Üsküp Kudemasından Fettah Efendi ve Mücadelesi

20 Aralık 2015

Üsküp kudemasından ismini çok sık duyduğumuz fakat tam olarak kim olduğunu bilmediğimiz değerlerimizden sadece biri Fettah Efendi. Yeni teknolojik gelişmelerle birlikte eskiden olduğu gibi dededen toruna, nesilden nesile bilgi – birikim aktarımının ortadan kalktığı göz önünde bulundurulduğunda onu tanıtma/unutturmama görevi bizlere düşüyor. Bu yazı, Fettah Efendi kimdir, ne tür hizmetler yapmıştır, nasıl bir hayat sürmüştür ve Makedonya’daki İslam anlayışını diğer Balkan ülkelerinden ayıran nedir sorularına cevap niteliğinde.

 

Osmanlı dönemi sonrası Balkanlarda İslami anlayış ve yaşayışın bölgelere göre farklılık gösterdiği kanaatindeyim. Türkiye’de okumanın en büyük avantajlarından biri de gerçekleştirilen birçok program ve toplantıda farklı insanlarla tanışıp sohbet edebilme imkânıdır. Uluslararası öğrencilere yönelik düzenlenen programlarda bir araya geldiğim Balkanlı  (Batı Trakya’dan, Arnavutluk’tan, Bulgaristan’dan, Kosova’dan…) arkadaşlarla yaptığım muhabbetler sonucunda Makedonya’daki Müslümanları İslam’ı rahat yaşamaları açısından “şanslı” olarak nitelendiriyordum.  Baktığınızda Makedonya da Komünizmden nasibini almıştı ama o dönemde Üsküp’te Ataullah Efendi, Abdülfettah Rauf (Fettah Efendi), Kemal Aruçi, Hafız İdris İdris ve diğerleri gibi birbirinden değerli ve âlim hoca efendilerin çabalarını ve mücadelelerini görüyoruz.  Bu hoca efendileri okumaya, ne yapmaya çalıştıklarını anlamaya, ödedikleri bedelleri düşünmeye başladığımızda yukarıda kullandığımız “şanslı” kelimesinin ne kadar yanlış olduğunun farkına varıyoruz. İki yıl önce Hakk’ın rahmetine kavuşan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı Öğretim Üyesi aynı zamanda Kemal Aruçi’nin oğlu Prof. Dr. Muhammed Aruçi bu hoca efendileri “Makedonya’da, tohumu toprağında yeşersin diye koruyanların varlığını da unutmamak gerekir” diyerek yâd eder. Büyüklerimizden geçmişi özlemle anarken duyduğumuz bu isimleri unutmamak aksine her zaman hatıramızda olması için tarihe not düşme gayreti içindeyim. Söz uçar yazı kalır düsturundan yola çıkarak, bırakın yaşlılarla sohbet edip engin tecrübelerinden yararlanmayı aynı yaştan insanların muhabbet etmediği yeni iletişim çağında yazının rağbet göreceğini umarak bir köprü görevi üstlenmek istiyorum.

Fettah efendi 1910 yılında Makedonya’nın başkenti Üsküp’te doğdu.  Hacı İshak sülâlesindendir. Babası, Üsküp eşrafından Rauf Efendi, oğlunun iyi bir eğitim görüp yetişmesi için elinden geleni esirgememiştir. Fakat onu, kendi mesleği olan tüccarlığın dışında tutmuş, dönemin ünlü din âlimlerinden Ataullah Efendi’nin yanında yetişmesini sağlamıştır. Fettah Efendi, 1933-1938 yılları arasında Meddah Medresesi’nde kelâm ve akaid müderrisliği görevinde bulunduğu gibi Üsküp’teki çeşitli camilerde de fahrî vaizlik yaptı. Ramazan aylarında, hocası Atâ Efendi’nin doğum yeri olan Üsküp’ün Studeniçan köyünde vaaz ve irşat hizmetinde bulundu. 1938’de hocasının Ulema Meclisi (Ulema Medzlis u Skoplju) üyeliğine tayin edilmesi üzerine Meddah Medresesi’nin baş müderrisliğine getirildi; medrese kapatılıncaya kadar bu görevini sürdürdü ve burada birçok talebe yetiştirdi. 1944 yılında yapılan törende icazet alan öğrencileri arasında Kemal Aruçi ve Türkiye’ye giderek İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü ile Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde uzun yıllar hocalık yapan Bekir Sadak da vardı.

