Yakın zamanlarda Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Fetih ve Medeniyet adlı makalesini okuyunca, kitaba herkesin ulaşamayabileceğini, ulaşsa da yazıla çizile pörsümüş bir konunun ilgi çekmeyebileceğini hesaba katarak, konuyu ayrıntılarıyla bildiğini düşünen birçoğumuz için farklı bir bakış açısının olası yanlış kanaatlerimizi tashihe yardımcı olacağını varsayarak biz özet sunmaya çalışacağız. Alıntıların dipnotları için kitabın künyesini sunacağım. Kaynak teyidi için kitaba başvurulabilir; Hikmet Kıvılcımlı, “Fetih ve Medeniyet” Derleniş Yayınları, 1980. Tarihsel Maddecilik Portalı tarafından e-kitap haline getirilmiştir (2015).
Yeni Bir Medeniyet
Kıvılcımla, makalesine “İstanbul’un Fethini sırf bir Müslümanlık ve Hıristiyanlık savaşına bağlamak, en az beş yüz yıl evvelki kafa ile düşünmek olur” diye başlar. İstanbul’un Fethi “bir dinin öteki dine karşı zaferi değil, ilerlemenin gerilemeye karşı zaferidir” der. Medeniyet tarihinin bütünlüğünü kavramayanlar, İstanbul’un Fethini bir Müslümanlık ve Hıristiyanlık çarpışması derecesinde küçültebilirler. İstanbul’un Fethi de o zamanki insanlığı bir çıkmazdan kurtarmış, medeniyete yeni ufuklar açmıştır. İstanbul’un Fethi, tarih yolu üstüne kâbus gibi çökmüş bir cesedin (Bizans’ın) kaldırılması, Bizans çöküntüleriyle tıkanmış medeniyet yollarının Tüm İnsanlığa yeniden açılmasıdır.
Fetih Zorla mı, Barışla mı?
Hıristiyan-Müslüman geniş halk yığınlarının elbirliği ettikleri görülür. İstanbul’un açılışı hem içeriden, hem dışarıdan olmuştur. İstanbul’un kapıları, dışarıdan genel olarak Türkler ve Müslümanlar, içeridense Hıristiyanlar ve Museviler eliyle açılmıştır. Gerek İslâm, gerekse genel olarak göçebe geleneğinde, bir şehir, ya zorla veya barışla ele geçirilir. Zorla zapt edilen şehirde bütün başka din mensupları kılıçtan geçirilir veya köle olarak satılır; yabancı din mabetleri yok edilir. Halbuki fetihten sonraki İstanbul’da Hıristiyanlarla Yahudiler tamamen hür yaşadılar, kiliselerle havralar muhafaz edildi.
Fatih İstanbul’u ve etrafındaki Kariyeleri barışla fethetmiştir. Yahudi ve Hıristiyanlar el altından Sultan Muhammet Han ile ittifak etmişlerdir. Demek, İstanbul aynı zamanda Hıristiyan halkın gönlü ile feth edilmiştir. Bizans’ta eksik olan top değil, inançtı. İstanbul’un Fethinde tek başına teknik unsur belirleyici kuvvet olmamıştır. Kuşatma günlerindeki Bizans’ın halk psikolojisini tarih şu satırlarla anlatır:
“Bazen ortaya bir takım söylentiler çıkıyor, gökten bir emir geldiği ve bu emirde Türklerin şehre girmelerine engel olunmaması, hattâ Jüstinyanüs sütununa kadar bırakılması, orada bir melek zuhur ederek kendilerini perişan edeceği söyleniyordu. Bu söylentiler Bizans’ı müdafaa için silâha sarılmak istemeyenleri memnun ediyordu.”
Bizans toplumsal düzeni halk için dayanılmaz hale gelmişti. Ezilen halk, dini ayrı Osmanlı Türklerinde adalet ve insanî kudret sezmişti. Bizans rejiminin baskısı, halk için itici rolü oynamış, Osmanlılığın getirdiği yeni düzen, bunalan halkı cezp etmiştir. Ve bir gün, en kritik anda, Bizanslı insan, şehir surlarının o aşılmaz kapılarından birini, görünmez elleriyle, ansızın, Kostantin’in arkasından Türklere açıvermişti
Fetihe Gayri Müslimlerin Desteği
Nasıl oldu da aynı İsa dinli Papa’nın Katolikliği ile bir türlü kaynaşamayan Bizans Halkı, can düşmanı Müslümanlarla “El altından ittifak” etti? Bu çelişkili görülen gerçeği, Hıristiyanların güya şaşkınlığı ile yorumlamak gerçeğe aykırıdır. Bizans çelişkilerinin iç yüzünü idare eden kanunların başlıcaları, Kadim Çağların Toprak Meselesine dayanır.
