Dile kolay tamı tamına 50 sene Türk Müziğine emek vermiş, Tülûn Korman… Yaşadığı kırıklık sadece hayata karşı değil… Türk mûsikîsinin yaşadığı kalite sorununu ifade ederken, yüreğindeki sıkıntıyı gözlerinden anlayabiliyorsunuz: “O gün müziğimizin zamanımıza gelişini sağlayan en iyi öğretme yöntemi bir meşk usulü vardı. O meşk usulünün faydası; hocanın tavrını, tarzını veyahut üslubunu alırdınız ama sonra siz kendinize oturturdunuz. Bu sizin üslubunuz olurdu, öyle bir geçiş kalmadı artık.” diyor. Mûsikînin umman gibi bir sese sahip ender isimlerinden, Korman. Sadece ses değil aynı zamanda geldiği geleneğin eğitim anlayışını öğrencilerine aktarmış bir eğitimci de…
Eşi Cahit Peksayar’ın vefatından sonra pek tadı kalmamış hayata karşı… Ancak o temsil ettiği değerler ve ruhunda barındırdığı estet bir medeniyetin zarafetiyle hâlâ bir zirve… Belki bu yüzden söylediği her sözü, her kelimeyi, her sitemi, her beğeniyi ciddiye almamız lazım…
Nebahat Konu
İlk müzikle ilgili başlangıcınız nasıl oldu?
Ailemden başladı. Annemden aldım. Annem keman çalardı. Babamda ilahiyat kısmına vakıftı. Müziğin içine doğdum.
Anne ve babanızdan biraz bahseder misiniz?
Tabi ki. Babam, Beşiktaşlı Hacı Mehmet Nuri Bey. Mekteb-i Hamidi'nin[i] ve Medrese-tül Hattatin’de sülus[ii] ve nesih hocası[iii] Güzel Sanatlar Akademisinde de süsleme(Tezyini) ve eski Türkçe yazı kısmında hoca idi. Ayrıca Yahya Efendi Dergâhı Zâkir başlarındandı[iv]. 39 yıl bu görevini sürdürdü. Çok büyük Yazıları vardı, Topkapı sarayı aldı. Sultan Ahmet’teki Alman Çeşmesinin içindeki yazıda babamın yazması. Onu da Murat Bardakçı çıkardı. Sarayda Padişahın(Sultan Abdülhamit) torunlarına Naile Sultan’ın çocuklarına sülüs ve nesih dersleri verirmiş. Babam yaşlıydı, ben 64 yaşındaki çocuğuyum. Eşini tifodan kaybedince annemle evlenmiş.
Babası Yahya Efendi Dergâhı |
Annesi Dârü'l Elhan Kemanilerinden |
Babanızdan dini müzik eğitimi aldınız mı?
Babam evde okurken ben ağzından kapardım. “Yüce sultanım, derde dermanım/bedende canım, hu demek ister” O eseri ben beş yaşında iken biliyordum. Çünkü babam okurdu hep evde. Sonra Kur’an okudum.
Babanız mı öğretti?
Şamlı bir hocadan aldım, kıraati. Hıfza çalışıyordum. Sonradan hafızlıktan vazgeçtik. Ama Kur’an’ı hâlâ elime alıp okurum. Ayrıca sesle de öğrendim. Hafız emine vardı. Hafız Hasan Akkuş’un talebesi ondan da sesle öğrendim.
Korman'ın 3 Aralık 1935'de |
Anneniz?
Annem Dar-ül Elhan[v] kemanilerinden Tahlise Hanımdı (1900 - 1 Şubat 1979). 14 yaşında babamla evlendiği zaman babam demiş ki, “bak hanım, hemen çoluk çocuk sahibi olmayalım, ben hocaları tutayım, eve getireyim, sana ders aldıralım.” Annemin de sesi güzeldi. Tabii annem bayılmış buna. İsmail Hakkı Bey ve Leon Hancıyan eve gelmişler ve anneme onlardan ders aldırmış. Sonra annemi Darü'l Elhan’a vermiş babam. Darü'l Elhan’da sultanların huzuruna çıkıp konserler vermişler. Resimleri vardı, onlar kayboldu. Annem anlatırdı. Utandık sultanlardan diye. Annemden dolayı ufakken keman sesi ile büyüdüm. Ondan sonra en sevdiğim enstrüman sesi keman oldu hep. Batıda da severim bizde de severim keman sesini. Annem ayrıca Güzel Sanatlar akademisinde tezhip dersleri de almış. Çok güzel eserleri vardı. Notayı çok iyi bilir, babamın birçok ilahisini notaya alırdı.
