7 Ocak 1946’da kurulan, 1950, 1954 ve 1957 milletvekili genel seçimleriyle üç kez üst üste iktidara gelen Demokrat Parti, 1950-1960 yılları arasında ülkeyi yönetmiş; 27 Mayıs 1960’ta gerçekleşen bir askerî darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştır. Darbe sonrası, partinin tüzel kişiliğine mahkeme kararı ile son verilirken, parti yöneticileri Marmara Denizinde İstanbul yakınlarındaki Yassıada’da, evrensel hukukun temel ilkelerinden biri olan doğal yargıç güvencesi (kanunî hâkim teminatı) prensibine aykırı olarak yargılanmıştır. Yargılama sonrası dönemin başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiştir.
27 Mayıs Darbesine giden yolda başlangıç noktasını nereye koymak gerekir? Sonun başlangıcı olarak adlandırılabilecek olay ya da gelişme ve yahut bir görüşme hangi tarihe rastlar? Mesela Tahkikat Komisyonunun kurulması ve sonrasında yaşanan 40 gün 27 Mayıs’ı anlamaya yeterli midir?
Tahkikat Komisyonu kurulmasına dair önergenin 18 Nisan 1960’da TBMM’de görüşmeleri sırasında İsmet İnönü’nün “Biz, ihtilalden yetişmiş insanlarız. Biz ihtilalden gelmiş bir nesiliz. Eğer insan hakları yürütülemez, vatandaş hakları zorlanırsa, ihtilal behemehâl olur. (…) şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilâl meşru bir haktır” sözleri 27 Mayıs’a giden sürecin başlangıcına yerleştirilirse, 40 günde yaşananlar ve gerginleşme neden-sonuç ilişkisi içinde izah edilebilir. Özellikle Tahkikat Komisyonuna yetki veren kanunun 27 Nisan 1960’da TBMM’de kabul edilmesinden bir gün sonra İstanbul’da (28 Nisan Olayları), iki gün sonra da Ankara’da binlerce öğrencinin katıldığı hükümeti protesto gösterileriyle başlayan sokak hareketlerinin, 5 Mayısta 555K ile devam etmesi ve olaylara 21 Mayısta Harp Okulu öğrencilerinin de yürüyüş nizamı içerisinde katılması 27 Mayıs’ın bağıra bağıra geldiğini göstermektedir. Ancak bütün bu gelişmeler yani Tahkikat Komisyonu önergesinin sonrasındaki 40 günün kronolojisinin “darbe” ile sonuçlanması, beklenen bir final değildir. Çünkü hemen hemen bütün akademisyen, araştırmacı ve tarihçiler 27 Mayıs’ın önlenebileceği görüşündedir. Mesela dönemi anlatan yazarlardan biri olan Şevket Süreyya Aydemir, darbenin önlenebileceği kanaatindedir; seçimlerin yenilenmesinin, hiç değilse bir hükümet değişikliğinin darbeyi önlemekte yeterli olacağını ifade etmektedir. Hatta yalnızca Celal Bayar’ın istifa etmesinin bile darbeyi önlemeye yeteceğini düşünmektedir. “O gün (darbe günü) Meclisin kapılarını açıp, fazla yıpranmış iktidar adamlarını bu kapıdan çevirerek, içeride toplananlara Haydi baylar, işinize devam edin, devlet başkanınızı seçin ama anayasayı da teminat altına alın, biz kışlalarımıza döneriz deme düşüncesinin” bile olduğu iddiasındadır.
Darbenin önlenebileceğini düşünenler genellikle üç şarttan en az birinin gerçekleşmesi gerektiğini ifade ederler: Bayar’ın (ve/veya hükümetin) istifası, 1961 Ekiminde yapılacak seçimlerin erkene alınması, Tahkikat Komisyonunun faaliyetlerine son verilmesi. Hâlbuki Menderes, 27 Mayıs’ın arifesinde 25 Mayıs günü gerek Eskişehir Mitinginde gerekse Anadolu Ajansına verdiği demeçte “yolumuz seçim yoludur, erken seçim yoludur” sözleriyle 1961 Ekiminde yapılması gereken seçimlerin erkene alınacağını bildirmiş, Tahkikat Komisyonunun görevine de son verildiğini ilan etmiştir.
