Hasan Kaimî Efendi, 17. yüzyılın başlarında Saraybosna’da doğmuş, burada bir süre eğitim gördükten sonra Sofya’ya gitmiş, orada Şeyh Muslihiddin Efendi’den ders alarak Halvetî tarikatine girmiş Bosna’nın yetiştirdiği önemli mutasavvıf şairlerden biridir. Muslihiddin Efendi’den “halife” ünvanını alıp Saraybosna’ya döndüğünde bugünkü Hacı Sinan Tekkesi’ne şeyh olmuştur. Duvarları enfes talik hattı ile süslü bu tekkenin, bazı kaynaklara göre Kadirî tekkesi olduğu kaydedilir.
Tâlib ü sâdıklara yolu te’ennî gösterir
On iki esmâda bir birçok tesellî gösterir
Bî-cihet âhir nişânsuz hoş tecellî gösterir
Bâzü’l-eşheb pîrümüzdür Şeyh Abdülkâdiri
kıt’asını içinde bulunduran, Abdülkâdir Geylanî Hazretleri için Kaimî’nin yazdığı bir murabbaına dayanarak onun Kâdirî olduğunu söyleyenler de vardır. Şiirlerinde zaman zaman “Kâdirî” mahlasını kullanması da onun bu yönünü teyit eder niteliktedir.
Tarihçilerin ve şarkiyatçıların hep ilgisini çeken Hasan Kaimî Efendi, sözünü kimseden esirgemeyen kelimenin tam anlamıyla “dobra” bir kişiliğe sahiptir. Rivayete göre 1682-83 yıllarında ülkede eşi görülmedik bir kıtlık yaşanmış. Zenginler depolarını olabildiğince mısırla doldurunca kıtlık halk üzerinde daha çok etkisini göstermiş. Kaimî de bunun üzerine, speküle edilmiş tahılların devlet tarafından zenginlerden alınıp fakirlere verilmesini, bunun aynı zamanda dinin emri olduğunu vaazlarında yüksek sesle dile getirmiş. Halk da onu destekleyerek bu yönde tezahüratta bulunmuş. Bu konuda Saraybosna’nın varlıklı insanları ve hükûmet görevlileri ile anlaşmazlığa düşen Kaimî Efendi, öyle ki Saraybosna’da “istenmeyen adam” ilân edilmiş.
Bu muhalif tavrı ile birlikte şiirlerinde bazı geleceğe dair olaylardan da bahsetmesi üst üste gelince, devrin devlet erkânı tarafından Saraybosna’dan hayli uzak mesafede bulunan İzvornik’e gönderilerek cezalandırılmak istenmiştir. Burada Hacı İdris Camii’nde ömrünün sonuna kadar imamlık yaptığı rivayet edilir. Sürgün geldiği bu şehirde halk sözünün eri bu şeyhi desteklemiş ve bağrına basmıştır. Daha sonraları kendisini sürgüne gönderen devlet adamları bir bakıma özür dileyerek onu Saraybosna’ya çağırmak istemişse de bu sefer teklifi kendisi kabul etmemiştir. Bosna’nın önemli bir edebiyat tarihçisi olan Safvetbeg Başagiç, Saraybosnalılar arasında “Başarılı insanlara saygı göstermiyoruz, Kaimî de bizden birisiydi ama onu aramızdan kovduk” diye konuşulduğunu nakleder.
Kaimî Efendi ölüm tarihi olan 1692 yılına kadar İzvornik’te kalmıştır. Bugün Sırpların elinde bulunan bu şehirdeki kalenin yamacında bir türbede medfundur. Şehrin istilâya uğrayacağının öğrenilmesi üzerine söylenmiş bir “İzvornik Türküsü”nün ilk kıtası şöyle başlar:
Feryâd eder İzvornik’in kal’ası
Kal’asıyla bile büyük kulesi
Kaimî’nin zât-ı şerîf türbesi
Yetiş Numân Paşa aldırma bizi
Bu türküden, Kaimî Efendi’nin türbesinin bugün olduğu gibi dün de İzvornik’in önemli simgelerinden biri olduğunu görüyoruz. Şiirin, düşman istilasına uğraması muhtemel şehir halkına moral vermek için yazıldığı diğer bendlerinden de anlaşılmaktadır.
