"Şarkı Söylemek Bağırmak Demek Değildir"

22 Aralık 2020

                                                                                  

“Gençler Türk Müziğini egzajere etmesinler, yani arabesk yoruma kaçmasınlar. Türk Müziği kendi üslubu içinde yorumlanmalıdır. Aksi halde hiçbir işe yaramaz. Bağırmak şarkı söylemek değildir. Eseri tahrif etme, şarkının özünü değiştirme, kendimize göre güzel bir yorumla eseri tanınmayacak hale getirme hakkımız yoktur. Olamaz da. Aksi halde bestecilerin ölmüş ruhunu zedelersiniz” diyen Türk Müziğimize 62 yıldır sesiyle, tavrıyla hizmet eden, yaşayan efsanelerimizden Sayın Mustafa Sağyaşar ile sizin için sohbet ettik.

 

                                                                                                                      Nebahat Konu

 

 

Bize biraz yetiştiğiniz iklimden ve ailenizden bahsedebilir misiniz?

25 Aralık 1932 yılında Adana’da doğdum. Annem Adana’nın yerlisi, babam Van göçmenlerinden bir esnaftı. Şöyle ki; hem hazır mobilya satardı, hem de tekel bayii idi. Aynı zamanda da av malzemeleri (tüfekler, fişekler, barut) bayisiydi. 3 erkek, 2 kız olmak üzere 5 kardeştik.  Ben üçüncüyüm. Bizim çocukluğumuzda Adana’da malum müzik faaliyetleri pek fazla yoktu. İlk defa müzikle tanışma imkânım ortaokul yıllarında, dinleyerek oldu. Adana’da büyük saatin hemen yanında “Görsev Kardeşler” diye bijuteri, parfümeri, kolonya, plak satan bir yer vardı. Plak satardı ve plağın sesini açar, gelen geçen herkes duyardı. Yani aleni bir reklamdı yaptığı. Bizim mahalleden çok yakın arkadaşlarımla okulda bir grubumuz vardı, 12-13 kişilik bir grup, mutlaka bunun en azından 7-8’ i her gün bir araya gelir oraya gider, “Yeni plak var mı” derdik. Varsa hemen bize çalar veyahut da o bize haber gönderirdi: “Çocuklar gelsin, yeni plaklar geldi” derdi. O zamanki sanatçılar; tabi başta rahmetli Münir Nurettin Selçuk, Safiye Ayla, Mustafa Çağlar, Necmi Rıza Ahıskan, Hamiyet Yüceses, Mehfaret Yıldırım, Müzeyyen Senar, Perihan Altındağ, daha sonraları Lütfi Güneri, Ahmet Üstün, Nevin Demirdöven gibi. Biz bunları dinlemeye koşardık. Bu arada Adana’daki evimizde yakınlarımız, konu komşu 15 günde bir toplanırdık. İlle bana 15 gün sonraki toplantıda yeni bir iki şarkı ile geleceksin diye şart koşarlardı, adeta ben mahcup olmamak için bir şarkı mutlaka hazırlardım. Tabii sesimin o zaman ki özelliğini bilmiyorum ama Münir Nurettin’in sesi bana daha yakın gelirdi. Tenor olduğu için ben daha çok Münir Nurettin dinler ama Müzeyyen Senar’ı Perihan Altındağ’ı da hiç ihmal etmezdim. Hepsine Allah rahmet eylesin hakikaten çok büyük değerlerdi. Sanat taklitle başlar sözüne ben de uydum. Münir Nurettin’den duyup aynı onun gibi söylemeye başladım. Böyle böyle yıllar geçti. Orta mektepten sonra liseyi Adana’da okudum.

Lise yıllarında müziğe ilginiz daha da artmıştır.

Image

Evet tabii. Bir arkadaşım vardı Tekin, bir gün dedi ki; “Ben bir gramofon getireyim, elimde epeyce plak birikti, hem de yeni bir plak var Münir Nurettin Selçuk’un, onu dinleyelim.”  “Olur” dedim. Bizim 3. kanaldan sonra bir bağımız vardı orada bir kayısı ağacının altına kilim serdik, uzandık. Münir Nurettin Selçuk’un son çıkan plağı Şevki Bey’in Uşşak şarkısı “Esiri zülfünüm ey yüzü mahım/Gece doğmuş benim bahtı siyahım” eserini hiç unutmuyorum 32 defa üst üste dinledim ve hayran oldum. Uşşak makamı zaten âşıklar makamıdır hemen insanı sarar o duygu seline götürür. 15-16 yaşlarında tam bizim de duyguların yoğunlaştığı zamanlarda böyle başladık. O eserler bir nevi müziğe daha çok bağlanmamın başlangıcı, aşılanma dönemi oldu adeta.

