Mûsıkîde Hâmil-i Kart Gönderen Kişiye Lâyık Olmak

03 Eylül 2021

 

Türk Sanat Müziği'nin önemli isimlerinden İnci Çayırlı’yı 31. Ağustos 2021 tarihinde 86 yaşında kaybettik. Kendisiyle 2013 yılında yaptığım röportajı hayırla yâd etmeye vesile olması bakımından paylaşıyorum. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun…

 

  “EMİN ONGAN VE  MÜNİR NURETTİN SELÇUK’DAN  ÇOK  FEYİZ ALDIM”

 

Mûsikîmizin ekol olmuş yorumcularından olan İnci Çayırlı, Münir Nurettin’in gözde öğrencilerinden olmasının hâlâ karşılığını gösteriyor. Kendisine has bir üslubu ve yorumuyla dinleyenlerinin gönlünde taht kurmuş olan Çayırlı, inci gibi bir sesle adıyla müsemma bir yoruma sahip. Klasik eserlere gösterdiği özen kadar yeni ve farklı eserlere gösterdiği alaka, dikkate değer bir ilgiyi fazlasıyla hak ettiriyor. 60 yılı aşkın sanat hayatında müziğimizin devleriyle yaptığı çalışmalar kendisinin geldiği noktanın da önemli bir göstergesi… Hocalarıyla birebir yaptığı bu çalışmaları yorumlarken karşılıklı olarak meşk usulüyle yaptığı çalışmaların kendisine olan faydasını ise şöyle ifade ediyor: “Biliyorsunuz nota bilseniz de o zaman nota kapanırdı, Emin Ongan Hoca bize kulaktan şarkı geçer ve notayı gördüğü zaman da kızardı. Bir gün notadan okuduğumu gördü ve ‘ne yapıyorsun sen’ dedi. Ve ekledi; ‘Çabuk notayı çevir, nota yok’ dedi. İnanın benim o dönemde öğrendiğim bütün şarkılar aklımda. Münir Hoca ve Emin Hoca’nın meşk derslerinde repertuvarım müthiş zenginleşmiştir.” Mûsikîmizin bu dev yorumcusuyla sizin için görüştük…

                                                                                                                                                                             Nebahat Konu

 

Image

Bize ailenizden bahsedebilir misiniz?

Ben bir yalıda büyüdüm. Büyüklerim yaşlıcaydı. Babam adliyeciydi ve bir dönem noterlik yapmış. Annem ise belli bir dönem çalışmış daha sonra ara vermiş bir ev hanımı idi.

Fahri Kopuz dayınızdı değil mi?

Fahri dayım aslında babamın dayısı, babaannemin erkek kardeşiydi. Dayım benim çok saydığım, çok sevdiğim bir insandı. Açık söyleyeyim, dayım olmasaydı ben burada olmazdım. Babamın sesi çok güzel olduğu için akşamları şarkı söylerdi. Ben de tabi 4-5 yaşlarından itibaren bunları dinleyerek büyüdüm. Şarkılarımı utandığım için kapının arkasına geçip söylerdim. Kuzguncuk’ta okudum. Dayım Anadolu Hisarı’na yazlığa gelirdi. Ben de ortaokul zamanları falanım. Babam; ‘Dayım geliyor, seni iyice bir dinlesin’ dedi. Fakat ailem, eski bir aile. Babaannem önce ‘hayır’ dedi. Babam ise ‘Peki anne ama dinlesin dayım. Olursa olur’ dedi. Babam benim mûsıkî içinde olmamı çok istiyordu. Aslında ben hayat boyu mûsıkî düşünmedim. Ya iç mimar ya avukat ya da doktor olacaktım ama hasbelkader işte… Anadolu Hisarı’na gittik. Dayım da elinde enfiyesi, şezlongda oturuyor. Babam sesimi dinlemesini isteyince “Gel bakayım bana bir şarkı oku” dedi. Bütün aile oradaydı. Geçmiş zaman çok heyecanlıydım şarkıyı hatırlamıyorum ama nihavent bir şey okuduğumu hatırlıyorum. Şöyle bir baktı, enfiyesinden şöyle bir parça aldı, bir tane daha oku dedi. Ben bir tane daha okuyunca babam kalktı ayağa yalının rıhtımında dolaşmaya başladı. Bir tane daha okudum. Dayım rahmetli babaanneme “Bırak abla, kız yoluna gitsin canım” dedi. Babam çok mutlu oldu, ama diğer taraf çok mutlu oldu diyemem. Böyle bir macera ile başladık. Hatta dayım babama ‘Konservatuvar imtihan açacakmış dedi. İnci, okuldan 1-2 gün izin alır gider imtihana, ben bir kart yazarım’ dedi. Eve döndük. Bir süre sonra dayımdan konservatuvar imtihanı var diye haber geldi. O zaman da konservatuvar şimdiki gibi değil. Tiyatroda Ercüment Behzat Lav, folklorda Sadi Yaver Ataman, bütün batıcılar var, icra heyeti çok meşhur… Derken sınav günü geldi, Kuzguncuk’tan kalktık gittik imtihana. Dayımın verdiği kart da vardı. Babam da o çevreyi tanıyordu, sarıldılar, öpüştüler, kızım falan derken imtihana girdim. Babam kartı verdi mi vermedi mi farkında değilim. Heyecanlandım, çıktım. Cevdet Çağla Bey, Refik Fersan Hoca geldiler, onlar babama merhaba, güzel falan dediler. Yokuş aşağı vapura iniyoruz, ben kartta ne yazıyor diyorum, babama. Bu aslında örnek olması gereken de bir olaydır. Çünkü bugün Türkiye’de kart sahibi olan birçok kişi, o kartla çok yere girip çıkabiliyor. Kartta şöyle yazıyormuş: “Sevgili Cevdet, Sevgili Münir, hamili kart yeğenimdir. Biliyorsa alın, bilmiyorsa atın. Fahri Kopuz”.