Son yıllarda Kaimî Efendi adına her yıl düzenli bir şekilde kültürel ve dinî etkinlikler yapılmaktadır. Onunla ilgili mevlid programları ve şiir geceleri düzenleniyor. Ayrıca her yıl Kaimî için Boşnak Edebiyat Ödülü verilmesi, Boşnak aydınların köklerine dönmesi bakımından sevindirici bir gelişmedir. Bu büyük mutasavvıf şair sadece İzvornik’in değil bütün Bosna’nın önemli dinamiklerinden biridir. Her geçen yıl bunun böyle olduğunu, Kaimî isminin Boşnak Müslümanlarının zihninde daha bir perçinleşmesinden anlıyoruz.
Tütünle İlgili Görüşü
Hasan Kaimî’nin eserleri arasında tütün içmenin zararını anlatan ve tütünden sakınılması üzerine Türkçe-Boşnakça karışık söylediği didaktik bir şiiri vardır. 20 bendlik her bir mısraı kısa kısa üç beş kelimeden meydana gelen bu şiir, yazıldığı dönem ve coğrafya bakımından ilginçtir.
Buyurmuştur Gospodar
Ostante se tütüne
Kim isterse Boji dar
Nek se uvede tütüne
dizeleriyle başlayan ilk dörtlükte Hasan Kaimî, tütün içmekten vazgeçilmesi ve bu meretten sakınılması gerektiği üzerinde durur. Burada şair, “Allah’ın mükâfâtını kim isterse tütün içmekten sakınsın. Tanrı, tütünden vazgeçin diye buyurmuştur” görüşüne yer verir. Şiirin devamı şöyledir:
Frenkler bunu satarlar
Suduk içre tutarlar
Bak ne zehir yutarlar
Ostante se tütüne
Kaimî der söylerüz
Bir nasihat eylerüz
Bir emirdür neylerüz
Ostante se tütüne
Hasan Kaimî bizde, “Alhamiyado edebiyatı”na örnek gösterilirken daha çok bu şiiri ile tanınır. Tütünü Frenklerin sattığını, böylece içenlerin zehir yuttuğunu anlatan şeyh şairimiz bunun bir emir olduğunu ve kendisinin de insanlara sadece öğüt ve nasihatte bulunduğunu anlatır.
Çoğu dörtlüğün Boşnak dili ile kaleme alındığı bu ilginç şiirin bir kıtasını daha burada aktarmakla yetinelim:
Vaz geçmesi pek lâzım
Frenke uymak ne lâzım
Ne budite mülâzim
Ostante se tütüne
Kaimî’nin bunu söylediği yıllar, İstanbul’da tütün içmenin ve bazı mükeyyifâtı kullanmanın yasak olduğu 17. yüzyılın ortalarının hemen sonrasına denk gelmektedir. Bu didaktik şiir, görevi halkını aydınlatmak ve bilgilendirmek olan mutasavvıf derviş bir şairin kaleminden çıktığı için daha bir önemlidir.
Kaimî’nin bu şiiri vesilesiyle “Alhamiyado edebiyatı” hakkında da bilgi vermemiz gerek.[1] Alhamiyado edebiyatı, Osmanlı döneminde Boşnak dilinde Arap harfleriyle meydana getirdiği bir edebiyattır. Bu edebiyatla Boşnakların genellikle ilâhî, hikâye, türkü gibi türleri yazdıkları görülür. Muhammed Hevaî Üsküfî’nin, Boşnaklara Türkçe öğretmek amacıyla yazdığı “Mahbûl-i Ârif”[2] isimli eseri bu edebiyatın en önemli örnekleri arasındadır. İşte burada üzerinde durduğumuz Hasan Kaimî Efendi’nin tütün üzerine yazdığı dörtlükleri de sözkonusu türün başka bir güzellemesidir.
Osmanlı döneminde Bosna’da, Divan edebiyatının bir uzantısı niteliğinde 400’ün üzerinde Türkçe yazan yetişmiş şair olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Bunlar arasında, Arap alfabesiyle Boşnakça yazan şairler de vardır. “Alhamiyado” ya da “Alyamiado” isminin, Arap olmayan anlamında “el-Acemiyye” sözcüğünün halk ağzında bozulmasıyla ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Alhamiyado edebiyatının Boşnaklar arasında ne zaman doğduğunu bilmiyoruz ancak Üsküfi’nin doğum tarihini gözönünde bulundurursak, en azından ilk örneklerinin 16. yüzyılın başlarına kadar dayandığını söylemek mümkündür. 300 yıllık bir geçmişi olan Alhamiyado geleneğinin 19. asrın sonlarına kadar devam ettiğini görüyoruz.
