Faiz, Riba, Alım Gücü, Zaman Tercihi, Karşılıksız Fazlalık, Vesaire: Riba ile Faiz Aynı Şey midir?

11 Mart 2025
Image

Günümüz dünyasında dini hassasiyeti yüksek olan, dininin emir ve yasaklarını ciddiye alan Müslümanlar için en kafa karıştırıcı, en saç-baş yolduran meselelerin başında hiç kuşkusuz faiz-riba meselesi gelmektedir. 

İktisadi hayatın kendini dayatan şartları, hayata tutunma ve refah seviyesini yükseltme çabaları hemen hepimiz için, bugün olmazsa yarın, borçlanmayı zorunlu kılmaktadır. İhtiyaç hâsıl olduğunda birilerinden borçlanabilir miyiz? Başka imkânımız yoksa şayet, bankadan borçlansak olur mu? Banka olsun başkası olsun, kimse kimseye bedava para verir mi? Borcun kâğıt üzerindeki nominal değerinin üzerinde vereceğimiz her kuruş bir “fazlalık” olabilir mi? Her fazlalık riba mıdır? Daha önemli olarak da, “riba” ile “faiz” aynı şey midir? Değilse, birini diğerinden ayıran şey nedir? Hangisi yasak hangisi değildir? Ne zaman riba yasağını çiğnemiş oluruz? Bütün bunların enflasyon ve paranın satın alma gücüyle ilişkisi nedir? Bu yazıda kısaca bu sorulara cevap aranmaktadır.

En başta şunu açıklıkla vurgulayalım. “Medeniyet perspektifi olmayan âlimin fetvasına güvenilmez” fehvasınca, rahatlıkla denebilir ki, iktisat bilmeyen, modern iktisat birikiminden haberdar olmayan bir fakihin iktisadi konularda vereceği fetvaya güvenilmez. Başka bir deyişle iktisat bilmeyen fıkıhçının faiz-riba konusunda keseceği ahkâmın hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Riba-faiz meselesinin anlaşılması ve çözüme kavuşturulmasıyla ilgili başlıca zorluklar

Riba-faiz meselesini anlama, kavrama, anlamlı bir çerçeveye oturtma ve günümüz Müslümanlarının borç-alacak ilişkileri bağlamında yaşadıkları sıkıntılara çözüm getirme konusunda birkaç zorluktan söz edilebilir.

Bunlardan birincisi, ribanın ve faizin tam olarak tanımlarının ne olduğuyla ilişkilidir. Kur’an’ın yasakladığı ve Türkçeye “faiz” olarak çevrilen “riba” ile modern iktisatta “interest” karşılığı olarak kullanılan “faiz” aynı şey midir? Başka bir deyişle, zamanında ödenmeyen bir borcun vadesini uzatma karşılığında istenen “kat kat fazlalık” ile “sermayenin getiri oranı” ya da “sermayenin çıktıdan aldığı pay” aynı şey olabilir mi? Mevduat faizi, kredi faizi, politika faizi, gecikme faizi, erteleme faizi, LIBOR, interbank vs. envai çeşit faiz türlerinden hangisiyle riba aynı kategoriye konabilir? Kısaca riba-faiz meselesini anlama ve açıklama konusunda ilk zorluk, dini kaynaklardaki riba kavramı ile zengin modern bankacılık-finans terminolojisindeki faizin birbiriyle ne kadar örtüştüğü, aynı şey olup olmadığı meselesinden kaynaklanmaktadır.

İkincisi, riba yasağıyla ilgili ayetlerin Kur’an’ın en son inen ayetleri arasında olup olmaması, dolayısıyla Hz. Ömer’e dayandırılan bir rivayete göre uygulamada yeterince zengin bir tecrübe birikiminin oluşmadan Hz. Peygamberin (as) bu dünyadan göçmüş olduğu iddiasının doğruluğuyla, bu rivayetin tarihsel gerçeklerle uyumlu olup olmadığıyla ilgilidir. 

Üçüncü zorluk, neyin riba olup neyin olmadığıyla ilgili rivayetlerin yer yer birbiriyle tutarsız olması, ya da birbirini naksetmesiyle ilgilidir. Kur’an ayetleriyle haram kılınan riba ile hadislerde dile getirilen riba türleri birbirinden ayrışmaktadır. Hadis külliyatında ribanın kapsamının sonradan genişletilmiş olması, bu konuyla ilgili hadisler arasında yer yer çelişkiler ve tutarsızlıkların bulunması meseleyi daha karmaşık hale getirmektedir.

