Fazlasıyla İstismar Edilen İki Olgu Olarak 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü ve FETÖ Davası

14 Temmuz 2024

Yine bir 15 Temmuz’a geldik; yine kutlamalar yapılacak, törenler düzenlenecek, 15 Temmuz direnişine övgüler düzülecek, o gece nasıl bir kahramanlık destanı yazıldığına dair yazılar kaleme alınacak, filmler gösterilecek, konuşmalar ve sosyal medya paylaşımları yapıldı, yapılıyor, yapılacak; nutuklar irat edildi, ediliyor, edilecek, buna hiç kuşku yok. Nitekim bu yönde yapılan kapsamlı anma faaliyetleri Cuma vaazları ve hutbelerine bile yansımış durumda. Yine bu vesileyle FETÖ’nün nasıl bir ihanet şebekesi olduğuna dair bugünlerde birbirinden hararetli konuşmalar dinleyecek, yazılar okuyacak, örgütün nasıl dış düşmanların piyonu olduğuna ilişkin tespitlere, telkinlere ve bu söylemlerin dile getirildiği etkinliklere tanık olacağız. Oysa 15 Temmuz olayının ve FETÖ davasının bir de pek konuşulmayan, konuşulamayan, görmezden gelinen, kulak arkası edilen, yaratılan dehşet ortamında derin bir sessizliğe mahkûm edilen karanlık bir boyutu var: 15 Temmuz darbe girişimi ve Fetö davası üzerinden yaratılan mağduriyetler. Bu yazıda meselenin bu yönü irdelenecektir.

Bir demokrasi ve özgürlük destanı olarak 15 Temmuz

15 Temmuz darbe teşebbüsünün demokrasiye kasteden, devletin anayasal düzenini silah zoruyla değiştirmeye kalkışan bir ihanet girişimi olduğunda kuşku yoktur. O gece bütün Türkiye halkı daha önce yapmaya cesaret edemediği bir şeyi yapmış; 27 Mayıs (1960), 12 Mart (1971), 12 Eylül (1980), 28 Şubat (1997), 27 Nisan (2007) gibi modern ve postmodern darbe girişimlerine karşı yapamadığı direnişi ortaya koymuş; hayatını riske atarak sokakları, caddeleri ve meydanları doldurmuş; milletin kendilerine vatanı dış düşmanlara karşı korusunlar diye emanet edip ellerine verdiği silahları halka, halkın oylarıyla seçilmiş hükümete ve anayasal kurumlara doğrultan hainlere geçit vermemiş; demokrasiye de, özgürlüklere de sahip çıkmıştır. Bu yönüyle bakıldığında 15 Temmuz 2016 olayı bir ihanet girişimine karşı demokrasi ve özgürlüklere halk tarafından sahip çıkılan bir destandır, her türlü övgüye layıktır.

Benzer şekilde, FETÖ’nün masum bir sivil toplum hareketi olmaktan çıkıp kirli siyasi hesaplar içinde olan, Türkiye'nin yükselişinden hazzetmeyen dış güçlerle işbirliği yapan bir terör örgütüne, bir ihanet şebekesine dönüştüğüne de kuşku yoktur. Bir zamanlar okullarıyla, dersaneleriyle, hayır ve iyilik girişimleriyle isim yapmış, toplum nezdinde takdir görmüş, hükümet ve devletin desteklerinden fazlasıyla istifade etmiş, bu sayede örgütlenmesini dış dünyaya da yaymış bir cemaat ya da sivil toplum hareketinin, gün gelip kendisinin büyük desteğini gördüğü hükümeti hem de silah zoruyla devirmeye kalkışması, halka silah doğrultması, ülkenin parlamentosunu bombalaması nereden bakılsa bir ihanet girişimidir, bir kalkışmadır, yasadışı, hukukdışı, meşum, menfur ve melun bir teşebbüstür.