Bu kart benim hayatımdaki en mühim şeydir ve bakın ben böyle girdim ve buraya kadar geldim. Bilhassa söylüyorum çünkü bu dönemde inşallah bazı kişilere misal olur diye düşünüyorum. Fahri Bey gibi bir hoca, yeğeninin çocuğuna iltimas yapmadı. Ben bunu talebelerime de bütün derslerde söylemişimdir. Hamili kart olmak mühim değil; hamili kartı gönderen kişiye hem layık olmak, hem de o kartın hayatınızın devamına kadar gitmemesini sağlamak mühim olan.

 

 

Fahri Kopuz’un disiplinli bir eğitimci olduğu da söylenir. Bize Fahri Kopuz’u biraz anlatır mısınız?

Evet, uzun zaman radyodaki çok mühim talebeleri yetiştirmiştir. Fakat çok zor şarkıları vardır. Demir leblebi gibidir. Hatta ben de birkaçını okumuşumdur bu eserlerin. Ama zor bir bestekârdır dayım. Allah rahmet eylesin. Bir kere çok yakışıklı bir adammış. Çok şeker bir yengem vardı. Allah rahmet eylesin hepsine. Hano diye hitap ederdi yengeme, çok sert, dürüst bir kişiydi. Çok iyi bir hocaydı, yıllarca TRT Ankara Radyosu’nda fasıl yönetti biliyorsunuz. Nasıl diyeyim ideleri olan bir insandı mesleğinde, tavizsiz bir adamdı. Yıllarca hakikaten ölümüne kadar o tavizsizliği ile birçok talebe yetiştirdi. Bir kısmı İstanbul Radyosu’nda çok zaman görev yaptılar, bir kısmı Ankara’dan geldi gittiler. Ankara Radyosunun temel taşlarından biriydi. Onu söyleyebilirim. Ruşen Kam’la çok yakın dostlukları olmuştur.

"Hamili kart sahibi olmak mühim değil; hamili kartı gönderen kişiye hem layık olmak hem de o kartın, hayatınızın sonuna kadar böyle gitmemesini sağlamak mühim olan"

 

12 yaşındayken Feyzi Aslangil ile tanışmanız nasıl oldu?

Şişli Palas’ta Demokrat Parti’nin de baş kurucularından biri olan eniştemin evi vardı. Hatta apartmanın kapısının üzerinde DP yazardı. Bir resepsiyon vardı Şişli Palas’taki evde, halamın eşiydi rahmetli. Babam da çok muhitin içindedir. Birçok bestekâr dostu, ahbabıdır, arkadaşıdır yani. Ben de meraklıyım. Dediler ki Fevzi Aslangil geliyor. Evlerinin iki evin birleşiminden oluşan büyük bir salonu vardı. Piyano da tam ortada durur. Çok güzel bir piyanodur. Ben de meraklıyım ya, babam ‘Bak Fevzi Bey geliyor, seni tanıştıracağım’ dedi. Heyecanlandım tabi. Fevzi Bey geldi, çok da hoş bir beyefendi. ‘Fevzi sana kızımı takdim edeceğim’ dedi. Baktı. Ben babama çok benzerim. İlk mektebin sonlarına doğru bir olay bu. Müzikle arası nasıl deyince çok seviyor, iyi de okuyor dedi babam. Bana ‘Araz üste buz üste’yi biliyor musun?’ dedi. Biliyorum dedim. ‘Peki, beraber okuyalım’ dedi. Biliyorum dedim ama Fevzi bey’den dinlediğim kadarıyla biliyordum. ‘Ben yine okuyayım da sen esasını öğren’ dedi. Haklı adam, bir ufak güftesini biliyorum. Ben ve babam piyanonun başında, Fevzi bey okuyor. Bana arada katıl dedi. Bildiğim kısımlarda ona katılabildim. Bitince kalktı ayağa alnımdan öptü. Babama ‘Fazıl bu çocukta istikbal var, sakın ihmal etme, konservatuvara ver’ dedi. Ben çok dışında kaldım olayın. Böyle bir anım vardır, yıllar öncesinden kalan. Çok zarif bir adamdı. Allah rahmet eylesin. Dönemin en mühim piyanistlerindendi. Tekti belki o dönemde

Konservatuvarda şan eğitimi aldınız mı?

