1+1+1=1 ayrı kurumlar, ortak hikâye
Aslında yazının başlığı bu olmamalıydı. Başlıkta birbiriyle yakından bağlantılı üç kurum (kavram da diyebilirsiniz) var. Bağlantılı ama birbirine bağlı değil. Ayrı ayrı ele alınmalı belki. Yine de yazan kişi, hangisini anlatıyorsa diğerlerine de mecburen yer vermek zorunda. Zaten bu kısa yazı, üzerinde tartışma eksik olmayan bu üç kurumu birden ele alma iddiasında değil. Yalnızca bağlantılı üç konu hakkında genel bir çerçeve çizme amacında. Çünkü biri anlatılmadan diğeri anlaşılamaz. Bu arada ilk başta söyleyelim, Hıristiyanların bir kısmının inanmadığı, çoğunun da anlamadığını ifade ettiği kutsal üçleme (teslis) bu yazının konusu değil. Başlığa bakıp da 1+1+1=1 ile ilgili yazı okumaya gelenler varsa kusura bakmasınlar.
Konuya girmeden önce biri laiklik, diğeri anakronizm ile iki küçük hatırlatma yapalım. Laiklikle başlayalım. Kelime kökeni itibarıyla “halka mensup olan, ruhban sınıfından olmayan” anlamındaki laik kelimesi, son birkaç yüzyıldan beri dinlerin, devlet yönetimiyle; devletlerin de din ile bağının olmaması şeklinde kullanılıyor. Bu tanımdan yola çıkarsak, laikliğin uygulanabilirliğinin çok güç olduğu sonucuna varırız. Nitekim din, yalnızca bir inanç sistemi değil, toplumsal aidiyet sağlayan kültürel bir unsur. Bu sebeple dinin, devletten tümüyle soyutlanması toplumsal gerçeklikle bağdaşmaz. Laiklik, teoride caziptir. Pratikte devlet ve dinin birbirine nüfuz ettiği ve edeceği gerçeği göz ardı edilemez. Bir de anakronizm konusu var. Değişik dönemleri birbirine karıştırma olarak tanımlayacağımız anakronizm, yalnızca tarihin değil bütün bilimlerin düşmanı. Ne yazık ki insanoğlunun öyle bir huyu var: Olaylar, kurumlar, fikirler ve kişiler kendi kafasında kodladığı şablona uymak zorunda. Kafasındaki şablon bugünün dünyasında, bugünün değerleriyle oluşmuş olsa bile…
Şimdi bu üç kurumu (konuyu) ele alalım, tanımlayalım. Sonrasında genel bir değerlendirme yapalım.
Ekümeniklik
Ekümen, yaşanılan yerler yani bütün dünya anlamına gelir. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden itibaren kullanılan bu kavram, aslında Roma İmparatorluğu’nun sınırlarını işaret ediyordu. Zamanla kelime dinî bir nitelik kazandı ve en çok Ortodoks dünyasında öne çıktı. Katolikler için ekümenik kavramı, farklı mezheplerin tek çatı, tek kilise altında birleşmesi anlamına gelir. Protestanlar içinse bu, inancın temel konularında -özellikle İsa’nın kimliği ve öğretisi üzerine- ortak bir paydada buluşmayı ifade eder. Dolayısıyla Hıristiyanlığın evrensellik arayışını yansıtan köklü bir terim olan ekümenik kelimesi tek bir anlama indirgenemez; her mezhebin kendi bakış açısına göre farklı bir içerik kazanır. Ortodokslar açısından ekümenik unvanı, İstanbul’daki Fener- Rum Patriği’nin tarihsel olarak sahip olduğu önceliği ve saygınlığı anlatır. Yani Ortodoks dünyasında ekümeniklik, Katolik Kilisesi’ndeki Papalık müessesesi gibi mutlak bir otoriteye sahip değildir. Nitekim Ortodoks dünyasında patrikhaneler eşittir; Fener-Rum Ortodoks Patrikhanesi sadece “eşitler arasında birinci” (primus inter pares) kabul edilir. Eşitler derken kastedilen on beş otosefal kilisedir, bunlar kendi kendilerine