Ailenizde müzikle ilgilenen var mıydı?

Rahmetli abimin sesi çok güzeldi. Ondan ilk defa “Seni sevda çiçeğim tac-ı ser’im” isimli şarkıyı dinlerken böyle mest olduğumu hatırlarım. Daha sonraları, Halkevinde müzik kolu vardı. Oraya devam etmeye başladım.

İlk hocanız kimdi, kimlerden feyz aldınız?

Rahmetli oldu. Mahmut abi vardı, belediyede çalışıyordu, ud çalardı. Galip Ongül; keman sanatçısıydı hem de ud çalardı. Ali isimli bir arkadaşımızda klarnet çalardı. Birkaç kişi daha vardı böyle tabii. Biz birlikte fasıl  çalışırdık. Mesela ilk orada öğrendiğim eser “Kürdîlihicazkâr “Sîneler aşkınla inler, dîdeler mahmûr olur.” eseriydi. Adana’da İstasyon Caddesi en büyük cadde idi. Halk evi ile arasına belediye birkaç hoparlör koyardı. Pazar günleri aynen radyo gibi biz adeta orada yarım saat fasıl yapardık. “Canlı Neşriyat”, o ayrı bir şevk veriyordu bize.

Bazen babam müziği sevmesine rağmen buna bir yasak getirirdi, rahmetli “Sen şarkıcı mı olacaksın?” derdi. O zamanki zihniyete göre şarkıcı-çalgıcı, düğünlerde çalıp söyleyenler olarak akla gelirdi. Dolayısıyla benim bu işlerle uğraşmamı hoş görmezdi. İşte yasaklara rağmen rahmetli annemin korumasıyla, müziği hiç bırakmadım. Annem gece eve geç geldiğimde, anahtarı bırakır veyahut hemen kapıyı açar, hep beni korur kollardı…

Radyo Sınavlarına ne zaman, nasıl girdiniz?

Image

Bizim uzaktan bir akrabamız vardı Mahmut İncirliler diye, hep rahmetle anarım. O bir gün bana dedi ki, “Mustafa ya sen radyo imtihanlarına gitmiyor musun?” dedi. “ Radyo imtihanına durup dururken nasıl gideyim?” dedim. “Oğlum her gece haberlerden sonra ilan ediyorlar “dedi. Biz o zamanlar hani haberlerle ilgimiz yok, yani var evimiz de radyomuz da var ama ben o gece radyoyu haberleri dinledim. Hatta annem de şaşırdı “Sen haber dinliyorsun” diye. Dedim ki “ Anne bir ilan varmış onu dinleyeceğim.” Ve o gün son anonsmuş biliyor musunuz? “Ankara Radyosuna yetiştirilmek üzere stajyer sanatçı alınacak.” İşte son ilanı veriyorlar o gün. Hemen dilekçeyi yazdık gönderdik postayla, 20-25 gün sonra bize imtihana katılmaya hak kazandınız, başvurunuz kabul edildi fakat imtihan tarihini size bilahare bildireceğiz radyo kanalıyla dediler. Uzatmayalım benim artık radyoya imtihana gideceğim söz konusu olunca babam “Al sana para ne kadar kalacaksın bilmiyorum her halde yeter.” Ben de bilmiyorum, bir fikrim yok otelde kalmadım ki hiç “Yalnız benim bu işe gönlüm yok, kazanırsan Allah selamet versin sana, kazanamazsan bu eve dönüş yok bunu bilesin” dedi. Ben tabii bir burukluk yaşamadım değil ama rahmetli abim bana dedi ki, “Mustafa sen hiç moralini bozma, git. Ben elimden geldiği kadar senin arkanda olacağım inan. Sen git bu şansını dene” dedi. Bir Mayıs sonu muydu neydi, 1951 senesinde işte. Demokrat Parti falan o zaman yeni seçimlere girecek. O seçimlerden sonra zaten bize ilan ettiler, kalktım gittim. Çeşitli illerden İstanbul’dan, Ankara’dan, Adana’dan 190 kişi gelmişti. Benim yanımda da Nejla Folay diye bir kız arkadaşım vardı, onu da Adana’dan ben beraber götürdüm. Tabii onun akrabası varmış, onların evlerinde kaldı. Biz üç arkadaş, (sonradan devre arkadaşı olduk) Allah ömür versin Abdullah Özman -benim büyüğüm, abimdir.-, Yusuf Gül, Halil Atlar; biz bu dörtlü grup otelde kalıyoruz.

