Tanrı insanlarla sade bir dille konuşur cümlesini çok tekrar ederim ve böyle olduğuna inanırım. Bu sadece bir dinle sınırlı değildir; hemen bütün inançlarda böyledir. İnsanın, erdemli bir insan olarak yaşaması için gerekli emir ve yasaklar herkesin anlayacağı bir şekildedir; insan öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, adil olacaksın…İyi niyet ve konuya hakimiyet en karmaşık konuları bile sıradan insanın anlayacağı hale getirir. Halil Dalman “Hukuk Fakültelerinde hocalar yazdıkları kitaplarda ya ‘ne alim adammış’ desinler diye, ya da okuyucuyu/öğrenciyi geri zekalı yerine koydukları için, basit, herkesin anlayacağı bir kanun maddesini, köpürte köpürte anlatır, uzattıkça uzatır, o herkesin okur okumaz anlayacağı maddeyi anlaşılmaz hale getirirler” demişti. İslam alimleri de Kuran için aynı şeyi yaptılar. Allah Kuran için “Mübin, yani açık, anlaşılır demesine rağmen” allameler, yok yahu siz anlamazsınız diyerek Kuranın açık, anlaşılır ve sade olan dilini, karmaşık ve anlaşılmaz hale getirdiler. Şu anda adını hatırlayamadığım bir akademisyen “insan anlamak ve anlaşılmak istedikten sonra, aynı dili bilmelerine bile gerek yoktur” demişti. Her konu herkesin anlayacağı bir dilde yazılmayabilir ama herkesin de böyle derin konuları anlamak gibi bir mecburiyetleri yoktur.
Öyle midir?
Tarihi kutsama taraftar işidir, tarihi anlama bilginlerin. Taraftar tarihi, tarihi çarpıtma, ekleme ve çıkarmalarla doludur. Bu sadece uluslararası tartışmaları doğurmaz, ulusal anlamda da sonu gelmez tartışmalara, kavgalara hatta düşmanlıklara kapı aralar. Amaç basittir; mükemmel bir tarihe sahip olmanın getirdiği/getireceği bir övünme/kendini üstün görme duygusu yaratmak. Bu durum hem tarihi olaylar hem de tarihi şahsiyetler için geçerlidir. Bir konuşma esnasında eski MEB bakanı Hüseyin Çelik şunları söylemişti "Sultan Abdülhamid’in yanında ve yöresinde, bilinenin aksine, en kritik görevlerde bulunanların çok önemli bir kısmı gayri müslimlerdir. Abdülhamid devri, bu yönüyle, bugünün yerli ve milli anlayışıyla mukayese kabul edilemeyecek kadar çoğulcu bir görüntü sergiler. Abdülhamid’i adeta kutsayan günümüz Türkiye’sinin İslamcılarına bugün bile böyle bir tabloyu kabul ettiremezsiniz
Bu gayri müslim devlet adamlarına bazı örnekler verelim:
– Artvin Dadyan Paşa ( Ermeni) Dışişleri Bakanı
– Spiridion Mavroyeni ( Rum ) Özel dokturu
– Sami Günzberg ( Yahudi) Diş hekimi
– Nişan Efendi ( Ermeni ) Basın danışmanı
– Teodor Kasap ( Rum) Saray Kitapçıbaşısı
– Agop Paşa ( Rum ) Şahsi Emlakçısı daha sonra Maliye Bakanı
– Sarkis Balyan ( Ermeni ) Mimarbaşısı
– Aleksandros Karatodori Paşa ( Rum ) Bayındırlık Bakanı
– Mareşal Ferdinand ( Bulgar Prensi ) Yaveri
– Raimando D’Aranco (İtalyan ) Saray Mimarı
– Fausto Zonaro ( İtalyan ) Saray Ressamı
– Arturo Stravolo ( İtalyan) Saray Tiyatrocusu
– Sava Paşa ( Rum) Dışişleri Bakanı
– Ohannes Efendi ( Ermeni ) Ticaret Bakanı
– Ohannes Sakızyan ( Ermeni ) Maliye Bakanı
– Miamili Portakalyan ( Ermeni )Maliye Bakanı"
Beyza Diler de, buna “yerli ve milli, esasen bir kompleks ve yenilgiye karşı refleks. İki türü olabilir, birincisi zaman ve mekan bağlamında bir milletin yaşanmışlığı ile oluşan yerlilik (nesnel yerlilik); ikincisi modernleşme sürecinde batılılaşmaya karşı öze dönmeyi öneren bir refleks” yorumunu yapmıştı. Bunlar Fatih’in değerini düşürmez. Tam aksine, büyük liderlerin çoğunda gördüğümüz evrensel, kuşatıcı bir bakış açısına sahip olduğunu ispat eder.
