Gazze Soykırımı’nın Öğrettikleri

19 Eylül 2025

7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla başlayan Gazze Soykırımı farklı başlıklarda birçok şeyi yeniden gösterdi.

Propagandanın Mutlak Zaferi                                                                                              

7 Ekim’de ilk tepkiler “genelde” şu çerçevede oldu: Şimdi bu nereden çıktı?

  1. Birçok kişi konunun görüldüğü gibi olmadığını, bu işin içinde bir iş olduğunu iddia etti. Bu saldırı sonucunda İsrail, Gazze’yi topraklarına katacaktı. Bu, İsrail’in isteği ile yapılmış bir saldırıydı. Hamas işbirlikçiydi.
  2. Hamas bir terör örgütüydü. İsrailli sivillere saldırıp bunu gösterdi. İsrail’in kendini savunması meşruydu.
  3. Bu, Kassam Tugaylarının zaferiydi. İsrail kağıttan kaplandı ve bu görülmüştü.

Hangi görüşün haklı olduğu henüz tam olarak bilinmiyor. Taraflar, haklı olabileceği argümanlar üzerinden propagandasını yaptı. Hakikat, propagandanın gölgesinde kalmış olsa da, bu süreçte asıl belirleyici olanın propaganda olduğu bir kez daha görüldü. Propaganda, kalabalıkların düşünce ve inançlarını biçimlendiren en önemli şeydi. Gerçeğin ne olduğu değil propagandanın gücüydü belirleyici olan. Propagandanın gücü de propagandayı üretenin gücüne nispetle sonucu belirliyordu.

Aslında 7 Ekim saldırısı durduk yere olan bir saldırı değildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren süregelen işgal ve katliamlara karşı devam eden bir mücadelenin başka bir evresiydi. 2007 yılından beri on altı yıldır süren ablukaya karşı bir eylemdi. Karadan, denizden, havadan kuşatılmış, dünya ile bağı koparılmış bir halkın varoluş mücadelesinde yeni bir evreye geçildi. Anlaşılan Gazze halkı esaret altında ölmektense hürriyetleri için mücadele ederek ölmeyi seçti. Yaklaşık iki yıldır soykırıma tabi tutulan halkın Hamas ve Kassam Tugayları’na karşı bir tepki göstermemesi Gazzelilerin topyekûn savaşı benimsedikleri fikrini destekler. Bu süreçte her şey anında dünyaya duyuruldu, ancak direnişçilere karşı Gazzelilerden bir tepki görülmedi. Tam aksine halkın mücadeleyi “canıyla” desteklediği görüldü. “Şimdi bu nereden çıktı?” diye tepki göstermek yaklaşık bir asırdır süregelen işgal ve katliamları, insanlık dışı ablukayı normalleştirmekten başka bir şey değildir. Bu bağlamda “Her şey normalken bu saldırı da nereden çıktı?” demek akıl ve gerçekle izah edilemez. Evet, bu tepkiyi verenlerin hayatında her şey normaldi ama Gazzelilerin hayatında hiçbir şey normal değildi. Bu da insanlığın propagandayla bir eşyaya dönüştürüldüğünü gösteriyordu. Az sayıda insan hakikatle ilgilendi. Kalabalıklar insanın huzurunu kaçıran haberleri ve görüntüleri “Hamas da durduk yere saldırmasaydı, zaten bunların dedeleri de topraklarını satmıştı.” gibi akılla, bilimle, insanlıkla ve gerçekle alakası olmayan tepkilerle legalleştirmeye çalıştı. Yani propaganda, gerçeği kalabalıklar için yok etti. Kalabalıklar da akıl, vicdan, gerçek yerine umursamazlıklarını besleyen propagandaya teslim olmakla “insani erdemlere” sırt dönerek değersizleşmeyi seçti.