Dördünüz de kazandınız mı sınavı?

Hayır, işte belli değil daha, şimdi ilk eleme başladı imtihana giriyoruz. Girdik imtihana işte bana “Ne okuyacaksın?” dediler.  Mesut Cemil, Ruşen Kam, Muzaffer Sarısözen, Halil Bedii Yönetken, Cevdet Kozanoğlu, Fahri Kopuz, Suphi Ziya Özbekkan, Refik Ahmet Sevengil (Basın-Yayınlar’da Radyolar Dairesi Başkanıydı. Çünkü TRT Kurumu kurulmamıştı ve Basın-Yayın, Turizm Genel Müdürlüğü’ne bağlıydı.), Cevdet Çağla, Nurullah Taşkıran, Vecihe Daryal gibi 11-12 kişi kalabalık bir jüri heyeti vardı. Epey güçlü bir jüri, biz tir tir titriyoruz, “Ne okuyacaksın?” dediler. Bir ud var bize refakat eden, bir de keman. Sultaniyegâh makamında Lemi Atlı’nın bir şarkısı var; “Andıkça geçen günleri hasretle derinden” isimli eseri okuyacağım dedim. “Hadi söyle bakalım. Nerden okuyorsun?” dediler. “Vallahi ben yerini bilmiyorum ama herhalde yerinden diye duydum.” dedim. Başladık söyledik şarkıyı “Ya bravo nereden öğrendin?” dediler, merak ettim işte, “Biz Adana’ da çalışıyoruz ama güzel bir parçayı duydum mu öğreniyorum.” dedim. Sonra 190 küsur kişiden eleme usulü yapıldı, 40 küsur kişiye düştü, 1. imtihan yapıldı.

Kaç kişi alacaklardı?

10 kişi Türk Müziği’ne, 5 kişi halk müziğine; 15 kişi alacaklar. Biz 2. imtihana bir hafta sonra girdik. Aşağıdaki kantinde birlikte oturup imtihan sıramızı beklediğimiz grup arkadaşlarımdan duyup öğrendiğim Hacı Arif Bey’in Rast makamındaki bir şarkısını söyledim. 2. imtihanı da bir hafta sonra heyecanla asılan listede gördük. Bu sefer kazananların listesi 40 kişiden 19 kişiye düşmüştü.

3. bir sınav mı yaptılar?

Evet, 3. imtihan yapılacak tabii ama paralarımız bitti. Otelde kalıyoruz ama herkes birbirinde ne varsa alıyor veriyor artık. 1. elemeyi 2. elemeyi kaybedenlerle yine aşağıda toplanıyoruz. 3. imtihana girdim. Rahmetli Mesut Cemil hiç unutmuyorum, o anda düşünemedim ama imtihanı kazandığıma hükmetmem lazımdı. Çünkü aradan o kadar gün geçti, 20 küsur gün geçti, bu kadar insan dinlediler, sınav yaptılar, bana ne dedi biliyor musunuz? “Oğlum 1. imtihanda söylediğin şarkıyı bize konser verir gibi söyleyeceksin” dedi. Aslında bu bir sinyalmiş. Ben yine o şarkıyı söyledim ama bu sefer daha kendime güvenli bir şekilde okudum. Ve 2 gün 3 gün sonra liste asılıyor. Orada herkes telaşta liste geldi gelecek. Liste geldi. Bunlar ayrıntılar ama benim için çok önemli. Onun için anlatıyorum. Orada Ömer Bey diye bir idare amiri vardı, dedim ki “Ömer Abi benim de ismime bakar mısın?” dedim.

Ama artık o haldeyiz ki, yani son şansımız bu. Oldu oldu, olmazsa ne yapacağımız meçhul, akıbetimiz meçhul doğrusu bu. Adana’ya da gidemeyeceğiz bu vaziyette ne yapacağız neyse geldi bana dedi ki “Maalesef senin ismini göremedim.” Ben böyle iki elimin arasına aldım başımı, artık sanki yıldırım çarpmış gibi kendimden geçtim, kapkara oldu gözlerim böyle ne yapacağımı şaşırdım. Neyse o telaş bitti baktım böyle bir el omuzuma dokundu “Ne düşünüyorsun öyle? Tebrik ederim” dedi. Baktım Nejla Folay, Adana’dan beraber geldiğimiz kız arkadaşım. “Ne oldu?” dedim. “Ayol listenin başındasın.” dedi. “Ben de kazanmışım.” dedi. Hemen sarıldık birbirimize sonra fırladım Ömer Abi’ye gittim. Sanki hesap soruyorum.

