“Eğer bir düşünce doğruysa onu kavrayabilen herkese ait demektir, eğer yanlışsa o zaman da onu “düşünmüş” olmakla övünmenin anlamı yoktur. Doğru bir düşünce “yeni” olamaz, çünkü “doğru”luk insan zekasının ürettiği bir şey değildir. “Doğru” bizden bağımsız olarak vardır ve bize düşen de sadece onu kavramaktır. Bu bilginin dışında “yanlış”tan başka bir şey yoktur, ama “modern”ler doğruyu gerçekten önemsiyorlar mı ki?”
René Guénon
René Guénon (Abdulvahid Yahya) (1886-1951) Gelenekselcilik olarak bilinen ekolün kurucusu ve öncüsüdür. Doğal olarak bir ekol kurmak üzere yola çıkmış değildir. Ancak görüşlerini izleyen geniş bir entelektüel çevre ortaya çıkmış ve kendileri Gelenekselci olarak adlandırılmışlardır. Öte yandan kendisinden sonra gelen ekole mensup bütün yazarlar onun görüşlerinin genel çerçevesine sadık kalmışlardır. Ekolün çoğunluğu ihtida etmiş Batılı müslümanlardan oluşmakla birlikte Batıda ve Doğuda müslüman olmayan birçok entelektüel de kendi gelenekleri çerçevesinde bu ekolün görüşlerini benimseyen yaklaşımlar ortaya koymuşlardır. Bu bakımdan ekol içerisindeki bütün görüşlerin başlangıçta René Guénon tarafından ifade edildiğini söylememiz mümkündür. Dolayısıyla bu ekolün daha sonraki yazarları onun fikirlerini farklı alanlara uyarlayarak yeni eserler ortaya koymuşlardır.
Guénon Batı’da insan aklının artık manevi şeylerle ilgilenmediğini ve tamamen din dışına yöneldiğini görmüştür. Batıda kendi dünyasındaki bütün batınî gruplar içerisindeki arayışı sonuçsuz kalmış ve Doğunun geleneksel öğretilerine yönelerek çareyi oradan devşirmiştir. Her ne kadar önceleri görüşlerini Hint geleneği üzerinden temellendirse de manevi yolculuğunu İslam tasavvufunu tercih ederek sürdürmüştür. Guénon gelenek kavramıyla bizim günlük dilde kullandığımız anlamda örf ve adetleri ifade eden bir çerçeveyi kastetmemektedir. Onun için gelenek, vahiy yoluyla aktarılan kutsal sözleri ifade ettiği gibi bunların uygulanmasıyla insanlar arasında ortaya çıkan ibadet biçimlerini, çeşitli davranış kalıplarını, sanatı, kurumsallaşmış yapıları ve bunların gerek manevi gerekse maddi yollarla aktarımını da kapsamaktadır. Bu bakımda onun için geleneğin din ile özdeş olduğunu söylemek de mümkündür. Öte yandan Guénon, bütün dinlerin özünde yansıyan bir Asli Gelenek bulunduğunu ve bu özün çağlar boyu bütün dinlerde değişik formlarda devam ettiğini belirtmektedir. O her medeniyetin özündeki bu asli ilkelerin aynı zamanda metafizik ilkler olduğunu söylemektedir. Metafizik ilkeler bütün medeniyetlerin aşkın ortak özünü oluşturmaktadır ve hakikat bir olduğu için tek bir metafizikten bahsedilebilir. Dolayısıyla normal bir medeniyette her şey bu metafizik ilkeye göre şekillenir ve değer kazanır.
