Belirsiz Gelecek: İklim Krizi ve Ekonomi

16 Eylül 2025
Image

Gelecek, doğası gereği biraz belirsiz. Bu açıdan bakıldığında başlık tuhaf gelebilir. Ancak buradaki belirsizlik, geleceğin doğasından gelene vurgu yapmıyor. Geleceğin belirsizliğine ilişkin bugüne odaklanan, bugüne vurgu yapan, bugüne dikkatleri çeken bir konumlanıştan hareket ediyor. Geleceğin belirsizliği bugünün niteliğinden, işleyişinden kaynaklanıyor. Belirsizlik, sadece ne tür bir gelecekle karşı karşıya olduğumuzu vurgulamıyor. Çok daha önemlisi ve vahimi; bir geleceğimizin olup olamayacağına ilişkin yüksek riskli bir duruma işaret ediyor. 

Turgut Bayramoğlu’nun İmge Yayınları’ndan çıkan kitabının ismi: Belirsiz Gelecek: İklim Krizi ve Ekonomi. Yaklaşık 400 sayfayı bulan bu hacimli kitap, yazarın ifadesiyle “bilgi meselesi olarak değil şuur meselesi” olarak görülen bir konu veya durumu etraflıca ele alıyor. Burada iki husus öne çıkıyor ve ikisinin de altını çizmekte yarar var. Birincisi, bir konunun “şuur meselesi” olarak ele alınması. İkincisi de konunun, durumun etraflıca ele alınması. İlk bakışta ikisi de çok dikkat çekici görülmeyebilir. Ancak birbiriyle doğrudan bağlantılı, çünkü birbirinin varlığını gerekli kılıyor, bu iki hususun üzerinde durmakta fayda görüyorum.

Meseleleri akademik merak, kişisel ilgi veya mesleki zorunluluk gibi gerekçeler üzerinden ele almak mümkündür. Bu kendi başına bir eksiklik, bir zafiyet de teşkil etmeyebilir. Ancak yazarın varoluşsal bir gereklilik üzerinden ele aldığı meseleler, şüphesiz hem yazarın tercihini yansıtır aynı zamanda hem de meselenin seçimine ve ele alınışına ilişkin büyük bir ciddiyeti kuşandığını ima eder. Bunun hakkının verilip verilmediği veya ne kadar verildiği okurun takdiridir. Kendisi için şuur meselesi olarak öne çıkan konuyu Bayramoğlu, bilimin teknik ve soğuk dilinden sıyırarak bütün insanların aklında ve vicdanında yer bulabilecek bir şekilde sunuyor. Gündelik hayatın olağan akışından, edebiyattan, sinemadan vs. örneklerle bahsedilen konunun soyut, spekülatif bir mevzu olmadığını, doğrudan hayatımızı konuştuğumuzu kavratmaya çalışıyor. Belirsiz, gelecekte gerçekleşecek bir tehditten, tehlikeden değil yankıları hayatımızın her anında görülen, hayatı yaşayış şeklimizin yeniden yeniden ürettiği çok katmanlı, derin bir krizin panoramasını yetkinlikle çiziyor. Bizi bekleyen bir krizden, tehlikeden değil kurbağanın sıcak suda fark etmeden haşlanması gibi içinde olduğumuz için çok da fark etmediğimiz, an be an büyüyerek devam eden yok oluştan bahsediyor.

Bir sorunun, problemin, meselenin insan için ne kadar önem teşkil ettiği aynı zamanda önünüzdeki metnin dil, üslup, mantıksal kurgusu üzerinden rahatlıkla anlaşılabilir. Konunun gerçekten de büyük önem taşıdığını Bayramoğlu’nun metninin tüm dokusuna sirayet etmesinden anlaşılıyor. Böyle olunca ne karanlık, karmaşık mahfillerin suçlu ilan edildiği sekter bir ideolojik politik karşıtlık önünüze çıkıyor ne de “dünyanın böyle bir problemi de var” kayıtsızlığıyla not düşen sözüm ona tarafsız bir bilim insanının edasına rastlıyorsunuz. Mevcut durumu, durumun taşıdığı riskleri gören ve bunların olası sonuçlarının neler olabileceğini gerçekçi bir şekilde önümüze seren ve herkesi meseleyi sahiplenmeye, sorumluluk üstlenmeye çağıran bir yaklaşımla muhatap kılınıyorsunuz. İçinde bulunduğumuz dünyaya, dünyanın durumuna ilişkin bir çağrıyla muhatabız. Okuyup başka bir kitaba, başka bir konuya rahatlıkla geçeceğimiz bir kitap değil bu. Entelektüel bir merakı gidermeye değil yakıcı gerçekle yüzleşmeye ve sorumluluk üstlenmeye çağrılıyorsunuz.