Ancak bunları bahane ederek hukuk dışına çıkılması, hukukun temel-evrensel prensiplerinin bir kenara bırakılması, Fetö ile mücadelenin yer yer adeta bir cadı avına dönüştürülmesi de hiçbir şekilde savunulamaz, normal görülemez. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen ardından başlatılan, “FETÖ ile mücadele” adı altında devreye sokulan, imzasız ihbar mektupları ve telefonlarıyla başlayıp, iftiralar ve itibarsızlaştırma eylemleri üzerinden insanların haksız yere gözaltına alınıp tutuklanmaları, haklarında iddianame bile hazır olmadan uzun süre tutuklu kalmaları, yavaş işleyen yargılama süreçleri, yargılanıp beraat ettikleri halde görevlerine iade edilmemeleriyle büyük boyutlara ulaşan, zaman zaman Anayasa Mahkemesi ve bugünlerde AİHM kararlarına yansıyan hak ihlalleri de hiçbir şekilde görmezden gelinmemesi gereken, ülkemizin hukuk karnesini kötüleştiren, imajını yaralayan; sadece haksız yere itibarsızlaştırılan, mağduriyet yaşayan iftira kurbanı insanlarda değil, onların aile bireyleri ve yakın çevrelerinde de büyük travmalar ve psikolojik sorunlar yaratan mağduriyetlerdir. Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü’nün 2023 yılı raporuna göre Türkiye’nin hukukun üstünlüğü alanında 173 ülke arasında 148. sırada, Rusya’nın bile gerisinde, Avrupa’da 45 ülke içerisinde sondan ikinci sırada olması[1] övünülecek bir durum değildir.

Fetö Davasından tutuklanan, ihraç edilen, yargılanan, hakkında işlem yapılanların kabarık sayısı

İnternette yapılacak kısa bir aramayla erişilebilecek bilgilere göre, 15 Temmuz sonrası süreçte, Fetö ile mücadele kapsamında gözaltına alınan, tutuklanan, meslekten ihraç edilen, kamudaki görevine son verilen, TSK’dan atılan, hakkında idari ya da hukuki işlem yapılan, yargılanıp mahkûm edilen insanların sayısı dünya tarihinde belki de başka bir örneği olmadığı kadar kabarıktır. Nitekim, (Ocak 2020’de yayımlanan) OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu Faaliyet Raporuna dayanarak 15.07.2020 tarihinde verilen bilgilere göre, OHAL ve KHK’lar kapsamında 4 yılda 99 066 operasyon yapılmış, 282 790 kişi gözaltına alınmış, 94 975 kişi tutuklanmış, en az 125 678 kamu görevlisi ihraç edilmiş, 2 761 kurum ve kuruluş kapatılmış, 3 213 personelin rütbesi alınmış, 20 077 kişi TSK’dan ihraç edilmiştir. "Okulları kapatılan, mezuniyetleri geçersiz sayılan, askeri okullardaki öğrenciler, polis okulları öğrencileri, diğer kamu ve özel kurumlarda KHK’larla mağdur edilenlerin sayıları da yukarıdaki rakamlara ilave edildiğinde, doğrudan mağdur olanlar 250.000’i geçebilmektedir" ifadelerinin yer aldığı Rapora göre ayrıca, OHAL/KHK mağdur yakınları olan ikincil mağdurların sayısı 1 milyon 500 bine yaklaşmıştır. Yine o tarihte İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu'nun verdiği bilgiye göre 234 419 pasaport iptal edilmiştir. Pasaportu iptal edilenlerin yakınları ve çeşitli nedenlerle yurt dışı yasağı konulanlar dikkate alındığında, seyahat engeliyle karşılaşan kişi sayısının 500 binden fazla olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye Medya Sahipliği İzleme raporuna göre 2 yılda 6 081 akademisyen ve üniversitelerin idari kadrosundan 1 427 personel ihraç edilmiştir. Darbe girişiminden sonra toplam 597 783 kişi hakkında işlem yapılmıştır. Aynı tarih itibariyle 25 912 kişinin tutuklu olup, sona eren davalarda 2 532’si ömür boyu olmak üzere 4 131 darbeci sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir.[2] Aradan geçen 4 yıl dikkate alındığında bu rakamların daha da kabarmış olması muhtemeldir. 13 Temmuz 2023 itibariyle Fetö davası kapsamındaki soruşturmalar neticesinde 344 848 kişi hakkında takipsizlik, 97 139 kişi hakkında da beraat kararı verilmiştir. Aynı tarih itibariyle ceza infaz kurumlarında 12 108 hükümlü, 2 605 hüküm özlü, 826 tutuklu olup, toplam 15 539 tutuklu ve hükümlü cezaevlerinde FETÖ mensubu olarak bulunmaktadır.[3]