Guénon’a göre bu kutsal metafizik öğreti Batı dünyasında geleneksel olarak artık yaşamamaktadır, unutulmuştur ya da kaybolmuştur. Ancak metafizik ilkeler olmadığı zaman her şeyin kendisiyle ölçülüp değerlendirilebileceği her hangi bir ilkenin varlığından söz etmek mümkün olmayacaktır. Bu tam bir ilkesizlik ya da çoklukta dağılma diyebileceğimiz gerçek ilkelerden kopuk bir sürü bireysel görüş bolluğu anlamına gelmektedir. Ona göre Batı medeniyetinin en büyük açmazı da bu noktada yatmaktadır; çünkü modern medeniyet, tarihte metafizik ilkeleri olmayan tek medeniyettir. Zira metafizik, küllînin ya da küllî düzeydeki ilkelerin bilgisi olduğu için her şeyin kendisine dolaylı ya da dolaysız bağlı olduğu metafiziğin olmadığı yerde mevcut her çeşit bilgi ilkeden, hakikat değerinden yoksundur. Buradan anlaşılacağı üzere ona göre Mutlak Hakikatin bilgisine ulaşmanın tek ve geçerli yolu, vahiyle gelen her dinin özünde bulunan bu metafizik bilgiye sahip olmaktan geçmektedir.
Batı medeniyeti, metafizikten bütünüyle uzaklaşılıp onun yitirilmesiyle, tamamen dünyevi bir medeniyet olarak ortaya çıkmıştır. Guénon’a göre normal bir medeniyette her şey o medeniyetin özünü oluşturan metafizik doktrine uygun olarak düzenlendiği ve çeşitli alanlara hiyerarşik olarak uyarlandığı ve uygulandığı bir bütünlük oluşturur. İşte bu ilkeler doğrultusunda ortaya çıkan medeniyeti o Gelenek olarak ifade eder. Bu bakımdan dinlerin özünde bulunan metafizik ilkelerin evrensel olduğunu ifade ederek Batı medeniyetinin de bu ilkelere yani ‘Gelenek’e dönmesi gerektiğini önermektedir Batılıların da kendi metafizik geleneklerine dönmeleri gerekmektedir. Ancak Batı bu geleneği yeniden keşfedebilmek için Doğu bilgeliğinden yardım almalıdır. Bu, Batı’nın Doğu tarafından ıslah edilmesi değildir, bir bütün olarak dünyanın Hakikat’e göre yeniden inşa edilmesidir.
Buraya kadar yapılan değerlendirmeler daha çok Guénon’un bize söyleyeceklerinin temel dayanaklarını vermektedir. Temel olarak onun dünyaya böyle bir pencereden baktığını ve bunu sadece spekülatif bir yaklaşımla sergilemekten çok bizzat hayatında da uygulayarak bizlere yol göstermeye çalıştığını söyleyebiliriz. Onun Gelenek kavramına böyle aşkın bir anlam vermesi ve din kavramı yerine daha kapsayıcı bir kavram olarak görmesi daha çok yaşadığı dönemle alakalıdır. Din kavramının giderek çok sınırlı bir anlam dünyasına hapsedildiğini gören Guénon özellikle çağının entelektüellerine hitap edebilmek için Gelenek kavramını tercih etmiştir. Öte yandan kendi bakış açısının doğrudan Modernliği hedef alması kavramı daha da anlamlı hale getirmiştir. Onun bakış açısından günümüzün modern Batı Medeniyeti Gelenekten tam bir sapmaya bağlı olarak anormal bir yönelimi temsil etmektedir. Bu bakımdan onun temel eleştirisinin modernliğe yönelik olarak yoğunlaştığını söyleyebiliriz.
Guénon Batı medeniyetinin temel parametrelerini ele alarak bugün bütün insanlık ve bu arada Batı dışı bütün topluluklar tarafından gıpta ve bazen aşağılık kompleksiyle izlenmeye ve taklit edilmeye çalışılan yönelimlerini ciddi eleştiriye tabi tutmuştur. Öyle ki modernliğin insanlığa sunduğu bütün değerler onun eserlerinde tamamen sorun üreten yönleriyle sunulur. Onu okuduğumuz zaman Batı dünyasına ait bütün olumlu özellikler gözümüzde küçülür ve değerlerini yitirmeye başlar. İlerleme, gelişme, bireycilik, bilimcilik, sekülerlik, rasyonalite vs. bütün bu kavramların ifade ettiği değerler hep modernliğin insanlığa armağan ettiği ancak bizi büyük bir uçurumun kenarına getiren yönelimler olarak ortaya konulur.
