İnsanı körelten ve karanlığa mahkûm eden şey, kendisine ezberletilenleri bir sorgulamaya tabi tutmaması, o ezberlere bağlı kalarak yaşamaya devam etmesidir. Oysa insan düşünmelidir. Daha doğrusu, kararlarını düşünerek ve özgürce vermesi, ona insan olma vasfını kazandıracaktır. İnsan, sağlam ve metodik düşünebildiği oranda hayatı kendine yaşanabilir hâle getirir. Bunu yapamadığı oranda da, düşüncesizliğe ya da doğru düşünememeye bağlı olarak kötülüklere maruz kalır.
Örneğin, 102 yıl önce hayatımıza giren Cumhuriyet yönetim biçiminin ne olduğunu, nasıl bir kazanım sağladığını yeterince düşünemiyoruz. Düşünemiyoruz; çünkü onca bilgi, birikim ve maruz kalınan anlık deneyime rağmen hâlâ Cumhuriyet yönetim biçiminin temel bir kazanım olduğunun farkında değiliz. Hiçbir yönetim sistemi mükemmel değildir. Ancak gelinen noktada mevcut sistemler içinde en insani olan ve tam uygulanabildiği takdirde bireysel ve kamusal ilişkilerdeki problemlere en doğru çözümleri sunabilen yönetim şekli Cumhuriyet ve onun yapısal örgütlenmesi olan demokrasidir.
Üzücü olan şey, hâlâ Cumhuriyetin ve demokrasinin nasıl bir kazanım olduğunun belli kesimlerce fark edilememesi; her defasında Cumhuriyetin öneminin yeniden açıklanmak zorunda kalınmasıdır. Bu eşiği aşamamak, gerçekten hazin bir durumdur. Eşik aşılamadığı için, gelecek yüzyılların ruhuna uygun, daha ileri yönetim sistemlerinin inşası da bir türlü mümkün olamamaktadır. Anlaşılan bizler, bilinen şeyleri farklı ifadelerle yineleyip duracağız.
Bir kazanım hakkında doğru ve gerçekçi bir değerlendirme yapılabilmesi için, genel geçer ve uzlaşılan ölçütler esas alınarak çok yönlü bilgiye, birikime, bu bilgileri sağlıklı değerlendirebilecek uygun şartlara ve olaylar hakkında mukayese yapabilecek tecrübeye sahip olunması gerekir. Okuma-yazma kültürü yeterince gelişmemiş toplumlarda bu şartların oluşması pek mümkün değildir.
Belli kesimlerde zihni tekâmül tarım toplumu/kabile ilişkileri aşamasına takılı kaldığı için, modern dönemin krizleri bahane edilerek insanın ürettiği yeni değer ve kurumların mahiyeti ve değeri ıskalanmaktadır. Bundan dolayı evrensel doğru ve kabullerde ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır.
Paragrafın başında belirttiğim hususa bağlı olarak; insan, tarihi süreçte geçirdiği evreler sonucunda ulaştığı bilinç düzeyine rağmen, temeli olmayan ve dünün şartlandırılmış kabullerinden kurtulmakta zorlanmaktadır. Üretilen değerlere daha çok sahip çıkması ve bu değerleri geliştirmesi beklenirken, birileri farklı ve akli olmayan gerekçelerle yılların tecrübesiyle üretilen değerleri sabote etmeye, bu değerlerden dönüş yapmaya çalışmaktadır.
İnsanın bilinciyle ürettiği değerler ne kutsaldır, ne dogmadır, ne de son noktadır. Her aşamada geliştirilmesi beklenir. İnsan tarafından üretilen değerler, daha yenileri ortaya konulana kadar geçerli ve değerlidir. Cumhuriyet, bu serüven içerisinde insanın ürettiği ve sürekli geliştirilmesi gereken yönetsel bir değerdir. Hâlâ Cumhuriyetin ve onun kurumsal modeli olan demokratik yapının nasıl bir kazanım olduğunu anlayamadıysak, başta eğitim sistemimiz olmak üzere temas ettiğimiz tüm yaşam alanlarında ciddi sorunlar var demektir. Öncelikle bu sorunların nereden kaynaklandığını anlamak ve oluş süreçlerini ayrıntılı biçimde analiz etmek gerekir.
Hayat bir bütündür. Bireyin eğitim süreci örgün eğitim kurumlarında yürütülse de esas eğitim alanı bireyin içinde yaşadığı aile, çevre ve informal öğrenme ortamlarıdır. Okulun değer olarak anlatmaya çalıştığı kavramlar, okul dışı öğrenme ortamları tarafından desteklenmediği takdirde herhangi bir kazanım elde edilemeyeceği gibi, kişi içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal yapıyla sürekli bir çatışma hâlinde olur. Bu çatışma, kişinin kendi içinde de ömür boyu devam eder. Öncelikle bu çatışmanın nedenlerine bakmak gerekir.
