Hukuk sisteminde kişiler “gerçek kişiler” ve “tüzel kişiler” olarak ikiye ayrılır. Gerçek kişiler, bireyler yani insanlardır. İnsanın doğmasıyla başlayan “gerçek kişilik” ölüm veya gaiplikle sona erer. Ölüm malum, Allah hayırlısını ve sıralısını versin. Gaiplik ise bir gerçek kişinin ölmüş olma ihtimali çok yüksek şekilde ortadan kaybolması veya uzun zamandan beri kendisinden haber alınamamasıdır.
Tüzel kişi ise gerçek kişiler gibi hakları, borçları ve sorumlulukları olan kişiliktir. Kanun ve tüzüklerle kişilik kazandırılmış insan ve mal topluluklarına tüzel kişi denir. Tüzel kişilerin maddi bir vücudu yoktur. Ancak iradeleri vardır. Tüzel kişinin varlığı ve iradesi organları vasıtası ile oluşur. Bunlar; genel kurul, yönetim kurulu, denetleme kurulu, disiplin kurulu gibi organlardır. Tüzel kişilerin kişilik kazanması, kanunların belirlediği kuruluş işlemlerinin tamamlanmasıyla olur. Tüzel kişilerin kişilikleri ya amaca ulaşınca ya kuruluş sözleşmesindeki süre dolunca ya da genel kurul kararı ile son bulur. Bazen de tüzel kişi organları belirli bir süre toplamaz ve kendiliğinden dağılır. Tüzel kişiler de gerçek kişiler gibi haklara ve borçlara sahiptir. Kanuna dayanarak kurulan tüzel kişilikler bazen kamu hukukuna, bazen de özel hukuka göre kurulur.
Tüzel kişiler, kamu hukukuna göre kuruluyorsa bunlara kamu tüzel kişileri denir. Yani belediyeler, üniversiteler, BOTAŞ, DSİ, TRT, TÜBİTAK, RTÜK vs. gibi kuruluşlar kamu yönetimi ile ilgili olduğundan kamu tüzel kişisidir. Diğer yandan dernekler, vakıflar, şirketler ve kooperatifler ise özel hukukla ilgili olduğundan dolayı özel hukuk tüzel kişileridir. Bunlardan dernekler ve vakıflar kâr amacı gütmezler, şirketler ise (limited şirket, anonim şirket, kolektif şirket vs) kâr elde etme amacı güderler.
Tüzel kişiliğe sahip siyasi partilerin kamu tüzel kişisi mi yoksa özel hukuk tüzel kişisi mi olduğu ise tartışma konusudur. Bu tartışmanın sebebini anlayabilmek için siyasi parti kurumunun gelişimine değinmek gerekir.
Siyasi parti kurumu 19. yüzyılın ilk yarısında tarih sahnesine çıkmıştır. Günümüzdeki partilere benzeyen partiler ise 1830’larda ABD’de doğmuş, 1850’lerden sonra yaygınlaşmıştır. Kronolojide ABD siyasi partileri öncelik alsa da, siyasi partilerin ABD’den dünyaya yayıldığını söylemek çok doğru olmaz. Çünkü İngiltere’de Muhafazakâr Parti ile Liberal Parti’nin kökleri 17. yüzyılın Tory-Whig gruplaşmasına kadar gider: İngiltere siyasi partilerinin başlangıcı Toryler’le Whigler’in siyasi partiye dönüşmesinden başka bir şey değildir. Sonuçta 1830’larda ortaya çıkan siyasi partiler, İlber Ortaylı’nın “bol gürültülü ama kof anayasaların yüzyılı” olarak adlandırdığı 19. yüzyılın en hızlı yayılan kurumlarından biri olmuştur. Bu “yayılma” gerçekleşirken ülkelerin siyasi partilerle tanışmaları da benzerlik göstermiştir: Önce parlamentoda farklı düşüncede olanlar bir araya gelerek grup oluşturmuşlar, sonrasında seçim komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu ikisi arasında kurumsal bağ oluşunca da siyasi partiler doğmuştur.
Kısa süre içinde Avrupa ve Amerika’da yaygınlaşan siyasi partilere tepki gecikmemiş, 20. yüzyılın başında Moisey Ostrogorski siyasi partilerin demokrasiyle bağdaşmayacağı sonucuna varırken, Robert Michels “oligarşinin tunç kanunu” adlı meşhur kuramı (1911) ile siyasi partilerin er geç oligarşik yapıya bürüneceğini iddia etmiştir. Ostrogorski ve Michels bu görüşleri yüzünden siyasi parti düşmanı ilan edilseler de, Alman Nasyonal Sosyalist Parti ve İtalyan Faşist Parti tecrübelerinden sonra siyasi partilerin hukuki düzenlemeye tabi tutulması konusu genel bir kabul görmüştür. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa (1946), İtalya (1947) ve Federal Almanya’da (1949) kabul edilen yeni anayasalarla siyasi partiler, anayasal kurum statüsünü kazanmıştır. Bu arada 1956 yılında dünya tarihinin ilk siyasi partiler kanunu Arjantin’de kabul edilmiş, bunu parti faaliyetlerinin 1950’de serbest bırakıldığı Afganistan’daki 1964 tarihli Afgan Siyasi Partiler Kanunu izlemiştir.