İkinci husus büyük bir sorumlulukla dert edinilen bir meselenin ne tür bir bağlama yerleştirildiği meselesidir. Çünkü meseleyi çok önemli görmemiz başka bir şey, meseleyi bağlantılı olduğu geniş eko-sistemin içine yerli yerince oturtmak, oturtabilmek bambaşka bir şey. Bayramoğlu’nun çalışmasını değerli kılan şey, meselenin yalıtılmamış, indirgenmemiş olması gerçeğidir. Sorun, ilişkili olduğu alana tarihsel arka planı gözetilerek yerleştirilmiş. Kitap tabiri caizse sonsuz büyüklükteki evrenin içinde yer alan dünyanın sıra dışı hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyeye dâhil olan ve gittikçe kaderine etki etme kapasitesi artan insanın da yer aldığı bir yeryüzü macerasına şahitlik ediyoruz. Evren, evrenin içindeki dünya, dünyada yaşam ve bu yaşamın kaderine yön verme arzusu ve araçları gün geçtikçe şiddetlenen insan. 

Esas itibariyle “iklim krizi ve ekonomi” alt başlıklı kitapta bu uzun soluklu maceranın insan etkisindeki kısmı öne çıkıyor denilebilir. Antroposen denilen insan etkisindeki dönemin kendi içindeki kırılmalarının da yer aldığı bu uzun hikâye bağlantılı olduğu alanlar ve tarihsel akış içindeki yeri üzerinden anlatılıyor. Son dönemde popülerlikleri artan antropolojik eserler kategorisine de sokulabilecek olan kitap dünyanın doğal seyrini ve bu seyre dahil olan insanın istisnailiğinin gittikçe ivmelenen etkisini gözler önüne seriyor. 

Özenle üzerinde durulması gereken hususlardan birisi de Bayramoğlu’nun meseleyi kavrayış biçimidir. Yapısal, sistemik meseleleri bireyselleştiren, biyografikleştiren günümüz dünyasının indirgemeci kavrayışına mesafe alan Bayramoğlu, palyatif tedbirlerin ve piyasa temelli çözümlerin değil hayatla kurduğumuz ilişkinin ve bu ilişkiye hayat veren paradigmatik konumlanışın sorgulanması gerektiğini ısrarlı biçimde gözler önüne seriyor. Yapısal sorunları görünmez kılmaya matuf bireysel girişimlerin sınırlılığını gören ve bizi burada tutmak isteyen egemen dile çekince koyan Bayramoğlu, normatif bir yaşam formuna dönüşe günümüz yaşam tarzını tüm felsefi kodları ve tüketim alışkanlıkları üzerinden sorunsallaştırmaktadır. Zaten geleceği belirsiz kılan husus da insanlığın geldiğimiz noktadaki hayat tarzı değil mi? Tüketime dayalı bu ekonomi-politik içerisinde kalarak sorunları çözmeye kalkışmanın beyhudeliğini masaya yatıran Bayramoğlu, Garaudy’nin Batı’nın problemli taraflarını eleştirmek yerine tam da başarılı gözüktüğü alanlarda sorgulanması gerektiğine ilişkin çözümlemesine paralel şekilde devletlerin özellikle de gelişmiş olarak kabul edilen devletlerin öncülüğünde kontrollü bir dönüşümün kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. Her ne kadar buna ilişkin emareler yok denecek kadar az da olsa. 