Bir dönem aldım. Bizde şan tekniği Türk müziği yapanlar için belirli bir döneme kadar verilirdi. Çünkü bilirsiniz Türk Sanat Müziği’nde ses gırtlakta, boğazdadır. Ama şanda öndedir. Çok fazla şan eğitimi aldığınızda Türk müziğini opera gibi söylemeye başlarsınız. Ama hocalarımız harika hocalardı. Lamia Hanım, Muhittin Sadak vardı. Belli bir yere geldiğim zaman ki bu eğitimi uzun bir süre de aldım. Bir gün hocam bu günden itibaren daha bana gelmiyorsun deyince; bir şey mi yaptım dedim. Hayır, yapmadın yavrum gayet iyi gitti maşallah ama daha fazla şan dersi alırsan bu sefer Türk müziğine dönemeyeceksin dedi. Benim o şan tekniğim, bugün bana hem batı müziğinde hem Türk müziğinde çok fazla faydası olmuş bir tekniktir. Ama bizim konservatuvar zamanımızda bazı çocuklarımıza çok uzun zaman şan tekniği verildi. Onlarda ne yazık ki seslerini kullanmaya başladılar, ama ses daha sonra oturdu. Mesele budur. Okurken ses önde olduğu için makamlar oturmuyordu. Canım hüzzamlar Türk müziğinden çıkıyor, batıya dönük okunmuş oluyor, ses önde olduğu için. Ama çok işe yarayan bir tekniktir.

Sizin kendinize has bir icra tarzınız var. Kimlerden etkilendiniz? Üslubunuzu nasıl olgunlaştırdınız?

Image

Münir Bey ve tabi Emin Ongan hoca. Ben önce Emin Ongan hocayla çalıştım. Üsküdar Mûsıkî Cemiyetine gittim. Daha sonra Münir Bey’le tanıştım. Cemiyetin bir konseri vardı. Saray Sineması’nda ilk solistte bendim. İlk defa solo yapmaya başlamıştım hocayla beraber. Üç şarkı okuyacaktım. Saray sineması o zamanın en meşhur konser verilen alanıydı. Tam sahneye çıkacaktım, çok heyecanlıydım. İlk defa sahneye çıkıyordum. Rahmetli hocam yavaşça geldi, o zaman Saray Sineması’nın locaları vardı. “Sağ locada, başta Münir Hoca, eşi ve kızı Meral oturuyorlar” dedi. “Aşkolsun Hocam şimdi mi söylenir?” dedim bugün gibi hatırlıyorum. Sazlar arkamdaydı. İki şarkı boyunca hiç bakamadım, Münir Bey önce arkaya doğru oturuyordu. Meral ve Enise Hanım arkada, Rahmetli Münir Bey de öndeler. Gözüküyorlar tabi, ben normal taksimde girdim onları gördüm ama bakamıyorum. Münir Bey geriye dayanmış oturuyor koltuğa. Hayret ettim kendime sonra, ben nasıl dikkat ettiğimsem o heyecan içinde. İkinci şarkıya girerken başladım, fakat sonlara doğru gayri ihtiyari bakacağım karar verdim. Tepkiyi görmek istiyorum, çünkü. Münir Bey öne doğru eğilmiş, kollarını locanın kenarlarına dayamış, ellerini birleştirmiş, beni izliyor. O zaman içimden Münir Hocayı etkiledim galiba diye hatırlıyorum. Neyse konser bitti, ilk solom. Alkış kıyamet. Girdik içeriye, hoca; “Münir Bey kuliste seninle tanışmak istiyor” dedi. Ben tabi öyle kaldım. “Hocam olmaz” dediğimi hatırlıyorum. Hocam, “Olur mu kızım, Münir Bey bu” dedi. Ben şöyle bir gittim, uzaktan gelirken tetkik etti, Allah rahmet eylesin. Elini öptüm, alnımdan öptü. “Ben Emin’e söyledim. Sen benim koroya geleceksin” dedi. İlk karşılaşmamız böyleydi. Yıllarca beraber çalıştık biliyorsunuz, gerek icra heyeti, gerek özel konserler. İki hoca çok mühim benim hayatımda, hakikaten çok mühim. Münir Bey ve Emin Hoca çok mühim.

