Londra’daki Venedik elçisi 1610 yılının Aralık ayında şöyle diyordu: ‘Korsan Ward ve İngiliz asilzadesi Sir Francis Verney’in Türk olduğunu, halkına ihanet ettiğini bildiririm’. Venedik’in küçük bir ülke ama Akdeniz’de etkili olduğu gözardı edilmezse, elçinin öfkesini anlamak mümkün. İngiltere’de tanınmış isimlerin Türk olmasının yarattığı öfke ve kızgınlık Venedik elçisinin tavrıyla sınırlı değildir. İngiliz şairleri de katılırlar bu öfke kervanına. Samuel Rowlands toplumun ve Venedik elçisinin hislerine tercüman olanlardan birisidir: “Korsan parçası İsa’yı inkar edip Türk Oldu” diye başlayan bir şiir döşenir. Burada Türk olmaktan kastedilen müslüman olmaktır. Bu yaklaşım İngiltere ile sınırlı değildir; kıta Avrupasında da bu yaklaşım 19. Yüzyılda ulusalcı akımlar çıkana kadar benzeri çizgide devam etmiştir. Günümüzde de görünüşte ırkçılık olarak tezahür eden olayların arka planında çoğunluk İslam karşıtlığı yatmaktadır. Türkleşen şahsiyetlerin –Benjamin Bishop, İngitere’nin Kahire temsilcisi, 1606- kayıtlardan isimlerinin silinmesi, yok sayılması İslam düşmanlığının boyutlarını kavramamız konusunda bizlere ipucu verebilir.
Shakespeare ve diğerlerinin Türklere karşı öfkesini haklı çıkartan nedenlerin başında Akdeniz’de korsanlık faaliyetlerinde Türk korsanlara esir düşen İngilizler Türkleşerek kendi milletine karşı savaşmalarıdır. Yukarda adını andığım John Ward ve Sir Francıs Verney de Türk korsanlara katılıp hristiyan gemilerine göz açtırmayanlar arasındadır.
Günümüz İngilteresinde de Türkleşme (İslam) karşıtlığının yanısıra “öbür” kavimlere düşmanca tavırlar Rowlands, Shakespeare, Lord Byron,...gibilerinin hala israrla düşmanlıklarını sürdürmeleridir ki bununn bir insanlık ayıbı olarak kayıtlara geçilmesi gerekmektedir.
İnsanlar biteviye yazıyor, konuşuyor.
İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır diye bizde bir tabir vardır bizde. Her ne kadar bu sözde doğruluk oranı yüksek olsa da, yaşadığımız tatsız tecrübeler konuşmanın yada koklaşmanın insanlar yada hayvanlar arasındaki ilişkilerde huzurlu bir çözüme götürecek ortamın temellerini atmakta zorlandığını müşahade etmekteyiz.
Konuşmaların akabinde, ilişkilerde gerginliğe, kimi zaman da kanlı görüntülere tanık olabiliyoruz.
İnsanın konuşa konuşa anlaşamadığı, kimi zaman tarafların birbirlerine karşı taşlı, sopalı, silahlı güç gösterisine dönüştüğü anlaşmazlıklardan birisi ve en çirkini ırkçılık; yani kimilerinin geldikleri etnik kökenin üstünlüğüne iman etmesiyle tezahür eden olaylar, toplumumuzun, toplumların huzurunu bozduğu gibi dünya barışının da başının püsküllü belasıdır.
Kişinin içinde büyüdüğü cemaatini sevmesinden daha doğal birşey olamaz. Asıl sorun insanın ırkını sevmesinde değil, ırkının üstünlüğüne inanmasından kaynaklanmaktadır.
İşte, bizler bu dünyanın sakinleri olarak, dünyamızı viraneye çevirdik, çevirmekle meşguluz; edebıyatçıların-şairlerin bu korkunç yıkımda oynadıkları rol yadsınamaz.
Hemen hatırıma gelen ilk iki isim içinde yaşadığım toplumun mensuplarından: William Shaksepeare ve Philip Larkin. Andığım bu iki isim, İngiliz Edebıyatı’nın, İngiliz Kültürü’nün vazgeçilmez isimlerinden. Özellikle İngilizcenin dil olarak varlığını Shakepeare’e borçlu oldugunu iddia etmek yanlış bir yargı olmaz.
Shakespeare piyeslerinde bol bol İngiliz olmayan kavimlere galiz küfürler etmekten kaçınmadığı gibi, bundan da zevk alan birisi, Türkler de bu sinli ve kafli övgülerden hissesini alan kavimlerden yalnızca biri.
Shakespear Othello piyesinde Othello’ya şöyle söyletir: “Vaktiyle Halep’te/Uğursuz vs sarıklı bir Türk/Bir Venedikliyi dövüp devlete kara çalmıştı da,/.../boğazından kavradığım gibi/Haklamıştım böyle.
Shakespeare’den yüzyıllar sonra Londra’daki parklarda daha düne kadar görülen ‘İrlandalılar, Köpekler ve Zenciler bu Parka Giremez’ levhaları Shakespeare’in tohumlarını attığı ırkçılığın, çağımızda da hala taraftar bulduğunun göstergesidir.
Rowland’in izinden giden Philip Larkin’e gelince: 1985 yılında aramızdan ayrılan ‘Şairler Sultanı’. Larkin de farklı etnik kökenli yazarlara-şairlere karşı hoş görülü olmamış, fırsat buldukça kinini kusmaktan çekinmemiştir.
Larkin kendisiyle yapılan bir mülakatta ‘Yabancı şair okuyor musunuz?’ sorusunu’ Yabancı şair!!’ –onlar da kim oluyor- diyerek yanıtlayan Larkin, zaten hiç te bir şaire yakışmayan sevgisiz bir kişiliği sahiptir. Şairler Sultanı’mız kalbinde sevgiye yer vermediğinden, bencilliği yüzünden, hayatını da sevgi yoksulu olarak tüketmiş, yalnız yaşamış, yalnızlık içinde ölmüştür. Hatta hiç yurt dışına çıkmadığı da söylenir.
Doğal olarak edebıyatçılar ‘edeb’ fakiri olunca, yazdıkları da edepsizce ürünler oluyor. Bunun en keskin örneklerini –İngiltere ve Batı Avrupa’da- siyasete yansıyan ırkçılık eğilimlerin artış göstermesi, toplumun zihin haritasını çizmede önemli rol oynayan sanatçı-edebiyatçı-şairlerin ortaçağ bağnazlığında israrlı davranmalarından kaynaklanmaktadır.
‘İrlandalılar, Köpekler ve Zenciler bu Parka Giremez’ levhaları park kapılarından kaldırılmıştır ama zihinlerdeki yerini muhafaza etmektedir.
Yeni yorum ekle