Tamburi Cemil Ekolünün Son Temsilcisi: Necdet Yaşar

24 Ekim 2017

Eski mûsikî lisanımızı ve nadide makamları harfiyen bilen, bilmenin yanında onu dinlemekten ve çalmaktan fazlasıyla haz alan, son yarım asra damgasını vurarak, ustalarından öğrendiği üstün saz bilgisi ve tekniği ile genç kuşağı etkileyen, İstanbul beyefendisi kişiliği ve tavırları ile hemen herkesin sevip takdir ettiği,  Tanbûri Necdet Yaşar’la sizin için sohbet ettik.

 

Gaziantepli olduğunuzu ve Nizip ilçesinde doğduğunuzu biliyoruz. Adliyede katiplik ve dava vekilliği yapan babanızın geniş bir de plak koleksiyonu varmış. Babanız sayesinde mi müziğe ilgi duydunuz? Bize biraz anne ve babanızdan bahsedebilir misiniz?

Evet, babamın sayesinde diyebilirim, çünkü onun öyle meraklı oluşu, plakları getirerek evimizdeki borulu gramafon da çalması hiç olmazsa benim için ilk müziğe yönelişler, algılamalar, güzel şeyleri sevmek bakımından bir zevk oluşumu bakımından son derece faydalı oldu. Annem, herkesin annesi kendisi için mukaddestir. Şüphesiz. Fakat biraz rahatlıkla onu met edebilirim.  Şöyle ki, biz 4 erkek kardeşiz. 3 tane anasız babasız kız çocuğunu da ayağında salladı. Bebekken. Yetişmiş olarak değil. Onları büyüttü, evlendirdi. Topluma kazandırdı. Öyle bir annelik yaptı. Ölümünden sonra 70 gün tam evimiz doldu, boşaldı. Toplum onun bu inanılmaz şefkatine toplumda gereken cevabı verdi.

 

Nur içinde yatsınlar... Çocukluğunuzda Âşık Veysel’i dinleyip bağlama çalmaya başlamışsınız. Peki, tanbûra geçişiniz nasıl oldu?

20 yaşında yani 1950 yılında, İstanbul radyosuna geldik. Gaziantepli gençler, Antep’in kurtuluşu dolayısıyla Antep türkülerini çaldık. Ortaokulda, lisede bağlama çaldım. Henüz daha tanbûra başlamamıştım. Sonra Mesut Cemil’i dinleyerek tanbûra yöneldim. Şöyle böyle, çok kısa sürede toparladım diyebilirim. Elim yatkındı. 1953’de de burada Mesut Cemil’in klasik korosuna tanbûri olarak girdim. Niyazi Sayın’da Neyzen olarak geldi. Onunla da ilk tanışmamız böylece 1953 yılında burada başlamış oldu. Mesut Cemil’in ölümüne kadar geçen 10 yıl içerisinde biz ondan öğrendik de öğrendik. Neler neler öğrendik. Onu da genç kaybettik babası gibi. Ama kâh arkadaş gibi olduk. Kâh baba evlat gibi olduk. Yani onunda böyle unutulmaz bir beraberlik, sevgi, muhabbet, baba, evlat ilişkimiz oldu. Nur içinde yatsın. Elde ettiğim her şeyi baba oğul Cemil’ler sayesinde ettim. Minnetim sonsuzdur.

 

O zaman, 1950’de İstanbul üniversitesinde İktisat Fakültesinde okuduğunuz günlerde mi tanbûra geçtiniz?

Evet.

 

İstanbul’a üniversiteyi kazanıp mı geldiniz?

Evet. Yani tanbûra geç başlamış oldum ben. Tanbûra, düşünüyorum, 20 yaşında başlamış oldum, tanbura ve klâsik müziğe. O zaman tabi bizim konservatuar var mıydı, yok muydu onu da bilemiyorum. Gidecek, orada tahsil yapacak halimiz yok idi.  Ama süratle toparlandım. Dediğim gibi Mesut Cemil’in korosunda her şeyi adeta öğrendik.

