Geçmişini Kabullenmek, Onun İçinde Boğulmakla Aynı Şey Değildir

19 Temmuz 2024

On dört yaşındaki yeğeni ve adaşı James’e hitaben yazdığı mektupta James Baldwin şu çarpıcı tespitte bulur: 

“Geçmişini –tarihini- kabullenmek, onun içinde boğulmakla aynı şey değildir, onu ne şekilde kullanabileceğini öğrenmektir. Uydurulmuş bir geçmiş asla kullanılamaz, kurak geçen bir mevsimdeki kil gibi yaşamın baskısı altında çatlar ve ufalanır.” 

Uydurulmuş bir geçmişin asla kullanılamayacağı elbette doğrudur. Ancak yine de James’in tespitinde uydurulmuş geçmişi hafife alan bir yön bulunmaktadır. Kurak geçen bir mevsimdeki kil gibi yaşamın baskısı altında çatlar ve ufalanır uydurulmuş geçmiş. Ancak onun çok daha kötü bir etkisi vardır. Kendisi çatlayıp ufalanırken bugünü ve yarını da beraberinde götürür. Bizi anlamlı bir gelecekten, bir geleceğin inşasından yoksun bırakır. İnsanı bir yaşamdan mahrum bırakır.

Uydurulmuş bir geçmiş anlatısı etrafında hayat inşa etme çabası Türkiye’de neredeyse temel varoluş biçimidir. Mücadele; geçmişi -tarihi- kabullenmek, onun içinde bir hayat sürmek üzerinden şekillenir. Geçmişin bizi kuşatması, bizi sarması herhangi bir dış etkiye karşı korunaklı kılması beklenir. Bir tür kendi pasifliğini, kendi varoluş atılımsızlığını gölgeleyen bir yansıtma işleviyle karşı karşıyayız. Kendisi olmayanlar, var olmak için çabalamayanlar varlık isteklerini sahte ve ucuz bir çözümle oluşturma arayışındadırlar. Geçmişte boğulmak, geçmişi adeta bugünü de sorumluluklarından muaf tutan bir öze, özneye dönüştürmek şeklinde karşımıza çıkıyor. Hayat kurma ve etki etme kapasiteleri son derece sınırlı ve yüzyıllardır temel hayat belirtisi maruz kalma ve tepki verme üzerinden şekillenmiş bir bünyenin geçmişe tutunma çabasını anlamak, bunun bir hayatta kalma dürtüsü olduğunu görmek elbette mümkündür. Ancak bu şartlar içerisinde ve bu şekilde yürüyen bir varoluşun da Baldwin’in ifadesiyle geçmişte boğulmaktan bir farklılık oluşturmayacağı ortadadır.

Türkiye’de bu hadise zannedilenden çok daha büyük önem taşımaktadır. Çünkü Türkiye kendi geçmişlerinin kıskacı altında can çekişmektedir. Hem farklı geçmişler var hem farklı geçmişlerin kavgaları var hem de bu farklı geçmişlerin el birliğiyle imkânsız kıldıkları bir bugün ve yarın var. Alternatif gelecek tasavvurlarının toplumsal gerçekliği gören, kuşatan ve taşıyan bir nitelikte mücadelesinden ziyade muhayyel geçmişlerin, tarihlerin bugüne ve yarına devlet merkezli mühendislik politikalarıyla nasıl giydirileceğinin savaşları verilmektedir. Türkiye’nin bugününde geçmişler hüküm sürmekte ve geçmişler savaşı verilmektedir. Geçmişte boğulmak, seçici olmayan bir hafızanın boyunduruğunda bugününden ve yarınından olmanın anlamı buradan gelmektedir.

Anlamlı bir geçmiş, makul bir tarih anlatısı şüphesiz dengeli bir kimlik dolayısıyla bugün için kritik önemdedir. Nitekim modern dünya aynı zamanda alternatif kimlik ve meşruiyet arayışlarının yön verdiği geçmiş ve tarih tasarımlarıyla da öne çıkmıştı. Dünyanın pek çok yerinde tarihin tasarımının yapıldığı, geçmişin ihtiyaçlar doğrultusunda inşa edildiği resmi politikalara tanıklık ettik. Bu tip politikalara yönelik eleştirellik artmış olsa da yürürlükteki temel politikaların hâlâ bunlar olduğu ortadadır. Ancak alternatif kimlik ve meşruiyet arayışlarında temel motivasyon bugünü ve yarını tarihsel aksın belirleyiciliğinin dışında bir yöne, bir ilişkiye, bir çerçeveye taşımak motivasyonuyla ilintili olmuştur. Tarihsel anlatı bir tarafıyla sürekliliğe ilişkin belirli noktaların altını çizerken diğer taraftan anlamlı bir kopuşun, farklılığın niçin gerekli olduğunu belirtmek için yapılmıştır. Hatta denilebilir ki tarihe gidiş, geçmişe ilişkin anlatı oluşturma çabası temelde bugün üzerinde gerçekleştirilen, gerçekleştirilecek uygulamalar dolayısıyla kopuşlar için bir meşruiyet arayışına, ihtiyacına yöneliktir.