Adaletin isabetli kararlar verdiğini varsaysak bile, toplam 15 bin kişinin suçlu bulunduğu bir dava kapsamında 450 bin dolayında insanın gözaltına alınması, sonradan suçsuzluğu anlaşılıp beraat edecek 100 bin dolayında insanın haksız yere uzun süre hapiste kalması gerçekten de ciddi bir trajedidir. Dünya tarihinde toplam 4-5 saatte bastırılan bir isyan, kalkışma ya da darbe girişimi sonrasında bu kadar çok insanın gözaltına alındığı, tutuklandığı, görevinden ya da kurumundan ihraç edildiği, mahkûm edildiği, pasaportunun iptal edildiği, temel birtakım hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı bir başka ülke, bir başka dava acaba var mıdır? Bizim bildiğimiz kadarıyla, hayır. Bu konular ne zaman gündeme gelse hemen siyasi hamasete başvuranların, bu tespit karşısında muhtemel tepkisi şu olacaktır: “Bu kadar çok hain varsa, biz ne yapalım yani?” O zaman da şunu sormak gerekmez mi? Bu nasıl bir siyasi düzen, nasıl bir rejim, nasıl bir siyasi-iktisadi ve toplumsal sistemdir ki, bu kadar çok hain üretiyor? Bu nasıl bir travmadır ki, 15 bin suçlusu olan bir dava kapsamında 450 bin insanı gözaltına alıyor? Kısacası dostlar, bu tablonun neresinden bakılsa anormal bir tablo olduğunda kuşku yoktur. Bu ülkenin siyasi jargonunda “hainler” ve “iç düşmanlar” söyleminin neden bu kadar yaygın olduğu, neden sağcı-solcu her kesimin “devleti ele geçirmeye” yeminli olduğu, neden her genel seçimin bir ölüm-kalım mücadelesine dönüştürüldüğü, neden sürekli darbelere ve darbe girişimlerine muhatap olduğumuz konusunun bilimsel, sosyolojik, siyasi, psikolojik ve tarihsel analizi ayrıca yapılması gereken mühim bir konu olduğunu vurgulayalım… Sadede gelelim.

Atalarımızın dediği gibi, “eğri oturup, doğru konuşalım”; 15 Temmuz olayının üzerinden bugün tam sekiz yıl geçmiş durumda; artık bu konuda daha soğukkanlı düşünmeye, siyasi hamaseti bir kenara bırakıp yaşanan olayların ciddi bir muhasebesini yapmaya ve yaratılan mağduriyetleri gidermeye ihtiyacımız var. Olayların objektif, mantıklı, bilimsel analizini yapmak, benzer faciaların ileride tekrar yaşanmaması için gerekli siyasi, ekonomik ve hukuki tedbirleri almak yönünde çaba sarf etmek zorundayız. Unutmayalım ki FETÖ gökten inmemiş, bir gecede de ortaya çıkmamıştır. Öyle demek işine gelenlerin iddialarının aksine, Fetö’nün baştan beri Amerika’nın kurup büyüttüğü, kontrol ettiği ve günü gelince kullandığı bir casusluk şebekesi olduğunu da sanmıyoruz. Kurucularıyla, maddi-manevi ve siyasi olarak destekleyenleriyle, elebaşılarıyla, sempatizanlarıyla bu yapının değirmenine su taşıyanlar bu ülkede doğup büyümüş, kurumlarında görev yapmış, bu ülkeyi yönetmiş insanlardır. Yine bu yapının mensupları, 15 Temmuz ihanetine gelinceye kadar, devletin resmi izinleriyle kurumsallaşmış, çeşitli bilimsel-kültürel faaliyetler organize etmiş, okullar, dersaneler ve dernekler kurmuşlardır. Hükümetlerin gözetimi ve himayesinde elemanlarını devletin ordu, yargı, emniyet ve milli eğitim gibi kilit kurumlarına sızmış bir organizasyondan söz ediyoruz: bütün bunların Amerika’nın bir tezgahı olduğunu kabul edersek bu sefer de içimizde siyaset ve bürokrasinin her kademesinde çok sayıda Amerikan ajanı ve işbirlikçisi olduğunu kabul etmek zorundayız...