Anlaşılacağı üzere Guénon’un temel eleştirisi modernlik üzerinedir. Ona göre modernliğin temel karakterini oluşturan ve bugün Batı Medeniyetini şekillendiren rasyonalist, bireyci, seküler ve hümanist yönelimleri sürekli sorun üretmeye devam etmektedir. Zira bu yönelimlerin insanı aşan her türlü hakikate onu kapattığını, manevi hakikatleri idrak edecek yeteneklerini körelttiğini ve hakikati sadece kendi bireysel yorum ve anlayış dünyasına indirgediğini ifade etmektedir. O bütün bu yönelimlerden Batıda din anlayışının da nasibini aldığını, giderek dinin alanının daraltıldığını hayattan koparıldığını gözlemlemiştir. Özellikle Protestan din anlayışıyla bireysel yorum bolluğunda herkesin kendi anlayış düzeyine indirgenmiş bir sürü mezhebin türediğini, böylece dini doktrinin tartışmalı hale geldiği bir ortamda dinin ahlaka indirgendiğini ve oradan da seküler ahlak anlayışına uzanan bir sürecin ortaya çıktığını göstermeye çalışmıştır.
Öte yandan Guénon’un modern bilimin dünyevi niteliği üzerinde özellikle durduğunu görmekteyiz. Çünkü Batı Medeniyeti dünyadaki hâkimiyetini bu bilim ve uygulamalarına dayalı olarak tesis etmiştir. Bilimsel yönelim zihinsel ufkun bütünüyle maddi alana indirgenmesine neden olmuş, bu da modern dünyanın gittikçe mekanik bir işleyişe teslim olması sonucu doğurmuş ve böylece materyalizme ulaşılmıştır. O, maddeye bu aşırı yönelimi tam olarak “niceliğin egemenliği” içine girmiş olmanın göstergesi olarak değerlendirdiği gibi bilimsel konuların bütün beşeri çabayı kuşatacak kadar yaygınlaşmasını da anormal bir durum olarak karşılamıştır. Zira insanoğlu böyle bir durumda tamamen suni fenomenlerin egemen olduğu bir dünyada yaşamaktadır. Modern bilimi indirgemeci niteliğinden dolayı da eleştirmiştir. Modern bilimin, özellikle metafizik ilkelerden yoksun olması ve sınırlı bir alanın bilme tarzı olmasına karşın evrensellik iddiası taşıması ona yönelik temel eleştirisidir. Ona göre modern medeniyet, tarihte tamamen maddi yönde gelişmiş tek medeniyettir. Sırf maddi temele dayandığı için bu istikrarsız alanın kanunu olan değişme, kazanılan süratin yüksekliği oranında kötü sonuçlar doğurabilmektedir. Yıkım gücü yüksek araçların durmadan daha da geliştirilmesi, modern savaşlarda aldıkları rol, bazı icatların gelecek için büyük bir felaketi doğurabileceği beklentisini beraberinde getirmektedir.
Guénon bize modern bilimin sadece görülen ve deneyle elde edilebilen verilere dayandığını ve metafizik ilkeden yoksun olarak ve herhangi bir ulvi amacı olmadan başıbozuk ilerlediğini söylemektedir. Modern bilimin insanın maddi ihtiyaçlarına odaklandığını bu ihtiyaçların ise suni şekilde çoğalarak bitmeyen bir istekler ve arzular silsilesi oluşturduğunu ve insanın tamamen maddi ihtiyaçlarına yönelik bir çoklukta dağılma ve tatmin olamamaya dayanan koşturmacayla kendini tükettiğini söyler. Ancak insanın madde dünyasındaki genişleme ve konforun bedeli ağır olmuştur. Çünkü modern bilim kendini yönlendirecek üst değerlerden tamamen yoksun olduğu için ortaya çıkardığı ürünlerin dünyamıza birçok sorun yaşattığı artık herkes tarafından kabul edilecek şekilde ortaya çıkmıştır.
