Yunanistan Siyasi Tarihinde Demokrasiye dönüş olarak addedilen ve 1974 tarihinde 7 yıllık albaylar cuntasının düşmesinin ardından (yeni Cumhuriyet Dönemi diyebileceğimiz) bir siyasi sürece girdi. Bu süreç zarfında Yunanistan’da, belkemiğini, biri sağda diğeri de solda olmak üzere iki ana partinin oluşturduğu, sağda ve solda yer alan küçük partilerin de yer aldığı, başbakan merkezli bir parlamenter demokrasi düzeni yerleşti. Bu süreçte, 1967’de kesintiye uğrayan Ortak Pazar üyeliğine başvurusu o dönemde iktidarda bulunan Yeni Demokrasi isimli sağ kanat parti döneminde hızlandırıldı ve 1981 yılına kadar hazırlıklarını tamamlayarak tam üyelik yürürlüğe girdi. Sosyalist Parti’nin iktidara gelmesiyle de tam üyelik tamamlanmış oldu.
1974 sonrası siyasi rejimde anamuhalefet konumunda olan sosyalistler (PASOK partisi), sosyalist ideolojisinin gereğini yaparak her nekadar o dönemde kapitalizme karşı olan hem söylemleri hem siyasi görüşleri “Ortak Pazar ve NATO eşit sendikalardır” sloganıyla doruk noktasına ulaşmış ise de sosyalist PASOK iktidara gelince bu söylemini geçmişte bırakıp ortak Pazar meraklısı bir sağ partigibi işe koyulup, Ortak Pazar Fonlarını en iyi bir şekilde yüksek seviyede değerlendirerek iktisadi alanın her safhasında sübvansiyonlar sağlayarak büyük ödenekler temin edebilmiş ve ülkede sanayiden bayındırlığa ve demokratik kurumların daha fazla işlevlik kazanmasına kadar büyük hamleler gerçekleştirmiştir. Bu dönemde Yunan halkının yarısından fazlası orta sınıf düzeyine yükselmiş ve kişi başına düşen milli gelir çok önemli ölçüde artmıştır.
Demokrasinin, kuruluş bakımından maliyeti yüksektir. Çünkü hem temeli hem malzemesi hem ideolojisi insandır, ama kurulunca çok dengeli bir şekilde ve uygun bir maliyet ile kendini gerçekleştirmektedir. Ancak ülke yönetiminde yolsuzluklar başlayınca da bu durum demokrasiyi kesintiye uğratacak süreçlerle neticelenir. Kurumlar çöker, değerler yozlaşır.
Maalesef Yunanistan’da bu oldu. Bir kaç ana başlıkta toplanabilecek bir kaç tür hortumlama hamleleri ülkeyi bitirme noktasına getirdi.
Herkes zanneder ki Yunanistan’ın krizi öğlen paydosu gibi alışkanlıklara bağlıdır. Öyle ki Yunanistan’daki kriz “işte Yunan halkı tembel” gibi yakıştırmalarla izah edilmeye çalışılıyor. Oysa gerçek bu kadar basit değildir. Bir ülke, çalışmasını bir programa koyabilir ve işlerini ona göre ayarlayabilir, yeter ki çalıştığı saatlerde gerçek ve üretken olsun. Nitekim sabah saat 7’de başlayan bir işçi işini saat üçte bırakabilir ve günün geri kalanını ailesine ayırabilir. 8 saatte yapması gereken işi 10 saatte yapmanın anlamı yoktur.
Bir zamanlar Yunanistan’ın bütün organize sanayi bölgeleri tam gaz bütün fabrikaları ile ful çalışıyordu. Her ovanın ürününü işleyecek bir kaç çeşit fabrika vardı. O da yetmedi hemen hemen her şehirde her sokakta fason çalışan çok sayıda iş yeri ve atölyeler boy gösterdi. Ne yazık ki özellikle yerel yönetimlerin hizmetleri aşırı nispette pahalıya maletmesi ve bundan çok daha vahimi yolsuzluklar, buna ilaveten ülke genelinde yandaşlık ilişkileri ile en az onbeş yıl Yunanistan’da servet hortumculuğu başladı. Vaziyet o hale geldi ki hem özel hem de devlet sektörü suç ortaklığı yapmaya başladılar. İktidara gelen partinin kendini gidici olarak görmesi, bir yandan çalışkan, gayretleri insanların morallerini kırarken, horumcular da bu durumdan yararlanmanın yollarını aradılar. O denli ki bu ülkenin hala ayakta olması ve mesela asgari ücretin, kalkınma hızı çok yükseklerde olan Türkiye’nin seviyesinde olması mucize. Demek ki ülkenin zenginlikleri çok.
