Neo-Merkantilizmin Hortlaması, Ticaret Savaşları ve Korumacılık: Kendi Ayağına Kurşun Sıkmak

10 Nisan 2025

ABD Başkanı Trump, hiç de şaşırtıcı olmayan biçimde, Çin’e karşı tarifeleri %34-145 arasında yükselterek ABD-Çin ticaret savaşlarını başlattı. Sadece Çin’e karşı değil, pek çok başka ülkeye karşı da gümrük tarifelerini yeniden düzenlemek ve çoğunu yükseltmek suretiyle dış ticaret engellerini kendi politik ajandasının araçları olarak kullanacağını gösterdi. Böylece uluslararası ilişkilerde barış, serbest ticaret ve diplomasi döneminin rafa kalktığı, daha çatışmacı, korumacı-kumandacı ve içe kapanmacı politikaların öne çıktığı yeni bir döneme girdiğimiz söylenebilir. Dış ticaret politikaları bağlamında bu günlerde olan biten şey, yani dış ticarette gümrük duvarlarının yükseltilmesi, ithalatın kısıtlanması ve yerli şirketlerin himaye edilmesi esasen merkantilizmin hortlamasından başka bir şey değildir. İhtiyar dünyamız için bunlar yeni bir hadise değildir, bu film daha önce görülmüştür. Bu çerçevede bu yazıda dış ticarette korumacılığın gerekçeleri, korumacılık politikasının kaçınılmaz sonuçları ve serbest ticaretin erdemleri üzerinde durulacaktır.

Image

15-17. yüzyıllarda, sanayi kapitalizminin ve serbest piyasacı klasik liberal iktisadi öğretinin yükselmesinden önceki dönemde dünyada egemen olan merkantilist öğretinin üç temel önermesi vardı: 

1) Zenginliğin yahut servetin kaynağı kıymetli maden (altın ve gümüş) stoklarıdır; 

2) Dünyada servet stoku sabittir, birinin zengin olması ancak başkalarını fakirleştirme pahasına gerçekleştirilebilir; 

3) Dış ticaret “sıfır toplamlı bir oyundur,” yani bir tarafın kârı öteki tarafın zararına eşittir; her iki tarafın da ticaretten kazançlı çıkması mümkün değildir.

Henüz kâğıt paranın olmadığı, ithalatın altın ve gümüşle finanse edildiği, yani ithalat yapmanın altın ve gümüş stoklarını eritmek, dolayısıyla kendi kendini fakirleştirmek olarak algılandığı; birilerinin zenginleşmesinin ancak başkalarını yoksullaştırma pahasına yapılabileceğine inanılan bir dünyada öne çıkan politikalar dış ticarette içe kapanma ve korumacılık, başkalarının kıymetli maden stoklarını ele geçirmeye yönelik savaş, işgal, sömürgecilik, yağma ve talandı.

Modern iktisadın kurucusu, klasik liberal iktisadi öğretinin öncüsü, aynı zamanda bir ahlâk filozofu olan Adam Smith (1723-1790) merkantilist öğretinin üç temel önermesine de karşı çıkmış, servetin kaynağı, sabitliği ve dış ticaretin sıfır toplamlı bir oyun olup olmadığı konusunda şunları öne sürmüştür: 

Image

1) Servetin kaynağı altın ve gümüş stokları değil, ülkenin elindeki üretken kaynakları (emek, sermaye, toprak ve doğal kaynaklar, girişimci) akıllıca kullanmaktır, yani üretimdir. 

2) Servet (zenginlik) sabit bir şey değil, üretim kapasitesi sayesinde artırılabilir, büyütülebilir bir şeydir; dolayısıyla birinin zenginleşmesi ille de başkalarını fakirleştirme pahasına olmak zorunda değildir. 

3) Dış ticaret sıfır toplamlı değil, pozitif toplamlı bir oyundur; gönüllü mübadele hem alana hem de satana, yani her iki tarafa da kazanç sağlar; öyle olmasa zaten böyle bir mübadele gerçekleşmez.