Dördüncüsü, riba yasağıyla ilgili en sık referans gösterilen hadislerden biri olan meşhur “altı mal hadisi”nin, şerh edilmeden, yorumlanmadan, sadece lafzi olarak alındığında anlamsız olmasıdır. Buna göre “buğday buğdayla, arpa arpayla, altın altınla, gümüş gümüşle, hurma hurmayla, tuz da tuzla misli misline ve peşin olarak mübadele edilmelidir, başka türlüsü riba olur” denmektedir. İyi de aynı malı, aynı miktarda ve peşin olarak başkasıyla mübadele etmenin ne mantığı olabilir? Mübadele aşkına mübadele, değiş-tokuş yapmış olmak için değiş-tokuşun kime ne faydası olabilir? Buğday, arpa, altın, gümüş, hurma veya tuz, aynısı bende de varsa, aynı miktarda ve peşin olarak neden elimdeki malı başkasının elindeki aynısıyla değişmem gerektiği konusunda ikna edici bir argüman olabilir mi? Şayet arada bir kalite farkı varsa, o zaman elindeki kaliteli malı verip aynı cins ve aynı miktarda kalitesiz malı hangi aklı başında insan kabul etmek ister ki? O halde, alıcıya da satıcıya da, hiç kimseye bir faydası olmayan alış-veriş, -dışardan bir zorlama olmadan- gönüllü olarak gerçekleşebilir mi? Normal şartlarda zaten gerçekleşmesi muhal olan bir alış-verişi yasaklamanın ne mantığı, nasıl bir gerekçesi olabilir?

Nihayet faiz-riba meselesini hal yoluna koymada beşinci bir zorluk da, bu konularda akıl yürütülür ve fetva verilirken modern finans sistemine, enflasyona, alım-gücüne, modern bankacılık uygulamalarına ve finansal araçlara yeterince referans verilmemesi, daha kötüsü, bu konularda hararetli bir dille ahkâm kesenlerin çoğunun bunlardan haberdar bile olmamasıdır.

Riba-faiz Meselesini Yeniden Düşünürken Tavsiyeye Değer Kaynaklar

Bu satırların yazarı riba-faiz tartışması bağlamında bir yerlerde bir kayıp halka olduğu, bu konuda fetva verme ya da görüş bildirme heveslilerinin aynı dili konuşmadığı, bu meselenin yeni baştan düşünülmesi gereken bir mesele olduğunu, ta 1980’li yılların başında, daha ODTÜ’de iktisat lisans eğitimine yeni başladığı sıralarda kavramaya başlamıştı (1982). Kur’an “riba alış-veriş gibi değildir; riba haram alış-veriş helaldir,” “ribadan doğan kat kat alacağınızdan vazgeçin” derken, “ribada ısrar edenlerin Allah ve resulü ile savaşa hazırlanmasından” söz ederken, ve hemen bütün meal ve tefsirler de ayetlerde zikredilen “riba”yı Türkçeye “faiz” olarak aktarırken, modern iktisat literatürü faizi “sermayenin çıktıdan aldığı pay,” “sermayenin getiri oranı,” “sermayenin kira bedeli” olarak tanımlıyordu. Ribayı faizle birebir eşitlediğimiz ya da özdeşleştirdiğimiz takdirde ortaya son derece mantıksız, izahı zor bir çelişki çıkıyordu. Buna göre dört temel üretim faktöründen emeğin karşılığını “ücret” olarak öderken, toprağın (doğal kaynakların) kira bedelini “rant” olarak öderken, girişimcinin payını “kâr” olarak öderken, sermayenin payını “faiz” olduğu için, faiz de haram olduğu için ödemememiz gerekiyordu. Başka bir deyişle emeğin, toprağın ve girişimcinin üretilen çıktıdan bir pay alması meşru, ama çıktıya en az ötekiler kadar, bazen belki daha fazla katkıda bulunan sermayenin çıktıdan pay almaması gerekiyordu; bu nasıl adaletti? Rahmetli üstad Necip Fazıl’ın “bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa” dizelerinin çağrıştırdığı bir haksızlık ortadaydı. Sermayesini bedava kiraya verecek birileri olsa, haydi neyse idare edelim denebilirdi belki; ama kimse kimseye sermayesini bedava ödünç vermeyeceğine göre, üretim süreci sermayesiz kalıyor, büyük ölçüde çöküyordu. Velhasıl, bu meselede bir şeylerin yanlış olduğu açıktı…