Fettah Efendi’nin yeğeni ve yetiştirdiği son talebesi olan Cavit Saraçoğlu Köprü dergisinde yayınlanan mülakatında Fettah efendinin siyaseti yakından takip ettiğini söyler ve devam eder “onun ve Ata Efendi’nin kim olduğunu düşman biliyor fakat bizim halk bilmiyor. Bunlar olmasaydı belki Makedonya’daki Müslümanlar Bulgar Müslümanlar gibi asimile olabilirlerdi. Ama olmadı çünkü ciddi ve güçlü âlimler buna müsaade etmeyecek faaliyetlerde bulundu”.

Fettah Efendi bir inanç ve fikir adamıdır. İki dünya savaşı arasında Makedonya’da zar zor yetişebilen, sayıları çok az olan aydın ve ulemanın önde gelenlerindendir. Kısa fakat onurlu yaşamı boyunca, inanç ve fikirlerinden taviz vermeye kesinlikle yanaşmamıştır. 1945’te Yugoslavya’ya komünist iktidarı hâkim olunca şer’i mahkemeler, çeşitli dinî müesseseler ve medreselerle birlikte Meddah Medresesi de kapatıldı. Fettah Efendi ve arkadaşları tutuklanıp mahkemelerde yargılandılar. Bu arada kendisi rejim aleyhtarı, devlet haini ve savaş dönemi zengini olduğu iddiasıyla yedi yıl ağır hapis ve cebrî iş, üç yıl da siyaset yasağına mahkûm edildi. Fettah Efendi’nin, Ezher Üniversitesi mezunu ve illegal Yücel teşkilâtının (Makedonya Türklerinin ulusal ve dini hak ve özgürlüklerinin savunulması mücadelesini veren teşkilat) kurucusu olan teyzesinin oğlu Şuayb Aziz’in bu teşkilâtı ile fiilî bir bağı olup olmadığı hakkında kesin bilgi edinilememiştir. Fettah Efendi’ye hapishanede yapılanları kâtibi Nikuştaklı Cemal Efendi’nin yakın çevresine kısmen anlattığı bilinmektedir, kendisi ise hapishanede çektiklerine dair asla ağzını açmamıştır. Fettah Efendi cezaevinde iken taş kırmak üzere bir yıl Bosna-Hersek’teki Doboy kasabasına gönderildi. Cezaevinden çıktıktan sonar uzun süre devlet tarafından takip altına alındı, işsiz bırakıldı ve meşhur bir müderris olmasına rağmen müezzinlik yapmasına bile izin verilmedi. Birbirini izleyen bu olayların asıl amacı, Makedonya Türkleri arasında ulusal ve dinî liderliğe yükselebilecek, insanların sevgi ve saygısını kazanmış kişilerin saf dışı bırakılması, geniş halk kitlelerinin, gözdağı verilmek suretiyle sindirilmesinin sağlanmasıydı. Hayatının son yıllarında Makedonya Arşivi’nde Makedonya’ ya ait Osmanlı belgelerini tercüme etmek üzere uzman olarak görevlendirildi. Meddah Medresesi’ndeki yılları hesaba katılmazsa bu, Fettah Efendi’nin bir devlet kurumunda aldığı ilk resmi işidir. Fettah Efendi 24 Nisan 1963 tarihinde Üsküp’te Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Özellikle 2. Dünya Savaşından sonra başlanan Türkiye’ye göçü engellemek için yaptıkları dikkate değerdir. O’na göre Türkiye, dönemin CHP yönetiminin din karşıtı uygulamaları sebebiyle, asıl vatanları olan Makedonya’nın komünist rejim baskısı altına olmasına rağmen vatanı terki mümkün kılacak şartlara sahip değildir. Hilafetin ilgası, kılık – kıyafet ve yazı inkılaplarının da gerçekleşmesiyle, Osmanlı’dan tam anlamıyla kopmuş bir ülke manzarasıyla yeni Cumhuriyet, Fettah efendi için vatana tercih edilememiştir.

Duygularına dizgin vuramayarak ölümünden birkaç yıl önce yazdığı on dizelik “Vatan” şiirindeki coşku önemlidir:

Vatan bende garibtir, ben vatanda garibim.

Ruhen uzak kalmışım gerçi cismen karibim.

Ben içinde o bende zevkini ben sormadım.

Eller aldı tadını böyle gurbet görmedim.

Kucağında yad eller buluyorken lezzeti

Yatar benim kalbimde onun hüznü, hasreti.

Ey dedelerden miras vefasız yurdum,

Sana artık sevgimin söndüğünü duyurdum.

Sen bana yar olmadın, ben de senden ırağım

Artık yurdum değildir; başım, dağım çırağım

 

Vatan vatan diye, yanık bir ses ve kaleminden damlayan kanla “Yine Vatan” adındaki başka şiirinde:

Kime Ya Rab kalacak bunca büyük şanlı yatan

Kime ısmarlayayım ben seni ey yaslı Vatan!