 

 

 

Emin Ongan Hoca’dan daha çok nazari bilgiler mi aldınız?

Nazariyat tabi bizim konservatuvarımızla alakalı. Fakat bizim avantajımız şuydu. Biz meşkle büyüdük. Meşk biliyorsunuz, nota bilseniz de, notalar kapanır ki ben konservatuvar talebesiydim o zaman, nota kapanır, hoca bize kulaktan şarkı geçer ve notayı gördüğü zaman da. Ben de bir gün ukalalık yapmıştım, baktı ki ciddi ciddi okuyorum ne yapıyorsun sen dedi. Çabuk çevir notayı dedi. Benim nazari olayımı kâle almamıştı. Nota yok. Ama İnanın o dönemde yaptığım bütün meşkteki şarkılar hala kulağımdadır benim. Nota götürüyor bir zaman sonra. Bu bir realite. Esastaki, temeldeki bizim. hem icra çalışmalarımız Münir Hoca ile Emin Hoca’nın meşk derslerinde bizim repertuvarımız müthiş zenginleşmiştir. Hepimiz için o dönemin en mühim repertuvarıydı bu..

Münir Nurettin Selçuk’un en çok hangi yönlerini örnek aldınız?

Çok disiplinli, yaptığı işe ve geçmişe saygılı. Ve de tavizsiz bir insandı benim hocam. Para pul için hiçbir şey yapmadı hayatında. Beğenmediği şeyi yapmazdı. 1-2 gazino şeyi gibi oldu, ben de vardım o dönem arkasında. Bakın ben de o denemeyi yaptım ve bir dönem sonra bıraktım. Talebelerine karşı da çok saygılıdır, onları tartar, bir kefeye koyar. Onlarla yemek yer, oturur, sonra biz dost olduk hocayla ben de çoluk çocuğa karıştığım dönemde hatta kızım hocaya dede derdi, Timur’la benim 5 yaşındaki resimlerimiz var yani geldiği zaman konserlere. Çok enteresan bir geçmişimiz var bizim hocayla. Emin Hoca ve Münir Hoca’dan  çok feyiz aldım. Hâlâ hayatımdaki odaktırlar çok açık söyleyeyim.

Emin Ongan’dan da bize biraz bahseder misiniz?

Emin Hoca, işine sadık, gönlünü tamamıyla mûsıkîye vermiş, talebeleriyle can ciğer kuzu sarması olabilecek kadar yakın, ama kızdığı zaman da karşısında hiç durmayın, atar tutar sırası geldi mi, tabii kişiye göre o da. Ama sevimli bir insandı, otoriterdi. Ve mûsıkîye de çok büyük değerler katmış bir insandı, iyi bir kemandı, bilhassa refakatte harika bir kemandı hoca, iyi ud çalardı. Biz onla yemek yedik, oturduk, sohbet ettik, evime gelindi, ben onlara gittim yıllarca o başka bir dosttu. O zamanın Üsküdar Mûsıkî Cemiyeti ki bugün bunu hiçbir kefeye koyamam. Çok ayrı bir şeydi o. Rahmetli eşimle de orada tanıştık. Avukattı ama tanbur çalardı. Bizim beraberliğimizden doğan dostluklarımızla, bir aile gibiydik orada. Çocuklarımız birbirimizin eline doğdu. Sadun Aksüt, Rıdvan Aytan, Cahit Peksayar, Hüsnü Anıl, Ekrem Erdoğdu yani, bunlar o dönemin çok mühim kişileriydi mûsıkîde.

Şefik Gürmeriç hakkında çok az bilgi var elimizde. Biraz Şefik Bey'i de anlatır mısınız?