Evrensel Değerler: Bir Ütopya

Özellikle son birkaç yüzyıldır eğitim, medya, sanat dünyası vasıtasıyla insanlığın ortak değerleri olduğu iddia edilen bazı kavramlar bayraklaştırıldı. Bu kavramların koruyucusu, takipçisi oldukları iddiası ile bazı kurum ve kuruluşlar ön plana çıkartıldı. Bu kurum ve kuruluşların dünyada “insanlık” adına iyi-doğru-güzel bir yaşam için var olduğu kalabalıklara kabul ettirildi. Barış, demokrasi, hukuk, insan hakları gibi başat kavramlar toplumların algılarını kontrol etmek üzere sistemli, yaygın ve yoğun biçimde öne çıkartıldı. Sadece politik metinlerde değil sanattan eğitime, medyadan bilime kadar hemen her sahada referans kavramlar olarak yükseltildiler. Gazze soykırımı bu bağlamda bir çeşit turnusol, bir çeşit sağlama oldu. Ve şu görüldü: Barış, hukuk, insan hakları, demokrasi, hürriyet gibi kavramlar büyük sermaye sahiplerinin ve onların uygun gördüğü toplumların haklarını korumak üzere kullanılan kavramlardır. Bu kavramların evrensellik iddiası bir ütopyadır. Bu kelimelerin sözlüklerdeki anlamları insanların çoğunluğu tarafından benimsenen erdemlere karşılık gelse de artık bu kavramlar büyük sermayenin meşru-gayrimeşru tüm hedeflerine meşruiyet kazandırmak için kullanılan aparatlara dönüştürülmüştür. Bu kavramların etrafında oluşan kurum ve kuruluşlar da büyük sermayenin acenteleridir. Büyük sermayenin uygun gördüğü bir toplumun mensubu değilseniz “insan” olmanız dünyanın umurunda olmaz. Ve sizin meseleniz uluslararası mahkemelerin, uluslararası camianın meselesi değildir. Avrupai değerler, Batı medeniyeti, modern dünya gibi referans kavramlar makaleleri, nutukları süsleyen kullanılışlı propaganda malzemeleri olmaktan öte bir değer taşımamaktadır.

Muhayyel Bir Harita: İslam Dünyası

Gazze soykırımı tekrar gösterdi ki İslam dünyası kavramının herhangi bir gerçekliği ve geçerliliği yoktur. İslam dünyası, Müslümanların içinde bulunduğu toplum ve ülkelerin oluşturduğu düşünülen muhayyel ve belirsiz bir haritadır. Bu toplumların liderlerinin, sermaye sahiplerinin İslam ve Müslüman kavramlarını güce tahvil ettikleri zaman önemsedikleri gerçeği tekrar ortaya çıktı. Özellikle muhayyel İslam dünyası haritasındaki politik, dini liderler ve sermaye sahipleri kendi bekalarını Batılı büyük sermayenin bekası ile özdeşleştirdiği, Batılı efendilerin gözüne girmek, efendilerinin gözünden düşmemek dışında insani, İslami bir hassasiyet taşımadıkları tekrar görüldü. Politik ve dini liderlerin, tepkileri savuşturmak için attığı dokunaklı nutuklar, kendi menfaatlerini koruma telaşından öte bir anlam taşımıyordu. Netice itibariyle Abdülmuttalib'in cevabı malumdur: "Ben develerimin sahibiyim, onları istiyorum. O Kâbe'nin de onu koruyacak bir Sahibi (Rabbi) vardır." Bu ve benzeri rivayetlerle zihni biçimlenen Müslümanların kişisel çıkarları tehdit altında değilse harekete geçmemeleri, tüm problemleri Allah’a havale etmeleri pek de şaşılacak bir şey değildir. Bu zihinle malul Müslümanlardan oluşan kalabalıklar bir buçuk değil sekiz milyar da olsa buradan bir İslam dünyası çıkmaz.

