22. Lokman’ın ölümsüz vasiyeti
“Yavrucuğum!
-Allah’a ortak koşma, çünkü şirk en büyük zulümdür
-Ana babana iyi davran, Allah’a teşekkür ettiğin gibi onlara da teşekkür et
-Seni şirke zorlarlarsa ana-babana itaat etme
-Allah’a yönelen kimsenin yoluna uy
-İyi ya da kötü yaptığın ufacık bir şey, en bilinmedik bir yerde saklı bulunsa da
Rabbin onu senin karşına çıkaracaktır
-Namaz kıl
-İyiyi yap, yaptır; kötüden sakın, sakındır
-Başına gelene sabret
-İnsanları küçümseyip burun kıvırma
-Böbürlenerek yürüme, çünkü Allah kendini beğenmiş, kendisiyle övünenleri hiç sevmez
-Yürüyüşünde ölçülü ol
-Sesini yükseltme, bil ki seslerin en kötüsü eşeğin sesidir.”
Adeta bütün insanlara hitap ediyordu, ‘Yavrucuğum!’ diye seslenirken
Her bir insan evladını karşısına almış gibiydi.
Hikmet damlalarını tek tek sıraladı
Her biri bir hayat düsturu
Nübüvvetin ocağından, vahyin dilinden sesleniyordu adeta
Babanın adı Lokmân, Mevlâ ona böyle konuşma hikmeti vermiş, bir de ondan şükretmesini istemişti o kadar
Başka bir bilgi yok hakkında kitapta
***
Böyle olmalı babalar
Demeli evlatlarına iyi ve güzel olanı
En güzel miras bu değil mi ve babaların hesabına yazılan
(İlgili ayetler: Lokmân 31/12-19)
23. Zülkarneyn
Gizledi Allah, kimliğini, ismini, zamanını, yerini,
Sıfatlarıyla andı: Zülkarneyn, Yecüc-Mecüc
Maksat olay anlatmak değil, ibret alınmasını sağlamak, mesaj vermekti.
Allah’ın özel ilgi, desteğini kazanmış; ilim ve irfan sahibi, yol ve yöntem bilen güçlü bir liderdi Zülkarneyn.
Batıya, en batıya doğru seferinde inkarcı bir kavimle karşılaştı,
İşte orada mücadele ve mücahedesinin amacını belirledi:
-Haksızlık yapanın karşısındayım, müstehak olduğu cezayı veririm; Allah’a kavuştuğunda ise asıl azabı o zaman görür.
-İman edip yararlı işler (salih amel) yapanlara güzel karşılıklar veririm.
Ve maksadına ulaştı.
Doğuya, en doğuya gitti bu defa, orada göçebe bir topluluğa rastladı.
Bilgi ve tecrübesini sergiledi orada da.
Ve maksadına ulaştı.
Üçüncü yolculuk, en zorlusuydu.
İki set arasında yaşayan laftan sözden anlamayan insanlara rastladı.
“Ye’cüc ve Me’cüc ülkemizde bozgunculuk (fesâd) yapıyor. Sana vergi verelim de onlarla aramıza bir sed yap” dediler.
“Rabbimin verdiği bana yeter.” dedi iş gücüyle yardım etmelerini istedi. Demir kütleleri ile iki dağ arasını doldurduktan sonra körüklediler; demir korlaşınca üzerine erimiş bakırı döktüler.
İşte set, Ye’cüc ve Me’cüc onu aşıp öbür tarafa geçemedi,
Güzel bir işi tamamlamanın huzuruyla konuştu: “İşte bu Rabbimin rahmetidir. Zamanı gelince onu yerle bir eder. Rabbimin verdiği söz gerçek(leşecek)tir.”
***
Zülkarneyn;
-bir peygamber mi,
-bir hükümdar mı,
-bir kahraman mı,
-bir yüksek tekniker mi,
-bir ilim-hikmetle donanmış bilge-salih kul mu,
hepsi mümkündür;
ama onun yeryüzünde hak-batıl, adalet-zulüm, ıslah-ifsad, iyi-kötü ikileminde daima birinci tarafta yer aldığı kesin,
mücadele ettiklerinin de ikinci tarafta.