yeten, kendi başlarına karar alabilen, bağımsız kiliselerdir. On beş otosefal kilise İstanbul Patrikliği, İskenderiye Patrikliği, Antakya Patrikliği, Kudüs Patrikliği, Rusya (Moskova) Patrikliği, Belgrat (Sırp) Patrikliği, Romanya Patrikliği, Bulgar Patrikliği, Gürcistan (Tiflis) Patrikliği, Kıbrıs Başpiskoposluğu, Yunan (Atina) Başpiskoposluğu, Polonya Metropolitiği, Arnavutluk Başpiskoposluğu, Çek toprakları dahil Slovakya Başpiskoposluğu ve Ukrayna Patrikhanesidir. Gerçi on beşinci otosefal kilise Ukrayna (Kiev) tartışma konusudur. Bu tartışmanın ve ekümeniklik konusunun anlaşılması için buraya bir parantez açalım. Moskova Kilisesi ile İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi arasında 1453’ten bu yana mücadele vardır. Moskova Patrikliğine göre Konstantinapolis Müslümanların eline geçtikten sonra artık Ortodoksluğu temsil edemez. SSCB sonrası dönemde de Moskova Patrikhanesi, Kremlin’in dediğinden hiç çıkmamış, her konuda destekçisi olmuştur. Hava böyleyken, 2019’da -Rus Ukrayna Savaşı öncesinde- Fener Rum Patrikhanesi, Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ni otosefal kilise olarak tanıdı. Bu gelişme Moskova ile İstanbul Patrikhaneleri arasında çok büyük gerginliğe yol açtı. Rusya’ya göre Fener Rum Patrikhanesinin bu kararında ABD’nin parmağı vardı. Rusların iddiasını ve İstanbul- Moskova- Kiev Ortodoks hattının detaylarını başka bir yazıya bırakalım ama iki konuyu yazının bu bölümüne sabitleyelim: Birincisi ekümeniklik konusu dinî olmaktan çok siyasidir. İkincisi Fener- Rum Patrikhanesi, Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ni tanırken “ekümenik” sıfatını kullandı.
Fener- Rum Patrikhanesi
Hıristiyan tarihinin ilk ekümenik konsili olan 325 İznik Konsilini takip eden yıllarda Konstantinopolis (o zaman kullanılmaya başlayan yaygın adıyla Yeni Roma) Bizans’ın yeni başkenti oldu. Patrikhanenin adında geçen “Rum” kelimesi buradan yani Roma’dan gelmektedir. 381’de Yeni Roma’da toplanan ikinci ekümenik konsil, Yeni Roma (İstanbul) piskoposunun Doğu kilisesinde en yüksek, bütün Hıristiyan kilisesi içinde de papa ile eşit konuma sahip bulunduğunu onayladı. Ancak kısa süre içinde Roma Katolik Kilisesi ile Yeni Roma (İstanbul Rum) Patrikhanesi arasında anlaşmazlık baş gösterdi, 482’de Papa, Patriği aforoz etti. Sonraki yıllarda gerginlik giderek arttı, İstanbul Ortodoks Patriği, Ekümenik Patrik sıfatını kullanmaya başladı. Sonunda 1054 yılında Doğu-Batı bölünmesi olarak bilinen Katolik Kilisesi ile Ortodoks Kilisesi tamamen ayrıldı.
Notaras’ın “Konstantinopolis’te Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim” sözünü sarf etmesine yol açan Dördüncü Haçlı Seferi (1204) sırasında Papalık, İstanbul’u yağmaladı ve işgal etti. Bunun üzerine Rum Patrikhanesi, İznik’e taşındı ve İstanbul’a ancak elli yedi yıl sonra dönebildi.
1453’te İstanbul’un fethi, patrikhane için dönüm noktası oldu. Vezir statüsünde olan Patrik, emrindeki diğer kilise yetkilileriyle her türlü vergiden muaf tutuldu. Fatih Sultan Mehmet’in Rumların evlilik, cenaze ve diğer işleri Rum adetlerine göre eskisi gibi yapılacaktır fermanıyla patrikhaneye, Bizans döneminden bile daha fazla yetki verildi.
Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili İstanbul’un fethinden sonra ikinci önemli gelişme, Yavuz Sultan Selim’in 1517’deki Mısır seferidir. Halifeliğin bu seferle birlikte Osmanlı padişahlarına geçmiş olması tartışmalıdır, daha çok 18. yüzyıldan sonra güçlenen bir tarih yazımıdır. Ancak İstanbul Patriğinin dünyadaki bütün Ortodoksların ruhani lideri olduğunun ilanı 1517 Mısır Seferinin belirgin sonuçlarından biridir: Sefer sonrası Yavuz Sultan Selim, İskenderiye ve Antakya Patrikhanelerinin İstanbul’daki Rum Patrikhanesine bağlandığını ayrıca İstanbul Rum Patriği’nin Bizans’tan devraldığı ekümenik (dünya patriği) olduğunu bir kez daha ilan etti. Gerçi Yavuz’un dediği gibi olmadı; İskenderiye, Antakya ve Kudüs patrikhaneleri İstanbul’a bağlanmadı, bağımsız kaldı. Ancak dönemin Ortodoksları hem nüfus ve mensup, hem de etkileri bakımından Osmanlı sınırları içinde yer alıyorlardı.
Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili üçüncü önemli gelişme, milliyetçilik akımlarının yaygınlaşmasıdır. 1789 Fransız İhtilali, Osmanlı devletinin en kırılgan noktası olan millet sistemini doğrudan etkiledi. Osmanlı klasik düzeninde Patrikhane, yalnızca bir dini kurum değil, aynı zamanda bütün Ortodoksların temsilcisi konumundaydı. Patrik, padişah tarafından onaylanan, Osmanlının resmî muhatap kabul ettiği bir milletbaşı idi. Dolayısıyla Rum, Bulgar, Sırp, Arnavut veya Arap kökenli tüm Ortodokslar, doğrudan Patrikhane’nin ruhani otoritesi altında sayılıyordu. Milliyetçilik akımı bu tabloyu kökten sarstı; Balkanlar’da Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar ve diğer halklar dini aidiyetlerini etnik çerçevede yeniden tanımlamaya başladılar. 1821 Yunan İsyanı, siyasi olduğu kadar dini bir ayaklanmaydı, kilisenin İstanbul’dan kopma mücadelesiydi. 1833’te Yunan Kilisesi Fener’den koptu otosefal ilan edildi. Aynı şekilde Bulgar Eksarhlığı ve Sırp Ortodoks Kilisesi de bağımsız birer kilise olarak konumlandı. Osmanlı küçüldükçe Fener Rum Patrikhanesinin alanı daralıyordu. 1856 Islahat Fermanı, Fener Rum Patrikhanesine bir süreliğine nefes aldırdı. Gayrimüslimlere eşit haklar tanınan fermanla patrikhane, Osmanlı merkezi otoritesine daha görünür şekilde entegre oldu. Ancak devam eden milliyetçi hareketler karşısında denge tutturmakta zorlandı. Osmanlı güç kaybına uğradıkça, Osmanlı içinde yaşayan farklı Ortodoks topluluklar patrikhaneye olan bağlılıklarını sorgulamaya başladı. Fermanın verdiği haklar, bu toplulukların kendi eğitim ve dini kurumlarını öne çıkarmalarına ve bir yandan azınlık/ cemaat düzleminden uzaklaşmalarına diğer yandan -başta Fransa ve ABD olmak üzere- yabancı ülkelere kaymasına yol açtı.
Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili dördüncü önemli gelişme, Lozan Antlaşması olarak değerlendirilebilir. Fener Rum Patrikhanesi, Osmanlı devletinin son zamanlarında devlete yönelik bölücü faaliyetlere girişti. Bu ihanet, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları sırasında zirveye çıktı. Patrikhane, Millî Mücadele yıllarında işgal kuvvetlerine desteği artık açıktan vermeye başladı. Patrikhanede kurulan Mavri Mira, illerde çeteleri örgütledi. Türk milleti, Milli Mücadeleden zaferle çıktı, patrikhane ve azınlıklar konusu Lozan’a taşındı. Lozan Antlaşmasında “patrikhane” hiçbir yerde geçmez, Lozan’ın azınlıklarla ilgili maddeleri şöyledir:
Madde 40- Müslüman olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk bakımından ve fiilen öteki Türk yurttaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır.