Bir yandan sadece lisans değil, yüksek lisans ve doktora düzeyinde de iktisat mürekkebi yalayan, dahası bankacılık kariyerini yarıda bırakıp akademik kariyer yapmaya karar veren, dolayısıyla iktisadi konularda hem öğrencilerine ders verip hem de bilimsel çalışmalar, araştırmalar yapan; aynı zamanda dinini de ciddiye alan, dinin açık hükümleriyle ters düşmemeye çalışan bir Müslüman olarak kafamızı en çok karıştıran, gündemimizi işgal eden konuların başında faiz-riba meselesi geliyordu. Doğal olarak uzun yıllar bu meseleyi anlamaya çalışırken pek çok okumalar, düşünmeler, istişareler yapıp, yapılan tartışmalara kulak vermeye çalıştık. Türkiye de dâhil olmak üzere İslam dünyasında son yıllarda giderek kabaran bir İslam iktisadı ve İslami finans literatürü ortaya çıkmaya başlamış durumda. Faiz-riba meselesine doğrudan veya dolaylı olarak değinen pek çok çalışma da mevcut. Ancak bugüne kadar bizim karşımıza çıkan onca eser içinde bu meseleye makul, mantıklı, akla yatkın, ikna edici açıklamalar getirmeye çalışan beş eseri özellikle altı çizilmeye değer bulduğumuzu söylemek mümkündür. Dolayısıyla bu meseleye kafa yoran herkese hararetle tavsiye edebileceğimiz bu eserleri burada sıralamakta yarar vardır.

  1. “Riba and Interest” (Riba ve Faiz), Fazlur Rahman, Islamic Studies, (1964), C. 3, S. 1.
  2. İslamda Faiz Meselesine Yeni Bir Yaklaşım, Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998.
  3. İslam İktisadı Perspektifinden Faiz, Ed. Taha Eğri, Z. Hafsa Orhan, Çev. Gülnihal Kafa, İstanbul: İktisat Yayınları, 2018.
  4. Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Abdulaziz Bayındır, İstanbul: Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2018.
  5. Ribâ ve Faiz: Nedir, Ne Değildir?, Mustafa Öztürk ve Hakan Şahin, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2022.

Söz konusu kitapların incelenmesi meselenin çeşitli boyutlarının anlaşılması ve modern zamanlarla irtibatlandırılması konusunda epey yardımcı olacaktır. Yine son zamanlarda YouTube platformu üzerinden ulaşılabilecek, riba-faiz meselesini tartışan çok sayıda dikkate değer tartışmanın bulunması da sevindiricidir. Konu üzerindeki okumalarımız ve araştırmalarımızdan ulaştığımız sonuçları maddeler halinde sıralamadan önce, bu mühim meselenin anlaşılması bağlamında bazı önemli noktaların altını çizmekte yarar vardır.

Birinci nokta, bir Müslüman için Kur’an’da açıkça hükmü verilen bir meselenin tartışma konusu olmayacağıdır. Kur’an ribayı açıkça yasaklamakta; tedrici biçimde önce ribanın kötülüğünden bahsetmekte, ardından riba alıp vermenin kimseye bir kazanç sağlamayacağı ve uzak durmak gerektiği belirtilmekte, son aşamada da kesin bir dille riba yasaklanmaktadır. O halde sorun ribanın yasak olup olmaması değildir; riba yasaktır. Sorun, günümüzde hangi ödünç ya da borç-alacak ilişkilerinin riba kapsamına girdiği, neyin riba olup neyin olmadığıdır.

İkinci nokta, Kur’an’ın açıkça haram kıldığı ribanın “borç erteleme ribası” ya da “ödünç ribası” diyebileceğimiz, borcunu zamanında ödemeyen kişiye mühlet vermek ama karşılığında anaparayı kat kat artıran, yine ödenemediği takdirde, temel insan haklarını garantiye alan hukuk kurumları ve devlet güvencesinin yokluğunda, köleliğin yaygın olduğu bir dünyada zamanında ödenemeyen borcun çoğu kez borçluyu alacaklının kölesi haline getirdiğidir. Altını çizmek gerekir ki, günümüz dünyasında kölelik bütün dünyada resmen kaldırılmış olup, hiç kimse borcunu zamanında ödeyemediği için alacaklının kölesi haline gelmemektedir.