Dua ve Beddua: Eylemsizliğin Teolojisi                                                                                        Yaklaşık iki yıldır insanlık tarihinin en trajik, en korkunç soykırımı yaşanırken bir buçuk milyarlık Müslüman kalabalığın dini önderleri de dua ve beddua dışında bir yöntem geliştirmedi. Allah’ın bu dua ve beddualara karşılık vermemesi de herhangi bir uyanışa vesile olmadı. Bu korkunç soykırıma karşı ekonomik, politik ve askeri alanda harekete geçmek yerine mübarek gün ve gecelerde muhtelif dualar okuyarak, bazı zikirleri belli sayıda çekerek, muhtelif nafile ibadetler yaparak, hatimler okuyarak bu soykırımı durdurmayı deneyen Müslümanlar bu süreçte en güçlü bedduaları etmekten de geri durmadı. Bunların neden karşılık bulmadığı sorularına da “Allah müdahale etmiyorsa bunun muhakkak insanların bilemeyeceği bir hikmetinin olduğu” cevabı verildi. Israrla dua ve beddua etmeye devam edeceklerini, çünkü bunların bir gün mutlaka kabul olacağına inandıklarını ifade ettiler.

Halbuki müminler için sünnetullah (Allah'ın evrende koyduğu değişmez yasalar) olarak bilinen pozitif bilimleri tahsil etmek de Allah’ın emriydi. Bunu görmezden gelerek bazı ritüelleri dinin özü kabul eden anlayışın Müslümanlar için bir cezalandırmaya dönüştüğü gerçeği hala görülemedi. Sünnetullahın gereğini yerine getirerek dünyayı yaşanılabilir bir yer kılmak yerine; ritüellere hapsolarak adaleti öte dünyaya ertelemek, bu dünyada çileye, yoksulluğa talip olmak dindarlık sayıldı. Müslümanların genelinde Gazze soykırımını durduracak aksiyonu doğurmayan bir inanç vardı. Müslümanlar, eyleme dönüşmeyen bu inancın İslam'daki yerini sorgulamak yerine, duaların kabul vakti gelince soykırımın duracağına inanmayı sürdürdüler. Bu tutum, onların ne kendilerine ne de insanlığa bir fayda sağlayamayacağını bir kez daha gösterdi.

Sermayenin Küresel Tahakkümü

Devletleri, politik liderleri, cemaat ve tarikat liderlerini durduran asıl gücün sermaye gücü olduğunu tekrar öğrendik. Fakirliğe methiyeler düzen, fakirlere sabrı öğütleyen vaaz ve nutukların bir çeşit afyon vazifesi gördüğü gerçeği tekrar ortaya çıktı. Fakirliğin bir kader ve imtihan olduğunu anlatan vaizlerin- liderlerin çoğunun refah içinde yaşaması da kalabalıkları uyandırmadı. Bir avuç siyonistin ekonomik gücünün tüm dünyaya diz çöktürdüğü gerçeği; hümanist, idealist, dindarane nutukların bir ninniden başka bir şey olmadığını tekrar gösterdi. Gücün meşruiyeti tartışılsa da gücün meşruiyet doğurduğunun tartışılamayacağı tekrar anlaşıldı. Bu bağlamda “fani dünya, sabır, tahammül” gibi kavramlar ile örülü tavsiyelerin zalimlerin, katillerin saltanatını pekiştirmekten başka bir işlevi olmadığı bir kez daha görüldü.

Kendi vatandaşları, bağlıları, taraftarları arasında aslanlar gibi esip gürleyen; devletlerin, partilerin, cemaat-tarikat ve sivil örgütlerin “büyük sermaye” karşısında süt dökmüş kediye döndükleri bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Modern Dünyanın-Batı'nın Şeriat İkilemi

