yaratıcı bir insan varlığı türetilebilir ki?

Bir çare, bir çıkış yolu yok mu? 

Müslümanların medeniyetlerinden koparılışı, kendi geçmişleri ile yüzleşme, medeniyet mirasları ile hesaplaşma ve bu medeniyet mirasını aşma imkanını yok etmiş görünüyor. Geçmişini bir ihtişam anıtı olarak kutsayan, eski âlimlerini, sanatkarlarını, siyaset adamlarını ecdâd hamaseti içinde kutsayan bir topluluk, bu “ne kendisi ne öteki” olamama Arasatı’nda ne geçmişini aşabilecek zirve şahsiyetler, ne de öteki saydığı Batı medeniyetini aşacak dehalar yetiştirebilir. Bunun asıl handikapı müşevveş bir zihin inşası olduğu kadar, gayet basit bir pratik nedeni de, hiçbir alanda dersini sıkı çalışan insanlar yetiştiremiyor olmaktır.

Yeni neslin bir çeşit “fırsatçı” olduğunu mu ima ediyorsunuz? Bu durum toplumun genel kültürel yapısı üzerindeki etkisi neler olabilir?

Ya geçmişi ya da Batı’yı topyekûn sahiplenen ama asla tapusunda hissesi bulunmayan, hangisini sahipleniyorsa ötekini topyekûn reddeden bir afur-tafur erbabını üstat edinmiş nesil, hayat sahnesini terk etmenin eşiğine gelmiş durumdadır.
Yeni nesiller, gayet münferit çıkarının peşine düşmüş, dersini az çalışmak şöyle dursun, bir yolunu bulup testlerden geçer puan alıp bir mevkie yerleşmek sevdasında. Bu kültürel olarak cehaletten öleceklerin bir nane biliyormuş edasıyla kasım kasım kasıldıkları bir vasat insan küstahlığı, hakim ve geçer akçe haline gelmiştir.

Muhafazakârlar yeni nesli eleştirirken, saygı anlayışlarının eksik olduğunu dile getiriyorlar. Yeni neslin saygı anlayışı, eski nesillerin beklentileriyle nasıl çelişiyor?

Muhafazakârlar, yeni neslin büyüklerine saygısız olduklarını sanıyorlar. Oysa sormak lazım: Neye saygıları olabilir ki? Arkadaşlarına mı, eşlerine mi, mesaidaşlarına mı, sokaktaki herhangi bir insana mı, hukuka mı, dine mi, sanata mı? Bu insanlar geçmişi sahiplense ne çıkar, Batı’yı sahiplense ne çıkar!

Son söz 

Gayet dindar ve değerlerine bağlı olduğunu sananlar da, gayet çağdaş ve çağın değerlerine bağlı olduğunu sananlar da, ait olduklarını sandıkları dünyanın aidiyetlerini onaylayacağı evsafı haiz olmayan, aidiyetlerinin gerektirdiği donanım, birikim ve tutumdan çoğunlukla habersiz, yarım yamalak insanlardır.

Bizim toplumlarımız, asgarî insan nitelikleri ile donatan bir kültür aktarımı sınavından uzun süredir geçer not alamayacak bir başarısızlığın gayyâsında yüzüyor.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
25 kez görüntülendi. 131 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.