René Guénon bize batı biliminin anlamını, sınırlarını, değerini ve modern dünyada ortaya çıkardığı sorunları henüz postmodern filozofların eleştirel yaklaşımlarının ortaya çıkmadığı bir zaman diliminde açıkça ifade etmiştir. Bu bizim açımızdan Batı medeniyeti ve bilimi karşısında aşağılık kompleksi duymamıza gerek olmadığı, oradan alacağımız şeyler konusunda aceleci olmamız gerektiği konusunda bir fikir vermektedir. Öte yandan kendi medeniyetimizin değerini anlama konusunda da bizlere yol gösterici birçok şey söylemiştir. Aslolanın bizim medeniyetimiz olduğunu, batı medeniyetinin ise normal insanlık medeniyeti tarihinde bir sapma olduğunu vurgulayarak bu konularda kendi medeniyetimizi çok iyi anlamamız ve kendi köklerimize bağlı kalmamız konusunda bizi cesaretlendirecek birçok şey söylemiştir. Eğer yaşadığı dönemde René Guénon tanınmış olsaydı bizim tarihimizde batılılaşma sürecinde yaşadığımız birçok tartışmanın seyrinin çok farklı olacağını söylememiz mümkündür. Özellikle din, laiklik, ilerleme ve modern bilim gibi konularla ilgili tartışmaların çok farklı mecralarda sürdürülebileceği ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan anlaşılacağı üzere Guénon’un gelenekselciliği sadece modern dünya karşıtlığına dayandırmamaktadır. Evet, ona göre aslolan gelenekle günümüze gelen değerlerdir ve modernlik bir sapmadır ancak bize düşen tekrar geleneğin metafiziğe bağlı değerler dünyasını yeniden keşfetmektir. Bu hakikatlere ulaşmanın ise sadece zihni spekülasyonlar, bilimsel araştırmalar ya da akademik çalışmalarla sağlanamayacağını, bunun yanında manevi olarak takip edilmesi gereken yolun katledilmesi gerektiğini kendi hayatıyla da gerçekleştirerek bizlere göstermiştir. Öyle ki o kendi batılı entelektüel ve dini dünyasını değiştirmeyi de göze alarak İslam tasavvufunda kendisine manevi bir yol bulmuş ve bu yolu takip ederek kurtuluşa ermeyi hedeflemiş ve hedefine de ulaşarak bu dünyadan ayrılmıştır. René Guénon bize yaşadığımız çevrimin/dönemin dininin İslam olduğunu İslam dininin yaşadığımız dönemin şartlarının vahyini kendi içinde barındırdığını belirterek günümüz dünyasında İslam geleneğini takip etmenin en doğru yol olduğunu söylemiş olmaktadır. Her ne kadar diğer geleneklerinde kendi dönem ve kendi toplumları için bir kurtuluş imkanı sunmalarını kabul etse de çağımızın vahyinin İslam vahyi olduğunu sürekli vurgulamaktadır. Bu açıdan gelenekselci ekolün de sonuçta çözüm olarak İslam geleneğinde karar kılmış olduğunu söylememiz yanlış olmasa gerektir.
