Dünya üzerinde farklı güçlerin kıyasıya kapıştığı, yok etme yarışına girdiği şu günlerde, elde edilen gücün insanlığın yararına olacak şekilde ‘erdem’e dönüşerek, yeni gelişmelere fırsat verecek biçimde düzenlenmesi gerektiğine dair gözle görülür zorunluluklar artmıştır.
İnsanlık tarihini anlatırken birçok kazanımdan, gelişmeden söz ederiz. Kültürde, sanatta, eğitimde, siyasette, devlet yönetiminde, genel anlamda bilimde çok önemli tecrübeler kazanılmıştır. Tüm bunlar yaşanırken ve insanlık tarihinin tecrübeleri kademe kademe artarken her elde edilen bilgi, servet, toprak vb. insana güç katmıştır. Elde edilen bu gücün kullanılması kimilerini erdemli, kimilerini vahşi, kimilerini cesaretli, kimilerini de korkak olarak nitelendirmemize vesile olmuştur. Ben bu yazımda insani değerlere saygı duyan ve duymayan bir insanın elindeki gücü kullanırken hangi temel değerleri referans alarak davranışlarını devam ettirebileceği, gücünü erdeme dönüştürebileceği konusu üzerinde kanaatlerimi dillendirmeye gayret etmeyi tasarlamaktayım. Bu karşılaştırmamı yaparken bir taraftan Antik Yunan değerler felsefesiyle, Doğu dünyası(bununla sadece İslam’ı değil, tüm doğu çoğrafyasında oluşan dinler ve felsefi değerleri kastetmekteyim) değerler felsefesinden faydalanmayı, diğer taraftan Hegel’in medeniyetler sınıflandırmasında dile getirdiği Avrupa kültürü ve Doğu kültürü karşılaştırmasına da dikkatlerinizi çekmeyi düşünüyorum.
Devletler tarihini incelediğimizde çok farklı devlet tiplerine, yönetim şekillerine rastlarız. Her ne kadar Platon, devlet yönetim şekillerini bize anlatırken hocası olan Sokrates’in haksız yere öldürülmesinden dolayı Demokrasi’ye soğuk bakarak, Aristokrasi’yi baş tacı etse de, geçen asırlar insanlık tarihinde en olası yönetim şeklinin Demokrasi olduğunu gösterdi. Yeni bir yönetim şekli keşfedene kadar şu an demokrasi için bu kanaatlerimiz devam etmekte. Bununla beraber insanlık tarihi içinde nice Monarşik devletler olmuş, o devletin vatandaşları huzur içinde yaşamışlardır. Yine, tam tersine nice kendini demokrat olarak kabul eden devletler olmuş ama vatandaşları ezim ezim ezilmişlerdir. Bu, şu anlama gelmekte: Yönetim şekli ne olursa olsun, önemli olan yöneticilerin referans aldıkları insani değerlerdir. Eğer sizin zihninizin arka tarafında insanlara hizmet etmek, onları huzurlu bir ortamda yaşatmak varsa buna göre yasalar koyarsınız. Yok, sizin zihninizin geri planında benim gibi düşünmeyen, yaşamayan, giyinmeyen, inanmayanlara hayat hakkı tanımıyorum planları varsa, yönetim şeklinizin adı ne olursa olsun insanlar mutlu olamayacaklar, sizden nefret edeceklerdir, yönetim şeklinizi eleştireceklerdir.
İnsanlar yetişmiş oldukları kültürler ve değerler bütünüyle şekillenirler. Yöneticiler, iktidarı ellerinde bulunduranlar, siyasi güce sahip olanlar iradeleri dışında zihin belleklerinde yılların birikimi olan kalıplaşmış değerleri yansıtırlar. Farkında olarak ya da olmaksızın o değerlerin gereklerini yerine getirirler. Eğer yöneticiler yetişmiş oldukları kültürden aldıkları değerleri erdeme dönüştürebildiler, insanların mutluluğuna katkı sunacak araçlar haline getirebildilerse onların yönetiminde ancak güzellikler ortaya çıkar. Yok, iktidar sahipleri eğitim ve kültürlerinin harmanı şeklinde telakki edilen tüm insani değerleri özümseyememiş, onları yönettiği insanların mutluluğu yolunda harcanması gereken tecrübeler olarak görmez, elindekileri artırmak, karşısındakileri bitirmek için amaç olarak görürse, işte orada erdemden söz edilemez, zulüm ortaya çıkar.
21. asrın başlarında yaşadığımız şu günlerde tüm dünyamız erdemli ve insan merkezli yöneticilere her şeyden daha fazla ihtiyaç duymakta. Yarınından endişe eden, yarın nerede uyanacağını bilmeyen, özgürlüğü ve mutluluğu ararken hangi denizde hayatının sonlanacağını bilmeyen, göreve giderken çocuklarıyla vedalaşan, geri dönüşünün olup olmayacağını bilmeyen binlerce, milyonlarca insan dünyanın her yerinde bilgisini ve gücünü erdeme dönüştürmüş imkan ve vicdan sahibi yöneticilerini aramakta.