Demek ki, 27 Mayıs’a giden süreç, Tahkikat Komisyonu ve sonrası ile izah edilememektedir. Ya kronolojiyi daha geriden başlatmak ya da sebebi başka yerde arama zorunluluğu vardır. Ancak, kronolojiyi biraz geriye almadan bir soruyu burada sormak gerekir: Darbe önlenebilirdi diyenler kısmen haklı olabilirler mi? Darbenin önlenebileceği konusunda değil de, nasıl önleneceği konusunda yanılmış olamazlar mı? Yani yukarıda ifade edilen üç şarttan birinin (veya birkaçının) ortadan kalktığının değil de, yapılacak bambaşka bir açıklama darbeyi engelleyebilir miydi? Menderes’in 25 Mayısta söyledikleri darbeye engel olamadığına göre ne söylemeliydi veya yapmalıydı ki darbeye engel olunabilsin? Cuntacıların, daha doğrusu ‘cuntacıların arkasındakilerin’ beklediği açıklama neydi?
27 Mayıs Darbesini anlamak için tarihleri 40 gün öncesine değil de, yaklaşık iki yıl öncesine almayı deneyelim. Cumhuriyet tarihi içinde kırılma noktası olarak değerlendirilebilecek bütün önemli iktidar değişiklikleri, mutlaka bir ekonomik öncül barındırmaktadır. Gerek 1950 ve 2002 seçimleri; gerekse 1960, 1971, 1980 ve 1997 müdahalelerinin hepsinden önce ekonomik istikrar programları uygulamaya girmiştir. Bu programların ortak özelliği devalüasyonla başlamaları, iktidar değişikliği veya darbeyle sonlanmaları olmuştur. İşte 27 Mayıs’a iki yıldan az bir süre kala 4 Ağustos 1958 tarihinde ilan edilen istikrar paketi de 1960 darbesinin gerekçelerinden biri olarak sayılmaktadır. (İstikrar paketinin ilan edilmesinden sonra atılan ilk önemli adım, Türk Lirasının 11 yıldır sabit tutulan değerinin düşürülmesi olmuştur. 8 Ağustos 1958’de 1 ABD Doları 2.82 liradan 9.45 liraya yükselmiştir.)
4 Ağustos 1958 İstikrar Paketinin ardından muhalefetin Demokrat Parti’ye karşı birleşme çabaları başlamıştır. Millî Muhalefet Cephesi adı verilen bu birlik için adımlar atılınca Demokrat Partililer de Vatan Cephesi’ni kurmuştur. İşte bazı tarihçiler ve yazarlar, Vatan Cephesi ile başlayan sürecin CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in Zonguldak’ta, tabancasını çekmiş bir polis müdürü tarafından su içmesine dahi izin verilmeden İstanbul’a geri gönderilmesiyle devam ettiğini belirterek, İnönü’nün Uşak’ta tartaklanması, Topkapı’da yaşanan linç girişimi, Kayseri yolunda çıkarılan engeller gibi gelişmelerin, nihayetinde Tahkikat Komisyonunun, ihtilale giden yolun taşlarını döşediğini ifade ederler.
Birçok akademisyen ve yazar ise 27 Mayıs’a giden yolun başlangıcına 1954 seçimlerini koymaktadır. Merhum Rıfkı Salim Burçak 27 Mayıs konusuna 1954 seçimlerini anlatarak giriş yapardı. Burçak’a göre parti, “en kuvvetli olduğu bir zamanda hatalar işleyecek ve kendi bünyesine ve geçmişine uymayacak bir yola girecek gibi görünüyordu”. 1954 seçimlerinde yüzde 57 oy oranını yakalayan ve kırılması güç bir rekora imza atan Demokrat Parti, seçim sonrası darbeye kadar hep sancılı geçmiştir. Seçimlerde Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne oy vermiş olan Kırşehir’in ilçeye dönüştürülmesi, Emeklilik Kanunu, muhalefetin boykot ettiği yerel seçimler, 6-7 Eylül Olayları, İspat Hakkı, Hürriyet Partisi, Dördüncü Büyük Kongre ve 29 Kasım 1955 DP Grup Toplantısı ile geçen bir yılın ardından dış politikanın yoğun gündemi, 1957 seçimlerinde oy kaybı ve darbenin en büyük habercisi Dokuz Subay Olayı Türkiye’yi adım adım 27 Mayıs’a taşımıştır. Gerçekten de 1954-1958 yıllarına değinmeden 27 Mayıs’ı anlatmak pek de mümkün değildir.