“Yav bak, baktın ismini göremedim dedin bana. Beni helak ettin. Bak varmışım listede kazanmışım” dedim.  “ Oğlum görmedim demek ki” dedi. O isyanımı orada belirttim.  İşte böyle.

Bize dediler ki “Şimdi memleketinize gidebilirsiniz. İşte okul diploması varsa yoksa tasdikname, her neyse numune hastanesinden rapor, savcılıktan temiz kâğıdı, bilmem ne aşısı olacaksınız falan filan bir sürü teferruat, onları hazırlayacaksınız, biz size ne zaman geleceğinizi bildireceğiz” dediler. Peki dedik ayrıldık.

Adana’ya gittim. Babam “Oğlum kazanmışsın, Allah selamet versin, başarılı olmanı dilerim.” dedi. 15-20 gün sonra bizi çağırdılar. 1951 yılı Haziran Ayı’nın sonuna doğru Ankara’ya geldik. Evrakımızı verip staja başladık. Bütün o eski sanatçılar Muazzez Hoşses, Nevin Demirdöven, Sıdıka Çandarlı, Radife Erten, Muzaffer Birtan, Ekrem Güyer, Müzehher Güyer, Saime Sinan, Afife Ediboğlu, Cevriye Ceyhun, Semahat Özdenses, Melahat Pars, Muzaffer İlkar gibi ana kadrodaki sanatçılar haftada iki üç gün canlı yayın için Mesut Cemil yönetiminde ön çalışmalar yapıyor, klasik koro eserleri geçiliyordu. Biz de dinliyorduk.

Muzaffer Sarısözen Halk Müziği Yurttan Sesler Korosu’nu kurunca, önceden birlikte çalışan halk müziği, sanat müziği sanatçıları da ilk kez bizim devremizde ayrı ayrı çalışmaya başlamıştı.

Peki, tavrınızı olgunlaştırmanızda kimlerin etkisi oldu, kimlerden etkilendiniz?

Şimdi sanat taklitle başlar derler ya, ses tonum Münir Nurettin Selçuk’u andırdığı için tabi onun tavrına yakın okumaya başladım. Canlı yayın yaptığımız için kendi sesimizi dinleme imkânımız yoktu. Bu tabii ki bir yayında çıkıp da kendinizi dinleyememeniz çok büyük dezavantaj. Yani söylüyorsunuz ama kulağa nasıl geliyor veyahut nasıl bir ilk izlenim var bilmiyorsunuz. Beni dinleyenler “Bravo! Münir Nurettin’e benziyor sesin, O’nun tavrı var sende.” diyorlardı. Fakat bu işin içine girdikçe büyüklerimiz ne diyordu “Taklitle başlar ama, taklitle devam etmez.” Zamanla işte uzun yıllardan sonra tele kayıtlar başladı, tele kayıt derlerdi. Sonra içten dışa doğru plak kaydı başladı. Sonra bant kaydı başladı ve biz o zaman canlı yayınlara geçit programları yapıyorduk. Sık sık da yeni sesler diye bizi anons ederlerdi. Solistler geçidi programları yapıyorduk, öyle tanındı ismim.

Yani bant kaydı başlayınca kendimizi dinleme imkânı bulduk, dedim ki bana söylenenler doğru, ben Münir Nurettin’in tesirinde çok kalmışım ve bu sefer ondan kurtulmaya çalıştım, kendimi kontrol ederek dinlemeye başladım.  Bu sefer “Ahmet Üstün’e benziyor.” dediler. Ses cinsimiz aynı olduğu için ben onu da tabii benimsemedim.  Dedim ki “Bundan da kurtulmam lazım.” Kendimi o şekilde ayarladım bu defa kendi kendime, yani dinleyerek, okuyarak bu arada tabii hiç unutmam, çok iyi bir tavrı olan Sadi Hoşses Hoca’mız,  Ekrem Güyer bariton sesiyle güzel okur, Muzaffer Birtan keza bunları ve bantları da dinleyerek kendime bir yön buldum ve işte artık birkaç sene sonra Mustafa Sağyaşar olabildim.

