«Kesinlikle bulamadı» olan bu sorunun cevabını izah edebilmek için, Yunan Halkının genel beklentilerinin ne olduğunu, bu iktidardan ne umduğunu ve sonuçta ne bulduğunu araştırmak üzere Yunanistan’ın yakın siyasi tarihine bir göz atmak gerekiyor.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşının ardından oldukça yıpranan Yunanistan özellikle 1950 den sonra, NATO üyeliği ve Avrupa Birliği’ne üyelik başvurusu çerçevesinde Türkiye ile girdiği sıkı bir işbirliği döneminin de verdiği rahatlama ile yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Bu dönem on yıl sürmüş bir savaş döneminden yeni çıkmış bir Yunanistan için çok zor bir dönemdi. Adeta enkaz üzerinde inşaat yapması gerekiyordu. Bu savaş döneminin bir bölümü iç savaş şeklinde cereyan etmiş ve ülkede milli birliği sarsmıştır. Bu bölünme etnik ya da dinsel değil de siyasi olduğundan açtığı yaralar da çok ve daha derindi. Aileler bile ilericiler (solcular) ve gericiler (milliyetçiler) şeklinde ikiye bölünmüştü. Hatta, aynı ailede kardeşler arasında, anne – baba evlât arasında, karı – koca arasında bu manada çetin düşmanlıklar oluşmuştu. Yani Yunan halkı, Yunanistan’ın bir ucundan bir ucuna kadar derin bir nifakla ikiye bölünmüştü.
Bu arada dünyada soğuk savaş dönemine girilmiş ve ikinci dünya savaşında yıkılmış Avrupa’nın yeniden inşası başlamıştı. Yunanistan’da bir sürü insan ziyan olmuş, mili ekonomi çökmüştü. Ülke defalarca iflas etmişti. Bu dönemde Yunanistan’ın maddi kayıpları korkunç boyutlardadır. Fakirlik ve sefalet kol geziyordu. Bu ahval ve şerait üzerine Yunanistan’ın yeniden yapılanması başladı.
Soğuk savaş sürerken Yunanistan ABD etkisinde kalır ama Sovyetler Birliği de etkileme çalışmalarından vazgeçmiyordu. Zaten Yunan halkının neredeyse yarısı Moskova meyilli ve diğer yarısı ABD’ye meyillidir. İktidar erki hep ABD meylindedir. İlk gayretleri gerçek demokrasiye geçme girişimleri ve iktisadi alanda kalkınma hamleleri yapmak olmuştur. Bu süreç, büyük badireler atlatmak suretiyle devam etmiştir. Derin uçurumlarla ikiye bölünmüş bir halkla demokrasiye geçmek çok zor bir durum olduğundan siyasi irade bu yaraları ortadan kaldıracak stratejiler üzerinde çalışmakta ve Yunan halkını birleştirecek çareler aramaktadır. Bu arada siyasi istikrarsızlık korkunç boyutlardadır. Devamlı bir surette iktidarlar el değiştirmekte ve yapılmak istenene bir türlü ulaşılamamaktaydı. Seçimler şaibeli geçiyordu. Zaman zaman şiddet olaylar vuku bulmakta ve önemli kişiler öldürülmekteydi.