Madde 42- (…) Türkiye Hükümeti söz konusu azınlıkların Kiliseleri, Havraları, mezarlıkları ve öteki dinsel kurumlarına her türlü koruyuculuğu göstermeyi yükümlenir. Bu azınlıkların bugün Türkiye’de bulunan Vakıflarına ve dinsel ve yardım kurumlarına her türlü kolaylığı gösterecek ve izinleri verecek ve yeni dinsel ve yardım kurumları kurulması için, benzeri öteki özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.
Madde 45- İşbu Kesim hükümleri ile Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da, kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.
Lozan’ın bu maddeleri patrikhanenin hak ve imtiyazlara sahip olmadığı şeklinde yorumlandı: Patrikhanenin faaliyetleri, ruhanî alan ile sınırlıydı. Patrikhane, bırakın Lozan’da verilmeyen ekümeniklik gibi bir ayrıcalığı kullanmayı, İstanbul’daki Rum cemaatinin resmi temsilcisi bile değildi. Herhangi bir kilise veya sinagog gibi Lozan’da sınırı çizilen çerçevede serbestlik ve himayeden faydalanabilirdi. Patrik ve Patrikhane çalışanları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalıydı. Patrikhane, idarî açıdan Eyüp Kaymakamlığı’na ve İstanbul Valiliği’ne bağlıydı.
Konu İstanbul Valiliğinin 6 Aralık 1923 tarihli tezkeresiyle basitleştiriliyor, halının altına süpürülüyordu.
Heybeliada Ruhban Okulu
Türk eğitim tarihinde özel bir yere sahip olan gayrimüslim okulları (azınlık okulları ve yabancı okullar), her zaman siyasi ve kültürel etkileriyle gündeme geldi, eğitimden ziyade misyonerlik faaliyetlerinin aracı olarak değerlendirildi. Bu nedenle gayrimüslim okulları daha çok misyoner okulları olarak tanımlandı. Ancak ideolojilerin yaygınlaşması (başta milliyetçilik ve kapitalizm) 19. yüzyılda misyoner okullarının misyonunu değiştirdi. Öğrencilerin Hıristiyanlaştırılması hedefi, hem sınırlı sonuçlar doğurduğu hem de ekonomik bir karşılığı bulunmadığı için geri planda kaldı. Bunun yerine Batı kültürünün aktarılması ve bu kültür üzerinden yeni tüketim alışkanlıklarının kazandırılması ön plana çıktı. Böylece eğitim, Batı ürünlerine yönelik pazar oluşturmanın bir aracı haline geldi; mesela dikiş makineleri gibi sanayi ürünleri bu sayede yeni müşteri kitlesi buldu. (Tahminlere göre 20. yüzyılın başında İzmir’de 16 Bin, İstanbul’da 10 Bin, Sivas’ta da 2 Bin dikiş makinesi kullanılıyordu).
Konuya geri dönelim. Osmanlı tarihinin ilk gayrimüslim okulu kabul edilen Fener- Rum Mektebi, Patrikhaneye bağlı olarak 1454’te kuruldu. Yani eldeki bilgilere göre Osmanlının ilk gayrimüslim okulu Patrikhaneye bağlı olarak açıldı. Yunanistan’ın 1833’te Fener’den kopup otosefal ilan edilmesiyle çok büyük güç kaybeden Fener Rum Patrikhanesi, 1839 Tanzimat Fermanının ardından din adamı yetiştirmek amacıyla 1 Ekim 1844’te Sultan Abdülmecid’in fermanına dayanarak Ierá Theologikí Scholí tís Chálkis (Halki Mukaddes İlahiyat Mektebi) adıyla yeni bir okul açtı. (Halki, Heybeliada’nın Rumca ismidir). Okul, kuruluşundan itibaren Heybeliada Ruhban Mektebi olarak anıldı. Okul, 1853’e kadar üç yıllık müfredata sahipti. 1853’te ilk dört yılı rüştiye, son üç yılı ilahiyat olmak üzere yedi yıla çıkarıldı. Ancak okulun güç kaybı, 19. yüzyıl boyunca devam etti. Patrikhaneden ayrılan Slav, Arnavut, Bulgar ve Sırp Ortodokslar da kendi kiliseleri bünyesinde okullar açtılar. Milli Mücadele ve Lozan sonrası eğitim kadrosu ve öğrencisi giderek azalan Heybeliada Ruhban Okulu, 1923-1951 yılları arasında ortaokul düzeyinde azınlık okulları statüsünde eğitim verdi.