Serhattaki Şair
Bosna, Osmanlının tâ batı yakasında her an düşman istilasına uğrayabileceği bir serhat bölgesidir. Burada yaşayan Boşnaklar da bu baskına hep hazırlıklı olmuşlardır. Bu istilâlar sonucu çekilen acı ve sıkıntıların şiirlere yansıdığını görüyoruz. Bunların çoğu anonim türküler olmakla beraber içlerinde söyleyeni belli olanlar da vardır. Bunların bir kısmı kazanılmış bir fetih üzerine yazılmış, bir kısmı da yaşanılan savaşın atmosferini türkü ve destanla dile getirmiştir. Veyahut da savaşa çıkılacaktır, halkın moral gücünü artırmak için şiir söylerler. Kaimî’nin şu dörtlükleri, bunlardan sonuncusuna örnek gösterebileceğimiz işte böyle bir şiirdir:
Asker-i İslâm yürüdü kasdına
Hâzır ol kâfir Venedik vaktine
Bosnalı hep cümle vardı üstüne
Hâzır ol kâfir Venedik vaktine
Zadre kal’asın viresüz darb ile
Balyemez toplarla ceng ü harb ile
Evliyâdır çün sana rehber bile
Hâzır ol kâfir Venedik vaktine
Kaimî dîvâne söyle sözünü
Tutuban sâhib-zamâne sözünü
Sır içinde tutuban kendüzünü
Hâzır ol kâfir Venedik vaktine
Halkın moral değerlerinin yüceltildiği savaşla ilgili böylesine toplumsal mesajlar içeren bir şiirin bir tarikat şeyhi tarafından yazılması, Balkanlar’daki tasavvufî hareketlerin devlet ve toplum hayatıyla iç içe olduğunu göstermesi bakımından üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Metinden de anlaşılacağı üzere, küffâra karşı açılmış bir savaşta İslâm askeri motive edilmektedir.
Hasan Kaimî Efendi’nin bu ve buna benzer şiirleri, edebiyat tarihçisi Hazım Şabanoviç’in ifadesiyle: “Büyük bir sanat eseri olarak görmekten ziyade, insanların zorda kaldıkları zamanlarda ne düşündüklerini, neye inandıklarını ve ne beklediklerini gösteren en iyi kültürel tarihî belge niteliğinde şiirler”dir. Şabanoviç gibi, hocası Safvetbeg Başagiç de Hasan Kaimî’nin şairliğini entelektüel bulmadığı için ön plana çıkarmak istemez. Her ikisinin de, daha çok onun dervişlik yanı üzerinde durmayı yeğledikleri görülür. Buna rağmen hem Başagiç hem de Şabanoviç, Kaimî’nin yaşadığı yüzyılda Balkanların en önemli şahsiyeti olduğunu kabul eder. Bunu 18 ve 19. yüzyılda Saraybosna ve İstanbul kütüphanelerindeki onun eserlerinin sayısız nüshalarından da anlayabiliriz. Gerçekten de Bosnalı şair ve yazarlar arasında, kütüphanelerde en çok yazma nüshası bulunan eserler Kaimî’nin adını taşıyan kitaplardır.
Hasan Kaimî Efendi’nin, Boşnakların tarihinde önemli bir yeri vardır. Sözünü daldan budaktan esirgemez, halk arasında inandıklarından taviz vermeyen bir şeyh olarak tanındığından dolayı ona sahip çıkılmıştır. Ona sahip çıkıldığını son yıllarda onunla ilgili yapılan etkinliklerden de anlıyoruz. Ölümünün 300. yılında (1692-1992) İzvornik’te düzenlenen “Kaimî Günleri”, o tarihten sonra her yıl gelişerek devam etmektedir. Onunla ilgili araştırma yapan uzmanlar davet edilerek, her sene dinî ve kültürel ağırlıklı programlar düzenlenmektedir.