Evrende bildiğimiz kadarıyla yaşama ev sahipliği yapan dünya dışında bir gezegen bulunmamaktadır. Geçmiş dönemlerdeki beş yok oluş, canlıların önemli bir kısmının yeryüzünden silinmesine yol açtı. Bugün karşı karşıya olduğumuz altıncı yok oluş tehdidi bariz bir şekilde öncekiler gibi dünyanın kendi doğal işleyişinden kaynaklanmıyor. Bu yok oluş tehdidinin ana odağında artık insan bulunmaktadır. Çünkü Antroposen yok oluş olarak tanımlanan bu süreç, anlaşılacağı üzere insan kaynaklıdır. İnsanın yeryüzündeki iki büyük devrimi, (tarım ve sanayi) insanlık ve dünya için sıra dışı bir istikamet tayin etmiştir. Özellikle sanayi devrimiyle somutlaşan süreçte artık insanın yeryüzündeki macerasının bir tür doğayla savaşa, mücadeleye dönüştüğü görülmektedir. Çünkü tahakküm altına alınması gereken bir düşmana indirgenmiştir doğa adeta. Fosil yakıtlar, kentleşme, nüfus artışı ve yoğunluk, artan tüketim gibi pek çok husus dünyanın doğal döngüsü üzerinde gittikçe artan bir tehdide dönüşmektedir. Kendi içsel dinamizmi itibariyle sürekli temposu artan bu gidişat, mevcut halinde durdurulsa bile dünya için baş edilmesi güç bir durum oluşturuyorken bırakın durmayı mümkünse hız arttırmanın ulusal rekabete dönüştüğü bir yerde geleceğin belirsizliğine ilişkin kayıt düşmemek elde değil.

Bayramoğlu yaşam tarzımızın doğayla gittikçe çelişen ve doğayı, doğanın kaynaklarını zehirleyip tüketen niteliğine ilişkin somut örnekler paylaşmaktadır. Kelebek etkisi gibi yeryüzündeki küçük bir dengesizliğin dünyanın diğer bölgelerini kalıcı şekilde etkilediği iklim krizi, insanlığın boğuştuğu diğer sosyal, sınıfsal, kültürel, coğrafi vs. alanlarla sınırlı sorunların hiçbirine benzemiyor. Zira iklim krizinin göndermede bulunduğu sorunların tümü aidiyeti ne olursa olsun tüm insanlığın ortak yaşam döngüsüyle bağlantılıdır. Havayla, suyla, toprakla bağlantılı bu hususları belirli bir lokasyonda tutmaktan, etkilerini belirli bir nüfus için sınırlamaktan bahsetmek mümkün değil. Ne suyu, ne havayı ne de zehirlenen toprağı dünyanın geri kalanından ayrıştırmak olası görünmüyor. Bütün veriler, semptomlar dünyanın el değmemiş yerlerinin bile Antroposen izlerle lekelendiğini çarpıcı şekilde gösteriyor. Dünyadaki genel tüketimin bir İngiliz vatandaşın standardına erişmesi için mevcut dünya gibi beş gezegene ihtiyaç duyulduğu tespiti imalarıyla anlaşıldığı takdirde mevcut işleyişin sürdürülemez olduğu görülüyor. Ancak trajik olan şey şu ki bu sürdürülemez olana mesafe konulduğu, bunun gerçekten sorunsallaştırıldığına ilişkin bir belirti görülmüyor. Bruno Latour dünyada yeni bir iklim rejimine girdiğimizi ve rejimin temel alâmetifarikasının “paylaşılacak bir ortak dünyanın yokluğu” olduğunu belirtmektedir. Devamında yönetici sınıfların 1980’li yıllardan beri, yönetmektense dünyanın dışında kendilerine sığınak bulmak istediğinin altını çizmektedir. Sığınacakları alternatif bir dünyanın var olup olmadığı meçhul. Ancak Bayramoğlu’nun bütün çıplaklığıyla gösterdiği üzere köklü bir dönüşüme rota çevrilmezse eldekinden olacağımız çok açık. Geleceğimizin belirsizliği ne olacağını kestiremediğimiz bir karambol duruma değil acil önlemler alınmazsa şu an bile bizi yok oluşa götüren derin bir krize işaret ediyor. 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
KONTROL
Bu soru bir bot (yazılımsal robot) değil de gerçek bir insan olup olmadığınızı anlamak ve otomatik gönderimleri engellemek için sorulmaktadır.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
18 kez görüntülendi. 18 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.