Bizans 10-11’inci yüzyıllar arasında en parlak devrini yaşadı. 11’inci yüzyılla beraber derebeyleşmeye başladı. Derebeyleşme, köy topraklarının zorbaların eline geçmesi demektir. Toprağı tekeline alanlar, toprak vasıtası ile geçinenlerin hayatları kadar, devlete de hükmettiler. Bu değişimin ilk tepkisi, merkezî devletin can damarını tıkamak oldu. “Arazinin tümüyle kilise ve manastırlara geçmesi hazinenin gelirlerini azaltıyordu. Rahiplerin imtiyazı orduyu kuvvetsiz hale getiriyordu.”
Bunun üzerine, bütün kadim imparatorluklarda adeta “tekerrür” eden kısır döngü harekete geçti. Gelire susayan İmparatorlar, ahalinin vergisini arttırmaya başladılar. Kilise ile bazı imtiyazlı sınıflar vergiden muaf oldukları için bütün yük köylü ile esnafa yükletildi.” Derebeyleşmenin yarattığı çelişkiler, yalnız alt tabakaları ezmekle kalmadı, üst sınıfların kendi aralarında ve Krallığa karşı çatışmalara yo açtı.
“Osmanlı imparatorluğu kurulurken bu mücadele son evresine ulaşmıştı. Osmanlı yıldızının parlaması böyle bir fırsat çağında başlar. Osman Bey zamanında Anadolu (Bizans) perişan haldeydi. Mesela Kral Mihail, hazinenin sıkıntısını görünce, komutanların aylıklarını kaldırdığı gibi, onlardan fazla vergi de almaya başladı. Keza ahalinin de vergilerini arttırdı. O derecede ki, vilâyetler, artık hükümete yardım şöyle dursun, kendilerini bile müdafaadan aciz kaldılar.” Vitinya (Trabzon) ve Firikya (Bursa ile Konya) Bizans’ın en hassas noktaları haline gelmişlerdi. Osmanlılar da, tam bu kaynaşma noktalan üzerine binmiş bulunuyorlardı.
Böylece, zamanın dünya medeniyetini temsil eden Bizans İmparatorluğu geniş halk yığınları için çekilmez işkence; üst tabakalar için de huzursuzluk kaynağı olmuştu. Bu şartlar altında, Osmanlı akınlarını yalnız Hıristiyan halk hoş görmekle kalmadı, bizzat Bizans Tekfurlarından da Osmanlı hareketine katılmalar sıklaştı. İlk Osmanlı hamlelerinin siyasî akıl hocası ve dışişleri bakanı durumunda olan şahıs Köse Mihaldi. Rumeli fetihlerinde Evrenos Beyler. Türk İlbleri (Şövalye-Gaziler) ile yan yana zafere koştular, İstanbul Fethine öncül olan Güzelce Hisar’ı Zagnos Paşa kurdu. İstanbul kuşatmasında Kayser’in barış teklifine Veziriazam Halil Paşa taraftar iken, bu teklife karşı koyan, kuşatmaya devam işinde Fatih’i ikna eden yine Zagnos paşa oldu.
Osmanlı, haçlı seferlerine katılan Katalanların Gelibolu’ya yerleşmelerinden bir sene sonra Bizans’a karşı yapılan saldırılardan istifade etmeye başladı.” Türkler Katalanlarla beraber Marmara sahillerini tümüyle elde ettiler. Bu suretle, Trakya Anadolu’dan geçerek Türkler için büsbütün açıldı.”
Hıristiyan halkın Osmanlıdan yana tepki koymasının en önemli nedenlerinden biri Toprak (Dirlik) düzenidir. Osmanlı topraktan alınan vergiyi “ödenebilir” düzeye çekmiş, halk rahat bir nefes almıştır. Osmanlı çiftçiler arasında olduğu gibi, profesyonel savaşçılar arasında da mutlak eşitliği esas tuttu. Osmanlıların Hıristiyan halka, en büyük cazibesi bu eşitlikçi ve adaletçi toprak düzeni olmuştur ve böylece halkın üstündeki ekonomik baskı onda bire düşmüştür.