Gençlik yıllarımızda bize söylenenlerin doğru olup olmadığını belirleyebilecek bilgi, birikim ve tecrübeden yoksunduk. Gençliğimizi daha verimli değerlendirebilecekken, sloganların eşliğinde birbirimize hasım olup sürekli çatışarak ömrümüzü boşa tükettiğimizin farkında bile değildik. Oysa insan bilincinin geldiği nokta ve buna bağlı olarak ürettiği değerler, ona yeni yaşam alanları kazandıracaktır. Dünyanın imarı ve barış içinde bir toplumun inşası ancak evrensel ilkeler üzerinden mümkündür. Örneğin; adalet, hak, hukuk gibi… Bu kavramların pratiğe geçirilebilme düzeyi, değişmeyen, kutsanan stabil hale getirdiğimiz kabullerle ilişkilidir. Tüm yaşam pratiklerimizin icazetini sübjektif ve bize ait olmayan inanç yorumlarına havale ettiğimiz gibi. Bu minvalde bir akademisyenin hilafet ve saltanatla ilgili yaptığı değerlendirmeyi aktarmak istiyorum:
“Hilafet: Hz. Muhammed’in ölümünden sonra hortlayan kabileciliğin (Kureyş) ve dini hamiyetin otuz yıl boyunca (dört halife dönemi) siyasal meşruiyet arayışı ve bulamayışı sonucu iki halifenin öldürülmesidir.
Saltanat: Siyasal meşruiyet arayışının Bizans ve Sasanilerden etkilenerek ve zorbalıkla bir klana (Ümeyyeoğulları/Emeviler) tapulanmasıdır.
Her ikisinin de ‘İslami rejim-sistem’ sanılması, kaos ve travmaların kaynağıdır.” Gelinen noktada bu değerlendirmenin sanırım tevile ihtiyacı yoktur.
Cumhuriyetin nasıl bir kazanım olduğunu anlayabilmek adına öncelikle şu soruya cevap vermek gerekir: “Hak, hukuk, tahakküm, adalet ve eşitlik” kavramları, dünün ve bugünün dünyasında ne anlama gelmektedir ve bir yönetim biçimi olarak Cumhuriyet (ve demokrasi) bu kavramların neresinde durmaktadır?
İnsan, kendisine ve ülkesine faydalı olduğunu bildiği, kaybetmesi durumunda büyük facialarla karşılaşacağı bir değeri neden sürekli “değerini bilelim, kaybetmeyelim” endişesiyle yaşar? Doğduğundan beri bu kısır döngünün içine mahkûm olan toplumun her hangi bir değer üretme imkânı olabilir mi?
Cumhuriyetin nasıl bir kazanım olduğunu ve neden sahip çıkılması gerektiğini belli periyotlarla, sıcaklığını kaybetmeden yeniden düşünmek gerekir. Buna uygun bir kılavuz istiyorsak, öncelikle özgür ve doğru düşünmenin yollarını öğrenmeli; yaşadığımız dünyanın bilgisine (felsefe, sosyoloji, tarih, coğrafya, doğa, biyoloji, antropoloji, fizik) gibi alanların temel kavram ve ilkeleri düzeyinde sahip olmalıyız. Bu yapılmadığı takdirde, uzlaşı zemini bulunmayan belirsiz alanlar üzerinden bitimsiz manipülasyonların tuzağından kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Cumhuriyetin nasıl bir kazanım olduğunu, onu kaybetmek gibi acı tecrübeler sonucunda anlamak istemeyiz. Çünkü böyle bir durumda, bu değere bir daha kavuşamama ihtimali çok yüksektir.
Özetle kritik soru şu: -Dünyanın geldiği noktada inanç, kimlik, etnik yapı, yani evrensel olmayan sübjektif değerler üzerinde ortak bilinç üretebilen, kuşatıcı, güven tesis eden, sürdürülebilir, çok yönlü üretebilen, toplumsal barışın tesis edildiği bir sistem kurmak mümkün mü?
-Mevcut haliyle ya da teorik olarak bunu mümkün kılabilecek sistem ne olabilir?
Düşünen ve akleden toplumlar, elde ettikleri değerin kıymetini bilir ve onu sürekli geliştirir. Cumhuriyetimizin 102. yılı hepimize kutlu olsun.
Yeni yorum ekle