“Eğitim Şart” Demek Yetiyor mu?

22 Aralık 2025

Yaşamımızın her anında karşılaştığımız problemlere anlam vermeye ve çözüm üretmeye çalışırken, çoğu zaman eğitimi gündeme getirir; suçlamaları ve yargıları, karşımızdakinin eğitimli olup olmamasına göre şekillendiririz. “Cahil adam işte…”, “Aslında seninle muhatap olmamam gerekirdi…”, “Senin seviyene inende kabahat…”, “Ailesinde terbiye görmemiş ki…”, “Mektep medrese görmemiş bu adamlar”, “Senin cahilliğin benim yaşamımı etkiliyor”  gibi söylenmeler, zihnimizden ve dilimizden eksik olmaz. 

Duyarlılık eşiği yüksek bir toplum olma iddiamıza paralel olarak, neredeyse bütün tartışmalarımızın sonunda müştereken şu hükme varırız: “Eğitim şart.”

Günlük yaşamımızı sürdürürken her gün evimizden çıkar, kendi otomobilimizle ya da toplu taşıma araçlarıyla işimize gider geliriz. Bu hengâmede; bazen sevindiren, bazen üzen, kimi zaman da aşırı öfkelendiren sıcak tartışmaların içinde kalır, bunlara şahit oluruz. Bedenden ziyade zihin yapımızın törpülendiği şehir hayatı, çoğu kez çekilmez bir hâl alır.

Trafiğe çıkar, işe gitmek üzere yol alırız. Tam yol ortasından geçerken, birden tali yoldan hızla önümüze kıran biri çıkar. Olağan bir refleksle önce göz teması kurar, ardından belki elimizle “ne yaptığını” sorarız. Beklentimiz basittir: “Kusura bakmayın, özür dilerim, bir anlık dalgınlık oldu.” diye bir cümle işitmek!..

Ama nafile… Üstelik araçtan inme ihtimali belirdiğinde, nasıl bir akıbetin sizi beklediğini tahmin etmek bile zordur. Araçtan inip başını belaya sokma cesareti –ya da akılsızlığı– gösteriyorsanız sorun yoktur; sürecin nereye varacağını kimse bilemez. Sabredip erdemi esas alırsanız, söyleyeceğiniz söz bellidir: “Eğitim şart!”

Çoğumuz apartman hayatı yaşarız. Yıllarca borçlanarak bir daire sahibi olmanın mutluluğunu tadar, yeni evimizi zevkimize göre düzenler, ailemizle daha huzurlu bir hayat kurmayı umarız. Birkaç gün içinde üst katımıza yeni bir komşu taşınır. İyi niyetle, kaliteli bir komşuluk ilişkisi kurmayı temenni ederken; daha ilk gün, herkesin yatma saatinde televizyonun yüksek sesle açıldığını fark ederiz.

Bunu geçici bir durum olarak görür, süreklilik kazanmayacağını düşünürüz. Ancak benzer davranışlar devam edince, uygun bir dille rahatsızlığımızı ifade etme ihtiyacı hissederiz. Aldığımız cevap manidardır: “Bu ev benim, nasıl istersem öyle davranırım.”

Burada iki refleks doğar: Birincisini söylemeye gerek yoktur; ikincisi ise yasal yollar ve ardından gelen bitmeyen sorunlardır. Dayanamayıp içimizden geçiririz: “Eğitim şart!”

Hafta sonu geldiğinde, şehrin yorgunluğunu atmak ve çocuklarla tabiatın içinde vakit geçirmek istersiniz. Uygun bir piknik alanı belirlenir, hazırlıklar yapılır, erzaklar araca yerleştirilir ve yola çıkılır. Piknik alanı çok da uzak değildir.

Yolda ilerlerken, rahatsız edici korna sesleri, kırmızı ışık ihlalleri ve yaya geçitlerinde araçların değil yayaların beklediği manzaralarla karşılaşırsınız. Piknik alanına vardığınızda ise her yerin bir önceki günden kalan çöplerle kirletildiğini görürsünüz. İçinizden sadece kızmak gelir ve kendi kendinize söylenirsiniz: “Eğitim şart!”

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Daha üst perdeden yaşanan olaylara ve daha büyük ölçekli sorunlara şahit olduğumuzda ise, aslında neyin şart olduğuna karar vermekte zorlanırız.