Üretim, yatırım, tüketim, tasarruf, bölüşüm ve dış ticaret gibi iktisadi faaliyetlerin nasıl organize edilmesi gerektiği sorusu bağlamında Merkantilizmin doğduğu 14-15. Yüzyıldan günümüze, son 500-600 yıldır dünyada esas itibariyle iki felsefe, iki dünya görüşü ya da iki zihniyetin çarpışmasına şahit olduğumuz söylenebilir. Biri merkantilist, sosyalist, komünist, faşist ve Keynesyen geleneğin öne çıkardığı devletçi, merkezden planlamacı, kollektivist, güdümcü, kumandacı, içe kapanmacı, kendine yeterlikçi, korumacı-himayeci zihniyettir. 

İkincisi ise serbest piyasacı, bireyci, dışa açılmacı, işbirliği ve uzlaşmaya dayalı, serbest ticaretçi zihniyet. 

Bu iki zihniyet arasında yaşanan mücadelede sarkaç bazen birinci, bazen ikinci tarafa doğru savrulmakta; bir dönem serbest piyasacı ve serbest ticaretçi politikalar öne çıkarken, bir dönem içe kapanmacı, devletçi ve korumacı politikalar öne çıkmaktadır. Savaşların, krizlerin, otokrat zihniyetli popülist siyasi liderlerin iktidarda olduğu yıllar daha çok içe kapanmacı, korumacı, devletçi politikaların öne çıktığı dönemlerdir. Stagflasyon sorunu karşısında tipik Keynesyen politikaların çöktüğü, SSCB’nin dağıldığı, klasik liberallerin izinden giden Milton Friedman’ın parasalcı-serbest piyasacı görüşlerini benimsemiş Thatcher, Reagan ve Özal gibi liderler öncülüğünde devleti küçülten, özel sektörü ve girişimciliği öne çıkaran, liberalleşme yanlısı, serbest piyasa ve serbest ticaretçi politikaların hayata geçirildiği 1980’ler, 1990’lar ve erken 2000’li yıllardan sonra, görünen odur ki, tüm dünyada anti-küreselleşmeci, anti-serbest piyasacı ve anti-serbest ticaretçi popülist iktidarlar yükseliştedir. ABD yönetiminin son hamleleri bunun tipik bir örneğidir.

Bu çerçevede serbest ticaret-korumacılık tartışmaları kökleri çok eskiye giden kadim tartışmalardır. Her devirde, her ülkede, hem siyasi hem de akademik mahfillerde serbest ticaret taraftarları olduğu gibi, korumacılık taraftarları da var olmuştur. Korumacılık taraftarlarının ileri sürdüğü başlıca gerekçeler şunlardır: 

  • milli güvenlik,
  • bebek endüstriler (henüz rekabete hazır olmayan yerli ve milli sanayileri korumak),
  • işsizliği önlemek,
  • ödemeler dengesini iyileştirmek (dış açıkları kapatmak),
  • iç pazarı yabancı rakiplerden uzak tutmak,
  • anti-damping (dampingli satış yapan yabancı rakiplere karşı yerli şirketleri korumak),
  • çevre koruma,
  • çocuk işgücünün önlenmesi,
  • kendine yeterlik. 

Bunların özellikle milliyetçi-muhafazakâr ve devletçi damarı kabarık toplumlarda ilk bakışta kulağa hoş gelen, etkileyici argümanlar olduğu açıktır. Ancak bir de madalyonun diğer tarafına bakmakta, serbest ticaret taraftarlarının eleştirileri ve karşı argümanlarına kulak vermekte yarar vardır.

Serbest ticaret taraftarlarına göre korumacılık lehine ileri sürülen argümanların hiçbiri doğru, geçerli ya da ikna edici değildir. Örneğin; 

