Whatsapp’ta, Facebook’ta dolaşıp duran bir makale var.
Azerbaycan’da yayınlanan KREDO gazetesinde 17 Mayıs 2014 tarihinde Gazanfer Kazımov’un yazdığı “Rockefeller’in İtirafları ve Dünya Medeniyetinin Kurucusu Türk’ün Bedbahtlığı” isimli makaleden ilhamla yazıldığı belirtilen yazının altında herhangi bir ismin imzası bulunmuyor!
Komplo teorilerinden bir demet
Makale, David Rockefeller’a atfedilen “Yüzyılın İtirafları” adlı kitaptan alıntılar ve yorumlar üzerine kurulmuş. Rockefeller’ın, elit bir tabakanın dünya düzenini şekillendirmek için entrikalar, darbeler, provokasyonlar ve sömürgeleştirme faaliyetleri yürüttüğünü itiraf ettiği ileri sürülüyor. Özellikle Türkiye’nin jeopolitik konumu, su kaynakları ve Müslüman dünyasındaki rolü nedeniyle Batı’nın hedefinde olduğu; Türklerin birleşmesini engellemek için ajan faaliyetleri, ideolojik çatışmalar ve darbelerle sürekli kontrol altında tutulduğu iddia ediliyor. 12 Eylül darbesi, ekonomik bağımlılık, PKK terörünün ortaya çıkışı ve toplumsal yozlaşma bu çerçevede “dış müdahalenin” sonuçları olarak aktarılıyor.
Makale ayrıca, Rothschild ailesiyle yapılan sohbetlerden Osmanlı’nın parçalanması, İsrail’in kuruluş planları ve Atatürk’ün bu planları bozması konularına değiniyor. Mustafa Kemal’in Batı’nın en büyük düşmanı olarak görüldüğü, onun sayesinde İsrail’in kuruluşunun geciktiği ve planların altüst olduğu vurgulanıyor. Yazının sonunda ise bugünkü toplumsal sorunlarımızın önemli ölçüde bu müdahalelerin eseri olduğu ileri sürülerek, çıkış yolunun Atatürk’ün gösterdiği akılcı ve milli çizgiye dönmekten geçtiği ifade ediliyor.
Özetle metin, Rockefeller ve benzeri elit ailelerin itiraflarına dayandırılarak Türkiye’nin dış güçlerce sürekli hedef alındığını, toplumun yozlaştırıldığını ve bağımlı hale getirildiğini iddia ediyor. Çözüm olarak ise, Atatürk’ün “önce vatan ve millet” anlayışıyla hareket etmek gerektiği güçlü şekilde savunuluyor.
Öğrenilmiş Çaresizlik Tehlikesi
Bu yazı sapla samanı karıştıran, olgusal gerçeklerin yanına uyduruk şeyler katarak moral bozan ve sonuçta bizi “öğrenilmiş çaresizlik” psikolojisine sokma tehlikesi taşıyan bir komplo teorisi.
Besbelli paranoyak bir zihnin mahsulü.
Kısa kısa, madde madde yazalım:
- Dünya Rockefeller ve Rothschild dahil, hiçbir ailenin tek başına çekip çeviremeyeceği kadar büyük bir yer, korkmaya gerek yok!
- Yapay zekâ sayısız kaynağı taradığı halde böyle bir “itirafname” bulamıyor.
- Okullarda bize öğretilen resmi tarih anlatısı büyük ölçüde kendine yontan, herkesi kendine düşman bilen, kendimize toz kondurmayan, büyük ölçüde cilalanmış “şanlı tarih masalları” bunlar… İnsan bunu zihnini resmî ideolojiye teslim etmemiş, aykırı aydınları ve yabancı kaynakları okuyunca daha iyi anlıyor.
İttihatçılar, Darbeler ve Yozlaşma: Komplolardan Gerçeklere
- Birinci Dünya Savaşına bizi zorla İngilizler veya Batılılar sokmadı. Aksine, İngilizlerin “karşımıza bir cephe de siz açmayın” uyarısına rağmen, bugün hala kahraman diye alkışlayıp arkalarından övgüler düzülen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni yöneticileri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşalar (Padişaha ve Sadrazama rağmen) soktu. Bu paşalar Alman hayranıydılar. Onların askeri eğitiminden geçmiş, 1908’de II. Meşruiyetin ilanıyla birlikte Osmanlı’da bütün dizginleri eline almışlardı.
- İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ve başındaki kudretli paşaların bize yaptığını hiçbir düşman yapmamıştır. II. Abdülhamid 1909’da İTC tarafından tahttan indirilmiştir, Mondros Mütarekesi 1918’de imzalanmıştır. Bab-ı Âli baskını (Enver Paşanın askeri darbesi), Balkan Savaşı, 1. Dünya Savaşı, Ermeni tehciri ve teslim olma bu 10 yılda gerçekleşmiştir. Biz dış mihraklar hikayesiyle kendimizi kandıraduralım, İTC’nin hikayesi vatanseverlik duygularının askeri-siyasi hırs, maceraperestlik, gözü karalık ve cehaletle birleşmesinin bir millete neye mal olacağının ibretlik hikayesidir.
- Hala çocuklarımızı “Çanakkale geçilmedi, geçilmeyecek” yalanlarıyla kandırıyor, 13 Kasım 1918 ve 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal eden düşman gemilerinin Çanakkale’yi geçerek İstanbul’a girdiğini görmezden geliyoruz.
- Kürt sorununun Cumhuriyetin başındaki iç isyanlardan beri var olduğunu, Kürtçeyi yasaklayıp Kürtlere yapılan baskı, işkence ve insanlık dışı muameleyi görmeyip, Kürt sorununu da başımıza Batılılar/Amerikalılar ördü demek kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.
- Komplo teorileri içinde bulunduğumuz perişan durum ve krizlerin suçunu başkalarına (dış düşmanlara) atarak geçici bir rahatlama ve zihin konforu sağlayabilir; ama hiçbir sorunumuzu çözmez, kendimizi kandırmaktan başka işe yaramaz. Daha beteri, her şeyin kapalı kapılar ardında birtakım karanlık güçler tarafından tezgahlandığı düşüncesini yerleştirerek bizi -direnme gücümüzü bitiren- bir “öğrenilmiş çaresizlik” psikolojisine sürükleyebilir.
- Bütün bunlardan daha elim ve daha vahim bir husus da yukarıda sözü edilen yazıda ileri sürülen iddialara prim vermenin tazammun ettiği, örtük olarak kaçınılmaz kıldığı berbat sonuçtur. İddiaya göre Türkiye'de ne kadar askeri darbe, darbe teşebbüsü, terörist eylem, iç istikrarsızlık varsa bunların hepsi yabancılar, bizim yükselmemizi istemeyen dış düşmanlar tarafından yapılmaktadır. Batılı küresel aktörler içimizdeki hainleri, kuklaları, kendi adamlarını veya kendilerine hizmet edecek maşaları ordu, emniyet, istihbarat vb. kilit kurumlarımıza veya cemaat-tarikatlara yerleştirmekte, canları istediğinde bu maşaları kullanarak da darbe yaptırmakta, terörist eylemler tezgahlamakta, gelişmemizin önüne set çekmektedir. Eğer iddia doğruysa, iki nahoş, özgüvenimizi sarsacak, bizi yerin dibine geçirecek içerimle karşı karşıya kalıyoruz.
- Birincisi, Avrupalılar, Amerikalılar, İngilizler, Siyonistler, emperyalist dış güçler bizden o kadar akıllı, o kadar zeki, o kadar becerikli, o kadar usta stratejik manevralar yapabilecek yetenektedirler ki, onlar karşısında direnemiyor, oyunlarını bozamıyor, aciz kalıyoruz; onların tezgâhladığı darbeler ve terör eylemleriyle yerimizde sayıp duruyoruz. Onlar bizimle ilgili karanlık hesaplar yapıp, çirkin oyunlar tezgahlayıp sahneye koyarken bizim “elimiz armut topladığı” için onların oyunlarının farkına varamamakta ve bu oyunları bozamamaktayız.
- Şayet bu iddiayı reddedip, kendimizin de en az onlar kadar zeki ve manevra kabiliyeti olan bir millet olduğumuzu iddia edecek olursak, bu sefer de şöyle bir nahoş, birincisinden daha beter, içimize sindirilmesi zor, kabul edilemez içerimleri olan bir olguyla karşı karşıya kalıyoruz: Bizim çocuklarımız, güvenliğimizi kendilerine emanet ettiğimiz askerlerimiz, siyasetçilerimiz ya da bürokratlarımız başkalarınca, dış düşmanlarca kolayca kandırılmaya, başkasının kuklası olmaya, satın alınmaya, kandırılmaya, onlar tarafından manipüle edilip kendi aleyhimize kullanılmaya teşne! O zaman bu neyi ima eder? Demek ki hâlâ doğru dürüst kaynaşmış, dayanışma içinde bir millet olamamışız; hâlâ çocuklarımıza millet menfaatini düşmanların menfaatinin önüne koymayı öğretememişiz; başkalarına kukla olmama, ülke aleyhine oyunlara alet olmama, kendi vatan ve milletimize hizmeti her şeyin önüne koyma bilinci aşılayamamışız. Onlar da bu durumda kolayca başkalarınca kandırılıyor, maddi veya siyasi rüşvetlerle satın alınıp kullanılıyor, toplumsal huzur ve sükûnumuzu bozacak eylemlere kalkışabiliyorlar. Atalarımızın tam da “iki ucu pis bir değnek” dediği durum… Eğer bu iki nahoş implikasyonu da reddediyorsak, o zaman en baştaki başımıza gelen bütün felaketlerin, darbeler ve terör eylemlerinin dış mihraklarca tezgâhlandığı iddiasını da reddetmek, konu üzerinde bir daha düşünmek zorundayız.
