Oğul, Sen Sen Ol kitabımı okuyanlar, özellikle dibacede anlatılanlardan hareketle bu kitabın neden yazıldığını kolayca anlalayacaklardır. Eskiler telif ettikleri eserin başında sebeb-i telif kısmını korlar; neden o eseri telif ettiklerini ayrıntılı bir şekilde izah ederlerdi… Bu bazen bir rüya, bazen bir soru olurdu. Sebepsiz söz söylenmez, kitap telif edilmezdi.
Şimdi önsözde yahut fakirin ifadesiyle dibaceden bu sebeb-i telifi okumak mümkündür. Şu kadarını söyleyeyim: Oğul Sen Sen Ol, bizim ahlak edebiyatımız içinde dikkat çeken nasihatname, pendname ve siyasetname geleneğine modern zamanlarda dikkat çekme niyetinde olan bir kitaptır. Neden? Çünkü modern zamanlar, bireyselliği öne çıkartırken insanları da yalnızlaştırdı… Bunu hepimiz gözlemleyebiliyoruz. Dostların, rehberlerin ve mürşitlerin yerini yaşam koçları ve psikologlar alarak yeni bir istihdam alanı ortaya çıktı. Rehabilite olmak için içinde biriktirdiğin dertleri birilerine anlatman lazım; o senin sırrını saklayacak ve sana bir ufuk verecek… Bu güzel; lakin mesleklerden bir meslek haline gelerek bir kazanç kapısı oldu. Bu ne demektir? İnsanın kendi mahrem dünyası nesnelleşip, üretim ve tüketim kıskacı altında ele alınıyor demektir.
İnsanı tüketmektir bu… İnsan tükeniyor. Dertleşecek, meselelerini istişare edeceği, huzurunda rahatlayacağı bir akıl arayan insan, tüketimin bir parçası haline geldi. Bunun yanında hızla artan kişisel gelişim kursları, yoga, parapisikoloji gibi Uzakdoğu dinlerinin ve geleneklerinden, Kabala’dan ve yeni çağın ruhçu tarikatlarından esinlenerek artan ruhçu ve maneviyatçı akımlar kişiye kendini keşfetme hayalini verirken, kendi kendine mutlu ve huzurlu olmayı telkin ettiği iddiasında bulunurken, aslında yeri doldurulamayacak boşluklara da sebep oldu. Nereden kaynaklanıyor bu boşluk? Kendi ruh dünyamızı inşa eden kültürel kodlarımızdan ve kavramlarımızdan uzak kalış… Maneviyattan uzaklaştıkça, GDO’lu düşünceleri devşiren maneviyat koçları ve ustaları insanlarımızı kendi toprağına yabancılaştırdı. Ey Oğul Sen Sen Ol, bu yabancılaşmanın farkında olarak tutulan notlardan, yazılan mektuplardan ve düşüncelerden ibarettir.
“Oğul”, elbette yakından uzağa doğru yayılan geniş bir anlam katmanına sahiptir… Önce sözü yakınımıza söylemeliyiz. Bu bakımdan öncelikle oğlumu ve kızlarımı düşünerek, onların küresel ve tüketici yabancılaştırma çabalarına karşı, bize ait olan ilim ve hikmet geleneğiyle bağlarını kurmalarını amaçladım. Biraz olsun, aklın ve gönlün kodlarını değiştiren, dolayısıyla düşünceyi obezleştiren GDO’lu maneviyat okullarına karşı, onları zikretmeden dikkat çeken… Ve az da olsa N. Machiavelli’nin Prens’iyle çizilen “amaca giden yolda her şey mubahtır” bakışının ortaya çıkardığı arızalara atıfta bulunarak, bize ait ilkeleri hatırlatma çabası var. Kendi toprağımızda, organik düşünceler geliştirmeliyiz. Kendimiz olmak için bu çabaya ihtiyacımız var.
Evet, bir geleneğe bağlı kalarak, tohumu Gazzalî, Attar, Mevlânâ ve Hakîm Senâî gibi bilgelere ait fikirlerden devşirilen, onların izinde giderek yazılan mektuplar, tutulan notlardır bunlar. Bugün her bakımdan saflaşmaya, kendi kökleriyle beslenerek yenilenmeye ve zamanın ruhunu buradan anlayarak yarınları inşa etmeye ihtiyacımız var. Bu anlamda Oğul Sen Sen Ol, bir dertlinin, oğulları için dertlenen bir babanın düşünceleri olarak okunabilir.