Yalnız şunu söyleyeyim, biz 3 sene terfi imtihanlarına girdik, şurada arkadaşlarımı da söylemek istiyorum, kazananlar kimdi benden sonra. Sevim Tan Ürek, Güzin Esen, İsmet Çeviker, Bedia Yaltırak, Nejla Folay, Abdullah Özman, Yusuf Gül, Halil Atlar, Nusret Ersöz Türk Müziği bölümüydük. Nejdet Nemutlu, Mustafa Geceyatmaz, Kemal Karasüleymanoğlu , Aliye Akkılıç onlarda halk müziğine seçilen bizim devre arkadaşlarımız oldular. Vefat edenlere Allah’tan rahmet diliyorum. 

Sonra imtihana hazırlanıyoruz işte, imtihanda başarıya göre terfi verecekler. Ben gece gündüz nazariyat çalışıyorum, saat 2’lere 3’lere kadar Abdullah Özman’la beraber kalıyoruz. Yusuf Gül askere gitti. Bana diyorlardı ki, “Sen nasıl bunları hazırladın?” “Valla ben bu işe gönlümü koydum.” Kafamı bu işe yoruyorum 2. imtihanda Nurettin Selçuk da vardı rahmetli ve 13 kişilik bir grupta yine büyük bir jürili imtihana girdiğim zaman bana “Ne hazırladın evladım?”  dedi. O beni imtihan ediyor. Dedim ki “19 büyük usulde eser hazırladım.” Bir güldü, gülünce ben bozuldum hani. “Aferin, aferin sen bize bir ağır semai oku.” deyince ben Muallim İsmail Hakkı Bey’in Nihavend Ağır Semâîsi “Seni hükm-ü ezel âşûb-u devrân etmek istermiş” ile Mustafa Tab’î Mustafa Efendi’nin  “Çıkmaz derûn-i dilden efendim muhabbetin” denilen beyatî makamındaki Aksak Semâîsi’ni okudum. “Aferin, güzel” dedi. Sonra kalktı notaları yazdı. “Bunu oku.” dedi. Onu da okudum. Piyanoya geçti, sesler verdi. Bana “yaz” dedi, onu yazdım. Bir nota verdi elime, “Bunu deşifre et.” dedi, onu da deşifre ettim. Sonra makamlardan birkaç tane makam sordu, usul sordu. Hepsini cevapladım ve ben üstün başarı ile sınavı vererek 4 derece terfi aldım. Rahmetli Sevim Tanyürek’in de 4 tane terfisi var bu sınavda. Abdullah Özmen, Halil Atlar, Yusuf Gül zaten askere gitmişti ama onları da bünyede kaşeli olarak çalıştırmaya başladılar. Bu imtihanlar bitmedi. Zaten daha sonra 1.sınıf sanatçı olma imtihanına girdim 1. sınıf sanatçı oldum ve askere gittim. Kısa devre bir askerlik yaptım. Oradan geldikten sonra, “Kadro açık değil, seni de kaşeli çalıştıracağız.” dediler.  Meğer prosedürü bilmediğimden ben askere istifa etmiş gitmişim, istifa edince iş değişiyor. Hâlbuki askere gidiyorum diye izin istemiş olsam ama bilmiyoruz o zaman bürokratik şeyleri ki, istifa ediyorum ama vatani görevimi yapmaya.

Askerden geldikten sonra neler yaptınız?

Kaşeli çalışmaya başladık. Kadro meselesi üzerinde duruyorum, bir türlü çıkmıyor. Sonunda “Oğlum sen istifa etmişsin gitmişsin, yani burada bir hakkın yok ama biz seni yine öbür arkadaşlar kaybetmiş olduğu halde onları da kaşeyle çalıştırıyoruz ama bu demek değildir ki seni almayacağız, ilk kadroda seni alacağız.” dediler. Biz de kaşeli çalışmaya başladık. Bu arada kaçak konserler veriyordum.

O dönemde mi başladı plak çalışmalarınız?

Hayır, o zaman değil, 1956’da askerden geldim. 1954’de  evlenmiştim. Mesut Cemil İstanbul’a tayin oldu gitti. Ruşen Ferit Kam Bey müdür oldu o zaman. Ruşen Bey de çok sıkı takipçi dışarıda çalışılmasın, dışarıda konser verilmesin diye. Hatta şehir bahçesinde bir konsere çıkıp 150 lira alacaktım, 120 lira maaş alıyoruz o zamanlar. Konserden bir gün evvel konserden, liste çıkardı herkesin imzasını aldı ve dışarıda çalışan saz sanatçılarına “Bizden biri dışarda okursa, ihbar edeceksiniz bana” dedi Ben de o gün imzalamadım. Hani imzalayıp da konser vermiş olmamak için. Basın Yayın Genel Müdürü Halim Alyot’a gidip durumu anlattım, özel izin verdi bana. İstasyonda İstanbul’ a gidiyordu bir vasıtayla, “Tamam” dedi. “Benim iznimle çıkabilirsin.” dedi ama ben yine çıkmadım, aldığım 50 lira kaporayı da geri verdim.