Üçüncü nokta, ribanın kapsamının sonraki yıllarda hadisler üzerinden genişletildiği, şeriatın daha yasakçı hale gelen, daha fazla alış-veriş türünü riba kapsamına sokan bir süreç izlediğidir. Meşhur altı madde hadisi altın, gümüş, arpa, buğday, tuz ve hurmanın misli misline ve peşin mübadele edilmesini emretmekte, aksinin riba olacağını belirtmektedir. Bu hadis ancak bu mallardan birini ihtiyaç duyan birine verecek olanın malı peşin vermesi gerektiği; veresiye, henüz ortada olmayan bir malı (mesela henüz ağacındaki hurmayı) ödünç veremeyeceği, geri alırken de aynı miktarda alabileceği, miktarda bir fazlalık şartı koşamayacağı şeklinde anlaşıldığı takdirde anlamlı olabilir. Yoksa, yukarıda değinildiği gibi, aynı malın misli misline ve (hem alıcı, hem satıcı tarafından) peşin değiş-tokuş edilmesinin bir anlamı olmayacağı açıktır. Malın kalitesi aynı olmak ve sadece vericinin malı peşin vermesi şartıyla bu hadis anlamlıdır; ancak malın kalitesi farklı olduğu zaman böyle bir alış-veriş hiçbir aklı başında insanın itibar edeceği bir alış-veriş değildir; ancak çaresizlik şartlarında kabul edilebilir.

Dördüncü nokta, günümüz dünyasında faiz-riba meselesini ele alırken üzerinde durulması gereken en önemli nokta ise, ödünç ya da borç verme ilişkisinde paranın alım gücünün, dolayısıyla enflasyon konusunun mutlaka dikkate alınması gerektiğidir. Ribanın yasaklanmasının temel sebebi, illeti olan “karşılıksız ve haksız fazlalık”tır, nominal fazlalık değildir. Modern dünya devletlerin her gün karşılıksız para bastığı, yani kalpazanlık yaptığı, yerli paranın hem yabancı paralar karşısında değerinin her gün değiştiği, hem de enflasyon yüzünden satın alma gücünün düştüğü bir dünyadır. Karşılıksız para basmanın söz konusu olmadığı, enflasyonun yüzde sıfır olduğu, paranın alım gücünün değişmediği, aynı miktar parayla bu yıl da aynı miktar malın satın alınabilmesinin mümkün olduğu “ideal” bir dünyada faiz sıfır olabilirdi. Oysa yaşadığımız dünya böyle değildir. Bugünkü dünyada kâğıt para vardır; karşılıksız para basarak kalpazanlık yapmak vardır; enflasyon vardır; paranın alım gücü –enflasyonun sıfır olduğu istisnai durumlar hariç- her gün azalmaktadır. Riba-faiz meselesinde nirengi noktası, temel referans, mihenk taşı alım gücü ve enflasyondur.

Modern iktisatta faiz dört temel üretim faktöründen biri olan sermayenin kirasıdır; sermayeyi ödünç vermenin karşılığıdır; tüketimden belirli bir süre vazgeçmenin bedelidir; sermayenin getiri oranıdır; sermayenin çıktıdan aldığı paydır; zaman tercihinin bedelidir. Sermaye ikiye ayrılır: fiziksel sermaye (makine, ekipman, alet-edevat), finansal sermaye (para ve para yerine geçen, alım gücü ve alacak hakkı doğuran kıymetli kâğıtlar). Fiziksel sermayeyi ödünç vermenin bir bedeli olduğu gibi, finansal sermayeyi yani parayı ödünç vermenin de bir bedeli olacağı açıktır, zira parasını ödünç veren kişi bugünkü tüketim imkânını geleceğe ertelemektedir, enflasyon yüzde sıfır değildir, paranın satın alma gücü sürekli azalmaktadır. Faizler son yıllarda Türkiye'de siyasi mahfillerde çok sık iddia edildiğinin aksine sadece sebep değil, aynı zamanda sonuçtur. Bir maliyet unsuru olarak enflasyonun sebebi olabilen faizler şu sayacağımız durumlarda sebep değil, sonuçtur: piyasada finansal kaynak kıtlaştığında faizler yükselir, kaynak kıtlığını yansıtır, sonuçtur; öngörülebilirlik azalıp, belirsizlik arttığında faizler yükselir; risk arttığında faizler yükselir; siyasi gerginlik, ekonomik darboğaz, çatışma ve gerilim faizlerin yükselmesine sebep olur; bütün bu durumlarda faizler bir sebep değil, sonuçtur; piyasadaki koşulların anormalliğinin yansımasıdır.