 

Bağlamayı kimden öğrendiniz?

Bağlamayı kendi kendime öğrendim.

 

Nevzat Atlı yönetimindeki koroda dikkat çekip, 1953’de Mesut Cemil’in önerisiyle İstanbul radyosu Türk müziği korosu sazendeleri arasına katılmışsınız. O günlerden biraz bahsedebilir misiniz?

1953’de geldik. Ben bir tanbûr taksimi yaptım. Mesut Cemil’de lojmanda o zaman. Çok ünlü efsane isimler, misafirleri ile yiyorlar, içiyorlar. Birdenbire meraklanıyor. “Bu kim” diyor. “Bu ben miyim, babam mı?” diyor. İşte orada Alaattin Yavaşça ağabeyim temaruz etmiş, onun meclisine girmişti.  “Bu öğrenci daha hemşerim benim, Antep’li” falan deyince Mesut Cemil inanamıyor. “Bu en az 50 yaşında olmalı beyler, kusura bakmayın, ben gidip bakacağım” diyor. Aşağıya büyük stüdyoya geldi. O tanbûru çalan kim diye. Sarıldım, elini öptüm. Sanat hayatım böylece başlamış oldu. 53’de dediğim gibi onun klasik korosuna Niyazi Sayın ile beraber oturduk, ölümüne kadar geçen 63 yani 10 yıl böyle beraber deminde dedim ya öğrendik, öğrendik, öğrendik, öğrendik.

Mesut Beyi biraz anlatabilir misiniz bize?

Mesut Cemil Bey dediğim gibi, burada büyük stüdyoda 10 yıl onunla klasik koroda olduk, deminde demiştim Niyazi ile beraber. O bir defa aruza son derece hâkimdi. Onun güfte okuyuşları, aruzla şiir okuyuşları, yani kimse gücenmesin bana bugün, öyle birisine hiç rastlayamıyorum. Yani babasının oğlu olarak, Türk müziği bilir, Batı Müziği bilir, viyolonsel çalar. Halk Müziği bilir. Bağlama çalar. Dediğim gibi klasik müziği bize anlatır. Yorumlar, güfteler okur. Açıkçası ben şahsen ondan o kadar çok şey öğrendim ki anlatamam.

 

Mesut Cemil bana şöyle demişti. “Necdet, babamın mızrap vuruş şeklini eğer kullanırsan seni artık kimse tutamaz.”

Mesut Cemil’den öğrendiğiniz tanbûr icra teknikleri arasında en önemli bilgi hangisiydi.

Mesut Cemil bana şöyle demişti. “Necdet, babamın mızrap vuruş şeklini eğer kullanırsan seni artık kimse tutamaz.” “Yani” dedim. “Yani tanbûriler mızrabın sivri burnu ile vuruyorlar. Evet, ajilite elde ediyorlar. Ama fazla bir derinlik, fazla bir şey elde edemiyorlar. Ben de gençliğimde çağırdılar babamın plakları altın paraya satıldı. Gel sen de doldur dediler. Gittim plak şirketine plaklar doldurdum. Baktım babamın o sevdası çıkmıyor bir türlü. O zaman anladım. Kadı Fuat efendinin tarifinden anladım ki, Mızrabın bütün geniş ağzı ile vurulursa ancak öyle bir ses çıkar. Bu seferde ajilite yapılamıyor. Hem ajilite yapmak için geniş birazda vuracaksın. Hem o sedâ’yı yakalayacaksın. Hem de ajilite yapacaksın. İşte bunu yaparsan seni kimse tutamaz.” Demişti. Nur içinde yatsın. Ne çalıştım, ne çalıştım, anlatamam.

 

Bunu başarmışsınız da.

Çok şükür başardım. Şu bakımdan başardım. Eskiden tanbûr dediğim gibi, az sesli bir saz gibi, saz heyetinin arasında kaybolurdu. Fazla duyulur duyulmaz, öyle bir durumdaydı. Ama böyle bir mızrap vuruşu ile tanbûrdan çok güçlü bir ses elde edince, tanbûr diğer sazlarla yarışabilir hale geldi. Bugün genç kuşak, bunu öğrendi ve tanbûrda başa güreşen bir saz durumuna geldi.