Yine unutmayalım ki, 15 Temmuz ihanet girişimiyle birlikte FETÖ’ye dönüşmeden önce bu yapı “Paralel Yapı” idi; 17-25 Aralık (2013) olaylarıyla birlikte Paralel Yapı’ya dönüşmeden önce ise aynı yapının adı “The Cemaat” idi, “hizmet hareketi” idi, “Fethullah Gülen Cemaati” idi. Söz konusu yapı 2012 başlarında MİT krizi (tırların aranması ve MİT başkanının sorguya çağrılması) ve dersanelerin kapatılma kararı gibi gerilimler üzerinden aradaki köprüler atılıncaya kadar hükümetten, devletten, resmi kurumlardan ve siyasi otoriteden destek gören, övülen, devletin her türlü imkânlarıyla desteklenen, himaye edilen, önü açılan, toplumdan daha fazla itibar görmesine siyaseten önayak olunan bir yapı idi. Gün gelip de birbiri ardına yaşanan ve 15 Temmuz’la zirveye erişen ihanet girişimlerinin ardından ilgili yapı bir terör örgütüne dönüşünce, devletin tepesinde yaşanan beka kaygısı ve travmanın da etkisiyle hukuk devleti bir kenara bırakılmış, Süleyman Demirel’in meşhur ifadesiyle “devlet rutin dışına çıkmış,” normal işleyen bir hukuk devletinde asla meydan verilmemesi gereken hadiseler yaşanmış ve onbinlerce insanın maddi-manevi, fiziksel-psikolojik travmalar yaşamasına sebep olan uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu süreçte yapılan ciddi bazı yanlışları daha net görebilmemiz için, İslam hukukundan Roma hukukuna, Mecelle’den İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine bütün önemli gelenekler ve yazılı belgelerde izleri sürülebilecek hukukun temel evrensel ilkelerinden birkaçını hatırlayalım:

Hukukun temel-evrensel ilkeleri

  1. Masumiyet karinesi: suçluluğu kesin delillerle ispatlanıncaya kadar her insan masumdur.

  2. Kanunsuz suç ve cezanın olmaması: kanunda açıkça suç olarak tanımlanıp cezası öngörülmemiş hiçbir eylem suç olarak görülüp yargılama konusu yapılamaz.

  3. Suçların ve cezaların kişiselliği: Suçu kim işlemişse cezayı o çeker; ailesi, yakını ya da irtibatlı olduğu kişilere suçlu muamelesi yapılamaz.

  4. Kanunların geriye yürütülemezliği: kanunlar geriye yürümez; bir kanun çıkarılmadan önce suç olmayan hiçbir eylem, sonradan (kanunlar geriye yürütülerek) suç olarak görülemez, yargılama sebebi yapılamaz.

  5. İspat yükünün iddia sahibinin omzunda olması: kim birisinin suçlu olduğunu iddia ediyorsa, bunu ispatlamak zorundadır; suçlanan kişinin (sanığın) kendi suçsuzluğunu ispatlaması beklenemez.

  6. Şüpheden sanığın yararlanması: ortada kesin kanıtlara dayanarak suç işlendiği ispatlanamayan, şüpheli bir durum varsa, bu durum sanığın lehine yorumlanır; şüphe üzerine hiçbir insan cezalandırılamaz.

  7. Uluslararası hukukun iç hukuka önceliği: iç hukuk ile ülkenin taraf olduğu uluslararası hukuk arasında bir uyuşmazlık, bir ihtilaf söz konusu olduğunda uluslararası hukukun önceliği vardır, buna göre hareket edilir.