 

Fettah Efendi aynı zamanda usta bir şairdir. Çok genç yaşlarda şiir ile haşır neşir oluyor. Lügat bilgisi, kelime hazinesi çok geniş. Bu yüzden şiirleri de kafiye ve anlam bakımından kalitelidir. Bir de onun ilginç bir özelliği de şiir yazarken anında bu şiiri tasarlamasıydı. Yani normal bilinenden öte kâğıt kalem alıp, oturup düşünüp, şiir yazmazdı. Bir mecliste otururken iki ya da üç şiir yazabilirdi. Fettah Efendi hece ve aruz vezniyle şiirler yazmıştır. Bazı şiirlerinde görünmeyen melek anlamında olan “Latif” mahlasını kullanmıştır. Eldeki şiirlerinden onun Osmanlı Türkçesi yanında Farsça ve Arapça’ya da vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. İlk şiirleri Üsküp’te çıkan Sadâ-yı Millet (1925) gazetesinde yayımlanmıştır. Şiirlerinin muhtevasını daha çok dinî, vatanî ve içtimaî konular oluşturmaktadır. Yugoslavya’dan Türkiye’ye başlatılan göçe karşı görüşünü şiirleriyle de ifade etmiştir. Fettah Efendi’yi Balkanlar’da Osmanlı Türkçesi ile yazan ve aruz veznini kullanan son nesil şairlerinden biri olarak kabul etmek mümkündür.

Abdül Fettah Rauf’un şiir çalışmaları iki dünya savaşı arasındaki dönemde başlamış, ölümüne kadar da hiç aralıksız devam etmiştir. Hapisteyken kaleme aldığı seksen bin civarında mısraı, ele geçirilip başına yeni dertler açmasın diye, dostları tarafından imha edilip yakılmıştır. Türk-İslâm kültürünün birer abidesi olan Manastır ve Pirlepe saat kulelerine haç dikilmesinin acısını bundan kırk kadar yıl önceleri yaşayıp “Hani yok mu meşalemi yakan / Kim olur ya alnına haç takan / Bu cinayete hani bir bakan / A güzel vatan, a şirin vatan” diye feryat eden Abdülfettah Rauf, eski Türk geleneğinin izinden yürüyerek savunduğu inanç ve düşüncelerin sınırları içinde kalarak günceli ve çağdaşı yakalamaya gayret göstermiştir. “Allahım ile Bir Kaç Söz” adlı kısa, ama çok anlamlı, özlü şiirinin son dörtlüğünde şöyle der:

  “Döndüm sana zira kerem-I rahmetiniz bol

Zira bu günahkâr kula yok başka çıkar yol.

Ya Rab! Kulunum, südde-I ihsânına geldim,                 

Kovma, beni affet, derd-I gufrânına geldim.”

 

Makedonya Türk Edebiyatı’nın önemli isimlerinden olan ve bu yazıyı hazırlarken yazılarından çokça istifade ettiğimiz Suat Engüllü Fettah Efendi isminin nasıl yaşatılacağının kodlarını verir: “Abdülfettah Rauf bir aydın, alim ve şair olarak, hem Makedonya’da inançları doğrultusunda büyük bedel ödeyerek verdiği mücadeleyle, hem bugüne kadar maalesef kadri bilinmeyen şiir yaratıcılığıyla anılmayı, anımsanmayı, yaşatılmayı hak edenlerden biridir. Bunca yıl sonra anımsanmasının, anılmasının, yaşatılmasının en anlamlı yolu da, şiirlerinin bir bölümünün kitap haline getirilmesidir.

Fettah Efendi’nin talebesi Cavit Saraçoğlu’nun da söylediği gibi Makedonya’daki güçlü âlimler olmasaydı oradaki Müslümanların durumu da diğer Balkan ülkelerindeki Müslümanlardan farksız olacaktı. Onlar gayrimüslim topraklarda hayatları ve faaliyetleriyle kendilerinden sonra gelenlere “İslam’ı rahat yaşama” hediyesini vermişlerdi, ya da onların bu öğüdünü anlamayıp ödül olarak değerlendirmek bizim işimize geldi. Özellikle biz gençlerin öncelikle bu değerli şahsiyetler hakkında bilgi sahibi olmamız akabinde hayatımızı nasıl geçirdiğimizin, ilkelerimizin neler olduğunun muhasebesini yapmamız ve son olarak bizden sonra gelen kardeşlerimize nasıl bir toplum bırakacağımızı tüm samimiyetimizle düşünmemiz gerek…

 

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 1,759 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.