Bütün bunlar ışığında şunu söylemek mümkündür: riba ile faiz aynı şey değildir; riba günümüzdeki “tefeci faizi” (usury) denen şeye karşılık gelen, borcun ertelenmesi karşılığında alacaklıyı katlanarak artan ağır bir borç yükü altına sokan, borçluyu alacaklıdan sürekli merhamet dilenir bir duruma sokan özel bir versiyonudur. Riba-faiz meselesi bağlamında bir ödünç ilişkisinde alınıp verilen şeyi “riba”ya dönüştürecek olan şey “karşılıksız ve haksız fazlalık”tır. Bunun tespiti ise enflasyon, yerli paranın alım gücü, altın fiyatı ve döviz kurlarındaki değişim gibi pek çok başka göstergenin dikkate alınmasını gerektirir. Basit bir örnek üzerinden giderek şunu söylemek mümkündür: Enflasyonun –bugün Türkiye'de olduğu gibi- mesela %40 olduğu bir ortamda geçen yıl aldığı 100 lirayı 140 lira olarak iade eden bir kişi alacaklıya “karşılıksız fazlalık” veriyor değildir; enflasyonun aşındırdığı alım gücünü yerine koymaktadır; dolayısıyla nominal olarak fazlalık gibi görünen şey gerçek anlamda, reel olarak fazlalık değildir. O halde, enflasyon oranı kadar nominal faiz herhangi bir gerçek fazlalık ifade etmediğinden “riba” olarak kabul edilemez.

Image

Sonuç

Sadede gelelim. Atalarımızın deyişiyle “bu hamur çok su götürür,” buna kuşku yoktur. Riba-faiz meselesi günümüz Müslümanlarının en fazla kafasını karıştıran, gündemini işgal eden, rahatsız edici bir meseledir. Bu konularda fetva verme makamında olanların sadece dini metinlere ve fıkıh kaynaklarına aşina olmaları yetmez; modern iktisat birikimine de aşina olmaları; enflasyon, alım gücü, satınalma gücü paritesi, reel-nominal ayrımı, repo, tahvil, bono, LIBOR, interbank, politika faizi vb. temel finansal kavramların ne anlama geldiğini, modern iktisat teorisinde faizin ne olduğunu ve faiz oranlarını etkileyen faktörlerin ne olduğunu da bilmeleri gerekir. Fıkıhçılarla iktisatçıların aynı dili konuşur hale gelmeleri bu meselenin hal yoluna konmasının temel şartıdır. Bu çerçevede, en doğrusunu Allah bilir kuşkusuz, ama bu satırların yazarının kanaati şu şekilde özetlenebilir:

  1. Ribanın bugünkü faizlerle ne kadar örtüşüp örtüşmediği tartışılması, yeni baştan ele alınması gereken bir meseledir.
  2. Biri Kur’an’ın yasakladığı (ribe’n-nesie), biri hadislerin yasakladığı (rib’el-fazl) başlıca iki riba türü vardır.
  3. Kur’an’ın yasakladığı şey, ödünç verilen paranın vadesinde geri ödenemediği takdirde kat kat fazlasıyla istendiği, borçluyu altından kalkılamaz bir borca sokan, gayri adil, haksız ve karşılıksız, kabul edilemez fazlalıktır, ribadır.
  4. Riba ile ilgili hadislerin bir kısmının sahihliği tartışmalıdır; ayrıca “altı mal hadisi”nin kapsamının zamanla genişletilerek diğer mallara da teşmil edildiği, tarihsel süreçte fıkhın giderek daha yasakçı bir çizgide ilerlediği anlaşılmaktadır.
  5. Riba-faiz meselesinde en kritik faktör alım gücüdür. Alım gücü enflasyonun, döviz kurlarının, reel ekonomik büyüme oranının, başlıca finansal göstergelerin de hesaba katılmasını gerektirir.
  6. Enflasyon oranında bir nominal faiz riba değildir. Zira ortada bir “fazlalık” yoktur; enflasyonun aşındırdığı alım gücünün yerine konması, telafi edilmesi söz konusudur.
  7. Enflasyon oranını birkaç puan üzerine çıkacak bir nominal faizin de riba olup olmadığı tartışmalıdır. Zira reel ekonomik büyüme kadar toplumsal bir refah artışı söz konusudur. Borçlunun bu refah artışından yararlanmak hakkı olduğu kadar alacaklının da aynı refah artışından faydalanma hakkı olduğu söylenebilir. Buna göre reel ekonomik büyüme oranında –enflasyonun üzerinde- bir nominal faiz, “refah payı” olarak düşünülebilir. Bu konu üzerinde düşünmeye, istişareye ve irdelenmeye açıktır.
  8. Ribanın yasakladığı şey haksız ve karşılıksız fazlalıktır, sömürüdür, köleleştirmedir, borçluyu bir daha belini doğrultamaz hale getiren bir borçlandırma türüdür. Günümüz dünyasında hiç kimse borcunu ödeyemediği için kimsenin kölesi olmamakta, kanun bu durumda borçluyu koruyucu tedbirler almaktadır. Bu anlamıyla ribaya günümüzde karşılık gelen şey, tefeci faizidir.
  9. Kâğıt para basımının devletlerin tekelinde olduğu, dünyanın her yerinde her gün devletlerin ve hükümetlerin karşılıksız kâğıt para basarak, yani kalpazanlık yaparak enflasyon yarattıkları, enflasyon vergisi, senyoraj geliri ve borçlarının reel değerini kırpmak suretiyle halklarını soydukları bir dünyada; bankalarca ödünç verilen paranın sadece zenginlere değil aynı zamanda küçük tasarruf sahiplerine de ait olduğu; borç verenlerin zengin, borçlananların ise fakirler olduğu eski devirlerin aksine, borç verenlerin çoğunlukla fakir ya da orta sınıf, borç alanların ise (işadamı, girişimci, vs.) zengin olduğu bir dünyada; enflasyonun yerli paranın alım gücünü her gün aşındırdığı bir dünyada nominal faiz riba olamaz. “100 lira borç verip 101 lira alan (yasak olan, riba anlamında) faiz yemektedir, haramdır” şeklindeki fetvaların ciddiye alınabilir bir tarafı yoktur.

Velhasıl, bu konularda ahkâm kesecek fıkıhçılarımızın biraz iktisat öğrenmesi, iktisatçılarımızın biraz dini literatür karıştırmasında, fıkıhçıların iktisat, iktisatçıların fıkıh öğrenmesinde fayda vardır. Ortak bir dil ve ortak bir zeminde yapılacak istişareler günümüz Müslümanlarının dertlerine deva, sorunlarına çözüm üretecektir.


Daha Fazla Bilgi İçin Yararlanılabilecek Kaynaklar

Acar, Mustafa (2018), Güncel İktisadi Tartışmalar, Konya: Literatürk-Academia.

Bayındır, Abdülaziz (2018), Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, 7. Baskı, İstanbul: Süleymaniye Vakfı Yayınları.

Erdem, Ekrem (2018), “Kur’an’da Riba Ayetlerinin Kademeli Nüzulü ve Üslubu: İslamın Ticaret, İnfak ve Finans Sistemi Üzerinden Bir İnceleme,” içinde: Eğri, T. ve Orhan, Z.H. İslam İktisadı Perspektifinden Faiz, İstanbul: İktisat Yayınları.

Fazlur Rahman (1964), “Riba and Interest,” Islamic Studies, C. 3, S.1.

Öztürk, Mustafa ve Şahin, Hakan (2022), Riba ve Faiz: Nedir, Ne Değildir?, Ankara: Ankara Okulu Yayınları. 

Uludağ, Süleyman (1998), İslam’da Faiz Meselesine Yeni Bir Yaklaşım, İstanbul: Dergâh Yayınları.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
39 kez görüntülendi. 185 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.