Türkiye Batı’nın Ötekisi Olur Mu?

03 Şubat 2022

 

 

Bugün uluslararası ilişkilerde sistem olarak tabir ettiğimiz mevcut yapının düşünsel temelleri Avrupa Rönesansına, fiilen oluşumu ise 15. yüzyıl sömürgeciliğine dayanır. Bu süreç felsefi alt yapısı itibariyle bir inanç, fiili yapısı gereğiyle de bir sistem olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla bugün içinde bulunduğumuz ve dönemsel olarak değiştiğini düşündüğümüz sistem, esasında yüzlerce yıldır bir süreklilik içinde tekâmülünü tamamlıyor.

II. Dünya Savaşından sonra sömürgelerin bağımsızlık kazanmalarıyla birlikte, sistem kendisini daha önce hazırlıkları tamamlanmış yeni yapıya çevirmekte çok da zorlanmadı. ABD öncülüğünde “iki kutuplu” olarak tabir edilen yeni sistemin ötekisi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ydi (SSCB).

Vaktiyle sömürüleni hep olumsuz sıfatlarla aşağılayan sömürgeci bu defa kendisine daha güçlü ve şahsiyetli bir öteki oluşturmuştu.  Sömürgeci sömürüleni tembel, ahlaksız, yalancı, hırsız, korkak v.b. sıfatlarla tanımlarken, iki kutuplu dünyanın ötekisi eşitler arasından biri olarak nitelenmişti.  Artık daha kişilikli ve ideolojik söylemi olan bir öteki vardı. Kendine güvenen ve cesur bir öteki. Bunca yıldır sömürü ile palazlanan sömürgeciye de bu yakışırdı zaten. SSCB sömürgecinin ötekisi olarak dünyaya hâkim iki güçten biri olma sıfatına nail olmuştu. Düşmanlıktan ziyade çıkar ilişkisinin zirve yaptığı bu dönemde her iki taraf da akla ziyan siyasi ve ekonomik kazanç elde etti.

Dünya bu filmi seyrederken yeni bir senaryo hazırlıklarına başlandı. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Çin yeni öteki olarak karşımıza çıkıverdi. Batı’nın kapitalist sistemiyle şekillendirilip güçlendirilen bu komünist ülke sömürgecinin ötekisi oluverdi.

Rusya ideolojik olarak, Çin ise ekonomik olarak öteki rolünü üstlendi. Sömürgeci, Rusya sayesinde ideolojik üstünlüğünü, Çin ile de ekonomik üstünlüğünü göstermiş olacak. Çin’in hazırlıkları SSCB ile ilişkilerin en zirvede olduğu günlerde başlamıştı. Yeni ötekinin felsefi hazırlıkları ise Çin’in zirveye doğru yükseldiği dönemlerde başladı.

Sadece düşmanıyla birlikte yaşamayı ve büyümeyi başarabilen sömürgeci, gelecekte bir potansiyel gördüğü ülkeleri öteki olarak seçebiliyor. Sömürgecinin çok cesur ve yürekli olduğu sakın ola unutulmasın. O kendi amaçları için dünyanın en büyük kitlesel savaşlarında kendi insanlarını öldürecek kadar gözü dönmüştür. Her hâlükârda üstesinden gelebileceğini düşündüğü Rusya ve Çin’in rakip olarak tercih edilmesi, ABD öncülüğündeki zihniyete tahayyül edilemez güç kazandıracaktı. Bu rekabet ötekini ortadan kaldırmaktan ziyade, ideolojik bir galibiyeti ifade etmektedir.

1993’te ortaya atılan “medeniyetler çatışması” tezi yeni dönem ötekisinin senaryo hazırlığıydı. İdeoloji ve ekonominin ardından en kalıcı senaryonun hazırlıkları doğal olarak çok önceden yapılmalıydı. Batı’nın yeni hedefi, medeniyetini ötekisi ile çatışmaya girdirmekti. En zor ve çetrefilli bir çatışmanın ötekisi için yıllardır amansız çalışmalar yapılıyor. Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Yemen, Sudan, Somali, Pakistan, Afganistan ve hatta Sincan Uygur Özerk Bölgesinde yaşananlar, El Kaide, İŞİD, Boko Haram, Eş Şebab ve Taliban gibi terör örgütleri, felsefi anlamda İslam dünyasında yaşanan fikir çatışmaları bu hazırlıkların köşe taşları oldu.