Konservatuvara girdiğimde ilk nazariyat hocamdı. Nazariyatta bir ulu hocaydı. Çok açık söyleyeyim. Az da olsa şarkıları vardır. Piyano çalardı. O dönemin konservatuvarının da temel taşlarından biriydi, Şefik Hoca. Babamın da çok yakın arkadaşıydı. Çok feyiz aldığım bir insandı. Bir zaman sonra bize Nevzat Hoca geldi ders vermeye. Dönemin konservatuvarı olarak bu dönemin konservatuvarı olarak anılan maalesef yandıktan sonra o dönemde yetişenlerle yetişemeyenlerin birlikte devam ettiği bir üniversite hayatım da var biliyorsunuz. Çünkü iki büyük konservatuvar benim hayatımda önemli. Birisi benim yetiştiğim birisi de bizim hocalık yaparak dönemimizdeki çok değerli arkadaşlarımın da olduğu rahmetli Ercüment Berker’in büyük bir özveriyle kurduğu konservatuvar. Benim hayatımda Selahattin İçli çok mühim bir yerdedir. Çok mühim. Rahmetle anarım her zaman. Münir Bey çok yaşlanmıştı, geldi gitti, dönemdeki hocalar orada her şeye rağmen bizden biz olanlar dâhil o dönem çok mühim bir konservatuvardı ama ne yazık ki biz onu yaktık. Ne olduysa bilemiyorum, çok acıdır, çok gerçektir. Ondan sonra üniversite hayatımıza başlandığında bir realite var ben bunu her yerde söylüyorum. Konservatuvar, tümüyle müziğin işgal edildiği, müziğin üretildiği yerdi. Gerek Türk müziğinde gerek batı müziğinde gerek halk müziğinde çok önemli değerlerimiz vardı. Neriman Hanım, Nida Tüfekçi gibi isimler. Şimdi üniversiteye baktığım zaman, üniversite derslerinin de zaman aşımıyla çocukların hayatına girmesi ve müziğin hafiflemesi, aşağı inmesi mevzu bahis oldu. Döneme baktığımızda çok talebenin çıktığını zannetmiyorum. Ama bizim dönemimize baktığımızda bizim dönemimizde çıkan talebelerin dörtte ikisi şu anda gerek TRT’de gerek dışarıda gerek devlet korolarında işlerini yapıyorlar. Dönem çok farklı, ama hocalar da çok farklıydı.

Neveser Kökdeş ile tanıştınız mı?

Tanışmaz olur muyum? Eşini Çanakkale Savaşı’nda kaybetmiş, sonra da yüz felci geçirmiş. Beraber çalıştık. Tedaviden sonra yüzünün yarısını kapsayan çok hafif bir eğrilik vardı. Çok sert ve hayatın darbelerini yemiş, çok katı bir hocaydı Neveser Kökdeş. Ama disiplinli bir hocaydı. Eşinden sonra hayata küsmüş. Ben tanıdığım zaman TRT’ye girdiğimde batı müziği seansları yapıyordu. 15 dakikalık. Hatta zaman zaman Mesut Bey’de refakat ederdi. Ben girdiğimde Neveser Hanım batıya dönük olduğu için çok koyu Türk Müziği sesi olanlara katiyen müzik yaptırmadı. Bizim cumartesi günleri 15’er dakikalık programlarımız vardı. İlk okuyan da Yasemin Esmergül’dür.  Çok şeker bir kızdı. Ben onun sayesinde tanıdım Neveser Hanım’ı. Araya batıya yakın bir ses Orhan Şener, ben devreye girdim, Selma Ersöz bizden biraz daha sonra okumaya başladı. Batıya yakın sesleri seçip alırdı. Ben çok neşriyat yaptım. Zaman zaman Seyhun Bey bize refakat ederdi, zaman zaman Mesut Bey refakat ederdi. Bazen provaya çağırırdı rahmetli. Ben giderdim Kadıköy’de iskeleye inen bir yokuşta otururdu. Bir gün gittim. Kapıyı araladı. ‘Neden geldin’ dedi? ‘Hocam provamız var.’ ‘Sen provaya gelme, yarın neşriyat var. Yarın okuruz’ dedi. Enteresan tarafları da vardı. Çok rahmetle andığım bir insandır. Çokşey yaşadığım, öğrendiğim bir insandır. Batı müziğimdeki ilk kaledir o. Neşat Korutürk ve Fehmi Ege’yle biz tangolar söyledik radyoda. 2-3 arkadaş. Sonra ben Sadi Yaver’in talebesi olarak Halk Müziği okudum yıllarca. Hatta Hasan Mutlucan’la Şan Sineması’nda düet yaptım. Belediye konservatuvarında çok kısa Türk halk müziği öğretmenliği yapmıştım. Süheyla Hanım’da bize ufak bir derse gelmişti. Göksel Bayburt’ta bize biraz hocalık yapmıştı. 

Radyoya kaç yılında geçtiniz ?

Ben icra heyetindeydim. Emin Hoca’yla birlikte çok konsere geldim, solistlik yaptım. Amatör zamanımda da konservatuvar zamanında