Gazze soykırımı sırasında başta soykırımı gerçekleştiren Netanyahu olmak üzere onun birçok kurmayının “düşmanların safında olan tüm canlıları yok etmenin dini bir ibadet olduğunu savunan ayetler okuması” dikkat çekti. Bu bağlamda çokça nutuk ve beyan, politik propagandanın ana çizgisini oluşturdu. Süleyman Mabedi’nden vaat edilmiş topraklara, oradan Armageddon’a kadar ürettikleri tüm politikaların referansı olarak Tevrat’a ve Yahudi şeriatına açıkça atıf yapmaktan kaçınmayan Siyonist politika yapıcıları için tek uygun kavram “şeriatçılık”tır.  İslam ve Müslümanlar ile ilgili herhangi bir söylem ya da sembol biraz önce çıkınca Batılı çevrelerde ve Batılı çevreleri büyük bir hayranlıkla takip eden destekleyen çevrelerde şeriatın insanlık dışı bir anlayış olduğu, bir dinin kurallarının toplumlara dayatılamayacağı; aksini düşünenlerin bağnaz, köktendinci, terörist olduğu en üst perdeden dillendirilir. Bu çevrelerde dil ve algı üreten odaklar “şeriatçılığa karşı olmanın insanlık adına yapılacak en önemli şey olduğu” mesajını öne çıkartır. Ancak aynı çevrelerin aklını kaçırmış “şeriatçı Siyonistlerin” çılgınlıklarına karşı kör ve sağır olduklarını tekrar görmüş olduk. Bu çevrelerde karşı çıkılan şeyin “bir dinin kurallarının herhangi bir topluma dayatılamayacağı” anlayışının sadece İslam’a karşı bir duruş olduğu, aslında herhangi bir dini dayatmaya karşı olmadıkları gerçeği tekrar anlaşıldı.

Karanlıkta Bir Kıvılcım: İyiler

Gazze Soykırımı başka ne gösterdi? Dünyada az sayıda iyi insan yaşadığını gösterdi. İspanya’dan Kanada’ya Güney Afrika’dan Japonya’ya dünyanın her yerinde ama az sayıda iyi insanın olduğu görüldü. Müslüman, Hristiyan, Yahudi; ateist, agnostik, deist yani her inançtan ve her halktan az sayıda iyi, güzel, cesur insan olduğu ortaya çıktı. Buna karşılık kötülerin de sayısı azdı. Ancak kötüler güce, iktidara, yetkiye sahipti. İyiler ve kötüler karşı karşıya gelse muhakkak iyiler kazanacaktı. Denkleme; kasıkları ve bağırsakları arasında yaşayan, haz ve konfor dışında hiçbir şeyi önemsemeyen, çoğunluğu oluşturan umursamaz kalabalıklar dahil olunca kötülerin kazandığı bir dünya ortaya çıktı.

İyiler; boykotlarla, spor-sanat dünyasında popüler bir kimlikse medyaya beyanatlarla, Freedom Flotilla Coalition gibi kendisini insanlığa, adalete, vicdana adamış aktivistlerin eylemleriyle karanlığa karşı ışığı yakmaya devam ediyorlar. Rachel Corrie, Furkan Doğan, Tom Hurndall, James Miller, Vittorio Arrigoni, Ayşenur Ezgi Eygi ve daha adı aklımıza gelmeyen yüzlerce onurlu, cesur, iyi insan o toprakların çocuklarıyla birlikte; işgale, katliamlara, soykırıma karşı durdular. Ve bu onurlu duruşun bedelini canlarıyla ödediler. Ve daha isimlerini bilmediğimiz nice cesur yürek; sekiz milyar umursamazlığa, kötülüğe karşı iyilik mücadelesi veriyor. Açlık, sefalet, ölüm pahasına mücadeleden asla vazgeçmeyen Gazzeliler ise tüm övgüleri tam olarak hak edenlerin başında geliyorlar.

Evet; adalet, vicdan ve iyilik dünyanın muhtelif yerlerinde, muhtelif halkların, muhtelif inançların mensupları arasında yaşıyor. Bu cesur yürekler karanlığın içinde bir kıvılcım gibi hala çıkışı göstermeye devam ediyor. Kabul, sayıları az ama umut veriyorlar. Kötüler kazanabilir, mesele iyilerin safında kaybetmektir. Bu mücadelede tarafsızlık kötülükten başka bir şey değildir.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
1 kez görüntülendi. 1 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.