Ne yazık ki 15 Temmuz sonrasında FETÖ ile mücadele bağlamında bu ilkelerin neredeyse tümünün ihlal edildiği bir süreç yaşanmıştır. Ortada somut deliller olmadan insanlar “öyle bir kanaat hâsıl oldu” denerek “Fetöcü” ya da “Fetöcü şüphelisi” ilan edilmiş, imzasız ihbar mektupları ve anonim telefonlara, kamu kurumlarının üst yöneticilerinin beyanları ve hazırladığı dosyalara dayanarak insanlar gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Masumiyet karinesi hiçe sayılmış, insanlar önce içeri atılmış, sonra kendilerinin suçsuzluğunu ispatlamaları beklenmiştir. Kanunlar geriye doğru yürütülmüş, vaktiyle tamamen meşru çerçevede yapılan eylemler (söz konusu yapının dersane ve okullarına çocuk göndermek, bankalarına para yatırıp kredi çekmek, okullar ve dersanelerde öğretmenlik yapmak, Türkçe olimpiyatlarına katılmak, hayır faaliyetlerine katılıp bağışta bulunmak vs.) sonradan suçlama sebebi sayılmıştır. Fetö borsaları, parayı verenin yakayı kurtarması, telefonunda bylock olduğu halde haklarında işlem yapılmayan siyasiler konusundaki iddialar vb. gibi hukuk devletiyle, eskilerin deyişiyle “kabil-i te’vil olmayan” şaibeli durumlara ise hiç girmeye gerek yoktur.

Toparlayacak olursak, kısa süren başarısız bir kalkışma ve darbe girişiminin ardından yaklaşık 300 bin kişinin gözaltına alındığı, 100 bin dolayında insanın tutuklandığı, 600 bin insan hakkında işlem yapıldığı, onbinlerce insanın işinden, aşından ve özgürlüklerinden mahrum edildiği, 125 bin kişinin görevinden ihraç edildiği, itibarsızlaştırıldığı, yukarıda sıralanan temel-evrensel hukuk kaidelerinin ihlal edildiği dünya tarihinde buna benzer başka bir olay, bildiğimiz kadarıyla, yaşanmış değildir. Bir devletlümüzün bir tarihte BBC’ye verdiği bir röportajda Fetö davasıyla ilgili sorunlardan söz edilirken, röportajı veren şahsiyetin “Türkiye'de hukuk devleti var, mahkemeler gereğini yapacaktır” demesi üzerine BBC muhabirinin “you ruined the law” (hukuku siz yerle bir ettiniz!) demesi bu bağlamda çok manidardır.

Yine dışarıdan bir gözlemci olarak, Türkçe çevirisi yeni piyasaya çıkmış olan ve kapitalizmin yararlı ve zararlı türleri üzerine son derece önemli tespitlerin yer aldığı 21. Yüzyılda Kapitalizm adlı kayda değer eserinde Donghyun Park da, Erdoğan’ın Türkiye'deki dönüştürücü liderliğinden övgüyle söz ettikten sonra şu notu düşme ihtiyacı duymuştur: Temmuz 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Erdoğan karşıtı haydut unsurları Erdoğan’ı devirmeye ve hükümeti ele geçirmeye çalışmıştır. Darbe, ana akım ordu ve halkın direnişi tarafından hızla bastırılmıştır. Askeri darbe girişiminin ardından Erdoğan hükümeti 6.000 askeri tutuklamış ve binlerce polis, savcı, hâkim, akademisyen, öğretmen ve devlet memurunu işten çıkarmıştır. Bu tasfiyenin, hükümete muhalif tüm kesimlere yönelik derin ve geniş bir baskı olduğu anlaşılmaktadır. Bakınız, örneğin, “Erdogan’s revenge” [Erdoğan’ın intikamı], The Economist, 23 Temmuz 2016.[4] Bu süreçte yapılan başlıca yanlışları kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür:

 

FETÖ ile mücadele bağlamında yapılan yanlışlar

  1. Kanun metnine “irtibat” ve “iltisak” gibi muğlak, elastik, istediğiniz her yöne çekilebilir, içi her türlü doldurulabilir, suiistimale açık kavramların yerleştirilmesi ve buna dayanarak işlem yapılması,