Niyazi Sayın ney sazında bir ekol yaratmıştır. Kimse gücenmesin. Başlı başına bir ekol yaratmıştır. Çok duygusal, hassas bir yapısı vardır.

Sizin neyle tanburun buluşması, Niyazi Sayın ile buluşmanız nasıl başladı?

1953’de ben tanbûri olarak Mesut Cemil’in yönettiği klasik koroda oturunca tanbûri olarak, Niyazi Sayında aynı sene Neyzen olarak geldi. Böylece yan yana, birimiz onun tanbûrisi, birimiz neyzeni devamlı taksimler eder, onun yönetiminde derken böylece büyük bir arkadaşlık, dostluk başladı. Üsküdar’da ki evinde. Yıllarca Tanbûri Cemil’i talim ettik. Kapalıçarşı da devamlı Tanbûri Cemil Bey plakları arıyorduk. Ben onda olmayan bir plak bulunca söylüyordum böyle bir plak buldum diye. O ise bende olmayanı bulunca söylüyordu. Koşuyordum ona. Üsküdar’da aylar değil, mevsimler değil, nice yıllar onunla sabahlayarak Tanbûri Cemil’i talim ettik. Hiç aramızda en ufak bir kıskançlık, en ufak bir şey olmadı. Birbirimizin güzelliklerini çok takdir ettik. Bende kendisini halen çok takdir ederim. Her zaman söylerim.  Benden üstün bir sanatkârdır diye. Müstesna bir sanatkârımızdır. Allah kendisine uzun ömürler versin.

 

Niyazi Sayın hocamızda, sizin Necdet Yaşar ikilisinin icraları Sarıkız sayesinde tarihe geçti. Sarıkız’ın önemi nereden kaynaklanıyor.

Neyzen Şah ney üflerse idealdir.  Küçük neyler yani Nısfiye o kadar fazla gönüle hitap etmez. Ama bir şah ney insanın can evine hitap eder. Benim Sarıkız’da o şah neyde tanbûrun akordunu çekmek gerekiyordu. Ona da her saz dayanamayabilir. Tanbûrun göğsü patlayabilir. Benim Sarıkız’ında öyle bir dayanıklı böylece müthiş bir beraberliği imkân sağlamış oldu.

 

İkili olmanızda Mesut Cemil beyin ne gibi katkıları oldu?

Katkıları, geçmişimizde bir tahsilimiz olmadığı için, klasik korosunda onun her şeyi çok güzel, anlatıyordu, öğretiyordu. Bir ders oluyordu. Bayanlar berbere gidiyor, bu akşam Mesut Cemil’in korosu var, en şık elbiselerini giyiyor. Erkekler asla öyle boyasız bir ayakkabı ile, gündelik bir elbise ile değil, en şık kıyafetini giyiyor, burada Cuma günleri Mesut Cemil’in klasik korosu, hem ders veriliyor, hem büyük bir heyecan veriliyor. Hem eğitim yapılıyor. Öyle yaşandı. 10 yıl, ölümüne kadar geçen, 63’e kadar geçen 10 yıl, 53-63 Mesut Cemil’in klasik korosu İstanbul Radyosu’nda böyle bir şeyi bize yaşattı.

 

Peki, hocam siz Niyazi Sayın ile 1956 yılında radyoda ilk ikili taksiminizi yaptığınızda ne gibi tepkiler aldınız?

Niyazi Sayın ile ilk beraber taksim yaptığımızda büyük bir ilgi gördü. Dışarıdan da sanatseverler “Aman devam” dediler. “Mutlak devam etmelisiniz. Sizin o beraber yaptığınız şeyler çok etkileyici oluyor, siz bunu sürdürmelisiniz” dediler.  Böyle bir beraberliğimiz oldu.