İstanbul doğumlu musunuz?
Hayır. Annemin Edirne’deki çok sevdiği teyzesini ziyareti sırasında Edirne'de doğmuşum, 1933’de.
Kaç kardeştiniz?
İki kardeştik. Benden büyük rahmetli Ablam Mehlika vardı. Annem hastaydı, ablam eczaneye gitti ilaç almaya gelemedi. Bir trafik kazasında kaybettim.(1920-17 Ağustos 1979) Vefatlarında annemle aralarında altı ay var.
Müzik eğitimini hep anne ve babanızdan mı aldınız?
Hayır. İlk mektebi yeni bitirdiğimde babam Saadettin Kaynak’tan ders aldırdı. Babam, mûsikînin ilâhiyat kısmından olduğu için Kaynak’la dostlukları vardı.
Saadettin Kaynak’tan kendi eserlerini mi geçtiniz?
Hayır, bana ilk olarak derse gider gitmez Zekâi Dede’nin Hicazkâr ağır semâî’sini geçti.”Gülşende hezâr nağme-i demsaz ile mahzuz.” O kadar ağır geldi ki bana çocuk olduğum için ama çok iyi oldu. O tarafım açılmış oldu. Baştan alıştım. Ağır semai, Yürük semâî. Sonra bir Isfahan Yürük Semâî geçti. Sonra kendi eserlerini geçti. Defterleri vardı, kalın kalın, onları bir Alaaddin Yavaşça’ya birde bana verdi. Annem birçok eserini de notaya almıştı. Sonra o defterler kayboldu.
Bir konser sonrası; Emin Ongan, Tülûn Korman, Cahit Peksayar |
Müzik eğitiminiz nasıl devam etti?
İlkokulu bitirip orta mektebe geçerken annem beni Beşiktaş Halkevine, Cavit Ongan Hoca’ya götürdü. Hoca daha sonra Taksim Halk Evine geçti. Biz de annemle oraya gittik. Liseye geçtiğim sene çok ısrar ettiğimden beni konservatuara başlattılar. Sonra efendim kalktık tepebaşına, O zaman tepebaşındaydı belediye konservatuarı, oraya gittik ve beni kaydettirdi annem. İmtihana girdiğim zaman beni direk üçüncü sınıfa aldılar. Ama neden? Bir sene boyunca Şefik Gürmeriç’ten ders aldım. Güzel, harika bir nazariyat ve nota hocasıydı. Ayrıca piyano eğitimimi de yine Şefik Bey’den aldım. Neyse, derken beş senelik konservatuarı iki senede bitirdim. Aşırı bir çalışma. Ne sinemaya gidiyordum ne tiyatroya... Devamlı notaların başındaydım ve hastalandı bu kız diyorlardı.
"5 ayı aşan bir sürede Türkiye’yi dolaştık ve 156 konser verdik."
Sonra?
Sonra konservatuara girdiğim sene 50 143 numaram. O sene konservatuarın haricinde İstanbul radyosunun imtihanları açıldı oraya da gittim. Sonra Mesut Cemil Bey, Cevdet Çağla, Refik Fersan’ın riyasetinde bana bir imtihan yapıldı ve 1952’de İstanbul Radyosu’na ses sanatçısı olarak girdim.
Hocalarınız kimlerdi?