Kronolojiyi daha da gerilere taşımak mümkün. Mesela Demokrat Parti’nin iktidara geldiği gün olan 14 Mayıs 1950’de çoğu üst rütbeli subay, İnönü’ye “iktidarı vermeyelim” teklifini yapmıştı. Başlı başına bu teklif bile askeri ve sivil bürokrasiden bazı kimselerin iktidardan uzaklaşmayı içlerine sindiremediklerini göstermektedir. Seçimle iktidara gelmenin mümkün olmadığını gören bu kesimler daha 1954’lerde darbe toplantıları yapmaya başlamışlardı. Onlara göre Demokrat Parti’nin ilk günden itibaren uyguladığı politikalar cumhuriyetin kuruluş ilkelerine aykırıydı. 1950 Seçimlerinin üzerinden bir ay geçmeden komutanların değişmesi, birçok valinin emekliye sevk edilmesi ve Türkçe ezan zorunluluğunun kaldırılması buna örnek olarak gösterilebilirdi. Demokrat Parti’nin sonraki yıllarda ABD yanlısı uygulamaları da “tam bağımsızlık” ilkesiyle çelişiyordu.
Görüldüğü gibi 27 Mayıs kronolojisi istenilen herhangi bir yerden başlatılabilir. 27 Mayıs sürecini Demokrat Parti’nin kuruluşuyla, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Fırka denemeleriyle hatta Kabakçı Mustafa’yla, Patrona Halil’le başlatmak bile mümkün. Bu tamamen tarihçinin tercihine kalmış.
27 Mayıs’a giden süreci nasıl bir “gün” ile başlatamıyorsak, aynı şekilde 27 Mayıs’ı neden-sonuç ilişkisi içinde tek bir “olay”a bağlamak da mümkün değildir. Ancak, Menderes’in SSCB’ye yapmayı planladığı ziyaretin 27 Mayıs Darbesine giden yolda göz ardı edilemeyecek bir öneme sahip olduğunu ifade etmek gerekir. Menderes’in Sovyet Rusya ziyareti 27 Mayıs’a yol açan tek faktör değildir belki ama faktörlerden birincisi olduğunu aradan geçen 59 yıl sonra rahatlıkla ifade edebiliriz.
12 Nisan 1960 tarihinde Adnan Menderes, Temmuz ayında Sovyetler Birliğini ziyaret edeceğini açıkladı. Türk-Sovyet Ortak Bildirisi ile ilan edilen bu ziyaret, Menderes’in ve DP iktidarının, darbenin eşiğinde ABD politikasını dengeleme bahanesiyle Rusya’nın güdümüne girmekle suçlanmasına yol açacaktı. Acaba Rusya ziyareti ABD’yi kızdırmış mıydı? Acaba 27 Mayıs darbesine, Sovyetler Birliği ziyareti ortaya çıkınca ABD mi karar vermişti? Ziyaret sırasında imzalanması düşünülen ikili ticaret anlaşması neleri kapsıyordu? SSCB, Türkiye’ye kuracağı onlarca sanayi tesisinin finansmanını neyin karşılığında yapacaktı?
27 Mayıs Darbesi, bu soruların bir kısmına cevap verme imkânını ortadan kaldırsa da, cevaplanabilecek olanları “Menderes’in Gerçekleş(e)meyen SSCB Ziyareti” başlıklı başka bir yazımıza bırakalım.