Alternatif bir geçmiş, bir tarih tasarımı, bir geçmiş anlatısı zaten hafızada olan, yaşayan, akan bir geçmişin istikametini, belirleyiciliğini ve hatta bütünlüğünü bozmaya yöneliktir. Bütün bu şartlar içerisinde hem yeni anlatılar hem de yeni anlatılar karşısında hafızasında derme çatma bulunan geçmişi alternatif tarzda yeniden üretme şeklinde olan refleksif hamleler olsun nihayetinde bizi bugün üzerinden geçmişe, tarih savaşlarına çekmiştir. Bu tarih savaşlarının temel dinamiği yukarıda da belirtildiği gibi esasında bir bugün ve bugünün nasıl olacağı, nasıl şekilleneceği, hangi parametreler, hangi hassasiyetler üzerinden organize olacağıyla ilgili güncel bir mücadele mevzusu iken süreç bizi bugünden kopararak geçmişte boğulma noktasına savurdu. Geçmiş bir karabasan gibi Türkiye’nin üzerinde çökmüş durumdadır. Hafızası tarafından esir alınmış bir Türkiye gerçeği vardır karşımızda. Bu yüzden yüzyıllardır çözemediği, bir adım mesafe alamadığı hayati sorunlarıyla baş etmek için hala yüzyıllardır başarısız olmuş olan yol ve yöntemleri kullanmaktadır. Hâlâ bu yol ve yöntemleri kullanmanın gerekliliğine inanmakta hatta bunlar dışında bir arayışta olmanın gerekli olup olmadığına ilişkin bir muhasebeye bile girişmemektedir. Zaman geçtikçe geçmiş bugünün koşullarında karikatürleştikçe bu karikatürleşme ile baş edecek gerçekçi varoluş hamlelerini seçmek, aramak yerine geçmişi bugüne giydirme inadı, ısrarı artmaktadır. Çünkü geçmişin bugündeki işlevsizliğini kendi varoluş imkânının ufalanması, etki ve ağırlığının yitirilmesi şeklinde deneyimliyoruz.

Bu tespit hayatidir. Çözümün geçmişte ısrar üzerinden gerçekleşeceğini düşünen akıl; sorunu derinleştiriyor, çarpan etkisiyle büyütüyor, kronikleştiriyor. Bugünün koşullarında ve geçmişin, tarihin oluşturduğu imkân ve kısıtlılıkların farkında olarak bir etki ve ağırlık merkezi oluşturmak, anlamlı bir hayat inşası içinde olmak gerekliliğiyle karşı karşıyayız. Kontrol edemediğimiz ve asla kontrol edemeyeceğimiz dış dünyanın gelgitleriyle geçmişe yönlendirildiğimiz, tarihe gömülmeye sürüklendiğimiz gerçeğini gözeten bir yaklaşım ve özgüvenle, kendisine, kendi anlatısına, işleyişine, ilişkisine mesafe alabilen bir yaklaşımla yol almak zarureti söz konusudur. Bu artık basit bir tercih olmanın ötesinde bir varlık sorununa dönüşmüştür. Şüphesiz tarih savaşları da, geçmişte boğulma da çok anlamlı bir sorunla ilintiliydi: Var kalmak. Ancak var kalmak için ürettiğimiz çözüm var kalmamızı imkânsızlaştıran ölümcül bir stratejiye dönüşüyorsa, dönüşebiliyorsa ve alenen dönüşmüşse bu stratejiden uzaklaşmak, alternatif stratejiler üretmek de çok daha büyük bir varoluşsal ihtiyaca dönüşmüş demektir.

David Harvey kent içinde yaşanan sosyal patolojilere ilişkin çözümlemesinde Engels’in kritik tespitine yer verir. Engels burjuvazinin konut sorununun çözümünün belirleyici özelliğinin sorunu yeniden üretecek olması olduğunu belirterek bu yöntemin adının “Haussmann” olduğunu belirtir. Sorunu yeniden üreten çözüm zaten sorundur sorunun temel parçalarından birisidir. Tarihimizi, kabullenmek, geçmişimizi bilmek ile onda boğulmak, ona esir düşmek ve onun bizi bir hayattan yoksun bırakmasına razı gelmek arasında büyük farklar var. Ismarlama bir hayat yaşamak gibi. Maruz kaldığımız şey bizi anlamlı bir cevap üretmekle mesul tutuyor. Bir anlatıya sahip olmanın kendi başına yeteceğine inanan ve bu inanç için gerçekliğin herhangi bir dayanak oluşturması gerekliliğini dikkate almayan konumlanışla şekillenen kısır bir hayatın kıskacındayız. Anlatılar ile gerçeklik arasındaki çelişki derinleştikçe anlatıya daha çok sahiplenmeyi tetikleyen bir refleksif varoluş yabancılaşmadan farklı bir şey değil.

Herhangi bir cevap üretmekle değil veya en kolay cevabı vermekle ilgili değil mesele. Verdiğimiz bir cevabın olması onun doğru ve işlevsel olduğu anlamına gelmez. Dün doğru olan cevap da bugün doğru anlamına gelmeyebilir. Cevabı sabit, hayatı cevaba uydurulacak bir şey gibi görmek –ki öyle görüyoruz- hayattan ders almayı imkânsız kıldığı gibi hayatla kavga eden Don Kişotvari bir duruma da yol veriyor maalesef. Don Kişotuz hepimiz ve soylu bir davanın havarisi olduğumuza inanıyoruz. Ancak ortada hayatın kıyısına püskürtülen bir tortu, bir sığıntı gibi duran karikatür bir varlık var. Kendisi de yaşamı da ufalanan bir varlık.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 263 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.