Image

da geldim. Münir Bey o tarihlerde müşavirdi. Şöyle bir anım vardı. Neşriyat almaya başladım. İlk bandıma gireceğim. Orhan Boran tonmaister. Çok sevdiğim bir insandı o. Münir bey geldi, girdi stüdyoya Bugün ben yöneteceğim dedi. İki bandı o yönetti. Üçüncü bandı beklerken sarı kız derdi bana ‘bugün ben sana iyi başarılar dilemeye geldim. Ben odama çıkıyorum’ dedi. O tarihlerdir aşağı yukarı. Hayatımdaki en enteresan olaydır. Ulvi Bey’i rahmetle anıyorum ama hiç ummadığım bir tekliftir bu Ulvi Erguner’den gelen. O zaman burada Müzik Yayınları Müdürüydü. Ben de gidip geliyorum, çağırdı odaya İnci sen küçük koro yöneteceksin dedi. Küçük koro dediği zaman Radife Hanım,(Radife Erten) Mefharet hanım,( Mefharet Yıldırım) Sabite hanım,(Sabite Tur Gülerman) var. Arkada Rıza Rit var. Olacak iş değil; yapamam ben dedim. ‘Buraya mal olmuş bir şey bu. Nasıl yapamazsın İnci’ dedi. Orada oturanları gözümün önüne getirdim. ‘Ben oraya giremem olmaz’ dedim. ‘Ben buranın Müzik Yayınları Müdürüyüm, ben oluyor dedim, olacak. Bu hafta geliyorsun’ dedi. Sabah geldim, birde neşriyata gireceğim. Hoca da orada oturuyor. Emin Hoca keman çalıyor. Sonra uzun bir dönem küçük koroyu yönettim. 

 

"Hilmi Yavuz çok zor bir isimdir. Çok sevdiğim, saydığım, mühim bir yazardır, şairdir, bana göre çok başarılı bir ilim adamıdır."

 

Özel ve farklı çalışmalar yapmayı çok seviyorsunuz. Örneğin, Gönül Paçacı tarafından bestelenen Hilmi Yavuz şiirleri, sizin icranızla ‘Sevda Derinlerdedir’ adıyla çıktı. Sizi bu tarz çalışmalara yönelten neydi?

Öncelikle Gönül benim çok iyi talebelerimden birisidir. Çok iyi bir dereceyle mezun oldu. Hilmi Yavuz’la beraberliğinden doğan böyle şarkılar çıkmış ortaya. Tabii Hilmi Yavuz çok zor bir isimdir. Çok sevdiğim, saydığım, mühim bir yazardır, şairdir, bana göre çok başarılı bir ilim adamıdır kendi konusunda. Gönül de bu işe hakikaten çok derin taraflarıyla çok derin bakan bir talebemdir. Onun içinde böyle bir şey ortada var. Sürpriz yapıyor Gönül Hilmi Bey’e.  Hilmi Bey şiirleri duyuyor nasıl yaptın diyor Gönül’e. Hilmi bey’de biraz sert bir adam, ideleri olan bir isim biliyorsunuz. Bunları şarkı yaptım ve plak yapmak istiyorum deyince ısrarla hayır diyor. Sonra bana telefon etti. Hocam böyle böyle sizden başka kimse okuyamaz. Ben bunu Hilmi Bey’e kabul ettirmek için sizin isminizi vermek durumundayım dedi. Hilmi Bey adımı duyar duymaz tamam kabul ettim diyor. Hatta biz Hilmi Bey’le birlikte bunun üç konserini verdik. Müthiş bir ilgi gördü ve bu plak yok sattı. Türk Mûsikîsi ortamında bu derece değişimi olan geçmişe kalacak bir CD’dir gerek şiirleriyle gerekse de Gönül’ün o değişime uğramış makamları kullanması bakımından özellikleriyle bir hittir.

 

 

Sizin bugünlerde ‘Kara kara gözler ona buna bakıyor’ adlı eserinizin klibi de yapıldı. Çok da revaçta. Karadayı dizisinde kullanıldı. Bu tarz denemelerinizin de hikayesi var mı?

 

Çok enteresan, oradaki imza Hulki Saner imzasıdır. Çok film teklifi aldım ben Hulki Saner’den döneminde, ama hiç film çevirmeyi

Image

düşünmedim. Plak yapmaya başladığımda Yağmur Çiselerken, bir altın plak ödülüm var bu iki şarkıdan dolayı arkadan da bu şarkılar devreye girdi.  İki üç ay önce bir telefon aldım. Telefonda genç bir kadın ‘Ben Karadayı filminin setinden arıyorum.’ Buyurun yavrum dedim. ‘Bir sahnemiz var Uludağ’da geçecek, çok nostaljik bir sahne, dans da var, biz aradık, taradık, sizin o sahneye çok yakışan bir şarkınız var. Ne olur bize izin verin’ dedi. İzin vereyim de nasıl olacak falan dediğimi hatırlıyorum. ‘Bulun alın’ dedim, çok ilgi çekmiş. Sahneyle çok uyum sağlamış ki çok beğenildi. 

26 Mayıs 2007 yılında 50. Sanat yılınızı kutladınız. Hala çok kaliteli ve bozulmamış bir yorumla okuyorsunuz. Sesinizi nasıl korudunuz?

