İki tip tarihçi vardır; tarihin yönettiği tarihçi, tarihi yöneten tarihçi. Tarihin kendisini yönetebileceğinin farkında olan tarihçiler buna boyun bükerler, diğerleri ise her türlü zorluğa rağmen mücadele ederler.
The New York Times gazetesinde Ezra Klein'ın, 15 Mart 2022’de, Ukrayna üzerine 6 kitabın yazarı, Yale üniversitesi hocası, tarihçi Timothy Snyder ile yaptığı röportajdan bazı satır başlarını çevirdim ve röportajı değerlendirdim.
Geçtiğimiz Pazar günü (30 Ocak 2022) Kuzey İrlanda'daki şiddet döneminin en karanlık günlerinden biri olarak kabul edilen Kanlı Pazar'ın 50. yıldönümüydü. Bu tarihi hadiseyi ve etkilerini hatırlamakta fayda var.
Senelerce hapis yatmış, adı pek çok şiddet hadisesine karışmış bir suç örgütü lideri olan Sedat Peker’in videoları halktan inanılmaz bir ilgi görüyor. Yaptığı ifşaatlar dilden dile dolaşıyor, sosyal medya gündemini belirliyor. Tarihte otoriteye baş kaldıran “eşkıya” figürlerinden çokça var ama bu tiplerden bazılarının halktan teveccüh görüp birer kahramanına dönüşmeleri, özel ilgiyi hak eden sosyolojik bir fenomen.
Büyük Selçuklu yerine “12. yüzyıl Moğol öncesi İran” ifadesini kullanan bir araştırmacı ile karşılaşırsak şunu sormalıyız : “Böyle bir tarih yazımı yönteminin kapısı açılıyor ise, tek kelime Doğu Roma’dan söz edilmeden 10. yüzyıl Selçuklu öncesi Anadolu ya da Habsburg demeden 15. yüzyıl Osmanlı öncesi Avrupa diyerek de bir tarih araştırması kaleme alınabilir mi? Bu tarz ifadelerin yer aldığı bir çalışma yurtdışında seçkin yayınevleri tarafından basılabilir ya da dergi editörünün ilk okumasından geçebilir mi?”
Unutmamalıyız ki 537 yılından beri Ayasofya insanlığın yaşadıklarına şahitlik ediyor. Hikmetlerinden biri de bu. Bu nedenle de yeni çağın çok işlevli tarzına hızla uyum sağlayacaktır. Mimari planı ve anıtsallığı aynı anda tursitlerin ziyaretine ve ibadete uygun düzenlemelerin yapabilmesini mümkün kılıyor. Asgari müştereklerde başarılı şekilde buluşulacağı temennisi ve kanaatindeyim. Elbette herkesi memnun etmek mümkün olmayacaktır. Osmanlı zamanındaki gibi ana kubbenin örttüğü mekanda ibadet hayalini yaşayanların biraz o hayalden uzaklaşmaları gerekebilir.
Tarihe bakışımız da diğer bir çok konuda olduğu gibi sevgilerimiz ve nefretlerimizin dışında, tadında bir objektiflik istiyor. Fetih olayına yaklaşımımız da başlıkta ifade ettiğimiz gibi ne bir tahfif ne bir takdisle olmalı. Gerçeklerden korkmak gerçeği değiştirmez. Fetih kendi şartları içerisinde elbette büyük bir olaydır. Ama, fethin öncesi ve sonrasındaki dinamikleri de ıskalamamak şartıyla…
Medeniyet tarihinin bütünlüğünü kavramayanlar, İstanbul’un Fethini bir Müslümanlık ve Hıristiyanlık çarpışması derecesinde küçültebilirler. İstanbul’un Fethi de o zamanki insanlığı bir çıkmazdan kurtarmış, medeniyete yeni ufuklar açmıştır. İstanbul’un Fethi, tarih yolu üstüne kâbus gibi çökmüş bir cesedin (Bizans’ın) kaldırılması, Bizans çöküntüleriyle tıkanmış medeniyet yollarının Tüm İnsanlığa yeniden açılmasıdır.
900 sene Kilise, 500 sene Cami olarak Hristiyan ve Müslümanlara mâbed olarak hizmet eden Ayasofya nasıl müzeye çevrildi? Bu değişimde Amerika Bizans Enstitüsü'nün etkisi neydi? Thomas Whittemore'ın Ayasofya'nın mozaiklerini ortaya çıkarma çalışması müzeye giden yolun ilk adımı mıydı? Cumhuriyet gazetesi'nin dahi şaşırdığı ve önceleri tepki verdiği müze girişimlerinden, dönemin Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen'e kadar birçok isimin Ayasofya'nın müzeye çevrilmesindeki rolünü Yıldıray Oğur ile yapılan söyleşide öğrenme imkanı elde edeceksiniz.