  2. Kanunların geriye doğru yürütülemeyeceği ilkesi bir kenara bırakılarak, örgütün hükümetle arasının iyi olduğu, her türlü siyasi desteği gördüğü dönemlerde yapılan şeylerin (dersane veya kolejlere çocuk göndermek, bankalarına para yatırmak veya bankadan kredi almak, okullarında öğretmenlik yapmak vb.) suç kapsamına alınması, bunların sonradan insanların gözaltına alınması ve temel özgürlüklerden mahrum bırakılmasının gerekçesi olarak kullanılması,

  3. Terör, terörist, terör örgütü üyeliğinin göstergesi gibi kavramların açık, anlaşılabilir, objektif kriterlerle ölçülebilir, somut bir şekilde tanımlanmaması; hiç kimseye zararı olmayan “cemaat sempatizanı” ya da “vaaz dinleyicisi” ile siyasi amaçlar için şiddete başvuran, eli silahlı kişilerin sıfatı olması gereken “terörist”in ya da “terör örgütü üyesi”nin birbirine karıştırılması, her sempatizanın ya da bunların yakınından her geçenin örgüt üyesi olduğunun varsayılması,

  4. Mücadelenin bir cadı avına dönüştürülmesi, “Fetö ağzıyla konuşmak,” “hainlerle işbirliği” gibi söylemler üzerinden her türlü muhalefetin bastırılması ve aykırı seslerin kısılması yönünde bir baskı aracı olarak kullanılması,

  5. Kamu kurumlarındaki üst yöneticilere “içlerindeki Fetöcüleri devlete bildirme” ya da ayıklama konusunda yapacakları işlemlerden dolayı haklarında daha sonra herhangi bir idari veya adli soruşturma geçirmeyecekleri garantisinin verilmesi, böylece her türlü iftira, karalama ve itibarsızlaştırmaya kapı aralanması.

 

FETÖ’nün ülkeye yaptığı beş büyük kötülük

Fetö marifetiyle tezgâhlanan 15 Temmuz kalkışmasının ya da giderek dini bir oluşum olmaktan çıkıp terör örgütüne dönüşen Fetö’nün bu ülkeye yaptığı kötülüğün, verdiği zararın haddi hesabı yoktur. Bunlardan özellikle şu dördüne kısaca değinmekte yarar vardır:

  1. Bir dini cemaatin, ya da sivil toplum hareketi görünümlü bir yapının zamanla devletin başına bela olacak, kirli siyasi hesaplar peşine düşen bir yapıya dönüşebileceğini göstermiş; bunun sonucu olarak da toplumun dine, dini cemaatlere, dini inanışlar ve kurumlara olan güvenini sarsmış olması. Bu bağlamda son yıllarda deist, ateist ya da dinden soğuyan kuşakların ortaya çıkmasında Fetö ve 15 Temmuz ihanet girişiminin dolaylı bir etkisinin olup olmadığı gerçekten araştırmaya değer bir konudur.

  2. TSK içindeki darbeci unsurların siyasete ayar verme amaçlı, geçmişteki darbelerin ve darbecilerin bir uzantısı niteliğindeki bir örgütlenme olduğu izlenimi veren bir yapının tasfiyesini hedef alan Ergenekon davasının sulandırılması ve büsbütün gündemden düşmesine sebep olması. Bu sayede darbe yapıldığında kimlerin nerede gözaltında tutulacağına kadar ayrıntılı darbe planları yapan darbeciler toptan aklanmış, dava tümden düşmüş, böylece TSK bünyesindeki darbeci yapıların temizlenmesi konusundaki bir fırsat heba edilmiştir.