Türkiye’de de siyasi partiler, hukuk sistemine ilk kez 27 Mayıs 1960 Darbecilerinin hazırlattığı 1961 Anayasasının 56 ve 57. maddeleriyle dâhil olmuştur. 1961 Anayasasının 57. maddesinde geçen “Partilerin iç çalışmaları, faaliyetleri, Anayasa Mahkemesine ne suretle hesap verecekleri ve bu Mahkemece malî denetimlerinin nasıl yapılacağı, demokrasi esaslarına uygun olarak kanunla düzenlenir” hükmü Türkiye’de, Arjantin ve Afganistan’dan sonra dünyanın üçüncü siyasi partiler kanununu zorunlu kılmıştır. Gerçi o tarihlerde Federal Almanya’da da 1949 Anayasasının bir gereği olarak siyasi partiler kanunu çıkarılması gerekmekteydi ve bu konudaki kanun tasarısı 1959’da parlamentoya sunulmuştu. Ancak tasarının kanunlaşması için 1967 yılı beklenmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası siyasi partiler hukukunda yaşanan hızlı gelişmelere rağmen siyasi partilerin hukuki statüleri hakkında genel bir uzlaşmadan söz etmek mümkün değildir. 1951 yılında yazdığı “Siyasi Partiler” isimli kitabı günümüzde bile temel eser olan Duverger, bu eserinde partilerin hukuki statüsü konusuna yer vermemiştir.
İşte bu nedenle siyasi partilerin “kamu tüzel kişisi” mi, “özel hukuk tüzel kişisi” mi oldukları konusunda tartışmalar yaşanmış, dahası siyasi partilerin tüzel kişiliğe sahip olamayacağı iddiası gündeme gelmiştir. Özellikle Batı Avrupa ülkelerinde siyasi partileri metajüridik (hukuk ötesi) örgütler olarak görme eğilimi onlara “tüzel kişilik” elbisesi giydirilmemesi sonucunu doğurmuştur. Mesela Almanya’da Alman Siyasal Partiler Kanunu’nun 3. maddesi siyasi partileri ipso jure (=hukuken, kendiliğinden) tüzel kişiliğe sahip kılmıştır, ancak Almanya’nın iki büyük siyasi partisi Christlich Demokratische Union Deutschlands (CDU) ve Sozialdemokratische Partei Deutschlands (SPD) tüzel kişiliği bulunmayan tescilsiz dernek statüsündedir. İtalya’da siyasi partiler servet edinemezler, tüzel kişiliğe sahip değillerdir. İngiltere, Benelux Ülkeleri gibi ülkelerde de siyasi partiler “hukuk ötesi” kurumlardır; tüzel kişilik çerçevesine dahil edilmemişler, böylelikle özgürlük güvencesine sahip olacakları düşünülmüştür. Ancak siyasi partiler, -tüzel kişilik bakımından ister kamu isterse özel hukuka tabi olsun veya tüzel kişilik çerçevesinin dışında “hukuk ötesi” kabul edilsin- günümüzde genellikle “kamu hukukunun sui generis kuruluşları” olarak nitelendirilmektedir.
Türkiye’de 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, siyasi partilerle ilgili düzenlemeyi yapmaktadır. Bu kanunun 34. maddesinde “(...) Dernekler Kanununun kamu yararına çalışan dernek sayılma hükümleri siyasi partiler hakkında uygulanmaz” hükmü bulunmaktadır. Bu da siyasi partilerin hukuki statülerini tamamen özel hukuk tüzel kişilerine hapsetmekte, birçok demokrasideki gibi “kamu hukukunun sui generis kuruluşları” olma imkânını ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca Siyasi Partiler Kanununda hüküm olmaması durumunda Dernekler Kanunu hükümlerinin geçerli olacağı belirtilmektedir. Bu yönleri ile siyasi partilerin bir sivil toplum örgütü, özel hukuk tüzel kişisi olduğu söylenebilir. Ancak diğer taraftan siyasi partilerin kapatılmalarına -yalnızca- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava ile ve yine -yalnızca- Anayasa Mahkemesi tarafından karar verilebilir. Ayrıca siyasi partilerin hesaplarının kontrollerini Sayıştay dahil hiçbir kurum yapamaz. Tek yetkili Anayasa Mahkemesidir. Bu da bize siyasi partilerin kamu tüzel kişilerinden bile önemli bir konumda olduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla siyasi partiler, hukuk sisteminde hem sivil toplum örgütü hem de resmi kurum olarak değerlendirilebilecek nevi şahsına münhasır kuruluşlardır.