1960’tan sonra Türk-Yunan ilişkileri de bozuk seyretmektedir. Kıbrıs adasında şiddet olayları başlıyor. Yunanistan’da 1967 de Yunan Ordusu idareye el koyar. Bu vaziyet 1974 tarihine kadar devam eder. 1974 tarihinde Askeri darbe ile gelen iktidar çökmüş ve Yunanistan – yeni Cumhuriyet Dönemi- diyebileceğimiz bir sürece girdi. Bu süreç Yunanistan için yeni bir hamledir ve ilk önce özlemi çekilen Yunan halkını siyasi olarak nifaktan kurtarma girişimleri damgasını vurur. Bir taraftan şiddetli ama safını belli eden iki ana eksen üzerinde siyaset yapan esaslı partilerin oluştuğu bir siyaset dönemi başlamıştır. Siyaset ana ekseninde, bir taraftan kendisini siyasetin sağında konumlandıran, diğer taraftan kendisini siyasetin solunda konumlandıran iki ana parti vardır. Bunun dışında yine kimisinin kendisini sağda kimisinin de kendisini solda konumlandıran küçük partilerin de yer alığı bir siyaset. Bu dönemde sağ ana parti Yeni Demokrasi Partisi ve sol ana parti de PASOK partisidir. Bunların yanında özellikle sol kanatta Yunanistan Komünist Partisi de vardır, ama ikiye bölünmüş vaziyettedir. Biri Moskova çizgisinde olan dış komünist partisi ve diğeri de Moskova çizgisinde olmayan iç komünist partisi. Dış komünist partisi hali hazırda Yunan Parlamentosunda uzun süredir siyasi gücünü %4-7 arasında koruyan KKE, yani Yunanistan Komünist Partisi, iç komünist partisi ise yine komünizm felsefesi üzerinde defalarca isim değiştirmek suretiyle en son bugünkü başbakan Alexis Çipras başkanlığındaki SYRİZA adıyla Yunanistan Parlamentosunda siyasetine devam etti ve şu an iktidar partisi. İşte bu parti ülkenin menfi durumunu bahane ederek kendisini, halkın oylarının % 30 unu bile alamadan ve halka vaad ettiği siyasi çizginin tam aksi istikametinde siyaset yapan parti ile koalisyon halinde iktidara taşıyan bir partidir. Sorunun cevabı da, kanaatimce, bu bilgilerden sonra aşağıdaki gibidir.
Çipras, aslında doğruyu söyleyerek de iktidara gelebilirdi, çünkü halk tepki ile hareket ediyordu. Her halde doğruyu söyleyerek iktidara gelebileceğine güvenemedi ve diğer taraftan da iktidar, çok fazla istediği bir şey olduğundan bütün bu fırsatları bu şekilde değerlendirerek iktidara gelmeyi tercih etti. Geldi de. Ancak söyleminin aksine bir icraat uygulamaktadır. Doğal olarak iktidarlar her düşündüklerini uygulayamıyorlar. Yunanistan siyasi gerçeğine baktığımızda vaadettiğinin bir kısmını yerine getiren bir kısmını da yerine getiremeyen iktidarlar olmuştur; kimisi azını yapmıştır, kimisi de çoğunu yapmıştır. Bugünkü iktidarın yaptığı gibi vaadettiğinin tamamen aksi istikametinde yürüyen bir iktidar olmamıştır.
Söyleminin aksine icraat olayını Yunan halkı gerçek manada ilk kez 1981 yılında halkın oylarının yarısını alarak iktidara gelen AndreasPapandreu ile yaşadı. Papandreu muhalefette iken AB ve NATO‘yu aynı derecede olumsuz görüyordu. Hatta söyleminde AB ve NATO aynı olumsuz kuruluşlardır, derdi. Öyle derdi ama henüz bir sene evvel AB’ne katılmış olan ülkesinin, kendisi iktidara geldiğinde bu üyelikten ayrılması yerine bu üyeliğin verdiği avantajları kullanma yoluna gitti ve gerçekten olabildiğince maksimum düzeyde bunlardan yararlandı. Bu dönemde demokrasi alanında büyük hamleler kat edildi. Eskiden beri tüm siyasilerin yapamadığı milli birliği sağladı, iktisadi alanda büyük kalkınma hamleleri gerçekleştirdi, büyük yatırımlar yapıldı, yeni iş sahaları sağlandı, sanayi bölgeleri tam randıman ile çalışıyordu. Şehirlerde ve şehir dışında her sahada atölyeler kuruldu ve Yunan halkının neredeyse % 70’e yaklaşan kısmı müreffeh bir orta sınıfa doğru evrildi. Bütün halkın alım gücü arttı. Kaliteli mallar üretilir oldu.