Erdem ne zaman değerli olur? Gücün tevazuya dönüştüğü anda değerli olur. Gücü olmayanın erdeminden bahsedilebilir mi? Bahsedilir, ama çok insan için bir anlam ifade etmez. Önemli olan zirvede iken, herkes sana ve yaptıklarına dikkati nazar ettikleri anda kararlarında insani değerlerin, insanın manevi boyutunu ilgilendiren kararların merkezde, ön planda olmasıdır.
İnsanın dünyada var olmasının hikmetlerini araştıran, o hikmetleri açma yolunda gayret içine giren akıl sahibi, şuur sahibi varlık olan insan her elde ettiği güçle bu hikmetleri aralamaya, o yolda olağanüstü çalışmalar başlatmaya muntazır olmalıdır.
Kaderin tecellisi olarak insanlar farklı imkanlar içerisinde doğarlar. Kimisi çok şeyi elinin ucunda bulur. Kimisi ömür boyu zorluklarla boğuşur. Hiçbir zaman rahat yüzü görmez. Kimisini imkanlar arkasından kovalarken, kimisi ömür boyu o imkanları kovalar. Hayatta bazen alınan riskler oranında başarılar gelir. Tercihler insanın hayatını belirler. Kimisi o tercihleri yapma şansına hiçbir zaman ulaşamaz. Elbette ki, kaderin insana çizdiği bu yollar oranında, insanın iradesini aşan oranda da insana sağlanan imkanlardan, verilen tercih fırsatından karşılık beklenecektir.
Zaman ve araştırmalar gösteriyor ki, doğu kültürüne yaslanan bir zihin Avrupa kültüründen beslenen bir akıl gibi olaylara bakmıyor ve aynı çıkarımlara ulaşmıyor. Aynı şekilde batı kültüründen beslenen bir akıl da temel hayat felsefesini bir doğulu gibi kurgulamıyor.
Bizler her ne kadar felsefe tarihinde antik çağ yunan filozoflarının ortaya koydukları akli tasarımları, varlığı sorgulayarak nasıl oluştuklarına dair bilgiye ulaşma yöntemini, evreni anlamanın çok önemli basamak taşları olarak görsekte, hatta Farabi bu gayretleri insanlığın en önemli evreni açıklama gayreti olarak ifade etse de, bu yöntemi aynen almamış, kendi kültürünün besleyip büyüttüğü kültürel dinamiklerini kullanarak, yeni bir evreni tanıma ve anlama çabası içine girmiş, bunu da büyük oranda başararak kendi felsefi mektebini oluşturmuş, yeni düşüncesini ‘gökten inen vahiy ile yerden çıkan aklın buluşması’ olarak formüle etmiştir.
Varlığın anlaşılması, insanın yüceltilerek kemale ermesinin sağlanması, varlığa ve eşyaya bakılarak onun ötesindeki maksuda ulaşılması şeklinde en güzel terennümünü Mevlana’nın Mesnevi’sinde bulan hakikat süzmeleri Doğu kültürünün Erdem’inin nasıl anlaşılacağına dair ip uçları vermektedir. Zirvede iken yok olmayı seçebilmek, güçlü iken acze düşebilmek, hükmedebilme imkanına sahipken hükmedilmeyi göze alabilmek, veren el iken alan el olmayı sindirebilmek ruhta pişkinliğin, gönülde zirvenin, erdemde kemale ermenin adı olsa gerektir.
Anadolu insanı ta Malazgirt’ten başlayarak çok zor sınavlar vererek bu günlere gelmiş, din ve kültürünün harmanıyla oluşmuş erdemini çok defa ispat etmiş ve bunun gereklerini en olumsuz anlarda bile yerine getirmiştir. Şimdi yine böyle bir erdemli basiretin gösterilmesi gerektiği zamanlardan geçiyoruz. Yanımızdaki insanın, komşumuzun, arkadaşımızın, dostumuzun, meslektaşımızın hakkını korumada asırlar boyu gösterdiğimiz alicenaplık, diğergamlık hep dillere destan olmuş, diğer milletler tarafından beğeniyle ifadesini bulmuştur. Bir kere daha anlaşıldı ki, biz gücümüzle değil de, erdemli, basiretli davranışlarımızla daha büyük görünüyor, daha güçlü algılanıyoruz.
İşte, yine erdemli davranışlar gösterme zamanı, işte, yine diğergamlık yapma vakti, işte, aklımızı ve sinemizi kuşatan kültür harmanımızın gereği olan davranışlarda bulunarak yanımızdakini kucaklama anı, gücümüzle değil yüreğimizle hareket etme vakti.