Çözüm Komplo Teorilerinde Değil, Kendimize Çeki Düzen Vermekte
- Bizi kurtaracak olan, komplo teorilerine kulak kabartıp -karanlığa taş atarcasına- dış mihraklara sövüp saymak değil, kendimize çeki düzen vermektir.
- Bunun bireysel düzlemdeki karşılığı; insan kalitemizi yükseltmektir, hepimizin temel ahlak kurallarına ve trafik kurallarına uyması, randevusuna, sözüne ve borcuna sadık olması, kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkasına yapmamasıdır.
- Bunun toplumsal/siyasal karşılığı ise, başta Parlamento ve Merkez Bankası olmak üzere, kurumlarımızı güçlendirmek, hukuk devletini tesis etmek, torpil, adam kayırmacılık, keyfilikler ve kamusal imkanlarla yandaş zengin etmeye son vermek, belirsizliği ve ülke riskini azaltmak, öngörülebilirliği arttırmaktır.
- Bu konularda biraz okuma yapmak isteyen dostlar mesela şu kaynaklara bakabilir:
- Türkiye’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Mete Tunçay,
- Eleştirel Tarih Yazıları, Mete Tunçay,
- İttihatçılıktan Kemalizme, Feroz Ahmad,
- Geçmişiniz İtina İle Temizlenir, Cemil Koçak,
- Yanlış Cumhuriyet, Sevan Nişanyan,
- Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Mustafa Müftüoğlu,
- Hesaplaşma; Türkiye’nin Gizlenen Yüzü, Neşe Düzel,
- İsyan Günlerinde Aşk, Ahmet Altan,
- Lozan Zafer mi Hezimet mi, Kadir Mısıroğlu,
- Mukaddime, İbn Haldun,
- Modern Türkiye’nin Doğuşu, Bernard Lewis,
- İttihat ve Terakki, Feroz Ahmad,
- “Sevr’in Yaratıcısı Batılılar Değil, İttihat ve Terakki Cuntasıdır,” Kazım Berzeg, Liberal Düşünce, Sayı 21, (Kış 2001), [S.129-133].
Sayın Acar, târihi tek yönlü…
Sayın Acar, târihi tek yönlü kaynaklardan okumamanızı öneririm. Yazınızın sonunda verdiğiniz kaynaklar, tek yönlü okuma yaptığınızı gösteriyor.
Ben burada kaynak tavsiyesinde bulunmayacağım. Siz, bir akademisyen olarak, farklı görüşleri savunan kaynakları nasıl bulacağınızı/seçeceğinizi bilebilecek durumdasınız.
Yalnızca bir hususa, bilhassa vurgu yapmak isterim; 1. Dünya Savaşı'nın, petrolün kömür yerine ikame edilmeye başlaması sebebiyle, zamanın küresel güçlerinin enerji kaynaklarını ele geçirme isteklerinden kaynaklandığı, tartışma konusu olmayan bir hakikattir. Bu durumda, savaşın konusu kendi mülkü olan bir ülke, sözkonusu savaşta nasıl "tarafsız" kalabilirdi?
Kaldı ki, İTC yönetiminin, Almanlar ile ittifak yapmadan önce, Rusya, Fransa ve İngiltere nezdinde görüşmeler yaptıkları ve onlarla ittifak tesis etmeye çalıştıkları bilinmektedir.
Özellikle Balkan Savaşı faciası ordumuzun itibarı açısından son derece olumsuz bir tablo yarattığından, bahsekonu ülkeler, Türkiye'yi "kolay lokma" olarak değerlendirdiklerinden, görüşme taleplerine olumsuz cevap vermişler, alt düzeyde gerçekleştirilen görüşmelerde ise Türk tarafını rencide etmeye özel bir önem vermişlerdir. Bu durumda, Almanlar ile ittifak Türkiye için bir zorunluluk halini almıştır.
"Kürt sorunu" olarak nitelendirdiğiniz husus konusunda da size katılmak mümkün değildir. Cumhuriyet, dört temel esas üzerine kurulmuştur; demokrasi (o tarihlerde cumhuriyet-demokrasi ayırımı günümüzdeki kadar sarih değildi, bu sebeple cumhuriyet kavramının demokrasiyi de içerdiği düşünülüyordu), lâiklik, hukuk devleti ve ulus-devlet. Bu esaslar, günümüz için dahi isabetliliği tartışılamayacak hususlardır.