Hali Pür Melal
Uzayda madencilik, ışık hızını aşan araçlar, 3D yazıcılar... ve daha yüzlerce çağdaş teknoloji varken, hala falan çağda eğitim, filanın eğitim anlayışı gibi hiç kimsenin işine yaramayan kitaplar yazmak sadece zaman ve kağıt israfıdır. Ağır olmasa buna “çöplük eşeleme” bile diyebiliriz. Çok iyi bir eğitimle kastımız iyi ve erdemli insan yetiştirmekse, uzağa gitmeye gerek yok, hepimiz bunları biliyoruz. Yok eğer kasıt bilimsel ilerleme ise, mevcut eğitimle Marsa çıkılıyor, daha ne olsun!
İnsanofobia
Bir türlü dilim dönmedi Islamofobya demeye. Kelime ya da kavramı zaman zaman ‘gavur’ Avrupa ve efradına yönelik bilinçaltı öfkemizi meşrulaştırmak için kullanıyoruz. Kelimeyi Türkçeleştirmeden kullanmak olaya daha gizemli bir hava katıyor sanırım; İslam düşmanlığı değil, İslamofobya. Düşman kim? Tabii ki Avrupa. Ama biraz yakından bakınca gördüğümüz ne? Bu İslamofobik Avrupa’da yaklaşık beş milyon Türk ve diğer Müslüman ülkelerden bunun iki üç katı müselman yaşıyor. Sadece Almaya’da 900 cami var. Demek ki bir de İslamofobik olmasalardı, Avrupalılar kendi ülkelerinde kesin azınlığa düşerlerdi.
Bilmediğimiz şeyler olabilir ama mevcut haliyle gördüğümüz İslamofobyadan çok insanofobia var. İnsanların insanlara tahammülü kalmadı. Politik ve ekonomik nedenlerle ortaya çıkan öfke ve saldırıyı sadece inanca bağlamak, gereksiz düşmanlıkları körüklemekten başka bir işe yaramaz. Uzun yıllardan beri Almanyada yaşayan bir dostumuz, Hilmi Uzun şöyle diyor “Müslümanım diyenlerin birçoğunun islamafobyası gavurlardan daha baskın ve daha gaddar. Asıl paradoks bu kanaatimce. Mustafa Everdi “İnsanlar sorunlarını inkar eder, toplumlar başkalarını suçlar. Nedeni çok açık; bunu yapmak kolaydır ve iyi hissettirir. Sorun çözmek hem zor hem çaba ister. Üstelik yenilgi, zor durumu, eksikliği kabul etmek kötü bir yüzleşmedir”.
Başka milletleri, batıyı, üst akılı suçlamak iyi kafa yapar, ne afyon ister ne esrar. Bir çeşit afyonkeşlik. Toplumca kafa yapan bu suçlamalarla kendini haklı görürsün ayakları yere basmayan bulutlarda bir serap içinde. Nilgun Çelebi’nin ifadesiyle “Herkes evinde otursun. Haçlılar, cihat vs hepsi benim dışımda fanatik insanların fantazyaları. Elin oğlu islamofobik de sanki biz çok mu hristofil'iz? Biz sünni müslümanın bir kelime farklı söyleyenine bile tahammül edemiyoruz. Kime islamofobik diyoruz? Ne yüzle başkalarını eleştiriyoruz?”.
Zeki Metin
Anekdot'u bilirsiniz. Mürid şeyhine "efendi hazretleri, tuvalette sakız çiğnemek caiz midir?" diye sorar. O da "caizdir ama gören bir şey yiyorsun zanneder" diye cevap verir. Bağlam ve üslup ödül de getirir, ceza da.