Demokrat Parti, 1950’de iktidara gelmesinin hemen ardından din eğitimi ile ilgili cesur adımlar attı. İktidarının ikinci yılında Adnan Menderes’in Bakanlar Kuruluna getirdiği yedi farklı ilde İmam Hatip Okulu isimli birer okul açılması önerisi kabul gördü ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri tarafından onaylandı. Menderes Hükümeti, İmam Hatiplerin açılmasına karar verdiği günlerde Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili de önemli bir adım attı. Heybeliada Ruhban Okulu, Teoloji İhtisas Okulu olarak isimlendirildi ve Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu, 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı kararıyla Heybeliada Rum Rahipler Okulu Öğretim Yönetmeliği’ni onayladı. Bu kararla Heybeliada Ruhban Okulu, üç sınıfı lise ve dört sınıfı teoloji ihtisas bölümü olmak üzere yedi yıllık bir “yükseköğrenim” kurumuna dönüştü. Bununla da yetinilmedi, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu, 29 Ağustos 1952 gün ve 190 sayılı kararıyla Heybeliada Rum Rahipler Okulu Öğretim Yönetmeliğine Ek çıkardı. Ek yönetmelik, yabancı ülkelerden gelen ve Türkçe bilmeyen öğrencilerin -kendi ülkelerindeki öğrenim durumlarına göre- Heybeliada’nın muadil sınıflarına kaydedileceğine hükmediyordu. Bu maddeye göre yabancı öğrencilerin, Patrikhane’nin yetki alanlarındaki bölgelerden gelme zorunluluğu yoktu. Gerçekten de bu yönetmelik sonrası Etiyopya, Mısır, Britanya, Suriye ve Balkan ülkeleri gibi değişik kiliselerden gelenler de okulda eğitim görmeye başladı. (Ancak 1964’te milli güvenlik gerekçesiyle yabancı öğrenci alımı yasaklanmıştır). Aslında Demokrat Parti döneminde din eğitimi ile söyleyeceklerimiz bitmedi. 1959’da Yüksek İslâm Enstitülerinin açılması gibi… Bir konu daha var onu da başka bir yazıya bırakalım, o yazıdan spoileri de şöyle verelim. “Özel Heybeliada Rum Rahipler Okulu’nu açmak isteyen T.C. uyruğundan Lefter Yakovos Stefanidis’in gereken şartları taşıdığı yapılan incelemeden anlaşılmış, 1 Temmuz 1954 tarihinden başlamak üzere kurucu Lefter Yakovos ve sorumlu müdür Stilyanos Repanellis adına öğrenim yapılması için izin verilmiştir.”
Cumhuriyet Türkiyesi’nde özel yükseköğretim kurumlarının açılmasına ilişkin bir engel olmamasına rağmen 1960’lara gelinceye kadar, 1951’de yükseköğrenim kurumuna dönüşen Heybeliada Ruhban Okulu ve 1957’de yüksekokul bölümü açılan Robert Kolej dışında başka özel yüksekokul açılmadı. Ancak 1965-1971 yılları arasında özel yükseköğrenim kurumlarına ilişkin çok önemli gelişmeler yaşandı. 1961 Anayasasının 21. maddesinde yer alan
“herkes ilim ve sanatı serbestçe öğrenme, öğretme, açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Eğitim ve öğretim devletin gözetim ve denetimi altında serbesttir”
hükmüne dayanarak 1962’de İstanbul’da Özel İktisadi ve Ticari İlimler Okulu isimli bir yüksekokul açıldı, 1965’te Özel Öğretim Kurumları Kanununun çıkmasından sonra da özel yükseköğrenim kurumlarının sayısı 1968’de 12’ye, 1969’da 44’e yükseldi. Bu hızlı artış, kamuoyunun ve eğitim camiasının tepkisini çekti. Özel yüksekokullar, kâr amacı güden ticari kurumlara dönüşmüştü, devlet tarafından yetiştirilmiş öğretim elemanlarını çekip alıyordu, yükseköğretimde fırsat eşitliği bozulmuştu. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, mühendislik ve mimarlık özel yüksekokullarından mezun olanları odalara üye yapmayınca, konuyla ilgili hukuki süreç başladı. Danıştay Dava Daireleri Kurulu, özel yüksekokulların verdikleri diplomaların iptali için Millî Eğitim Bakanlığı’na dava açtı, Anayasa Mahkemesi 12 Ocak 1971’de özel yüksekokulların devlete bağlanması kararını aldı. Belirttiğimiz gibi Heybeliada Ruhban Okulu da “özel yükseköğrenim kurumu” statüsündeydi. Heybeliada Ruhban Okulunun, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne bağlanması teklif edilse de bu kabul görmedi. Okulun “yüksekokul” statüsündeki dört yıllık teoloji bölümü kapatıldı. O sırada öğrenim gören öğrenciler de Selanik Üniversitesi Teoloji Fakültesi’ne nakledildi. Okulun lise kısmı da öğrenci olmamasını gerekçe göstererek 1985’te eğitime ara verdiğini açıkladı.
