Modernite bilgiyi inancın üzerine çıkardı, inancın kutsallarını aşındırdı, hayata karşı korunaksız, dayanıksız kıldı. Zamanla bilgi güç üretmeye, kendi paradigması içinde yeni epistemolojik kutsallıklar oluşturmaya başladı.
Doğal olarak zamanla bu epistemik alanın akademideki seçkinleri/ruhban sınıfı oluştu.
Başlangıçta herkese açık demokratik bir ortam/imkan sunan akademia gittikçe bilgi tekeli oluşturmaya, akademik teamüller ve bilgi referansları üzerinden bir otorite, bir hiyerarşik yapı oluşturmaya, Akademik alan/ortam gittikçe birbiriyle ideolojik yakınlık kuranların, aynı geleneği takip edenlerin at koşturduğu, zamanla etnik ve hatta ailevi yakınlıkların da bir tür akademik referans tamamlayıcısı unsurlar haline geldiği bir ortama evrildi. Dahası batının üsttenci bakış açısıyla Akademi batıda geçerli "normal" diplomalar ile dışarıdan, doğudan gelip akademiye girenler için düzenlenen ve sadece doğuda, geldikleri (kendi) ülkelerinde geçerli olan daha az itibarlı "Doğu'da Geçerli" diplomalar vermeye başladı.
Yanlış hatırlamıyorsam bu ikili diploma fecaati 2. Dünya Savaşı sonrasında, özellikle Amerikan Üniversitelerinin atağa kalkmasıyla son buldu. Bu tarih aynı zamanda post-modernitenin de başlangıcına gönderme yapar.
Post-modern durum bilgi tekelini ve onun üzerinden oluşturulmuş güç temerküzünü dağıttı, akademiyi nisbeten demokratikleştirdi. Ancak bu olgu ve değişimler başta Türkiye olmak üzere doğu toplumlarına geç intikal etti. Dahası batıda eğitim almış bu "ikinci sınıf" akademisyenler ülkelerine döndüklerinde, devletin ideolojik aygıtına eklemlenerek edindikleri akademik titrlerini, bu tirlerle kazandıkları mevkileri, ekonomik ve sınıfsal ayrıcalıklarını korumak için adeta bir kabile gibi örgütlendi. Akademya hoca-asistan, halef-selef ilişkisi ve bunun oluşturduğu katı disiplin üzerinden yürütüldü. Bilim, bilimsel bilgi belirli kimseler, mahfiller, kuzenlik ilişkisi içinde bulunanlar arasında dönüp-dolaşan bir satvet ve servet haline geldi. Bilimsel bilgi akademisyenlerin eklemlendikleri rejimin bir tehakküm aygıtına, sıradan vatandaşı, halkın büyük çoğunluğunu Devlete tabi kılan bir propoganda üretim merkezine dönüştü. Teknik alan Devletin ve Devlet tarafından semirtilen resmi ideolojinin ekonomik dayanaklarını oluşturan komprador burjuvazinin ihtiyaçlarını karşılıyordu. Halkın büyük bir kesimi tarihöncesi koşullarda, dünyanın geri kalanından izole yaşıyordu. 1980'lerdeki liberal ekonominin sıçraması, 90'larda Sovyetlerin çökmesi, 2000'li yıllarda Glabalizasyon ve bunu izleyen dijital devrimin, yapay zekanın gelişimi bütün değerleri alt-üst etti. Büyük anlatıların sonunu getirerek ahlaki dejenerasyon ve klasik insanın çöküşünü beraberinde getirdi. Sadece paranın değer yargısı olduğu her şeyin alınıp-satılabildiği, "enformatik cehaletin" hüküm sürdüğü bir dünyaya o meşhur "kıroyum ama para bende" metrosunun geçerli olduğu bir dünyaya uyandırdı.
Bu yeni dünyanın siyasi aktörleri de gayet doğal olarak bu gerçeğe uyumlu, hatta temsilcisi olan düşük eğitimli, bilimden, bilimsel bilgiden çok hoşlanmayan, dogmalara ve genel-geçer safsatalara kulak veren, bunun üzerinden güç biriktiren "yerli ve milli" kimselerden oluşmaya başladı. Devleti, ülke kaynaklarını, kurumları bir tüccar mantığıyla yöneten, buna ayak direten adalet, akademi, basın, sendika vb. demokratik kurumları önce aşağılayan ardından tırpanlayarak, dejenere ederek, işlevsiz kılan bir yönetim felsefesi gelişti. Böylece evrensel değerlere, üniversal yetkinliklere ihtiyaç duymayan kadrolar istihdam edilerek ülkenin maddi ve manevi birikimi yağmalandı, talan edildi. Ekonomi çöktü, adalet kayboldu, siyasi partiler ve akademi çürüdü, sanat öldü.
Sahte diplomalar sadece bir yozlaşmayı değil, içinde bulunduğumuz bilimsel bilginin düzeyini ve inandığımız dinin ilkelerinin tükenişini de bize gösterdi. Adamlar sahte diplomayla, eğitimini almadıkları alanlarda hiç tökezlemeden "meslek" icra ediyor, hatta bu çürümüş, yozlaşmış akademik ortamın en ünlüleri arasında yer alarak ahlaki tükenmişliğin, şarlatanlığın şahikasını bize gösteriyor.
Tabi bütün bu olup-bitenler elbette 24 yıldır ülkeyi yöneten Ak Partinin politik tercihleri doğrultusunda gelişti, şekillendi. Bu bağlamda ortaya saçılan pisliklerin birinci dereceden sorumlusu elbette iktidar partisi ve ortaklarıdır. Bu köhnemiş, tükenmiş iktidara alternatif dahi oluşturamayan muhalefet partileri ise kim bilir hangi mağarada nasıl bir ahval üzerindedir.
Yeni yorum ekle