Sanatçı herkesin sanatçısı olduğu sürece sorun yok ama açıkça belli bir grup ya da ideolojiye yaslandığında, söylediği ve yaptığı ister istemez şüphe uyandırır.
Eleştiri sadece şerbetli bir kesimin değil, herkesin hakkı olmalı ve yöneticiler buna hoşgörüyle bakmalıdır.
Günlük olaylara hiç bulaşmayayım diye bir karar alırsınız ama dönüp baktığınızda bu olayların hayatınızı ekonomik, toplumsal ve psikolojik olarak etkilediğini görürsünüz. Bu durumda da bir şeyler söyleme ihtiyacı duyarsınız. İnsaf, ahlak ve mantık ölçüleri içinde kalmak koşuluyla düşüncelerimizi paylaşmamız kimseyi rahatsız etmemeli.
Biraz Hamaset
1. Galiba herkes "o zamanı" bekliyor. Sıkıntılarımızı, çarelerimizi, beklentilerimizi
Hiç bir korku ya da endişeye kapılmadan, hiç kimseyi tehdit, tahkir ve tezyif etmeden, bağıra bağıra ya da suhuletle dile getirdiğimiz gün,
2. Yapıp eylediklerimizde yalnızca kendimize yontmadan, salt doğru olduğuna inandığımız için, ama önce araştırıp, tartışıp anlamaya çalıştıktan sonra ulaştığımız sonuçları, insanlarla paylaştığımız gün,
3. Bir yerlere gelme ya da bulunduğumuz yeri koruma gayesi gütmeden yazıp çizdiğimiz, kayıp kazanç hesabı yaparken, Büyük Hesabı göz ardı etmediğimiz, ah vahlarımızın teatral değil gönülden, kanatan cinsten olduğu gün daha iyi bir gün olacaktır.
Ve Bir Şiir
Annemi Uyuşturmayan Morfinleri Bana Vurun
Bu gün uyuşturmadı annemi bir morfin
Onu bana vurun!
Biraz uyursam daha az katil olurum
Öldürdüğüm karıncalar ellerimi kana bulamıyor ne güzel!
Çok katilim ama ne iyi katilim
Korkuyla terlikleyip sonra yasını tutuyorum ölü kelebeklerin…
Annemi uyuşturmayan morfinleri bana vurun!
Gözlerime ölü rabıtalar çekerim
Kafam mezarlık olur rahata ererim
Kuşların delik deşik ettiği mavi şilteye uzatıp ayaklarımı
Ezberimden beynimi inkar ederim…
Milletler arası konuşamadığımdan dolayı
Ağzım ankesörlü ama yine de konuşamadığımdan dolayı
Bana o morfini vurun!
Bir kediyle beraber karşıdan karşıya kornasız geçerken
Şiirlerden kendime bir mide seçerken
Mukaddes bir hicran acıdan faiz alırken
Ve düşerken borsada maske
Alın beni
Alın beni de o morfine acı diye koyun!
Fiyakası olsun ruhumun…
Feyz Kariha
Teşekkürler tam iftariyelik…
Teşekkürler tam iftariyelik ti sıcak sıcak
Bir yerlere gelme ya da…
Bir yerlere gelme ya da bulunduğumuz yeri koruma gayesi gütmeden yazıp çizdiğimiz, kayıp kazanç hesabı yaparken, Büyük Hesabı göz ardı etmediğimiz, ah vahlarımızın teatral değil gönülden, kanatan cinsten olduğu gün daha iyi bir gün olacaktır.
Baştan sona muhtesem olmuş hocam.Bu son paragrafsa düsünen için oldukca vurucu temenniler...
Yüreğinize,kaleminize sağlık
"Kayıp kazanç hesabı…
"Kayıp kazanç hesabı yaparken büyük hesabı göz ardı etmediğimiz gün daha güzel bir gün olacaktır." Hatta bu şekilde geçen bir ömür daha güzel bir ömür alacak, kimse haksızlığa meyletmeyecektir.. Teşekkürler.
Yeni yorum ekle