Sömürgecinin medeniyet olarak gördüğü yapının temel unsuru din olmakla beraber, bir alt unsuru olan etnik temeli de en az onun kadar önemliydi. Tanzanya’dan Finlandiya’ya, Moritanya’dan Moğolistan’a kadar uzanan çok geniş coğrafyada dinin ötesinde bir kültürel alt yapıya sahip tek ülke Türkiye’dir. Dolayısıyla sömürgeci kendisine muhtemelen Müslüman bir Türk ülkesi tercih edecekti. O da hâlihazırda yüzlerce yıl İslam dünyasının da halifeliğini üstlenmiş Türkiye’den başkası olamazdı.

Sömürgeci şartlarını kendisinin oluşturduğu savaşlara giriyor. Ve bu savaşın kendince ahlaki temelleri ve kuralları var. Bu nedenle Türkiye öteki olarak ilan edilmeden önce, sözde centilmence bir tavırla hazırlık yapması için zaman verilecektir. Lakin Türkiye’nin böylesi bir mücadeleye en az sömürgeci kadar erken hazırlık yapmaya başlaması pek de planlanmış bir durum olmayabilir. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan boşluktan zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal istifade etmek istese de ömrü buna kâfi gelmedi.

Bugün Türkiye’nin Akdeniz, Ortadoğu, Balkanlar, Türkistan, Güney Doğu Asya ve Afrika’da gerçekleştirdiği siyasi, askeri ve ekonomik mücadeleler kendisi için bir yatırım, sömürgeci için ise bir ötekileştirme aracı olarak kullanılmaktadır. Türkiye kesintilere rağmen 1990’lı yıllardan itibaren bu süreçte var olabileceğini gösteren politik söylem ve açılım içindedir.  Örülen her tuğla en az sömürgecinin ki kadar ehemmiyetlidir. Türk devlet geleneği de böylesi bir mücadele için gerekli hafızaya ziyadesiyle sahiptir.

Bu süreçte mevcut tarihsel geleneğin kendi içindeki düşünsel revizyonu tahmin edilenin üstünde bir ehemmiyete sahiptir. Binlerce yıllık tarihin uzunca bir dönemi etnik denebilecek yapıya, sonraki dönemleri ise dine dayanmaktadır. Görüntü itibariyle birbirine zıtlaşabilecek unsurların uzlaştırılması ülke içinde üstesinden gelinebilecek bir durum olsa da uluslararası alanda bunun anlatılabileceği bir zemin oluşturulması gerek. Müslüman, Hristiyan, Yahudi ve Şaman ile onlarca etnik yapıyı bir arada tutabilecek bir imparatorluk kültürü Türklerde elbette ki mevcut. Zira bu mücadele için sadece Müslüman Türk dünyası yeterli olmayacaktır. Moğolları, Macarları, Gagauzları ve hatta Karayları sistemin dışında tutmanın imkânı yoktur.

Türkiye’nin bu zamana kadar bu unsurlar ile bir şekilde iletişim kurduğu bir gerçek. Kaldı ki Endonezya, Malezya, Pakistan ve Hindistan hattı üzerinden Güney Doğu Asya’da bile dokunuşların olması çok önemli. Her bölgede müstakil bir şekilde oluşturulan halkaların birbirine eklenmesi ne yazık ki çok kolay olmayacak. Bu ciddi bir ekonomik, siyasi ve askeri güç gerektirecektir. Kimin ne kadar hazırlık yaptığına bakılmayacak. Muhtemelen filmin fragmanları 5-10 yıl sonra gösterime girecektir. Belki de bu yüzyılın ortasında canlı olarak seyretme imkânımız olacak.

Güney Doğu Asya, Pakistan, Afganistan ve Sincan Özerk Bölgesi Çin ile Doğu Avrupa, Kafkaslar, Suriye ve Türkistan ise Rusya ile oluşabilecek işbirliğinin önündeki mayınlı bölgeler olacaktır. Bu mayınlar hem bu iki ülke ile ilişkilerin kurulmasına engel olacak hem de sömürgecinin önceki ötekilerini sistem dışında tutmasına yarayacaktır.

Böylesi bir senaryo ile baş edebilecek kadroların dünyanın en iyi üniversitelerinde yetişmiş olmalarından ziyade, en az üç göbek öteden bu işi yüklenebilecek fikri ve ruhi donanıma sahip kişiler olması gerekiyor.