Başta, Münir Nurettin Selçuk. Hocanın ilk ve tek asistanı olduğum için her şeyi bana öğretmeye çalıştı. Ondan sonra Refik Fersan ve Nuri Halil Poyraz. Üçü de beni çok severdi. Hatta son beşinci sınıfın imtihanımda Refik Hoca hüngür hüngür ağladı: “Sen gidersen ben ne yapacağım” diye. O kadar severdi beni. Allah rahmet eylesin. Münir Bey hocamla da uzun seneler beraber oldum. Hiç bitmedi beraberliğimiz.
Konservatuarı iki yılda bitirerek radyo ya girdiniz. Bu arada o iki yıl zarfında konservatuarda eğitimcilik de mi yaptınız?
Evet, Münir Bey beni asistanı olarak seçtikten sonra eğitimcilik de yaptım. Küçük sınıflara giriyordum. Yani bire, ikiye. Sonra hoca eve talebeler yollamaya başladı. Bana, “Tülûn’cuğum senden başlasınlar sonra bana gelirler” dedi. Fakat baktım fazla meşgul oluyorum. Ee genç kızlık yılları biliyorsunuz, birazda hareketliydim galiba, yerimde duramıyorum. Gittim hocama rica ettim, “ben hocalıktan ayrılayım, kendi konserlerimi vermek istiyorum.” dedim. Düşündü, “ayrılmadan da yaparsın” dedi bana, “Yok yapamam dedim.” Nihayet kabul etti, bu birinci ayrılışım, sonrasında ilk konserimi verdim. 1955 senesinde Saray Sinemasında… Ondan sonra tekrar beni istedi, dedi ki: “Tülûn’cuğum olmuyor, gel yanıma” dedi, tekrar gittim. Ondan sonra 1-2 sene daha devam ettim. Sonra bıraktım, tam mektepten ayrılmadıkça olmayacak bu iş ama uzaklaşmadık, biraz küstü bana, bir müddet öyle devam etti. Sonradan telefonlaştık, “gel bir sarılayım” dedi. Gittim, öpüştük. Velhasıl tekrar hoca ile beraber oldum ama hocalığa da devam etmedim.
Devlet konservatuarına nasıl başladınız?
1966 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin kurucusu Ercüment Berker’den mektup geldi. Nevzat Atlığ’da Devlet Korosunu kuruyordu. Ondan da Necdet Yaşar bana haber getirdi. “Tülûn’cuğum beraber olacağız” diye ben oturdum, düşündüm taşındım. Konservatuarda arkadaşlarımda vardı beraber oluruz diye oraya gittim. Yani Nevzat Atlığ’a gitmedim ama Devlet Korosunun konserlerine gidiyordum, tabi seyirci olarak. Sonra Devlet Konservatuarında 20 sene hocalık yaptım.
Konservatuardan arkadaşları ile Soldan sağa: Güher Güney, |
Hangi derslere giriyordunuz?
Repertuar ama ilk seneler solfej, nazariyata da girdim. Fakat repertuarı sevdiğim için ayrıldım, repertuar dersi verdim. 20 sene hizmet ettim.
Peki, Radyo’da ses sanatçısı iken aynı zamanda Konservatuarda öğretim görevlisi olmanız sorun olmadı mı?
Radyodan emekli olduktan sonra konservatuara başladım. O nedenle sorun olmadı benim için zevk oldu. Çünkü beraber çalıştığım hocalar Dr. Alâeddin Yavaşça, Bekir Sıtkı Sezgin Hoca ile odalarımız yan yanaydı. Ben repertuar, Tülin Yakarçelik solfej, Güher Güney ve Belkıs Aran şan hocalarıydı. Bir de Neriman Tüfekçi Halk müziği dersine giriyordu. Bugün yeri doldurulamayacak çok iyi hocalarla birlikteydik. İmtihanlarımız, derslerimiz zevkli geçerdi. O yıllarımı hiç unutamam. Bekir Sıtkı Sezgin Hocayla her gün beraberdik. Odama gelir konuşurduk. O yıllar benim için çok güzel geçti.
Münir Bey’den başka faydalandığınız hocalarınız oldu mu?
Oldu tabii. Nuri Halil Poyraz’dan da epey repertuar aldım. Refik Fersan’dan da. Onları unutamam birde Sadi Işılay. Sadi Işılay çok fazla emek verdi bana. Çünkü seanslarımda da çalıyordu. Beş sene hiç ayrılmadan çalıştık onunla.