Fetih Ruhu
Hıristiyan halkın Türklere kucak açması denize düşenin, sağlam bir gemiye binmesine benzer. Osman Gazi, daha oğlu Orhan’ı, Bursa Fethine gönderirken “sana baş eğenleri hoş tut.” diye öğüt verir. Bursa’yı “Baş yarılmadan ve kan dökülmeden” ele geçirilir. . Fetihten sonra “Orhan Bey, Bursa Halkına âdilâne davrandı. Ahaliden ne bir çöp aldı ne de kimseye saldırdı. Yalnız Tekfurun servetini gazilere üleştirdi.” Bizans’ın neden o kadar çabuk yıkıldığını merak edip soran Orhan Bey’e, Bursa Tekfurunun akıllı veziri şu cevabı verdi:
“Köylerimizi zapt ettiniz. Halk size tabi oldu ve bizi hiç hatırlamaz oldular. Biz dahi, rahatlığa heves ettik. Çünkü Bizans derebeyleri, şahsi servet yığmak için halkı soyuyorlardı. O yüzden Osmanlı’yı gören köylü, yeni düzeni hemen benimsedi ve Hıristiyan Bizans’ı bir daha ağzına almadı.
Osman Gazi’nin öldüğünde bıraktığı servettir: Bir sarıklık bez, ata mahsus zırh, bir kılıç, bir okluk, bir mızrak, bir tuzluk, bir kaşıklık, bir çift çizme, sancaklar, birkaç at, birkaç çift hayvanı, birkaç yabani kısrak vee üç sürü koyun. İşte Âli Osman saltanatı kurucusunun bütün dünya malı!
Bertrandon dö la Brekier, yeni kurulan Osmanlı ülkesini dolaşır ve gördüklerini şöyle yazar: “Türkler yorgunluğa ve zahmetli hayata katlanırlar. Fakat şen ve coşkun adamlardır. Dillerinden hiç türkü düşmez. Onun için, Türklerle yaşamak isteyenler öyle kederli, hülyalı olmamalı, daima güler yüzlü olmalıdır. Bundan başka temiz yürekli ve merhametli insanlardır. Çok defa gördüm. Biz yemek yerken, yanlarından bir fakir geçse, onu derhal bizimle beraber yemeğe çağırıyorlar. Biz ise bunu asla yapmayız.”. İnsan bugünkü iri yarı demokrasi laflarına bu tarihsel gerçekler arasından bakınca, elinde olmayarak diyor ki: “Demokrasiyi biz kaybetmişiz. Batılılar bulmuş. Şimdi, hayatta kaybettiğimizi kitapta araştırmakla ömür törpülüyoruz. Çünkü demokrasi, ilk Osmanlılarda süslü bir lâf değil, basitçe yaşanan bir hayattı”. Bizanslılar, Türk kıyafetinde gördükleri insanları fevkalâde sayıyorlardı. Frenklere karşı ise büyük bir düşmanlıkları vardı.
Halkı Kazanma
Fetih; hiçbir zaman yalnız bir dış olay olarak meydana gelemezdi. Fatih de gerek toprak düzeni, gerekse ruh bakımından üstünlüğünü kendi bünyesinde gerçekleştirdikten sonra Hıristiyan’ı, Müslüman’ı etrafında toplayarak, Bizans’ı temizledi. Adaletle yola çıkan Fatih, bütün Anadolu, Adalar ve Balkanlar gibi, bizzat İstanbul’da yaşayan insanlarla dahi işbirliği yaptı. Mevcut zulüm sistemi demek olan Bizans rejimine karşı, Bizans’ın kökü olan eski Roma İmparatorluğu artıklarına karşı, her dinden halkla adeta bir nevi Kadîm Çağ tek cephesi kurmayı bildi.
Bu tek cephenin temeli: “İtalyan”lara karşı, yerli “Rum”larla ittifaka dayanır. Osmanlıların evvel ezel kendilerini “Rumî” saydıklarını hatırlayalım. Fatih’in de, belki realist ve neticeli taktiklerinden birisi bu oldu. İstanbul’u dumurlaştıran Şark’taki yabancı nüfuzuna karşı, yerli halkın haklı tepkisini mükemmelen kullandı. Bizans’a karşı kurduğu “Güzelce Hisar”ı (Rumelihisarı’nı) yaptırırken, Bizans Kayserlerinin itirazlarını (hatta hücum heveslerini) Venediklilere, Cenevizlilere karşı bu hisarın lüzumlu olduğu cevabıyla bastırdı.
Bizans sureta uzlaşmaz mezhep kavgaları yaparken asıl gaye iktisadî ve siyasî çıkardı. O sırada Bizans İmparatorları da boğazda oturmuş devâsâ bir hasta ahtapotu andırıyordu. Ahtapotun muazzam kırtasiyeci ve militarist kollarının bütün hışmı, yalnız kendi ahalisini sık boğaz etmeye yarıyordu ki bu da onu yabancı etkisinde güçsüz bir bekçi köpeği durumuna düşürmekten öteye geçirmiyordu… Devam edecek.
Yeni yorum ekle