Batı’nın yüzlerce yıllık tecrübesi bu inanç ve sistemin yıkılmazlığı kanaatini ortaya çıkardı. Bunun en büyük nedeni her hâlükârda ötekini yönetip yönlendirebilecek gücü kendisinde bulmasıydı. Batı Türk –İslam medeniyeti ile yüzleşmek zorunda. Bunun için seçmesi gereken tek ülkenin Türkiye olduğunu iyi biliyor. Bugün Türkiye içinden ve dışından birçok kişi bunun imkânsızlığı üzerine bahse girebilirler elbet. “Üçüncü ötekileştirme döneminin” ötekisinde aranan unsur gayrisafi milli hasılasının büyüklüğü olmayacak. Yok edilmek istenen inanç ve ruhun varlığına bakılacaktır. Bu belki de Batı için kitlesel anlamda son öteki olacaktır. İşte o zaman bizzat kendisini öteki olmadan anlatacak ve kabul ettirecektir.

Türkiye mevcut şartları ile diğer ötekilerden çok zayıf bir konunda olabilir. Lakin sahip olduğu değerler ve bunların uygulanabilmesi hususundaki iradeleri Türkleri her zaman farklı bir yere koyar. Ne derseniz deyin, İstanbul Boğazını geçememiş bir Rusya ile kendini Türklerden korumak için binlerce kilometre sur yapıp içine sığınmış ve ruhen hala oradan çıkamamış bir Çin’den bahsediyoruz. Bu ülkelerin var oluşlarından bu yana dünyada emperyal bir güç olma arzu ve imkânları hiçbir zaman hayal bile edilemedi. Bu anlamda Güney Kore bile Rusya ve Çin’den daha başarılı, en azından kültür emperyalizmi yapabiliyor.

Böylesi bir süreçte Türkiye kendisini Batı’nın mevcudiyetini meşrulaştıran bir öteki olmak yerine, kendi olmayı tercih etmelidir. Muhtemeldir ki böylesi bir tercih hakkı kendisine bırakılmak istenmeyecektir. Lakin teorik olarak olmasa da pratik olarak yapılması gereken şey, bu oyun alanının dışında kuralları hiçe sayarak “ben”i anlatmak olmalıdır. Öteki olmadan beni anlatacak bir güce ve ruha sahip olmak sanıldığından çok zor. Burada diyalog ve diyalektik yoktur. Monolog bir söylem vardır.  O söylem zaten mevcuttur ve tek yapılması gereken hiçbir tartışmaya girmeden onu tekrarlamaktır. Türk-İslam coğrafyası bu savaşa “öteki” olarak değil “ben” olarak girmek zorundadır.

Ben olmadan ötekiyi öğrendik. “Ben onlar gibi …. değilim” diyen sömürülen hep sürü psikolojisi içinde acizliğini anlattı. Savaşın şartları değiştirilmeli. Aslında vaktiyle Gandi İngiltere’ye tam da bunu yapmıştı. İspanya’da gemileri yakarak Endülüs’te bir İslam medeniyeti kurabilen din ile Türkistan diyarından dünyaya hükmedebilen millet, bu mücadele için gerekli olan bütün zihni donanıma sahiptir. Bu savaşın asli unsurları asla silah ve para olmayacaktır. Zihniyeti güçlü ve sağlam olan kazanacaktır. Belki bu süreçten sonra “tarihin sonu”undan bahsetmek mümkün olacaktır.

Daha önceki bir yazımda yaptığım gibi yine altını çizmem gerekiyor ki, Türkiye’nin “üçüncü ve son öteki” olarak tercih edildiğini ve 2050’lerde bu mücadelenin net bir şekilde yaşanacağını savunanlar Batılılardır. Uzun bir zamandır bu senaryo Batı’nın farklı ülkelerinde dillendirilmekte. Bunun için belirlenen yol haritası da çizilmekte. Ben sadece bu senaryonun alt yapısına ve Türkiye’nin ne yapması gerektiğine dair bir açıklamada bulundum.

 

 

 

Erhan

Yazar 'mazi ve ati' olarak tanımlanan geçmiş ve yakın gelecek arasında dünyanın nasıl şekillendiği / şekilleneceğini analiz etmeye çalışmış.
Her paragrafı ayrı bir değerlendirme ve yorum gerektiren bir analiz.
Millet olarak ''Öğretilmiş acziyet'' psikolojisinden kurtulduğumuz zaman daha hızlı yol alacağız inşaAllah.
Devlet olarak da son 5-6 yılda merkez aldığımız güvenlikçi iç politikalar yerine halkıyla barışık özgüveni yüksek , genç kuşak (20 yaş altı) ile sağlıklı iletişim kurabilen yeni bir stratejiye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum ,O zaman öngörülen senaryoda yerimizi almamız daha kolay.
Ali beyin kalemine sağlık , çalışmaları bereketli olsun , faydalandık.
Teşekkürler

Ct, 02/12/2022 - 08:39 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 219 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.