Nasıl bir çalışma sisteminiz vardı?
Sadi Bey seanslarından çıkınca, Radyodan Beşiktaş’a inip öğle civarı bana gelirdi. Aklına bir eser gelmişse onu geçerdi bana. Çünkü Sadi Bey’in hocası da, Münir Bey’in hocası. İkisi de aynı kişilerden yetişme.
İsimlerini söyleyebilir miyiz?
Bestekâr Ziya Bey, Zekai Dede’nin oğlu Ahmet Irsoy, Leon Hancıyan. Hocanın çok hocaları vardı. Mesela bir eseri verdiği zaman şu koldan geliyor, bu koldan geliyor diye söylerdi. Zekâi Dede’nin oğlundan aldığım, Ahmet Irsoy’dan aldığım gibi, vs..Yani birçok kişiden meşk etmiş. Zaten öyle oluyor bu. Meşk sistemiyle zamanımıza intikal ediyordu eserler.
Batı müziği ile ilginiz nasıl oldu?
Batı müziğini seviyordum, sesimde gidiyordu. Konservatuar yıllarında Şan hocası Madam Rozenthal’dan şan eğitimi alıyordum. O, “Ben seninle özel uğraşayım da seni opera ya yazdıralım. Sen isim sahibi olacaksın bu işte” dedi. Ben tabi çok heveslendim. Fakat Münir Bey bir gün bana mani oldu. “Senin seansını dinledim. Sen biraz değiştirmişsin okumanı”. “Ne gibi hocam” dedim. “Ses kullanışın batı ya dönük olmuş. Yavrum sana bir şey söyleyeceğim her şeyi yap, bunu yapma. Aynı benim tarzımı yürüt. Çok rica ediyorum bunları bırak” dedi. Sonra ben Madam Rozenthal’a gittim. “Hocam müsaade etmiyor” dedim. Madam çok kızdı. “Ben telefon ederim hocaya” dedi. “Aman etmeyin büsbütün bana darılır” dedim. Yalnız ağladım günlerce. Hocamı çok sevdiğim için kıramazdım. Onun için batıyı bir tarafa bıraktık. Zaten babam da karşı çıkmıştı. “Hiçbir şeyine mani olmam fakat bizim müziğimizden ayrılmayacaksın.” Demişti. Yani iki taraftan, evvela babamdan sonra hocamdan karşı çıkılınca olmadı.
Korman, Münir Nurettin Selçuk'un, tek ve ilk |
Tavrınızla ilgili hassasiyetinizi ve daha sonraki yıllardaki sürecinizden de biraz bahseder misiniz?
Daha sonraki yıllarda hep Münir beyin sesi kulağımda olarak ders verdim talebelerime. Hiçbir zaman sesi kulağımdan gitmemiştir. Zaten konserlerde de eve geldiğim zaman hocanın arkasında biz bir gruptuk, yedi tane kız, bizi çıkartırdı beraber, gece yattığımda onun sesiyle beraber uyurdum. Aşk işte bu... Müzik varken evlenmeyi hiç düşünmedim. Zaten de 35 yaşında evlendim.
Sizin bir de İstanbul Radyosunda şeflik döneminiz oldu. Hangi yıllardı? Kaç yıl devam etti. Biraz bahseder misiniz?
Radyo da rahmetli neyzen Ulvi Erguner, bir gün beni odasına davet etti. Gittim. “Tülûn Hanım, ben sizde bir yöneticilik görüyorum. Onun içinde sizi koroya şef olarak”, “Ah dedim Ulvi Bey yapmayın” dedimse de, “yok” dedi. Erkeklerden de “Muzaffer Birtan’a vereceğim” dedi. İki tane koro. Beraber ve solo şarkılar adı altında. Muzaffer Birtan’la beraber 1967 senesinde biz” beraber ve solo şarkılar”a başladık. Ben O’nun korosunda okuyordum, o benim koro da okuyordu. Gayet arkadaşça kıskançlık olmadan sürdürdük. Sonra Muzaffer ‘çiğim hasta oldu, ayrıldı. Ben 1986 yılına kadar, Radyo’dan emekli olana değin devam ettirdim. Sonra ayrıldım, mektebe geldim, şefliğime yine devam ediyordum. 20 küsur yıl vardır, devam ettim. Eşimi kaybettikten sonra açıkçası hiçbir şey istemedi canım; hocalık istemedi, şeflik istemedi. Ama toplamı yine 50 sene hizmet ettim mûsikîye
Sizin Recep Birgit’le beraber okuduğunuz eserin hikâyesi nasıl oldu?