Değerlendirme
Konu anlaşılmıştır umarım. “İyi hoş da, sen ne düşünüyorsun bu konuda Serhan Hoca?” diyenler olabilir. Onlar okumaya devam etsinler.
1- Ekümeniklik, Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu. Biri anlaşılmadan diğerleri anlaşılamaz. Konu hem kamu hukukunun, hem özel hukukun, hem de tarih disiplininin alanına girmektedir. Coğrafyanın da. İlahiyat, jeopolitik, eğitim, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, ekonomi, kamu yönetimi, kültür ve diğer sosyal bilim dallarının kesişim noktasında incelenebilecek çok boyutlu bir nitelik taşımaktadır.
2- Katolik ve Protestanlıktan sonra Hıristiyanlığın en büyük üçüncü mezhebi olan Ortodoksluğun bugün dünya genelinde yaklaşık üç yüz milyon mensubu bulunmaktadır. Bunların yaklaşık yarısı Rus Ortodoks Kilisesi’ne (Moskova Patrikliği) dâhildir. Mevcut şartlarda hem coğrafi alan, hem de nüfus dikkate alınacak hususların başında gelmektedir. Bizans ve Osmanlının geleneksel döneminde patrikhanenin alanı ülke sınırları olduğundan herhangi bir problem yoktu. Ancak günümüzde Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin “bölgesi” Türkiye’deki dört piskoposluk ve Yunanistan’daki iki piskoposluktan oluşur. Alanın daralması Türkiye’nin aleyhinedir. Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, İngiltere, Fransa, Almanya ve Yunanistan gibi ülkelerdeki bazı piskoposlukların yetkili merci olarak Fener Rum Ortodoks Patrikhanesini tanıması olumludur, patrikhane yenileri için desteklenmelidir.
3- Başka bir patriğin, metropolitin veya başpiskoposun emri altında olmadan bağımsız ve otonom olarak faaliyet gösteren Ortodoks kiliselerine otosefal denir. Toplam on beş otosefal kilise vardır, bunlardan Ukrayna (Kiev) Patrikhanesinin durumu tartışmalıdır. Fener Rum Patrikhanesinin Ukrayna Ortodoks Kilisesi-Kiev Patrikhanesi’nin özerklik/bağımsızlık talebini tanıdığını açıklaması Türkiye’nin lehinedir. On beş (veya on dört) otosefal kilisenin çoğu Osmanlı devleti döneminde Osmanlı topraklarındaydı. Bizi ilgilendirmez diyemeyiz.
4- Yanında mı, arkasında mı karşısında mı? Fener- Rum Patrikhanesinin, Rusya (Moskova) Patrikliği ve Yunan (Atina) Başpiskoposluğu ile yüzyıllara dayanan problemleri vardır. Bu problemler, Ortodoks Kiliseleri arasında dinî nitelikli görülse de, Türkiye’nin menfaatleri, Fener-Rum Patrikhanesinin yanında durmayı gerektirmektedir; olmadı mı, arkasında durmayı… Neden Türkiye, patrikhanenin karşısında durur ki?