  • Korumacılıkla milli güvenlik temin edilemez. Milli güvenliği asıl garantiye alacak olan şey, savaş tehlikesini azaltmaktır, bunu sağlayacak olan da serbest ticarettir, içe kapanma değil.
  • Kayıtsız şartsız korunan yerli ve milli bebek endüstriler hiçbir zaman büyümezler, her zaman koruma talep ederler, rant-kollama, rüşvet ve yolsuzluğa eğilimlidirler.
  • Dahası, korumacılık işsizliği önlemez, sadece sektörler arasında yer değiştirmesini sağlar; çünkü bir ülkenin korumacılık politikalarını başlatması misilleme ve ticaret savaşlarını tetikler (nitekim ABD ile Çin arasında bugün olan budur), ithalatla rakip sanayilerde işsizlik azalırken, daralan ihracat endüstrilerinde işsizlik artacaktır.
  • Öte yandan ithalatı yasaklamakla ödemeler dengesi de iyileşmez; çünkü ithalatı yapılan malların önemli bir kısmı hammadde, aramalı ve yatırım malıdır (Türkiye örneğinde bu oran %80 civarındadır); bunlar olmadan üretim ve ihracat da olmaz. Dolayısıyla ödemeler dengesini asıl iyileştirecek olan ülkenin ihracat kapasitesini, katma değeri yüksek mal ve hizmet ihracatını artırmaktır.
  • Anti-damping adı altında istenen şey aslında örtük bir koruma talebidir, zira yerli şirketlere göre “maliyetin altında” (damping) olan bir fiyat yabancı şirket için hiç de öyle olmak zorunda değildir, çünkü ülkeler arasında maliyet farkları olması gayet doğaldır.
  • Nihayet çevreye daha büyük zararı gelişmekte olan ülkelerden ziyade (başta ABD olmak üzere) gelişmiş ülkelerin verdiği bilinen bir gerçektir.
  • Yine çocuk işgücü kullanımı da fakir ülkeler için çoğu zaman bir zarurettir, aile bütçesine katkıdır, elde daha iyi bir alternatifin olmamasıdır.
  • David Ricardo'nun ifadesiyle "kendine yeterlilik sefalete giden yoldur", çünkü hiçbir ülke bütün mal ve hizmetlerde kendine yeterliliği sağlayacak donanıma sahip değildir. Bazı ülkeler bazı alanlarda ötekilere göre daha avantajlı konumdadır. O nedenle mukayeseli üstünlük alanlarında iş bölümü ve uzmanlaşmaya gitmek suretiyle ihtiyaç duydukları mal ve hizmetleri çok daha ucuza temin etmeleri mümkündür. Dolayısıyla esas olan kendine yeterlik değil iş bölümü, uzmanlaşma ve serbest ticaretin imkanlarından faydalanmaktır.

Bitti mi? Bitmedi! Bu şekilde serbest ticaret taraftarları korumacılık taraftarlarının hemen bütün gerekçelerini boşa çıkardıktan sonra, ilaveten kendi karşı argümanlarını sıralamaktadırlar. Buna göre serbest ticaret politikaları korumacılık politikalarından hem maddi ve hem de manevi bakımdan çok daha üstün ve tercihe değerdir. Her şeyden önce serbest ticaret arz bolluğu demek, rekabet demektir. Arz bolluğu ve rekabet ise fiyatları düşürür, kaliteyi yükseltir, mal ve hizmet çeşitliliğini artırır. Böylece tüketiciler daha kaliteli, daha çeşidi bol mal ve hizmetleri daha ucuza elde etme imkânına sahip olur ki, bu tüketici refahını artırır. Ayrıca rekabet ortamı yerli şirketleri uluslararası alanda rekabet gücü kazanabilmek için teknoloji yenileme, maliyetleri düşürme ve kaliteyi yükseltmeye motive ederek, onların dış piyasalara açılmasını sağlar. Bu ise ülkenin döviz girdilerinin artması demektir. Dolayısıyla serbest ticaret yerli şirketlerin rekabet gücü ve ülkenin döviz gelirlerinin artması için de iyidir. 