Sesimizin tonu uyardı. O baritondu ben sopranoydum. Recep Bey’le bir turne yapmıştık. Turnede son eser olarak beraber bir eser okurduk. Onun içinde de en çok yakışan “Gel ey denizin nazlı kızı” eseri oldu. Onunla meşhur olduk.
Birlikte icrada bulunduğunuz sanatkâr arkadaşlarınızdan sizi en çok etkileyen isimler kimlerdi?
Radyo ya başladığım yıllarda Sabite Tur Gülerman vardı, Raife Erten, hocaydı aynı zamanda. Media Demirkıran bunları severdim. Onlardan da sevgi gördüm hep.
Türkiye’de hiçbir sanatçının yapmadığı sayıda konser içeren bir turneniz olmuş, bu turneden biraz bahseder misiniz?
Tabii. 1960 yılında yurt içinde Edirne'den Kars'a, Samsun'dan İskenderun'a kadar çeşitli illerde 5 ay 10 gün süren bir zamanda Türkiye’yi dolaştık. ve 156 konser verdik.
Saray sinemasında bir konser esnasında... |
Kimler vardı ekipte?
Erol Deran, Aka Gündüz Kutbay, Rıdvan Aytan, Nihat Doğu, Nuri Gün gibi sazının çok değerli temsilcileri bizimle beraberdi. Hep birlikte 5 ay 10 gün İstanbul’a dönmeden turneyi tamamladık.
Bu süre zarfında hiç rahatsızlanan olmadı mı? Ekip hep aynı mı devam etti?
Arada bir arkadaşlarımızdan gidenler, onların yerine yine İstanbul Radyosundan gelenler oluyordu. Fakat biz hiç dönmeden devam ettik. Bu bizim çok tekâmül etmemize neden oldu. Çünkü halk psikolojisini öğrendik, memleketimiz hakkında birçok şey öğrendik. Sonraki zamanda radyo ile birlikte konserlerimiz devam etti.
Sizin Zeki Müren’le de dostluğunuz vardı. Biraz bahsedebilir miyiz?
Zeki beni çok severdi. Onunla radyoya girişimiz aynı zamanlardır. Nevzat Atlığ programlar yapardı, o programlarda bizi eşleştirmişti. Zeki’yle bende eştim. Mesela ben şehnaz divan okurdum. O muhayyer divan okurdu. Böyle halk huzurunda konserler yapardık. Oradan da bana çok alışık. Çok fazla bir beraberliğimiz yoktu ama gizli bir saygı, sevgi vardı aramızda. Hiç saygısını bozmadı. Nerede görse aynı saygıyla gelir, koşarak elime sarılır, yani terbiyesi öyle sahte değildi. Benim eşimin de Bursa’dan sınıf arkadaşıymış. Ama ondan çok beni arardı. Telefon eder devamlı bana sahneden tanıdığı kişileri sorardı: “Onlarda afiyetteler mi?” “Afiyetteler Zeki ‘çiğim, merak etme” derdim. Bodrum'da iken sinirleri çok bozuktu. Yanındakilerin onu rahatsız ettiğini söylüyordu. Bahçıvanı mı? Temizlikçisi mi? Artık bilmiyorum. Diyordum ki, “Yazın ben Bodrum’a geleceğim, mutlaka seni ziyaret ederim”. “Ah bana çok evvelden haber verirsen tertibat alayım” derdi. Bizi dinlemesinler diye. Benimle daha rahat konuşmak için. Çalışanlara izin mi verecekti, ne yapacaktı, bilmiyorum. Öldürecekler diye çok korkuyordu. Yalnız bir keresinde, “benden devamlı para istiyorlar ” demişti. Para, hem dost hem de düşman.