Bu durum 2000 yılına kadar devam etti. Bundan sonra, gerek dünyada meydana gelen olaylar, SSCB’nin yıkılması ve Çin’in global ekonomiye olan hamlesi; ABD nin Ortadoğu stratejisindeki seyir değişikliği ve Balkanlardaki gelişmeler benzeri dış gelişmelerle, gerek iç piyasada borsa üzerinde oynan oyunlar ve hatalı siyasi müdahaleler ve buna rağmen devam eden iç ve dış borçlanmalar gibi iç gelişmelerle, Yunanistan zor durumlara, iktisadi manada yeni bir sürece giriyordu.
Özellikle 2003 yılından sonra bütçe hiç bir borçlanmayı kaldıramaz duruma gelmişti. İktidar dengeleri öyle bir boyuttaydıki her an iktidar değişiklikleri olabileceğinden ne iktidar halka doğruyu söyleyebiliyor ne de muhalefet. Sorunu biliyorlardı ama pimi çekilmiş bombanın kimin elinde patlayacağı belli olmadığından işi oluruna bırakmışlardı. Devlet harcamalarında artık hiç bir kredi kullanılmaması gerekiyorken aynı şekilde harcamalar devam etti. 2004 Atina olimpiyatlarında büyük borçlanmalara gidildi, ve o zamanın Karamanlis iktidarında zaten yüksek olan kamu borçları neredeyse katlandı. Yine ondan sonra iktidara gelen YorgoPapandreu da sorunu bilmesine rağmen reçete uygulamasına gitmedi ve nihayet bomba onun elinde patladı.Meyis adasında iken ülkenin uluslararası mali denetime girmekte olduğunu ilan etti. Bu arada Papandreu her ne kadar bir takım çareleri ileri sürdüyse de o zaman anamuhalefet olan Samaras ve bugün İkitidar ikilisi olan komünist Çipras ile aşırı (ya da radikal) sağcı Kamenos şiddetle karşı çıktılar. Tabii ki Papandreu da bugünkü durumdan çok daha ehveni şer manasına gelen acı reçeteyi uygulama cihetine gidemedi.
Daha sonra yine bu reçetelere şiddetle karşı olan Samaras iktidara gelince, iktidar ortağı Venizelos’un telkini ve stratejisi ile bu reçeteleri uygulama cihetine gitti. Daha önce onun girişimi ile yapılan müzakerelerle dış borcu yarıya indirmeyi beceren Venizelos bu Sefer Samaras iktidarında reçeteyi uygulayarak 2014 yılı sonlarına doğru bu reçeteler meyvesini vermeye başladı. Öyle ki reel manada artık basit kalkınma trendi bile belirmeye başladı. Bunlar olurken Yunan halkı isyan etmek üzereydi. Hatta o hal almıştı ki bazı çevrelerce toplumsal infilaklar beklenir olmaya başladı. Gerek halkta ve gerekse bazı çevrelerde iktidar değişikliği (malum teşbihte hata olmaz, bebeğin gazını almak lâzım) özellikle beklentideydi ki kaçınılmaz olmuştu. Bu da şundandı: Yunan halkı 1981’den beri süre gelen bir sosyal ve iktisadi hayata alışmış, kendini ona göre programlamıştı. Özellikle de 1998’den sonra mortgage vs gibi mekanizmalarla halkın çok büyük bir kesimi gelirine güvenerek ve devletin de olumlu sinyalleri ile ayağını o çoraba göre uzattı ve bu durumlar ansızın ortaya çıkınca hayatı altüst oldu. Çünkü ani bir şekilde gelir – gider dengesizliği ortaya çıktı, işsizlik tavan yaptı, kimi insanlalrın maaşı yarıya indi. Bu aslında çok zor bir durumdu. Yani Yunan halkı kendini adeta denize düşmüş, boğulmamak için bocalıyor hissindeydi. Bu durumda bir kurtuluş tasarlamak gerekiyordu. O dönem genellikle kimi zaman %3’lük baraja takılan ve dolayısıyla parlamentoya giremeyen, kimi zaman zar zor barajı geçen parti konumundaki SYRİZA partisi radikal sol söylemini neredeyse Komünist Partisininki kadar şiddetlendirerek Yunan halkını bu sıkıntıdan kurtaracağını vaad etmeye başladı. Her türlü mali tedbirlerin ortadan kalkacağını kesin bir dille taahüt etti. Meselâ iktidara geldiğinde bütün stand - by anlaşmalarını bir kalemde tek taraflı olarak sileceğini söylüyordu. Dahası, bir yılı aşkın iktidarlarında bırakınız stand – by anlaşmalarını lağvetmek, üç adet stand – by anlaşması daha imzaladılar.