Çok kişi de bunu merak eder. Bana sorulur. Burada bir realite var. Bir kere benim gece hayatım hiç olmadı desem yeri var. Çok istisnai durumlar dışında içki içmedim, sigara içmedim, çok uykusuz bir kişi olmama rağmen yaptığım işe olan saygımdan dolayı zaman zaman kendimi mecburen de uykuya terk ettiğim zamanlar da olmuştur. Ama enteresan bir şeydir. Yani beni sesim bu yaşa kadar bırakmadı desem yeri var. Çok düzgün bir yaşamım oluşu, belki yaptığım işe çok büyük bir saygım ve sevgim oluşu, işimi halen çok severek ve sayarak yaptığım için ki çalışmalarım hala devam ediyor biliyorsunuz. İki koroyu yönetiyorum. Bir Büyükçekmece Korosu’nu bir de Eskişehir Tepebaşı Korosu’nu iki başkanla birlikte yürütüyorum. Teklif onlardan gelmiştir. Bir de Teknik Üniversite korosunu ben 11 sene yönettim. 11 yıl çok kolay ve kısa bir süre değil insanın hayatında. Zor zamanlarımda her cumartesi çocuğumu bırakıp gittiğim bir çalışmaydı. Benim talebelerimin 4’te 2’si bana hala çok bağlıdırlar. Benim hayatımda çok önemli yerleri vardır.

 

"Ve ben kanun çıkarttım. O kanun Resmi gazetede çıktı."

 

Sizin koro şeflikleriniz de var. Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosunun kurucususunuz. 1995 yılına kadar da şefliğinizi yaptınız. Neden terk ettiniz o koroyu?

O dönemde ben çok koro kurulmasına da karşı bir kişiydim. Bunu dile getirmekten çekinmedim. Çünkü çok olan koronun da yıllarca performansı olamadı. Ve kimi boşuna kuruldu. Çağırıldım, hatta Nevzat (Atlığ) Hocayla aynı uçakta gittim. Hocam, “Kur, İnci bunu sen yaparsın” dedi. Ben sıcak baktığımı söyleyemem. Şöyle bir realite var. Ben hayatımdaki değerleri kolay kolay feda etmemiş bir insanım. Çok yer bıraktım. Ben o koroyu çok severek kurdum. Saygıyla kurdum. 3 günde 400 küsur kişi imtihan ettim. Yer bulamadık. Bursa beni çok sever, sayar. Yıllarca oraya gittim geldim. Erkeklere ev vermediler, araya girdim ayarladım falan filan ama iyi bir koro kurduğumu çok iyi biliyorum ve 5 senede bunu tavizsiz ve en yakışır devlet korusu şekilde yürüttüğüm iddiasında da bulunabilirim, Nevzat (Atlığ) Hoca’dan sonra. Birkaç Devlet Korosu hâlâ çok iyi devam ediyor ama O Koroyu kurarken Mehmet (Özel) Beyle benim bir paylaşımım olması gerekti. Ben TRT radyo sanatçısıydım. Küçük koro ve kadınlar faslını yönetiyordum. Bunu söylerken gayet çekinmeden söylüyorum çünkü ispatları da var. Benim bu koroya gelmem bu işi yapmam demek bu işe mani olacak bir şey varsa yok demektir. Gelmem. Ve Mehmet (Özel) Bey bana söz verdi. Ve ben Koroyu kurdum, yerler buldum, çok da iyi konserler verdim. Hiçbir yerde iddialı değilim ama ben bunda iddialı bir kişiyim. Saygın bir koro kurdum devlet adı vardı başında ve çocukları saygın olmayan hiçbir yere götürmedim onu da çok açık söyleyeyim. Özal öldüğü gün biz Afyon’daydık. Bize Mehmet (Özel) Bey’den bir kâğıt geldi. Afyon’a gidiyorsunuz diye. Bir kasabaya indik. Adamlar yerleri suluyordu. Ben çocukları otobüsten indirmedim. Bu kitabımda da var. “Sakın inmiyorsunuz” dedim. Açlar… Soğuk bir hava. Meydanda 3-4 tane milletvekili bulunuyor. Salona bakmamla dönmem bir oldu. Baktım Fikri Sağlar o zaman bakan. Fikri bey bana döndü. “Hocam ne işiniz var burada?” diye sordu. Efendim “Genel Müdür’ümüzden bana bir kâğıt geldi, emre uymak durumundaydık, fakat kusura bakmayın” dedim. Bakan Bey, “burada kütüphane açacağız” dedi. “Böyle olmaz” dedi. “Kusura bakmayın sayın bakanım, sizi görmekten mutlu oldum” demeye kalmadı, meydana Özal’ın ölüm haberi geldi. Herkes birbirine girdi, tabi biz de. O gün konser monser yok. Arabadan inmedik. Ve orada birisi ben Kültür Müdürüyüm diye geldi. Ben kültür müdürü falan tanımıyorum. Bir saat bekliyoruz, sen nerdesin dedim ve yapmayacağız bu konseri. Çocuklar üzüldüler ve Fikri Bey’le konuşurken, Bakanım bir şey rica edebilir miyim?” dedim. “Kâğıtlar bazı yerlere geliyor biliyorsunuz, üstteki kâğıtlar imzalanır, alttaki kâğıtların bazıları imzalanmayabilir. Bu bir realite. Ne olur bakanım alttakilere biraz bakın lütfen. Çünkü bu emir bildiğim kadarıyla siz buradasınız kütüphane açıyorsunuz, bize bir emir geliyor ve biz kasabaya yollanıyoruz. Çocuklar aç şu anda” dedim. Bir durdu. Hocam dedi. Yanaklarımı öptü. Biz arabadan inmeden döndük geldik. Bu benim bardağımı taşırdı. Kadınlar korosuna ve küçük koroya ’da gitmeyeceksiniz dendi bana. Bize verilmesi gereken hiçbir şey verilmedi o zamanda. Fikri Bey, bir piyanoyla bir teşekkür yolladı. Ben bu koroyu 5 senedir yönetiyorum. Bursa beni çok sevdiği saydığı için. Hepsine sevgiyle saygıyla anıyorum. Bursa bize çok sahip çıktı,  Şalımızdan kumaşımıza kadar Bursa’daki dostlar yardımcı oldu. Çalışma alanımızın tüm ihtiyaçlarını karşılamada bize destek oldular. Olay bu hale gelince ben istifa ettim. Ben istifa ettikten sonra bir kâğıt işiniz bitmiştir diye. Çünkü bana orada bir oyun vardı, çok iyi biliyorum. İstifa ettim geldim. Aradan 5 ay geçti. Bana bir kınama geldi Mehmet (Özel) Bey’den. İşinizde yanlış olduğunuzdan burada küçük koroya falan gittiğinizden dolayı ben istifa etmişim ama 5 ay geçmişim. Ben bunu yemedim içmedim, Murat Bardakçı oğlumuz var. Çok da sever beni. Böyle böyle bir olay var hayatımda diye anlattım. “Ya hocam olur mu?” dedi. “Hemen bana yolluyorsunuz hocam, hemen basıyorum” dedi. Ben bunu yolladım. Önce gülmüş bana. Sayın Genel Müdür, Sayın İnci Çayırlı 6 ay önce ölmüş olsaydı. Bunu mezar taşına mı yapıştıracaktınız diye. Öpüyorum seni diye bağırdım Murat’a. Bunlar yaşandı. Ben bir şeyi boşu boşuna bırakmam. Ama isyan noktasına geldiğimde ben yokum, bunu herkes bilir bakın.