Zeki Müren ile yakın arkadaştı... |
"Zeki Müren, son zamanlarında Bodrum'da iken sinirleri çok bozuktu. Yanındakilerin onu rahatsız ettiğini söylüyordu. Bahçıvanı mı, temizlikçisi mi? Artık bilmiyorum."
Sizin Sheraton da yapmış olduğunuz programlar nasıl başlamıştı?
“Gelse o şuh meclise”. Programından bahsediyorsunuz. O’nun adını da Betül Mardin koydu. Bizim Sheraton da ki bir arkadaşımız müdürdü orada. O böyle bir şeye başlayalım dedi eşim Cahit Peksayar’a. Cahit Bey’de, “isim babası Betül Hanım olsun” dedi. O dönemde Betül Hanım bizimle çok meşguldü sağ olsun. O koydu “Gelse o şuh meclise” diye. Sanatsever zeki bir insandı.
Nasıl bir program akışı vardı?
Evvela koro çıkıyordu. Ondan sonra korodan bazı sesler tek tek okuyorlardı. Koro, on erkek on kızdı. Sonra onlar solist oldular. Sonra bir solist çıkıyordu Serap Mutlu, Recep Birgit, Mediha Şen Sancakoğlu, Şecaattin Tanyerli gibi… Sonra fasılla bitiyordu. Merhaba salonunda, pazartesi geceleri yapıyorduk en ölü geceyi seçmiştik ve doluyordu da. Bizi izlemeye gelen seyirciye şarkı ile birlikte usul bile öğretiyordum. Çok beğenilen bir program olmuştu. O zamanın reisi cumhurlarına dahi konserler verdik. Özal’a, Evren Paşa’ya…
Sheraton'daki konserlerde dönemin Cumhurbaşkanı |
50 yıl önceki klasik müzik kavrayışı ile bu günkü klasik müzik kavrayışını nasıl değerlendiriyorsunuz farklılıklar neler sizce?
Bugün müzik anlayışı değişti bir defa. Yadırgıyorum, üzülüyorum. Bayağı üzülüyorum hem de. Çoğu zamanda dinlemiyorum başka çare yok. O gün müziğimizin zamanımıza gelişini sağlayan en iyi öğretme yöntemi bir meşk usulü vardı. O meşk usulünün faydası; hocanın tavrını, tarzını veyahut üslubunu alırdınız ama sonra siz kendinize oturturdunuz. Bu sizin üslubunuz olurdu, öyle bir geçiş kalmadı artık.
Önce kulak olmak lazım değil mi?
Haa! bravo. Alışacak kulak, o nağmelere alışacak. Ben bunun hükümet tarafından desteklenmesini istiyorum. Bakın bir AKM’miz vardı o bile gitti. Ayrıca gençlere çalışmanız yeterli olana kadar çalışın derim. Çünkü, müzik çalıştıkça insanın içine giren bir şey. Ben bir solo okuyacağım zaman bir hafta öncesinden başlardım sabahtan. Öğleden sonra iki defa, akşamüstü üç defa öyle devamlı çalışırdım ertesi gün yine aynı şekilde. Bakardım sonunda kendime mal olmuş durumda. Birde bestekâr hayatını tetkik etmeden o müziği yapmamak lazım. Hangi bestekâra ait verdiyse hocam bana mesela “Tülûn’cuğum, Zekai Dedenin Hicazkâr Yürük Semâîsini oku” derdi, hemen Zekai dedenin hayatına bakardım. Nasıl geçmiş, neye inanmış, neler yapmış ona göre. Bütün bestekârlarda acı var zaten.
Yetiştirmiş olduğunuz öğrencileriniz kimlerdi?
Sami Aksu, Melihat Gülses, Selim Güler, Gökhan Özen, Belgin Ahun, Tuğçe Pala, Çiğdem Kırömeroğlu, Teoman Özselçuk, Asuman Aslım, Dilek Türkan ve adını hatırlayamadığım birçok öğrencim var.
