İnsanlığın S’umud'u: Zifiri Karanlığın İçindeki Kıvılcım

06 Ekim 2025
Image

2023 yılından bu yana, canlı yayınlarla tüm dünyanın şahit olduğu bir soykırım yaşanıyor Gazze'de. 

Bu trajedinin kökleri, 2000'li yıllardan itibaren giderek ağırlaşan; havadan, karadan, denizden Gazze'yi bir açık hava hapishanesine çeviren ablukaya dayanıyor. 

Elbette Filistin meselesinin, II. Dünya Savaşı sonrasına uzanan bir işgal ve katliamlar tarihi olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda, yıllardır süregelen sistematik bir yok edişle, yani soykırımla karşı karşıyayız. İsrail, tüm dünyanın gözleri önünde, insanlığı yok sayarak bu soykırımı sürdürüyor. Uluslararası mahkeme kararlarını, BM kararlarını ve evrensel hukuk ilkelerini yok sayan bir kanun kural tanımama hali, artık tartışma götürmez bir gerçeklik.

Peki, buna karşı dünya ne yaptı? Devletler ve uluslararası kuruluşlar soykırıma seyirci kalırken; uluslararası hukuk, anlaşmalar ve sözleşmeler yok hükmünde sayıldı. Bu "resmi" eylemsizlik, aslında insanlık adına büyük bir soruna işaret ediyordu: Devletlerin, BM'nin ve ilgili tüm resmi yapıların iddia ettikleri ile fiilen işlediklerinin farklı olduğu, "büyük sermayenin çıkarları" dışında harekete geçmeyecekleri bir kez daha teyit oldu. Harekete geçiyormuş gibi yapanların da niyetleri ya da güçleri, amaca hizmet etmelerine engel oldu. Gazze Soykırımı bu acı gerçeği hatırlattı ve nihayetinde sivil toplum harekete geçti. İnsanlar, sosyal medyada ve dünyanın dört bir yanındaki meydanlarda tepkilerini gösterdi. Ancak bu, Gazze'deki soykırımı durdurmadı. Ardından, "Mavi Marmara" benzeri bir ruhla yola çıkan "Sumud Filosu" sahneye çıktı. Peki, bu girişim bize ne gösterdi?

İlk olarak, umutsuzluğa kapılmamamız gerektiğini hatırlattı. Müslüman coğrafyalardaki protestolar ve küresel boykotlar bir direnç oluşturdu, ancak asıl dönüm noktası, Batı toplumları da dahil olmak üzere, dünyanın dört bir yanından soykırıma karşı sesler yükselmeye başlayınca yaşandı. Müslümanların bu mücadelede yalnız olmadığını görmesi, kolektif bir haklılık duygusunu pekiştirdi. İşte tam bu noktada, Sumud Filosu'nun Gazze'ye ulaşma çabasına tanık olduk.

Sumud Filosu'nu düzenleyen ve ona liderlik eden yapının hemen her milletten ve her inançtan insanı bir araya getirmesi, çok önemli bir gerçeği gözler önüne serdi: Dünya kamuoyu, kendi içine gömülmüş, ağır işleyen, umutsuz bir kötürüm görünümünde olsa da, onun kalbinde iyilik ve adalet duygusu hâlâ yaşıyor. Sumud'un yaptığı en büyük iş buydu; dünyada hâlâ adaletten yana, iyi insanlar olduğunu ve onların harekete geçebileceğini ispat etmek.

Image

Tabii ki, böylesine görünür bir eylemin başlamasıyla birlikte, bazı politik aktörler de bu alanda konumlanmaya, yanında görünmeye başladı. Resmi kuruluşlar ve sosyal medya platformları artık konuyu görmezden gelemedi. Birkaç gün boyunca, özellikle Türkiye'de ve dünyada gündem neredeyse tamamen Sumud Filosu'ndan ibaret oldu. Ancak gündemin bu şekilde değişmesi, Gazze'deki soykırım gerçeğini bir miktar gölgede bıraktı. Bu durum akıllara şu soruyu getiriyor: Askeri müdahaleye dönüşmeyen, sadece vicdanları rahatlatan her türlü sivil eylem, İsrail'in bu soykırımı rahatça sürdürmesine imkan sağlıyor olabilir mi? İnsanlar, "İşte filolar gidiyor, tepkiler var, bir çözüm bulunur" rahatlığına kapılıp, kolektif tepkiyi daha etkili kanallara yönlendirmekten vazgeçebiliyor. Sosyal medya paylaşımları bazen gerçek bir eylemin yerini alarak, sadece bireysel vicdan rahatlatma aracına dönüşebiliyor. Fakat bu, hiç tepki verilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Aksine, bu tür sivil itaatsizlik ve aktivist eylemler, iç politikada devletleri pozisyon almaya zorlaması açısından hayati öneme sahip. Şu anda insanlığın önünde sivil toplumun harekete geçmesinden başka bir yol, ve önde yürüyen onurlu, cesur aktivistlerin kılavuzluğundan başka bir şey yok.