Eşinizle nasıl tanıştınız?

Ankara’ da Kemençe sanatçısı Vedia Tunççekic’in korosundaydı. Ben oraya eser geçmeye giderdim. Mesela ilk hangi eseri geçtim biliyor musunuz? İsmail Hakkı Bey’în Rast Yürük Semâîsini. “Gülşen’de yine ahu enin eyledi bülbül.” Onu ben oradaki arkadaşlara geçtim, sonra arkadaşlığımız 1954 yılında evlilikle taçlandı.

 

Sanat hayatımda radyo, plak ve gazino üçgenini çok iyi kullandım.

 

Bir de sizin Ankara’da ki Göl Gazinosu çalışmalarınız var.

Image

1961 yılında Ankara’ya sosyal yönden büyük yenilik getiren Göl Gazinosu açıldı. Göl gazinosunda fasıl yapmaya başladık. Etem Demircan diye bir abimiz vardı 3 kişi güzel bir fasıl okuyorduk orada. Bizim için güzel bir çalışma oluyordu. Bir gün Necdet Yazarla, işletmeci Selahattin Ütin anlaşamamışlar. Bir Pazar matinesine rastlamıştı.  Nevzat Sümer’e Selahattin Bey diyor ki; “Erkek solist yok. Bize bir erkek solist tavsiye et” (Biz fasıl okuyoruz ya fasılcılar sanki solistlik yapamaz, bir şey bilmiyor o zaman ki anlayışla) O diyor ki, “Ben size nerden başkasını tavsiye edeyim işte burada bir Mustafa Sağyaşar var. En güzel sesli adam, en güzel okuyan.”. “Bu nasıl okur, okur mu?” “Tabii okur!” diyor. Ben de matinede çıkacağım o gün Yılmaz diye bir parodiler yapan arkadaşımız var. Onun beyaz ceketini bana giydirdiler alta koyu bir pantolon emrivaki, çünkü hemen sahneye bizi attılar. Ali Erköse, Selahattin Erköse, Saffet Gündeğer, Nuri Şenneyli, Hüseyin İleri gibi sanatçıların olduğu hakikaten büyük bir saz kadrosu var. Biz çıktık okuyoruz hüzzamlar okuyorum falan. Göl Gazinosu’nda o halk matinesi en az 1500- 2000 kişi dolardı. Harbiyeliler de oraya gelirdi. Matineler kadın matineleri. Biz orada olduk solist. Ben hemen gittim Hasan Bulut diye terzim vardı Erzincan’lı. “Hasan abi bana 2 tane sahne elbisesi dikeceksin. Ama haftaya yetiştireceksin” dedim. “Oğlum nasıl yetiştireyim?” “Hiç olmazsa bir tanesini yetiştireceksin, ben anlamam” dedim.  Yani bu kadar işi garantiye aldım ama ben matinede çok sükse yaptım ve “Karam’ı” ilk orada okumaya başladım. Karam, 1961’de ikinci doğumu benimle başladı. Rahmetli Şekip Ayhan Özışık’ın “Gün gelir de beni unutursun demiştin.” eserini 1961 senesinde plak yaptım.  Belki bir sabah geleceksin şarkısını da bir pazartesi günü ilk kez ben okudum. Plak, radyo, gazino üçlüsünü çok iyi kullandım ve plaklara okuduğum eserler de çok meşhur oldu. Bakın “Unutamam Seni” eseri bugün hala çok sevilen bir şarkı “Sabret gönül, Karagözlüm efkârlanma gül gayrı, Kalbimin sahibi sensin, Kederden mi neden bilmem, Pişman olur da bir gün dönersen bana geri, Sensiz kalan gönlümde, Ömrümce hep adım adım”. Bunlar çok sevildi. 1971’lerde de “Nasıl geçti habersiz, Elbet bir gün buluşacağız, Bir gün karşılaşırsak ayrıldığımız yerde, Çatılmış kaşlarında kime düşman gibisin” eserlerini okudum plaklara.  Rahmetli Avni Anıl’ın, Yusuf Nalkesen’in çoğu şarkısını ben meşhur ettim. “Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un, Avuçlarımda hala sıcaklığın var. O ağacın altını şimdi anıyor musun?” gibi şimdi anamayacağımız bir sürü şarkı benden meşhur oldu. Çok şükür öyle bir iz bırakan bir sanatçıyım ki, bununla iftihar ediyorum.