Şair Ümit Yaşar Oğuzcan'ın kendi el yazısıyla |
Günümüzde beğendiğiniz sanatçılar kimler?
Serap Mutlu, Güzin Değişmez, Melihat Gülses, Murat Irkılata’yı ve topluluk olarak Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu’nu ve Topluluk şefi Murat Salim Tokaç’ı da çok severim. Bir de Taylan Kendirliyi beğenirim.
Eşiniz keman sanatçısı Cahit Peksayar’la nasıl tanıştınız?
Cahit beyle turnede beraberdik. O da benim sesime hayranmış. Sadi Işılay Bey ameliyat için Londra’ya gitti. Geldiğinde uzun süre çalamadı. O vakit Cüneyt Orhon seanslarıma Cahit Beyi koydu. O da yeni yetişiyor. Çok kaynadık birbirimize iyi bir arkadaşlığımız oldu. Yani on sene arkadaşlık devam etti. Evliydi o zamanlar. Fakat ayrılmış sonradan. Geldi, “Ben alıştım, ayrılamıyorum, buna bir çare bulalım.” dedi. Ben “olmaz ben evlilik lafı bile ettirmem” dedim. Dememe kalmadı, annem dedi ki “Ben hayatta iken, “Senin evlendiğini görmek istiyorum. Bak bu adamla da çok iyi anlaşıyorsun, sen keman seversin, bu da keman çalıyor. Bunu kırmada bende göreyim”. Dedi. İşte ondan sonra 35 yaşında Cahit beyle evlendim.(14 Şubat 1973) Annem yatakta gördü. Felçli bir vaziyette yatıyordu. Yani. Evlendim ama pişman olmadım evlendiğime.
Tülûn Korman'ın Eşi Kemani |
Eşinizle kaç yıl beraber oldunuz?
27 sene beraber olduk. Çok kıymet bilen, çok hürmetkâr bir insandı. Hiç hayvan sevmeyen, alışık olmayan insan benim yüzümden kedi ile yattı. Çünkü ikimiz yatarken kedi de ortamızdaydı. Hiç bir şeyime hayır demedi. Çok güzel refakati vardı. Fevkalade bir eşlik sazıydı, nefes alışımdan anlar ve uyardı. Çok espritüeldi. Aniden kalp krizinden 1 Nisan 2000 senesinde kaybettik.
[i] Osmanlıda pek çok örneği olan özel okullardan biri.
[ii] 1914'de "Medresetül Hattatin" adı ile açılmış hat okulu.
[iii] Bir yazı sitili.
[iv] Zikredenlerin başı.
[v] 1917'de İstanbul'da kurulan ilk resmî müzik okulu.
Tülûn Korman'ı anlattılar..
Mehmet BARLAS
Gazeteci-Yazar
“Nağmeleri Hâlâ Kulağımda Çınlayan Diva…”
İstanbul’da Beşiktaş’ta yaşayan müzik sever bir ailenin evladı Tülûn Korman. Annesi keman çalıyor, babası dini müzikle haşır neşir… Ve kızlarına okul çağına geldiği andan itibaren müzik dersi aldırıyorlar. Lise yıllarında Konservatuar’a giriyor. Münir Nurettin Selçuk ve Şefik Gürmeriç yanında, Refik Fersan, Nuri Halil Poyraz, Sadi Işılay da Tülün Korman’ın hocaları arasında yer alıyor. Beş senelik konservatuarı iki senede bitiriyor ve Konservatuar İcra Heyeti’ne alınıyor. Bu sırada sınavla İstanbul Radyosu’na da kabul ediliyor. 1967’ye kadar solist olarak görev yaptığı İstanbul radyosunda, onun yeteneklerini gören Ulvi Erguner tarafından koro şefliğine getiriliyor. Tülûn Korman’ın meslek yaşamının başlangıcından kısa notlar bunlar. Benim için Tülün Korman, klasik besteleri kendi üslubunda ustaca yorumlayan, Recep Birgit’le yaptığı düetlerin nağmeleri hala kulağımda çınlayan bir divadır. Benim için Tülûn Korman evimde ağırlamak onuruna sahip olduğum, evine gidebildiğim aziz bir dost, içten bir insan ve sevgi dolu bir sanatçıdır. Bugün bilinen solistler Tülûn Korman’ın adı geçtiğinde bir imtiyazı vurgular biçimde “O benim hocamdır” derler.