  3. Normal şartlarda her siyasi iktidar gibi zamanla yıpranıp iktidardan düşmesi beklenebilecek AKP iktidarının siyasi ömrünü uzatmış olması. Darbe girişimi, vatanın bütünlüğü, devletin bekası,.. gibi meseleler bütün toplum kesimlerini teyakkuza geçiren çok hassas konular olduğu için, iktidar partisi bu menfur olayı ve ardındaki terör örgütünü kendi günahları ya da yanlış politikalarının örtbas edilmesi ya da hukuk dışı uygulamaları meşrulaştırma aracı olarak kullanmış; uzun süre ülkedeki bütün anormalliklerin tek suçlusunun Fetö olduğu ileri sürülmüştür. Bu suretle aslında siyasi süreçlerin doğal akışı içinde daha erken gerçekleşebilecek bir iktidar değişimi gerçekleşmemiş, “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” fehvasınca iktidarın bütün yanlışları görmezden gelinmiş, iktidar partisi seçim ve referandum başarılarına bu sayede yenilerini ekleyebilmiştir. İktisadın evrensel yasalarından biri “piyasaya müdahalenin görünmeyen ve niyetlenilmemiş sonuçları olduğunu” vurgular. Aynen 12 Eylül darbecilerinin Özal’ın açıkça karşısında bir tutum takınmalarının (amaçlananın tam aksine) merhum Özal’ın Anavatan Partisi’nin çok daha büyük oy oranıyla iktidara gelmesini sağladığı; şiir okuduğu bahanesiyle siyasi ömrü bitirilmek istenen, “bundan sonra muhtar bile olamaması” için siyasete 28 Şubatçıların yaptığı müdahalenin Erdoğan’ın (amaçlananın tam tersine) siyasette yükselişini hızlandırıp siyasi ömrünü çok daha uzun ve kalıcı hale getirmiş olması gibi, Fetö’nün kirli siyasi hesaplarla 15 Temmuz üzerinden siyasete müdahale çabası da amaçlananın tam tersi sonuçlar doğurmuştur.

  4. At izinin it izine karışması, iftiracılara ve kifayetsiz muhterislere fırsat verilmesi sonucunda, terörle, terör örgütü üyeliğiyle, kalkışmayla, devlete ihanetle uzaktan yakından ilgisi olmayan onbinlerce insanın ya hapse atılarak, ya meslekten ihraç edilerek, ya da ülkeyi terk etmek zorunda bırakılarak, zaten kıt olan “yetişmiş insan kaynakları” yönünden ülkede büyük kayıplar yaşanması, eğitim, sanayi ve yargı başta olmak üzere birçok alanda boşluklar ve buna bağlı telafisi imkânsız ya da çok zor ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınması. Günümüzde ülkeler arası rekabette en kritik unsur beşeri sermaye (yetişmiş insan kaynakları) olup, Fetö’nün 15 Temmuz üzerinden bu ülkenin beşeri sermayesine verdiği zararın tam olarak hesabını yapmak imkânsızdır.

  5. FETÖ’nün -15 Temmuz kalkışmasının doğurduğu sonuçlar itibarıyla- Türkiye’ye yaptığı bir kötülük de, freni tutmayan bir kamyon misali nereye ne zaman ne zarar vereceği belli olmayan, denge ve fren mekanizmaları olmayan, parlamentonun fiilen devreden çıkarıldığı, bütün yetkilerin tek mercide toplandığı “Türk tipi başkanlık sistemi”nin getirilmesini zorlaması olduğu söylenebilir. Sözde, eski dönemlerde, koalisyon hükümetleri altında yaşanan sorunları çözsün, tıkanmaları açsın diye ve 15 Temmuz’a tepki olarak getirilen başkanlık sistemi ne yazık ki -iddia edildiğinin aksine- Türkiye’yi uçurmamış, aksine keyfiliklere kapı aralamış, kurumları zayıflatmış, belirsizlikleri artırmış, öngörülebilirliği azaltmış, -hukuk devleti, yatırım ortamı, şeffaflık, hesap verebilirlik, demokrasi ve özgürlükler açısından- ülkenin uluslararası karnesini kötüleştirmiş, bunun kaçınılmaz sonucu olarak da makroekonomik göstergeleri ciddi oranda olumsuz etkilemiştir.