Divan Sahibi Şair
Daha çok kaside yazmış olan Hasan Kaimî Efendi, Divan sahibi bir şairdir. Vâridât[3] ismiyle şiirlerinin toplandığı bir eseri daha vardır. Tütünden sakınılması ile ilgili yukarıda belirttiğimiz şiirin yanında bir de Kandiye’nin fethini anlattığı manzumesi bulunmaktadır. Her iki eserinin de Bosna-Hersek kütüphanelerinde, Balkanlarda ve İstanbul’da birçok yazma nüshaları yer alır. İstanbul, Londra ve Kahire kütüphanelerinde sadece divanının 100’den fazla nüshası bulunur. Bu da şair şeyhimizin halk tarafından ne denli sevildiğine ve şiirlerinin ne kadar çok okunduğuna işarettir.
Şiirlerinde tasavvufî özelliklerin hakim olduğu Hasan Kaimî Efendi, bizde fazla tanınmamakla beraber, Divan tarzı şiirlerinin yanında genel olarak Yunus Emre ve Aziz Mahmud Hüdaî tarzı şiirler yazmıştır diyebiliriz. Hayatın fani olduğu, asıl baki âlemin öbür dünya olduğu gerçeği yoğun bir şekilde işlenir. İnsanın yaradılışı üzerinde durur ve dünyaya geliş gayesini hatırlatır. Çok da yaygın olmayan 27 beyitlik bir gazelinin işte birkaç beyti:
Dert iste gönül dünyâda bugün
Hasta oluben üftâde bugün
Devşir kazanıp sermâye edin
Lâzım olanı ukbâda bugün
Kulluk edüben öğrenmek içün
Teslim olagör üstâda bugün
Ebrâr-ı Hudâ dâim çalışır
Mülk-i ebedi bulmada bugün
Ağlar ebedî kahra düşer ol
Kim düşmez ise feryâda bugün
İnsanoğlunun yeryüzündeki yalnızlığını, dünyanın ahiretin bir tarlası olduğunu ve bu tarlada ekip biçtiklerimizin yarın karşımıza çıkacağını, dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bundan daha çarpıcı bir şekilde anlatan çok az şair vardır. Hikmetli söyleyişine şöyle devam eder Kaimî:
Ahmed gibi ol Mi’râca vara
Her kim dürişe İsrâda bugün
Varlık tohumun yere düşürür
Ol kim erişe ifrâda bugün
Alçakta kala her kim ki tutar
Kendi suverin a’lâda bugün
Makbûl-i Hudâ a’lâya erer
Özünü tutan ednâda bugün
Hak ile ebed bâkî kalır ol
Tanıyan anı eşyâda bugün
Zevk-i ebedi cennette bula
Ömrün geçiren takvâda bugün
Dûzahta kala bilmem ne kadar
Hîle kaçıran fetvâda bugün
Nefsini bilen Allah’ı duyar
Nefsiyle olur gavgâda bugün
Gel Kaimîyâ hâlin soralım
Nefs ile misin binâda bugün
Yine Kaimîyâne söyleyişe örnek verebileceğimiz bir gazelinde geçen şu beyitlerde de, Allah’ın yeryüzüne getirdiği insanoğluna yapması gereken vazifeleri ve dünyaya geliş amacını hatırlatır:
Anladın mı âleme niçün getirdi seni Hak
Kendüne gel kendüni bil sana senden doğru bak
Üç hurûfu iki nokta cümle âlem ilmidür
Gönlüne gir oku anun noktasını mâ-sadak
Halk dedin âlem dedin Tanrı dedin sen ol Bir’e
Birden artık bir taraf yok cümleye bir tut kulak
Biz bugün Hasan Kâimî Efendi’yi, yazdığı şiirlere ve verdiği mesajlara bakarak klasik edebiyat zincirinin Balkanlar’daki en önemli halkası olarak görebiliriz. Türkçe’ye ve bu dilin inceliklerine hakim bir sanatkâr olarak karşımıza çıkar. Şiirlerinde:
- Yazılan asla bozulmaz, fitneler kaynaşmada
Olacak var kurtuluş yok, ister isen göğe uç
- Küfür yıkmaz zulüm yakar cihânı
Nice erlik eder âlemde fare