Aslında Yunanistan 1988 yılında siyasi bir dalgalanmaya girer gibi oldu ve o dönemde patlak veren "Banker Koskotas skandalı" ile ilk yolsuzlukla boğuşma perdesi oynandı, ama bu durum ülkeyi bir sıkıntıya doğru götürmedi. Bir şekilde 1990 yılına kadar kazasız belâsız götürüldü ve 1990-1991 yıllarında önemli bir siyasi kriz yaşandı. O dönemde siyasi irade iki ana partinin dönüşümlü olarak elde ettiği mutlak iktidarı etrafında seçim yasaları üzerinde fikir yorarken görülen manzara meclise çok az partinin girebildiğini ortaya koyuyordu. Partilerin parti disiplini ve parti başkanına sadak şartını esas alan bir mutabakat doğrultusunda , meclise olabildiğince az partinin girebileceği ve bağımsız adayların milletvekili olamayacağı bir model üzerinde çalışmalar şekillendi. Ülkenin ondan sonraki siyasi kaderini büyük ölçüde belirleyen bu modeldir.
Siyasi iktidar, biri sağ diğeri de sol çizgide olmak üzere iktidara oynayan iki parti arasında el değiştirmeye devam etti. 1990’da bir koalisyon hükümeti iktidara geldi. Ancak o da kısa sürdü ve erken seçime gidildi. 1991’den itibaren yine iki parti arasında iktidar el değiştirip durdu. Genel olarak yeni cumhuriyet döneminde ve özellikle de Avrupa Birliğine tam üye olunan 1980 sonrası ve özellikle de 1990 sonrası devlet adeta bu iki partinin tapulu malı gibiydi. O partilerin adamları iş bitirir hale gelmişti. Yani parti aracı olmadan önemli işler yürümüyordu. Yunanistan çapında yaygın vaziyette var olan üretici kooperatiflerinin fabrikaları adeta doğu bloku zihniyetindeki devlet malı gibi, bu iki partinin adaylarını seçtirecek şekilde yönetildi. Öyle bir duruma gelindi ki bunların büyük bir kısmı verimli çalışmalarına ve piyasadaki itibarlarına rağmen tutunamadı ve kapandı. Olympic Havayolları, erken seçimlerle sık sık tekrarlanan seçim kampanyaları sırasında, bu partilerin seçmenlerini bedava taşımakla meşguldü ve tabii ki sonunda iflas etti.
Bunlara ilâveten 1990’a gelinirken borsada hisse senetleri ile ilgili olarak -iktidarın borsanın yükselişini ima eden olumlu sinyal vererek paraların yatırılıp sonradan da hisselerin değer kaybı ile sonuçlanan - borsa skandalı (Yunanistan’da o dönem kullanılan tabir borsada (balon, yani şişip patlama), yine bankaların durmadan devlet tarafından yapılandırılması ve ülkede banka kredilerinin kontrolsüz bir şekilde reklam ve promosyonlarla halka koşulsuz dağıtılıp halkın borçlandırılması ; ardından da gelirlerin neredeyse yarıya indirilmesi, işsizliğin %30’un üzerine fırlaması, halkın ayağının altına adeta muz ve karpuz kabuğu konularak halkı resmen perişan etmiştir.
Bütün bunlar, eskiden iktidarı dönüşümlü olarak elinde tutan iki partiye büyük tepkilerin olmasına neden oldu. Halk olası bir seçimde yeni bir umut arayışında idi. O dönemde o konumda olan parti bugün iktidarın büyük ortağı olan SYRİZ partisi idi. SYRİZ Moskova çizgisi olmayan komünist partinin devamı mahiyetindeki bir radikal sol ittifak partisi idi. Seçime gidildi ve seçimi bu parti kazandı. Ne var ki bu parti, hiç bir yalan söylemeden, “bizi de deneyin demesi yeter” iken, halka diğer partilerin 20 yılda söyleyemediği yalanları bir seçim döneminde söyledi ve bir yıldır bu yalanla yönetmeye devam ediyor. Halk tamamen aldatılmış bir vaziyette kime inanacağına şaşırmış durumda. Eskilere de hala güvenemiyor,çünkü onları bu çöküşün sorumluları olarak görüyor. Umut bağlayacağı hiç bir siyasi oluşum da yok. %3 barajı sebebiyle bağımsız milletvekili de seçemiyor. Çizgisinde sabit duran bir tek Komünist partisi var, o da başka devlet modeli istiyor ve bu devlet modelinin Yunan halkı nezdinde kabulü ancak %6 seviyelerindedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki Yunanistan’ın krizi, insani değerlerin krizidir, kurumların krizidir, değerlerin ve değer yargılarının krizidir, siyasetin ve piyasa şartlarının kurallarının krizidir, demokrasi ve insan hakları krizidir. Siyaset ahlâkının krizidir.