Kaç plak, uzunçalar, albüm çalışmanız oldu?

En güzel devir 45’lik plaklar devriydi, 150’yi buldu. 12 tane uzunçalar var, sayısız plak yaptım. Daha sonra 1961’de Ali Nazmi Nur pasajında Ankara’da beşinci, Kızılay’da birinci plak ve parfümeri mağazasını açtım.

İsmini ne koydunuz?

“Ya Mustafa” koydular, o zaman meşhurdu. “Ya Mustafa” sonra değiştirdik onu tabi .. Ya biz alt katta dükkân tuttuk, ama altta olmamıza rağmen üstteki işyerlerinden daha çok iş yapardık. Çünkü pasaja ilk giren altta hemen beni aramaya başlar. Ben de her zaman orada olmam ama orada iyi iş yaptık hakikaten. Bütün alt kattaki esnaf da şükreder, bana teşekkür ederdi.

Siz hala bozulmamış bir yorumla okuyorsunuz sesinizi nasıl korudunuz?

Şimdi bakın sesimi korumam tabii ki bana düşen bir görev ama Allah’ın bana verdiği en büyük nimet olarak kabul ediyorum. Şükür bu yaşımda bile sesimde bir deformasyon yok, hatta 40 sene evvelki plaklardaki sesimden çok daha olgun ve duygu yüklü. Çünkü çocuklarım büyüdü, torunlarım oldu, bütün bunlar insanı hayata daha bağlayan şeyler. Bu arada eşim Gülten’in benim üzerimde rolü çok önemli o canlı yayınlar zamanında en güzel, en içten, en doğru tenkit eden, acımasızca tenkit eden, doğru söyleyen bir dosttu. Dost acı söyler derler ya, öyleydi. Ondan sonra sanat hayatımda, sahne hayatımda, radyo programlarında da hep beni en güzel şekilde eleştiren O’ydu. O’na her zaman müteşekkirim, 12 Haziran 2018 tarihinde kaybettim. Canım karıcığım nur içinde yatsın…

Bu arada babamla ilgili bir konuyu da izah etmek isterim. Babam, Adana’da resmi dairelere işi düşüp gittiğinde soyadını Sağyaşar görenler “Mustafa Sağyaşar’ı tanır mısınız? Bir akrabalığınız var mı?” diye sorarlarmış. Babam da “oğlum olur.” deyince,  “Oooo! biz ona hayranız, çok seviyoruz, ne mutlu size…” gibi övgüler almaya başlamış. İzne gittiğim bir gün ev halkını da topladı, “Oğlum ben bu işi anlayamamışım,   bu işin bu kadar onurlu olduğunu bilmiyordum. Özür diliyorum.” dedi.   Babam Cemal Sağyaşar benimle iftihar ediyor, başarılarımdan dolayı mutluluk duyuyordu. Bunu hiç unutmam.

 


Kötü şef, kafasını notaya sokandır. İyi şef notayı kafasına sokandır.

 

Siz solo icra tekniklerini çok iyi kullandınız. Koral icranın tavrı bozma ihtimali var mı sizce?

Image

Korist olmak, solist olmaktan çok çok zordur biliyor musunuz? Bize hocalarımız da böyle derdi. Çünkü bir birlik aranıyor orada. Yani herkes birbirini dinleyerek aynı heceyi, aynı zamanda söylemesi lazım. Ses uyumunu ayarlaması lazım. Ben yetiştirdiğim talebelerime de onları söylerim. Korist olmak, solist olmaktan en az 10 kat zordur. Radyoda nerdeyse 55 sene hizmet verdim, bu arada bütün kurumlarında çalıştım. En az 35 sene jüri üyeliği de yaptım. 17 sene Alâaddin YAVAŞÇA başkanlığında repertuar kurulu üyeliği yaptım. 13-14 sene aralıklı olarak icra denetim kurulu üyeliği yaptım ve 24-25 sene koro şefliğim var. El kol sallamak şeflik değildir. Kötü şef, kafasını notaya sokandır. İyi şef notayı kafasına sokandır. Koro şefliğimde de 2’li okumayı ilk ben getirdim. Birçok korolar, gruplar kurarak onları yetiştirmeye çalıştım. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde 6-7 sene hocalık ve bölüm başkanlığı yaptım.