Peki, bu eylem içeride nasıl yankılandı? Bize neleri tekrar hatırlattı?

Birincisi, iyiliğin, adaletin ve ahlakın belli bir din, ırk veya ideolojiye ait olmadığını bir kez daha gördük. İnsanlık onuru, her inanıştan ve her milletten insanın özünde var olabilen bir erdemdir. Kapitalizmin vahşice sömürdüğü, sermayenin insanlığın sonunu getirmekle tehdit ettiği bu çağda, insan türünün içinde hâlâ ahlak, doğruluk ve vicdan gibi kavramların yaşadığını görmek, zifiri karanlıkta bir kıvılcımdır.

İkincisi ve maalesef daha ürkütücü olanı, bu müstesna eylemin bile Türkiye'de hızla bir propaganda savaşına dönüştürülmesiydi. Mesele, Gazze, İsrail'in soykırımı ve adalet arayışıyken, tartışmalar hızla iç siyasi kutuplaşmanın, yandaşlık ve karşıtlığın sığ sularına çekildi. Bu bize gösterdi ki, insanlığın ortak bir iyilik adına yaptığı en değerli eylemleri bile, kendi iç çekişmelerimiz ve çıkarlarımız uğruna araçsallaştırabiliyoruz. Bazıları için konu görünürde Gazze olsa da onlar için gizli bir ajanda var: Bu ajanda kişisel kariyer, mensup olduğu örgütün zaferi, karşı olduğu yapıların mağlubiyetini içermektedir. Bu, ahlaki bir çürümenin en büyük göstergesidir. Şimdi soru şu: Bu ahlaki yozlaşmanın nedenleri ve çözüm yolları üzerine düşünme cesareti mi göstereceğiz, yoksa "bizde sorun yok, öteki kötü" söylemiyle bu çürümüş zemin mi muhafaza edilecek?

Image

Türkiye özelinde bu durum bizler için oldukça tanıdık. Felaketlerde, trajedilerde, bayramlarda, önemli başarılarda bile her defasında nasıl kamplaşıp konuyu hızlıca mecrasından saptırıp, nasıl asıl ajandalar etrafında çıkara dönüştürme kavgasına girişildiği herkesin malumudur. Dünyanın, insanlığın, Gazze’nin meselesi olan Sumud da bu bağlamda aynı çatışmanın bizdeki  nesnesi olmaktan kurtulamadı.

Sumud, aslında insanlığın Gazze Soykırımı'ndan daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösterdi. İslam, Hristiyanlık, Yahudilik, Ateizm, Siyonizm, Sosyalizm, Liberalizm; Türkler, Araplar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, Amerikalılar gibi bir dizi kavramın sorunların ve büyük risklerin etrafında "çeşitli biçimlerde ve farklı amaçlarla" konumlandığını gördük. Bu karşı adalet, iyilik, özgürlük ve barış gibi birkaç kavram etrafında ortaklaşan İspanyol, Türk, İtalyan, Brezilyalı, İsveçli, Arap, Yahudi ve diğer milletlerden insanlar başka bir projeksiyonun mümkün olduğunu gösterdi. Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Ateist, Agnostik ve daha başka inançlardan insanların samimiyet ve fedakarlıkla bir araya gelmesini temin eden anlam zeminini doğru kavramlarla tespit etmek zorunluluğu doğdu. Bu yeni bakış açısının büyük direnç ve tepkiler de doğuracağı açıktır.

Sumud Filosu, kuşkusuz ardından başka sivil girişimleri getirecektir. Gazze'deki soykırım, Sumud'un direnişiyle gözlerimizin önünde duran büyük bir trajedidir. Ancak bundan daha büyük bir trajedi, insan türünün bilgi ve teknolojide inanılmaz ilerlerken, adalet, medeniyet ve ahlak bağlamında ilkel dönemlerin gerisine düşmüş olmasıdır. İnsan türünün değersiz ve kötü olduğu kanıksanarak mı yaşam formu son bulacak, yoksa iyilik etrafındaki kavramlarla ifade edilebilecek bir yaşam mı var olacak?

Sonuç olarak, Sumud bize gösterdi ki, kalabalıkların zifiri karanlığına rağmen, küçücük de olsa bir umut kıvılcımı var. Bu umut, adalet, iyilik ve barış etrafında toplanan insanların varlığıdır. Stratejistler filoların etkinliğini tartışmaya devam edeceklerdir. Ancak biz gördük ki: Sumud hem bir umuttur, hem de kendi hastalıklarımızla yüzleştiğimiz bir aynadır. Umudu kuşatan bu ahlaki çürümüşlükle yüzleşmek, anlamını yitirmiş kavramları cesaretle terk etmek; varlığa ve olaylara karşı daha kuşatıcı, umudu yaşatacak yeni bir dil inşa etmek artık bir tercih değil, zorunluluktur. Sumud, bize bunu da gösterdi. Tüm yönleriyle, bu onurlu direnişe katılanları saygıyla selamlıyorum.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.