 

Peki, sizin bestekârlığınız da var ama elimizdeki eser sayınız birkaç taneyi geçmiyor. Neden bu kadar az eser verdiniz?

Evet, ben bestekârlık yapmadım açıkçası. Rahmete vesile olur diye hani 3-4 semâî yaptım. Hatırlanmaya vesile olur diye ama ben bestekârlık gücümü, tanbûrun verdiği o gücü yaptım. Çünkü bütün arşivleri kurcalayınız. Öyle aynı makamda birbirinden farklı 10-15-20 tane taksim yapan sazende çok az bulursunuz.  Tanbûri Cemil, Mesut Cemil, Niyazi Sayın, başka isimler saymak istemiyorum, ayıp olmasın yani kimseyi incitmek istemiyorum ama aynı makamda birbirinden farklı getirsinler bana 15-20 tane diyelim hüzzam taksim, diyelim uşşak taksim gibi. Bestekârlık gücümü böyle göstermiş oldum.

Peki, hocam tekrar Niyazi Sayın ile dostluğunuza ve icralarınıza gelirsek, bize biraz Niyazi Sayın hocamızı da anlatabilir misiniz? Nasıldır? Biliyoruz ki çok yakın dostunuz. Çok güzel bir gönül bağınız var.

Niyazi Sayın ney sazında bir ekol yaratmıştır. Kimse gücenmesin. Başlı başına bir ekol yaratmıştır. Çok duygusal, hassas bir yapısı vardır.  Hatta bizim dostluğumuzu bozmak için, kıskananlar ona sokuldular, uğraştılar, didindiler, yapmadıkları çirkinlikler kalmadı diyebilirim. Ama ne var ki bizim o gönül bağımız o gerçek dostluk sevgimiz, çünkü aramızda asla bir madde sorunu olamaz yani para pul sorunu olamaz. Asla sen mi büyüktün, ben mi küçüktüm gibi gizli kompleks sorunu olamaz. Tanbûri Cemil, Mesut Cemil hayranıyız yani asıl şeyimiz çok tutuyor, müzik anlayışımızın yanı sıra böyle bir tarafımızda var.

 

Sizin daha çelebi, kalender yapınız var.

Tabi, Acaba diyorum, yetişme tarzımız, Gaziantep’in Nizip kazası o günün şartları daha böyle bir çileli dönemden mi geçtik acaba, toplumda hem büyük bir sevgi var, hatır gönül, hem de ufak bir şeyden silahını çeken ateşler. Amerika’nın o vahşi batı filmlerinde olduğu gibi. Silahlar ateşlenir. Gözyaşları dökülür, öyle bir ortamdan daha sonra İstanbul’a gelişimiz bambaşka bir dünyaya girişimiz, o açıdan bir farklılık olmuş oldu ama işte dediğim gibi, gün geldi, bugün Niyazi Sayın’a da sorun bakalım Necdet der başka bir şey demez. Çünkü, müzik âleminde kimse gücenmesin ama kim daha büyük, kim daha küçük kavgası olmuştur. Mevki kavgası olmuştur. Parayı çok aldın, az aldın kavgası olmuştur. Bizim aramızda hiç böyle şeyler, asla ve asla konu olmamıştır.

 

Peki, Sarıkız’ın özelliği neydi? Sarıkız ismini siz mi koydunuz tanbûra.

Evet. Sarıkız ismini düşündüm, bir saz yapımcısı, Bursa’da Mustafa Sazer, soyadı da Sazer’di. Dedim ki, “Memleketimin ağaçlarından acaba, bir tanbûr yaptırsam.” Memleketimin ağacı da, kayısı ağacı çok vardır. Bir de Hünnap Ağacı vardır. Küçük meyvesi olur, şifalı. Hünnabı gittim Birecik’te buldum. Fırat’ın öbür tarafında. Kayısıyı da bizim bahçede kurumuş bir ağaçtı. Hünnab ile kayısıyı getirerek Mustafa Sazer’e verdim. O da Kayseri’de uçak fabrikalarının, o zaman hani uçak fabrikası derken, pervaneli uçağın kanadı, Kanada’dan gelmiş bir çamdı. Kanada çamı. Böyle melez bir güzellikle birleşerek çok güzel bir saz oldu. İlk klasik koroda çaldığımda herkes dağıldı. Baktım Mesut Cemil oturuyor. “O tanbûr ne?” dedi. Dikkatini çekmiş yani. Getirdim, verdim. Çaldı. Çaldı. Ahh! orada bir düğmeye basılsaydı.  Nasıl çaldı, coştu böyle anlatamam.  Amerika’da da öğrencilerim, onu çok sevdi, beğendiler. İngilizce yellow girl yani sarı kız diye. Oradan böyle bir Sarıkız kaldı.