Bu yazıyı yazarken İPod’umdan Tabi Mustafa Efendi’nin “Ben gibi sana aşık-ı üftade bulunmaz” Hüseyni Yürük Semaisini Tülün Korman’dan belki 100’üncü defa dinliyordum…
Her zamanki gibi “İyi ki Tülûn Korman var” dedim bestenin sonunda…
Serap Mutlu AKBULUT
Ses Sanatçısı
“San’at’ta genç kızlık idolümdü.”
Tülûn Korman’ı 1965’de İstanbul Radyosuna girip onu stüdyo kapısında gördüğüm andaki heyecanımı anlatamam. San’at’ta genç kızlık idol’üm dü o. Kendisinin de gösterdiği ilgi ile yıllardır kurulan bir dostluk ve arkadaşlık bugüne kadar devam etti. Dost ve arkadaşlarını titizlikle seçen bir kişiliği ve sevdiği kişileri daima ilgisi ve hediyeleri ile ihya eden cömert bir yapıya sahiptir. Korman’ın gönül kapısını aralamışsanız ardındaki sevecen şahsiyeti görebilirsiniz. Aşağıdaki naçiz dizelerimde anlatmaya çalıştığım, uzun yıllar çok başarılı solist, koro şefi, ve hoca olarak Türk Müziğine hizmet verdi.
Melihat GÜLSES
Ses Sanatçısı
“Repertuar bilgisi ve şefliği eşsizdi.”
Konservatuar yıllarında tanıdığım, kendisinden çok şey öğrendiğim ve talebesi olmaktan onur duyduğum çok değerli bir hocamdır. Onu kelimelerle ifade etmek ve üç beş satıra sığdırmak tabi ki zor… Musiki bilgisi ve hocalığına, disiplin ve titizliği de eklenince çok özel talebeler yetiştirmesi de kaçınılmaz olur. Hocalığının yanı sıra hazırladığı repertuarları ve korodaki hâkimiyetiyle radyomuzun en önemli şeflerindendir.(O koroları çok özlüyorum) Çok güzel ve geniş sesiyle ayrıca düzgün üslubuyla okuduğu eserlere can katan, değerli büyüğüme uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum. Ayrıca üzerine şiirler yazılan pamuk ellerinden öperim.
Tülin YAKARÇELİK
İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Öğretim Görevlisi
“İcra geleneğinde reform yapmış bir sanatkârdı.”
Biricik kardeşim, dostum Tülûn Korman, Türk mûsikîsinin icrasında klâsik formasyonu tamamıyla özümsemiş en büyük formdaki eserleri en güzel şekilleriyle dinleyicisine ulaştırmış ama bunların yanında batının teknolojisini ustalıkla kullanarak icra geleneğinde reform yapmış bir sanatkârdı. Çok enteresan bir yönü de özel bir eğitim almadığı halde Türk Mûsikîsinde fevkalâde denilebilecek şekilde iyi bir koro şefi olmasıydı. Öğreticiliği sevmediğini söylese de ben birçok repertuar hocasıyla çalışmış biri olarak onun ne kadar mükemmel bir eğitimci olduğunu yakından gözlemlemişimdir.
Onun dostluğunu kazanmak hiç kolay değil. Ama bir kere kazanırsanız ömür boyu güvenilecek şefkat dolu ve güzellikleri size fark ettiren bir dostunuz olur ki, bu her şeye değer.
Bu güzel bir söyleşi için …
Bu güzel bir söyleşi için Nebahat Hanım'a teşekkürler.
Evet, Tülûn Korman Türk Sanat Müziğinin gerçek Divasıydı. Bu fırsatla bir kez daha ona Tanrıdan rahmet diliyorum.
Yeni yorum ekle