Cumhuriyetin birinci asrında yaşanan sorunlar, tabii ya da "çocukluk hastalığı" olarak değerlendirilebilir.
Ülkemizde, önce ideolojik sonra da etnik amaçlı olarak yaşanan terör sorununun amacı, vatandaşlarımızın bir kısmının daha iyi şartlarda yaşatılabilmesini temin etmek değil, üniter yapıyı (devletimizin ulus-devlet niteliğini zayıflatmak, Türkiye'nin ilgi ve dikkatini asıl sorunlar ve çözümleri üzerine teksif etmesini önlemek, "kaynaklarını, enerjisini ve zamanını" heba etmesini ilh... sağlamak olarak açıklanabilir.
Selâm ve muhabbetle…
Sayın ACAR' ın yukarıdaki…
Sayın ACAR' ın yukarıdaki yazısıyla ilgili olarak gönderdiğim yorumun yayınlanmadığını görüyorum. Nezaket sınırları çerçevesinde yapılmış olan sözkonusu yorumun yayınlanmama gerekçesini cidden merak ediyorum. Eleştiriye tahammül, fikri olgunluğun önemli göstergelerinden biridir. Eleştiri yoksa, fikir de yoktur, terakki de.
Sayın Tezel, Yorumunuzu yeni…
Sayın Tezel,
Yorumunuzu yeni gördüm. Saygılı bir üslupla görüş bildirdiğiniz için teşekkür ederim.
Tarihi tek yönlü kaynaklardan okumama konusunda tamamen sizinle hemfikirim. Benim yukarıda önerdiğim kitaplar resmi tarih kitaplarında -sizin fikirlerinizle aynen örtüşen- görüşlere alternatif bir okuma için önerdiklerimdi; yoksa sizin belirttiğiniz klişe görüşleri bol bol okudum, merak etmeyin.
Burası ayrıntılara girmek için uygun bir mecra değil; sadece şu kadarını söyleyebilirim: Tanzimat’tan (1839) itibaren yakın tarihimizin yeniden okunması, üzerinde düşünülmesi ve yeniden yazılması elzemdir. Abdülaziz’in katledilmesi, 1. Meşrutiyet (1876), Taşkilat-ı Esasiye, 2. Abdülhamid yönetimi, İttihat ve Terakki (İVT)’nin ortaya çıkışı ve Osmanlı’da bütün dizginleri ele alışı, Manastır ve Selanik isyanları, 2. Meşrutiyetin ilanı (1908), 31. Mart ayaklanması, Hareket Ordusu’nun İstanbul’u işgali, Abdülhamid’in tahttan indirilmesi (1909), Sırp-Bulgar-Rum çetelerle yapılan işbirliği, Balkanların neredeyse hiçbir direniş gösterilmeden kaybedilmesi (1912), Bab-ı Ali baskını (darbe, 1913), Almanların yanında ve Alman komutanların yönlendirmesi altında 1. Dünya Savaşı’na imparatorluğun apar-topar sokulması (1914), Sarıkamış faciası ve sonrasında yaşananları, Ermeni tehciri (1915), Mondros’a giden süreci, Enver paşa başta olmak üzere İVT kökenli askerlerin cehalet, hırs, tecrübesizlik, maceraperestlik ve ihanetlerini görmeden, eleştirmeden Cumhuriyet dönemine atlayıp “başka çare yoktu…” demeye getirmek hiç de ikna edici görünmüyor. Okumaya meraklıysanız, yukarıda zikrettiklerime ilaveten, 2. baskısı yeni yapılan “Enver ve Mustafa Kemal’in Kitabı 1908-1938” adlı kitabı (yazar: Yaşar Gören) okumanızı tavsiye ederim, üzerinde yeniden düşünülmesi gereken epey malzeme içeriyor.
Bir imparatorluğun kendi evlatları eliyle batırılmasına mı yanalım, 100 yıldır hâlâ cumhuriyeti demokrasiyle buluşturamamış olmamıza mı, 100 yılda Kürt sorunu ve Alevi sorununu çözememiş ve yabancı güçlerin kaşımasına elverişli bir yara olarak devam etmesine sebep olmaya mı yanalım, askeri darbeler elinde yaşadığımız savrulmalara mı yanalım, terör belasına trilyonlarca dolar harcayarak memleketin kıt kaynaklarını heba etmeye mi,… bilemiyorum…
Velhasıl, tarihten ders almak zorundayız; ders almak için de hiçbir gerçeği örtbas etmeden tarihle yüzleşmek, yaşananları eleştirel bir süzgeçten geçirmek zorundayız.
Selam ve saygılarımla.
Yeni yorum ekle