Formal eğitim sürecinde, yönetim tarafından belirlenen ilke ve amaçların oldukça nitelikli olmasına rağmen; pratik yaşamda bunun karşılığını göremediğimizi fark ederiz. Özellikle temel eğitim süreci, erdemi, kardeşliği, hoşgörüyü ve demokrasiyi merkezine almışken; bu değerlerin neden içselleştirilemediğini sorgular, çoğu zaman tatmin edici bir sonuca ulaşamayız.

Hedeflerin gerçekleşmemesinin nedenini; yalnızca müfredatta değil, uygulanan yöntemlerde ve uygulayıcıların yeterlik düzeyinde de aramak gerekir. Ayrıca bireyin eğitiminde öncelememiz gereken davranış modellerinin niteliği ve bu davranışların kazandırılmasında okulların tek başına yeterli olmayacağı gerçeği çoğu zaman göz ardı edilmektedir.

Geleneğimizin omurgasını oluşturan referans alanlarının temelinde, insanın kemale ermesi anlayışı vardır. İnsan eğitimi, yalnızca beceri ve formasyon kazandırmak değil; insanın kendi varlığını tekâmüle erdirmesi, yani ahlaki ve insani mükemmelliğe yönelmesi olarak tanımlanır. Buradaki kasıt; duyarlı, erdemli bireyin inşasıdır.

Demokrasiyi yalnızca Batılı anlamda yönetsel süreçlere halkın katılımı olarak değil; Doğulu zihin yapısının merkeze aldığı erdem kavramı üzerinden yeniden tanımlamak daha isabetli olacaktır.

Hülasa; söylemde erdemi, hakkı, hukuku, helali ve hoşgörüyü kimseye bırakmazken, pratikte bunun tam tersi uygulamalara her gün şahit olmaktayız. Özeleştirinin bir davranış biçimine dönüşebilmesi için, okul programlarında bu alana yönelik etkinliklerin artırılması gerekmektedir. Öte yandan, sanal dünyanın cazibesiyle şekillenen zihinlerin nasıl bir toplumsal yapı oluşturacağı sorusu da, bugünün yetişkinleri için ciddi bir endişe kaynağıdır.

Son olarak bir örnekle bitireyim.

Kamuya personel ya da bir bakanlık bünyesinden yönetici alımı yapılacağı zaman, seçme yöntemi olarak sıklıkla “mülakat” tercih edilmektedir. Mülakat denildiğinde, toplumsal hafızada yer etmiş olumsuz tecrübeler hemen hatırlanır. Yöntemin adil olmadığına dair yaygın bir kanaat varken, adayların dahi “adam bulma” arayışına girmesi dikkat çekicidir.

Bu durum, toplumsal açıdan ciddi biçimde analiz edilmelidir. Seçici kurulların “hak edeni seçeceğiz” şeklinde açık ve ikna edici bir deklarasyona neredeyse hiç rastlanmaz. Sonuçta, güçlü bağlantıları olan ya da “bizden” sayılan kişiler tercih edilir. Üstelik çoğu zaman seçici kurulun niteliği dahi belirsizdir.

Bir ilahiyat profesörünün şu sözü aklıma gelir: “Torpille işe alınan kişinin aldığı tüm ücretler haramdır.” Bu durumda şu soru kaçınılmazdır: Peki torpil yapanın durumu ne olacaktır? Tüm bunları düşünürken “eğitim şart” demek geliyor içimden; ancak bu süreçlerin tüm paydaşları zaten eğitimliyken, asıl neyin şart olduğunu bulmakta zorlanıyorum.

Kesin olan şudur: İnsanın “iyi insan” olabilmesine dair geleneksel(ezberlenmiş) iddia ve yöntemlerde ciddi yapısal problemler vardır. Kantçı anlamda ahlak; nesneye, güce ya da çıkara dayalı olarak üretilemez. Böyle bir anlayış ve zeminde ortaya çıkan şey, yalnızca örselenmiş ve çıkar merkezli tüccar zihinler olur.

Netice itibarıyla; doğru kavramlar ve doğru insanlar üzerinden inşa edilen bir eğitim süreci şarttır. Lakin böyle bir yapının tesisi ne kadar mümkündür? Bilemiyorum.  

Esen kalınız.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.