Dahası, serbest ticaret sadece daha hızlı büyüme ve refah gibi maddi imkânlar açısından üstün olmakla kalmamaktadır. Serbest ticaret ülkeler arasında dostluk, barış ve istikrarı teşvik eder, savaş tehlikesini azaltır; savaşlar genellikle birbiriyle minimal düzeyde ilişkisi olan, pek ticaret yapmayan, birbiriyle alış-verişi olmayan ülkeler arasında söz konusu olur. Frederic Bastiat’nın bundan 175 yıl önce söylediği şu veciz söz çok anlamlıdır: malların geçmesine izin verilmeyen sınırlardan askerler geçer! Bu çerçevede ülkeler arasında kıt kaynakları paylaşmanın biri insani, ahlaki ve gönüllü (barışçı); diğeri vahşi, gayri-ahlaki ve cebri (savaşçı) yolu vardır. Üretim, yatırım ve serbest ticaret kıt kaynakları paylaşmanın gönüllü ve barışçı yoludur; bunun alternatifi ise cebir kullanmak, savaş, yıkım ve talandır. Nihayet serbest ticaretin dünyası insanların eğitim, sağlık, kariyer ve kendini gerçekleştirme vb. her alanda önlerindeki seçenekleri artıran, hayatımızı hayallerimizin peşinden giderek değerlendirme ve kimsenin burnunu kanatmadan karnımızı doyurma imkânı veren çok daha üstün, çok daha anlamlı bir dünyadır. 

Bu söylenenlerin ışığında, konuyu toparlamak gerekirse, korumacılık, içe kapanma ve yüksek gümrük duvarlarıyla dış ticareti zorlaştırma politikaları herkesin zararına olacak “kaybet-kaybet” politikalarıdır, bundan herkes zararlı çıkar. Bir tarafın tarifeler ve kotalar koyması misillemeyi, ticaret savaşlarını tetikler, malların ve hizmetlerin sınırlardan geçmesi zorlaşır, fiyatlar yükselir, bunun bedelini tüketiciler düşen alım gücüyle, fakirleşerek öderler. Ayrıca uluslararası ilişkiler gerilir, tansiyon yükselir, çatışmacı eğilimler kızışır, savaş tamtamları duyulmaya başlar. Bu politikalardan yegâne kazanacak olan, ithalata rakip endüstrilerde mal üreten yerli şirketler ve dış ticaretin kısıtlanmasından doğacak rantları onlarla paylaşacak politikacılar, üst yöneticilerdir. Oysa kaybedecek olan bütün bir ülkedir; hane halklarıdır, tüketicilerdir, girişimcilerdir, yatırımcılardır, ihracatçılardır, kısaca rant dağıtımının dışında kalan bütün bir halktır.

İnsanoğlu ne yazık ki geçmiş tecrübelerden ders almama, geçmişte yapılan hataları tekrarlayarak tarihi tekerrür ettirme becerisi yüksek bir varlıktır! I. ve II. Dünya Savaşlarının, işgal, yağma ve talanların maliyeti ortadadır. Dileyelim bu sefer öyle olmasın, dileyelim ki bu sefer bu içe kapanmacı ve korumacı politikaların kaçınılmaz sonucunun ne olacağı önceden görülebilsin, sağduyu galip gelsin; bir ülke ekonomisinin himayeci, rant dağıtmacı, korumacı politikalarla değil, dışa açılmacı, rekabetçi ve serbest ticaretçi politikalarla iyileştirilebileceği görülsün. Bizden söylemesi: korumacı politikalar kendi topuğuna sıkmaktır; bir avuç rantiyeci dışında kimseye yarar sağlamaz, herkesin kaybedeceği bir kısır döngüdür. Serbest ticaret, malların ve hizmetlerin, sermaye ve teknolojinin, insanların ve fikirlerin serbestçe dolaştığı bir dünya, rant-dağıtımına dayalı, çatışmacı, bir avuç ceberrutun yanlışının bedelini bütün bir halkın, bölgenin, hatta bütün bir gezegenin ödediği dünyadan çok daha üstün, daha müreffeh ve yaşamaya değer bir dünyadır…


Bu konularda daha fazla tartışma ve bilgi için şu kaynaklara bakılabilir:

  1. Adam Smith, Milletlerin Zenginliği, Çev. M. Acar, 3. Baskı, İstanbul: Liberus, 2022.
  2. Mark Skousen, İktisadi Düşünce Tarihi, Çev. M. Acar, M. Toprak, E. Erdem, 7. Baskı, Ankara: Adres Yayınları, 2016.
  3. Mustafa Acar, İktisadın Evrensel Yasaları ve Kadim Sorunları, Konya: Literatürk-Academia, 2018. 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
3 kez görüntülendi. 85 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.