Guénon’un üzerinde durduğu önemli bir konu da geleneğin sahih, onun deyimiyle ortodoks olması gereğidir. Ortodoksiye vurgusu, dini hakikati arayan herkes için kökleri ilahi olan ve geleneğin kesintiye uğramadan nesilden nesile aktarıldığı her türlü ibadet biçimini de içerecek şekilde sahih olmasına işaret etmektedir. Onun özellikle metafizik bir yol arayışına bağlı olarak ortaya çıkan günümüzdeki çeşitli spiritüalist ve okültist eğilimleri, gerçek maneviyatın yerine sahte maneviyat eğilimleri olarak değerlendirerek gösterdiği aşırı hassasiyet dikkate değerdir. Guénon doğrudan bunları hedef alan eserler yazdığı gibi birçok eserinde de bunlara atıflar yapmaktadır. Onun entelektüel derinliği açısından yaklaştığımızda bu konulara gereğinden fazla önem vermesi bugün için garip karşılanabilir. Ancak yaşadığı dönem açısından bu tür eğilimleri gerçek metafizik bilgeliğe karşı sahte bilgelik iddialarının ikamesi olarak gördüğü için bu konulara aşırı hassasiyet göstermiştir. Esasen kendisinin gençliğinde bütün bu grupları yakından tanıyarak bir tecrübe edindiğini biliyoruz. Dolayısıyla bu sahte maneviyat eğilimleri konusunda insanlığı uyarmaya gayret etmiştir. Ancak bu eğilimlerin her zaman olduğu gibi bugün de takipçilerinin bulunduğunu görüyoruz. Gerçek metafizik öğretinin olmadığı, kaybedildiği durumlarda da bu tür eğilimlere gün doğduğunu da kabul etmek gerekmektedir. Dolayısıyla o bize sahte maneviyatla gerçek maneviyat arasındaki farkın ne olduğunu söyleyerek yaşadığımız dünyada tasavvufla ilgili söz söyleyen insanların da gerçek bir bilge mi yoksa şarlatanlık peşinde koşan insanlar mı olduğunu anlamamıza yardımcı olur.
Bu konuyla bağlantılı olarak Guénon Hıristiyanlıktaki Mistisizmle gerçek metafizik bilgeliğin de (o Metafiziği, İnsiyatik Öreti şeklinde ifade eder ve İslam söz konusu olduğunda bunun adı Tasavvuftur) aynı şey olmadığını ifade eder. Ona göre mistisizm, metafizik öğretinin ve hiyerarşik bir silsile ile aktarımın bulunmadığı pasif bir inziva olduğu için gerçek bir inisiyatik yol değildir. Dolayısıyla Hakikate götüren inisiyatik öğretileri Mistisizm olarak adlandırmak doğru değildir ve Tasavvufu İslam Mistisizmi olarak tercüme etmek de tamamen yanlıştır.
Öte yandan Guénon’un metafizik anlayışını sunmada İslam’ın batıni ve metafizik öğretileri önemli bir çerçeve oluşturmuştur. Bu bakımdan onun yorumları günümüzde İslam dünyasında Tasavvuf doktrinlerinin doğru anlaşılması ve modern dünyaya uyarlanması açısından bir model olarak görülmektedir. Bu bağlamda o, özellikle manevi bir yol izlenmesi için intisaba sürekli dikkat çekmiştir. Nitekim kendisi de Mısırlı bir şeyhin halifesinden sufi terbiye almıştır. Çünkü onun için gelenek sadece teorik bir yol değil yaşanması gereken manevi bir kurtuluş olarak da görülmüştür. Aynı zamanda metafizik hakikate ulaşmanın yolu da bu manevi terbiye ve arınma ile gerçekleşmektedir.
Sonuçta Guénon bize yaşadığımız bu görüngüler dünyası ve duyularla edindiğimiz izlenimlerin ötesinde başka bir gerçeklik ya da hakikat evreninin varlığını tekrar hatırlatmaktadır. Ona göre asıl hakikat bu dünyadan yansır ve insan bütün entelektüel dikkatini bu ezeli hikmete yoğunlaştırarak onun ışığında her şeyin değerini ve anlamını yeniden kavramalıdır. Aksi takdirde hakikatin kaybedildiği yerde, bir ilkesizlik ve çoklukta dağılmadan başka bir şeyden söz edilemez.