 


Necdet Yaşar Kimdir?

1930 yılında Gaziantep’in Nizip ilçesinde doğdu.

1953 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Müziğe bağlama çalarak başladı. Mesut Cemil'in tanbur çalışını dinledikten sonra, yirmi yaşında tanbura yöneldi. Öğrencilik yıllarında tanbûruyla Nevzat Atlığ yönetimindeki Üniversite Korosu'nun çalışmalarına ve konserlerine katıldı.

1953 yılında İstanbul Radyosu'na girdi.

1953 yılından 1963 yılına kadar Mesut Cemil'in yönettiği Klasik Koro'da tanbur çalarak, Mesut Cemil'in derin sanat birikiminden yararlandı.

1953-1980 yılları arasında 27 yıl İstanbul Radyosu'nda çalıştı.

1958'de Münir Nurettin Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra Heyeti'ne tanbûri olarak girdi.

1976'ya kadar bu topluluğun, o dönem için büyük önemi olan Şan Sineması konserlerinde tanbur çaldı. 1976'da İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'na girdi. 1983'te bu topluluktan ayrıldı.

 

Necdet Yaşar'ın 1960'lı yıllarda neyzen Niyazi Sayın'la oluşturduğu ikilinin verdiği saz mûsıkîsi konserleri Türk Mûsıkîsi çevrelerini de aşan bir ilgi uyandırdı. Bu ikilinin sadece saz eserlerinden oluşan, zaman zaman Mevlevi ayini gibi sözlü eserlerinde saza uygulandığı programları, icrada dikkate değer bir adım olarak değerlendirildi. Birbirleriyle çok iyi anlaşan, "sazlarını yenebilmiş" bu iki sanatkârın özellikle "beraber taksim" diye nitelendirilen ortaklaşa taksimleri geniş bir dinleyici kesimine ulaştı. Ortaklaşa taksim, bu çalışmalarından sonra yaygınlaştı ve bir mûsikî şekli oldu.

 

Necdet Yaşar, 1988'de sanat yönetmenliğini de üstlendiği Kültür Bakanlığı'na bağlı İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu'nu kurdu.

1995 yılının sonlarında emekliye ayrıldı. Gerek solo olarak, gerekse yönettiği topluluğun sazları ve hanendeleriyle birlikte Amerika, Kanada, İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, Finlandiya, Güney Kore, İsrail gibi ülkelerde sayısız konser ve resitale katıldı.

 

1972-1973 ve 1980-1981 öğretim yıllarında ABD'de Seattle'daki Washington Üniversitesi'nde tanbûr dersleri verdi. Türk Mûsıkîsinin makam, perde ve usûl sistemini öğretti.

 

Yaşar, bundan sonra, "Necdet Yaşar Ensemble" adı altında kurduğu küçük müzik topluluğuyla üç kıtadaki birçok sanat merkezinde ve tanınmış üniversitede konserler verdi.

Necdet Yaşar, Türk mûsıkîsinin öteki sazlarına göre, ses hacmi düşük olan tanbûrdan yüksek bir ses verimi elde etmek amacıyla, daha kuvvetli mızrap vuruşları geliştirmiş; sol el kıvraklığını mızrap vuruş şiddetiyle bütünleştirmiştir.

 

 

*: Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Klâsik Türk Müziği Korosu Müdür V.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 1,117 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.