Sonuç olarak, 15 Temmuz bir destanın hikâyesi olduğu kadar büyük mağduriyetlerin de hikâyesidir; FETÖ’nün cemaatten terör örgütüne evrilmesi büyük travmalar yaratmıştır; büyük acılar yaşanmasına ve mağduriyetlere sebep olmuştur. Bugün geldiğimiz noktada, “ne yapalım, artık olan oldu” diyemeyiz, yaşanan mağduriyetleri görmezden gelemeyiz. Bir an evvel gerçek anlamda hukuk devletini tesis etmek, mağduriyetleri gidermek, ülkenin hukuk ve adalet sicilini iyileştirmek, toplumsal barışı yeniden temin etmek durumundayız. Bunun için de yapılan yanlışları görmek, anormallikleri kabul etmek ve bunları bir daha tekrar etmemek iradesini göstermek zorundayız. Bu yarayı sarmadığımız, mağduriyetleri gidermediğimiz takdirde, bu travmaların etkisi altında büyüyen çocukların ileride devlete, hükümete, adalete ya da bu mağduriyetin sorumlusu olarak gördükleri toplum kesimlerine bakışının, -Allah korusun- gelecekte toplumsal barışı ve huzuru tehdit edebilir bir potansiyel taşıdığını unutmamalıyız.[5] Merhum Akif’in “Allah bu ülkeye bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” şeklindeki hikmetli sözünü 15 Temmuz ve Fetö davası için uyarlayalım: Allah bu ülkeye bir daha 15 Temmuz ve Fetö davası yaşatmasın!


[1] https://tr.euronews.com/2023/11/09/turkiye-demokratik-degerler-raporunda-sinifta-kaldi-hukukun-ustunlugunde-dunyada-148-sirad (14.07.2024)

[2] https://tr.euronews.com/2020/07/15/verilerle-15-temmuz-sonras-ve-ohal-sureci (14.07.2024)

[3] https://www.google.com/search?newwindow=1&sca_esv=21c8036650559ece&sca_upv=1&q=Fet%C3%B6%27den+ka%C3%A7+ki%C5%9Fi+beraat+etti&spell=1&sa=X&ved=2ahUKEwja3PehvaWHAxVcRvEDHdmbD2sQBSgAegQIBxAB&biw=675&bih=639&dpr=1 (14.07.2024)

[4] Donghyun Park (2024), 21. Yüzyılda Kapitalizm, Çev. M. Acar, s. 148, Ankara: Serbest Kitaplar. https://www.hepsiburada.com/yirmi-birinci-yuzyil-da-kapitalizm-donghyun-park-pm-HBC00006JNTJ1

[5] Bu satırların yazarı da iftira kurbanı olarak, “Fetö şüphelisi” sıfatıyla haksız yere 5,5 ay tutuklu kalmış, yargılanıp beraat etmiş bir eski rektördür. Hayatının hiçbir döneminde hiçbir cemaat ya da tarikata mensup olmadığı, bu tür yapılardan bilerek uzak durduğu halde, 15 Temmuz sonrası travması ve cadı avından nasibini almıştır. Bazı eski rektörlerin başına bu süreçte neler geldiğiyle ilgili ibretlik bir öykü için bkz., “FETÖ'den 907 gün hapis yatıp beraat etti: Uşak Üniversitesi Eski Rektörü Prof. Sait Çelik anlatıyor,”

https://www.youtube.com/watch?v=C9VI7uUs3SY 
Hizmetten hezimete FETÖ ihanetinin olabildiğince objektif ve bilimsel bir analizi konusunda bkz. M. Acar (2018), Hizmetten Hezimete FETÖ https://www.nobelyayin.com/hizmetten-hezimete-feto-bir-ihanetin-oykusu-14858.html 


Sayın Çelik’in hikâyesine benzer şekilde, bizim maruz kaldığımız itibarsızlaştırma, kişilik suikastı, şahsiyet cellatlığı, iftira, karalama, kumpas ve bunun sonucunda özgürlüğünden, ailesinden, sevdiklerinden aylarca uzak kalma sürecinin hikâyesi ayrıca ve daha ayrıntılı olarak anlatılması gereken, ibretlik bir hikâyedir. Dolayısıyla burada anlatılanlar kulaktan dolma, başkasından duyma şeyler, meşhur deyimiyle “hariçten gazel okuma” değil, çoğu bizzat yaşadığımız, gördüğümüz ve şahit olduğumuz hadiselerdir.

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
4 kez görüntülendi. 357 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.