- Begüm kimde konar sevdâ, olur ondan fiten peydâ
Bu gavgâdan olur şeydâ, unutur yâd ile yârı
- Kul azmazsa gelmez belâ ettiğini herkes bula
gibi atasözü ve deyimlere de yer veren Hasan Kaimî’nin dili, Anadolu’dan yetişmiş şairlerin dilinden farksızdır. “Kaimîyâne” söylenmiş bu şiirleri, bugünkü anlamda atasözleri olmayabilir. Ancak bilinen atasözlerinin uzak-yakın varyantları gibidir. Onun şu beyit ve mısralarını da Türkçenin sade ve açık söyleyişlerine örnek gösterebiliriz:
- Kande isen Hak seninle kâim ü dâim ola
Birden artuk bulamazsın kendüne gel gir yola
- Hudûdu var kaçan geldi vilâyetler açan geldi
Gül ü reyhan saçan geldi bu meydânın kafadârı
- İslâmbol’a döner bile anda n’olur gelmez dile
Mü’min ola güle güle sen emr ile Kur’an’a bak
- Bakmaya kardaş kardaşa yüz tutalar dağa taşa
Ansız konar hâldır başa vîrân kalır çok hâne bak
HASAN KÂİMÎ EFENDİ’DEN BİR ŞİİR Ey bu bezme gelenler Hû diyelim aşk ile Mest-i ebed olanlar Hû diyelim aşk ile Seyrederken uşşâkı Cânlar olur müştâkı Pür-dertlerin tiryâkı Hû diyelim aşk ile Gör bu elest demini Sürer dünya gamını Unut câm-ı Cemini Hû diyelim aşk ile Gelen iş bu meydâna Erdi bezm-i sultâna Uyma sakın şeytâna Hû diyelim aşk ile Âr u nâmus terk ola Sıdkı dilden berk ola Doğru gelen bu yola Hû diyelim aşk ile Şöyle gezme serseri Bul kendine rehberi Sâdıkâne gel beri Hû diyelim aşk ile İş bu zevkten alanlar Kâimî’ye uyanlar Cân sırrını duyanlar Hû diyelim aşk ile |
HASAN KÂİMÎ EFENDİ’DEN BİR ŞİİR Ey âşıklar durunuz Hak yoluna yürünüz Dost dîdârın görünüz Lâ ilâhe illâllah Dü cihânı satınız Mâsivâyı atınız Aşk lezzetin tadınız Lâ ilâhe illâllah Cân u dilden zikredin Hak varlığın fikredin Her nimete şükredin Lâ ilâhe illâllah Yüz tutuban Yezdân’a Gelin iş bu meydâna Yürü depren merdâne Lâ ilâhe illâllah Aşk oduna yana gör Hamr-ı Hakkı kana gör Kendüzini tana gör Lâ ilâhe illâllah Be hey gâfil ölüm var Kanı nâmus kanı âr Kaydını gör bunda var Lâ ilâhe illâllah Uyana gör Kâimî Kanı oldun nâimî Aşkı koma dâimî Lâ ilâhe illâllah |
[1] Bunun bizim edebiyatımızdaki karşılığı “mülemmâ”dır. Sözlük anlamı “alaca renkli, renk renk” demek olup, edebiyat terimi olarak “mısralardan her biri başka dille yazılmış şiir” manasına gelmektedir. Bir şiirin bir kısmını farklı dillerde ifade etmeye “telmî” denir. Şairlerimizin divanlarında zaman zaman Arapça, zaman zaman Farsça beyit ve mısralara rastlarız. Sadece bu iki dille değil, daha sonra Osmanlı coğrafyasında yaşayan Ermeni, Rum, Arnavut dillerinde de mülemmâ şiir söylenmiştir. Yalnız şunu da belirtmemiz gerek ki Alhamiyado ürünleri hem nazım hem de nesir olabilir. Ölçümüz: dil Boşnakça, harfler Arapçadır.
[2] Makbûl-i Ârif (Potur şahidiya), (Haz. Fehim Nametak), Tuzla 2001, 100 s.
[3] Hasan Kaimî’nin Varidat’ı (Haz. Lejla Şljiviç). Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya 2008.
xvı asır balkan şairi şeyhul…
xvı asır balkan şairi şeyhul kaıdırı hasan kaımı dıvanı neden basılmıyor ve balkanlarda tasavvuf ıcın ısık tutması sağlanmıyor
Yeni yorum ekle