Bir şey daha söyleyeyim. TRT ye, radyoya dönmek istediğimde, beni imtihana çağırdılar Ankara’ya. Ben gittim, üç lakırdı söyledim, kapıyı kapatıp çıktım. Süleyman Bey’e telefon ettim. Mesele orada kapandı, bitti. Ve ben kanun çıkarttım. O kanun Resmi gazetede çıktı. Duygu Törümküney vardı TRT’de, rahmetli benim çok sevdiğim bir insandı. O kanun resmi gazetede çıkınca “Bunu ancak, İnci Hanım çıkarabilir” demiş. İnanın öyle geçerli bir şey ki. Benim durumumda olup ta TRT de bir tek kişi imtihana çağrılırsa Resmi Gazete’de de böyle bir kanun yayınlanır. Hiç kimse o konuda imtihana giremez. Yaptırttım ben bunu.

Sizin bir de  “Müziğin Güzel Günlerine Yolculuk – İnci Çayırlı’nın Anıları” adıyla kitap çalışmanız var. Biraz bu kitap çalışmanızdan da bahsedebilir misiniz?

Bu kitabı yazan Dr. Murat Derin benim çok sevdiğim bir çocuktur. Doktordur, aynı zamanda neyzendir. Benim Bursa Konservatuvarı’nı yönettiğim dönemde elinde neyi oturmuş, çok kültürlü çok beyefendi bir adam. Allah ömür versin. O günden bugüne kafasında bir İnci Çayırlı kitabı yazmak varmış. Zaman aşımında o büyümüş, çoluğa çocuğa karışmış.  Geçenlerde bir konserine gittim. Doktorlar korosunu yönetiyor Bursa’da. Önce ben biraz düşündüm ama Murat’a çok güvenim olduğu için de en iyi şekilde yapacağına inandım.  Biraz derinlere inen bir kitap oldu. Bütün söylenmedikler kitaba girdiği için de doğrusu bunun olmasından mutlu olduğumu da çok açık söyleyebilirim. Bazı arkadaşlarımızda da söylenmesi gerekenler oluştu. Bugüne kadar gelemediklerinden dolayı da söylenmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Efendim verdiğiniz bilgilerden dolayı çok teşekkür ederim.  

Ben teşekkür ederim. Bu söyleşiyi yaparak geriye bir şeyler kalacağı kanısıyla çok mutluyum.

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 291 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.