Bu arada mesela radyo gruplarımızla seyahatlerimiz oldu, 35 kişilik gruplarla turne tarzında. Mesela ACD teşkilatının organizasyonu ile en az 20 günlük turnelerle bütün Arap ülkeleri Pakistan’dan Bangladeş’e kadar, bu taraftan Afrika’da Cezayir, Tunus efendim Mısır gibi Asya ülkelerinde konserler verdik. Bizde ayrıca özel olarak Kuveyt’e gittik. İran, Irak, Lübnan’a gittik, birçok yerlerde, Almanya’nın birçok şehrinde özel çok konserler verdim. Özel konserlerimde benim Libya konserim vardır ki çok önemli bir konser, 83 senesinde STFA inşaat şirketinin organize ettiği ve hiç unutamadığım bir organizasyon idi o. İki defa Amerika seyahatim var. Ayrıca beş kıtayı konser vererek gezdik diyebilirim.

Genç kuşakların Klasik Türk Müziği’ne ilgileri azalıyor mu?  Siz bir eğitimci olarak bunu gözlemlediniz mi?

Hayır. Bilakis çoğalıyor. Yurtiçi yurtdışı konserlerimde bunu görüyorum. Ben her sene bu Kültür A.Ş.’nin konserlerinde en az 5 konser veriyorum. Dolayısıyla yurtiçi yurtdışı konserlerimde, koro konserlerimde genç neslin çok ilgili olduğunu görüyorum ve onlara çok önem veriyorum. Elimden geldiği kadar onlara, Türk Müziği dinlemelerini tavsiye ediyorum.

Türk Müziği dinlemeleri dışında bu işe gönül vermiş gençlere neler tavsiye edersiniz?

Türk Müziğini egzajere etmesinler yani arabesk yoruma kaçmasınlar. Türk Müziği kendi üslubu içinde yorumlanmalıdır. Aksi halde hiçbir işe yaramaz. Bağırmak şarkı söylemek değildir. Eseri tahrif etmek, şarkının özünü değiştirmek, kendimize göre güzel bir yorumla eseri tanınmayacak hale getirme hakkımız yoktur. Olamaz da. Aksi halde bestecilerin ölmüş ruhunu zedelersiniz. Ben öğrencilerime eser geçerken iki şey söylerim. Ezberlemek nakit paradır. Ezberlememek kredi kartıdır. İyi öğrendi mi insan, unutmaz, o nakit paradır. Bir de her söyledikleri şarkının güftesinin senaryo olduğunu düşünsünler, icralarını ona göre yapsınlar. Ben eserleri kendim yazmış gibi okurum. Dinleyenlere de aynı tavsiyeyi yapıyorum. Birinci mısraıyla şarkıları tanımasınlar. “Bütün güftesini bilin, ona göre dinleyin, mukayese imkânı doğar. Bu da sizi ileri götürür.” diyorum.

Nursel Güler

Keyifle okudum bu söyleşiyi.. Meğer bütün güzel besteleri okumuş Üstad. "Her mevsim içimden gelir gecersin " şarkısındaki o muazzam yorum kulaklarımda şuan.Bir bir dinlemek gecti içimden yorumladiğı eserleri. Çok tesekkür ediyorum, Sanat müziginin bu güçlü sesini ,değerli Mustafa Sağyaşar'ı yeniden hatırlamama vesile oldugunuz için..

Cu, 12/25/2020 - 00:13 Kalıcı bağlantı
Suat Kılıç

Mustafa hocam severek dinlediğim ve yorumuna hayran kaldığım bir sanatkârdir Allah sağlık sıhhat ve uzun ömürler versin
Nebahat Konu hanimefendiye bu güzel söyleşiye imkan verdiği için çok teşekkür ederim iyiki varsınız

Pt, 12/28/2020 - 22:28 Kalıcı bağlantı
reyhanbasaran@…

Sevgili Nebahat. Konu Hocam
Güzel şöylesinizi mutluluk ve keyifle okudum.Allah razı olsun ,Zaten Mustafa Sağyaşar ailece yıllardır izlediğimiz büyük bir sanatkâr, Rabbimden uzun ömürler diliyorum teşekkürler

Sa, 01/19/2021 - 17:44 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
1 kez görüntülendi. 890 kez görüntülendi. 5 yorum yapıldı.