5- Ortodokslar açısından ekümenik unvanı, İstanbul’daki Rum Patriği’nin tarihsel olarak sahip olduğu önceliği ve saygınlığı anlatır. Yani Ortodoks dünyasında ekümeniklik, Katolik Kilisesi’ndeki Papalık müessesesi gibi mutlak bir otoriteye sahip değildir. Nitekim Ortodoks dünyasında patrikhaneler eşittir; İstanbul Patriği sadece “eşitler arasında birinci” kabul edilir. Yaşanılan yer anlamına gelen ekümen kavramının, unvan olarak kullanılması Türkiye’nin aleyhine değildir, aksine teşvik edilmelidir.
6- Öte yandan herhangi bir patriğin kendisini ekümenik ilan etmesi veya o sıfatı kullanması tek başına bir şey ifade etmez, olsa olsa IŞİD’in 2014’te El Bağdadi’yi halife ilan etmesi gibi gayriciddi olarak değerlendirilir. Ekümenik unvanı tarihsel ve sembolik açıdan gerçektir, çünkü Bizans’tan bu yana kullanılagelmiştir. Ama bu unvan, tüm Ortodoks dünyasının patrik tarafından yönetildiği anlamına gelmez. Daha çok saygınlık ve geleneksel öncelik ifade eder. Dolayısıyla ekümeniklik iddiasında bulunabilecek tek yer Fener-Rum Patrikhanesidir, bu unvanı kullanması desteklenmelidir.
7- Fener-Rum Patrikhanesi’nde geçen “Rum” kavramı Roma’dan gelmektedir. (Doğu Roma İmparatorluğu). Fener de İstanbul’da patrikhanenin bulunduğu semttir. Buradaki Rum’un Yunan olduğunu iddia etmek, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Yunan olduğunu iddia etmek gibidir.
8- Menderes dönemi, Heybeliada Ruhban Okulu için Türkiye’nin menfaatleri açısından en doğru adımların atıldığı, siyaseten en doğru yaklaşımın sergilendiği bir dönemdir. Evet, 6-7 Eylül Olaylarını Menderes’in tertip ettiğine inanan bir kitle var. Onlara anlatamazsınız.
9- 1980 öncesi Enver Hocacılar denilen Arnavutluk modeli savunucuları vardı. İçe kapalılığı savunurlardı. 2000’li yılların başında eski bir bakan cep telefonlarıyla ilgili “Türkiye üretmediğini kullanmamalı” deyince “kullanmadığını nasıl üreteceksin?” diye sormuştum. Bakan bey Arnavutluk gibi içe kapandı ve bana küstü. Ekümeniklik, Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu kurumlarına (konularına) Arnavutluk modeli misali bakamayız. Bizi ilgilendirir. İnsan bilmediğinden, meçhulden korkar. Ölümden, karanlıktan vb. Ekümeniklik, Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu kurumlarından (konularından) korkan, bu konuların cahilidir, bilmiyordur.
10- Teşbihte hata olmaz. Katoliklik elitist ve mağrurdur. Protestanlık liberal ve girişimcidir. Ortodoksluk mütevazı ve halkçıdır. Katolikler, Papa II. Jean Paul dönemini “Güney Amerika’ya halktan uzak rahipler gönderdi. Orada uyuşturucu batağına düşmüş, fakir, umutsuz binlerce insan var. Şimdi giden Ortodoks rahipler yüzünden Katolisizm kan kaybediyor. Kitleler halinde Ortodoksluğa geçiş var” sözleriyle eleştirirler. Yukarıda belirttik, 1971’de Heybeliada kapanınca öğrenciler nereye gitti? Selanik. Şu anda Orta ve Güney Amerika rahipleri nerede yetişiyor? Selanik. Bir kişi de çıkıp demiyor ki Selanik’te ruhban okulunda okuyacaklarına Heybeliada’da okusunlar. Bir kişi de çıkıp demiyor ki dünyanın dört bir köşesinde Türk vatandaşı Ortodoks Ruhbanlar olsun. Türkçe konuşsunlar. Türk kültürünü tanısınlar. Bundan korkulmaz, aksine mutlu olunur.
11- Son bir not, Türkiye’de her 50 Bin kişinin 1’i Rum iken, Yunanistan’da her 50 Bin kişinin 700’ü Türk’tür.
Yeni yorum ekle