Bunlardan bir tanesi üstelik gayri menkullere özel kriz vergileri getirmişti. Bunlar elektrik faturaları ile toplanıyordu. Çipras ve adamları iktidara gelirkenki seçimlerin arifelerinde şunları söylüyordu: «bu adi, acımasız, anayasaya aykırı, insan haklarını ve mülkiyet hakkını ortadan kaldıran yasayı, iktidara geldiğimiz günün ertesi sabahı bir cümlelik kanun maddesi ile ortadan kaldıracağız». İktidara geldiler. Bırakınız kaldırmayı şu an %30 gibi bir oranda artmış durumda ve en az 15 yıllık bir süre için sabit bir hale getirdiler.
Buna benzer olarak, muhalefette iken otoyol gişeleri gibi bir çok ek ödemeleri protesto ve ortadan kaldırmak için «ÖDEMİYORUZ» adı altında bir halk hareketi kurulup onları desteklemekle, çeşitli yerleri işgal edip ödemeleri engellemeye çalıştılar. Öyle ki partiye yakın biri: «..gayri menkul ek vergisini, bunlar anayasaya aykırı ve soygun hareketleridir ve kesinlikle ödemeyiniz diye bizlere telkin verenler iktidarda oldukları sürece ödemeyi reddediyorum» diye yazıyordu. SYRİZA, liderinin demagojisi ile, tamamen yalan üzerine kurulmuş bir siyasetle, zor durumdan kurtulmaya çalışan halkı kandırarak iktidarı ele geçirdi.
Kendileri iktidara gelince bırakın bunları kaldırmayı, kimisini artırdılar, kimisini katladılar bile. Tabi kamuoyu bunu farketmeye başladı: Şu an nabız yaoklama şirketlerinin verilerine göre iktidar partisinin oyu % 16 ile %22 civarlarında gidip geliyor. Tabii ki kriz döneminden çıkma icraatinin ilk uygulayıcısı (sıkı kemer) PASOK partisi ve onun lideri Venizelos olduğundan her ikisi de siyasi olarak çok büyük kayıplar yaşadı ve tarihin en düşük seviyelerine kadar indiler. Yine bu politikalar uygulanmaya başlarken başta karşı olan, ama sonra aynı şekilde uygulamaya koyan ve sahiplenen Yeni Demokrasi partisi de aynı şekilde halk nezdinde oy kaybına uğradı. Çünkü Yunan halkı denize düştüğünde kurtuluşu için çırpınırken kurtarıcı olarak karşısında duran, sarıldığı Çipras’ın kurtarıcı olmadığını görmesine rağmen, yeni maceralardan da korkmaktadır ve eski partilerin sicillerine de güvenemiyor, hiç bir partinin mevcut siyasi düzen içinde gerçek manada alternatif bir çıkış yolu göstermediğini düşünmektedir. Ayrıca bir daha seçilmesi mümkün olmayacağı kesin olan bir çok milletvekilinin de vaktin yatsıya doğru (malum ya o mum daha fazla yanmaz) olduğunu sezinlemesi ve dolayısıyla sandalyeden olma korkusunun etkisinde olarak partiyi mümkün olduğunca zinde tutma ve erken seçim söylentilerini uzak tutma gayretleri, bir de eski iktidarlarda nemalanan ve aslında krizlere neden olan icraatlarının aktörleri konumundaki bazı icraat adamlarının iktidar ipine sıkı sıkıya sarılması sayesinde Çipras, hali hazırda belli bir oy potansiyelini korumakta gözüküyor, yoksa halkın gerçek kızgınlığı onu %10 ların bile çok altlarına indirebilecektir.