Çağların hükümdarlarına, idarecilerine, liderlerine, hakikat savaşçılarına, bilgelerine, müminlerine ve salihlerine mesaj gönderdi:
‘Savaşacaksan’ hak ve hakikat için savaş!
Mücadele edeceksen ıslah için et!
Safını seç yerini belirle!
(İlgili ayetler: Kehf 18/83-99)
24. Mabed bekçisi Zekeriya
İsrailoğulları dinin yaşatılmasının mabede bağlı olduğunu iyi keşfettiler, ona çok önem verdiler, merkez oldu orası.
Mabedin özel görevlileri vardı, Zekeriya gibi.
Zekeriya, soylu bir aileden geliyordu; salih, alim ve dahi peygamberdi.
Babacandı, garibanlara sahip çıkardı.
‘Nasıl?’ mı dersiniz. Buyrun!
***
Aristokrat bir aile reisi olan İmrân’ın karısı oğul doğuracağı ümidiyle, “Rabbim! Karnımdaki yavrumu sana adadım, bunu benden kabul buyur.” diye niyaz etmişti.
Niyeti yavrusunun Zekeriya gibi mabede yani dine hizmet etmesiydi.
Kız doğurunca şaşkınlığını gizleyemedi, ona Meryem ismini verdi ve koruması için Allah’a emanet etti.
Elbette Allah bu güzel adayışı kabul etti, korusun diye de Zekeriya’ya ferman buyurdu.
Karısının yeğeni Meryem’i herkes dışlarken, Zekeriya korumasına almıştı.
Yalnız tuhaf bir durum vardı. Meryem’in yanına her gittiğinde önünde çeşit çeşit yiyecekler… Dayanamadı ve sordu bir vakit: “Bunlar sana nereden geliyor?”
“Allah tarafından” dedi kısa ve kısık bir sesle Meryem.
İşte o günden hazırlanıyordu Meryem kutlu bir doğuma.
Ne var ki Zekeriya’yı bir tedirginlik, bir hüzün almıştı ki tahmin edilemez.
Derdini en yüce makama arzetti: “Rabbim! Çok yaşlandım, karım kısır. Soyumun kesilmesinden korkuyorum. Bana bir oğul bağışla!”
Allah da ona o yaşta Yahya’yı ihsan etti.
Çocuğun doğacağı müjdesini üç gün oruç tutarak gösterdi, mabedden halkın önüne çıkınca işaretle Yüce Allah’ı her daim yüceltmelerini istedi.
Artık Zekeriya iyilikte yarışmasın, Allah’a gönülden teşekkür etmesin ve saygı duymasın da ne yapsın?
(İlgili ayetler: Meryem 19/1-15; Âl-i İmrân 3/35-41; Enbiyâ 21/89-90)
25. Şehit peygamber
İbrahim ve karısı ömürlerinin son deminde oğul müjdesi aldıklarında şaşırmışlardı.
Yahya’nın ebeveynine müjde geldiğinde onlarda da aynı hal.
Onların da ‘ölü’ bedenleri uyandı.
Daha büyük mucizevi bir doğuma, İsa’nın doğumuna insanlık şaştı kaldı.
Sadece yoktan var eden o yüceler yücesinin şu sözüne iman edenler sükûnetle karşıladı: ‘Allah’ın işine mi şaşıyorsunuz. Bunlar benim rahmetimin ve bereketimin tecellileridir. Böyle şeyler bana çok kolaydır.’ (Hûd 11/73; Meryem 19/9, 16)
Nübüvvetin tarihi aynı zamanda Allah’ın yaratıcı kudretini sergileme tarihiydi.
***
Allah verdi Yahya ismini, hem de doğmadan
Belki de bir nesli devam ettireceği için, hatta İsrailoğulları’na Allah’ın dinini asli halinde canlandıracağı için ‘yaşayan (Yahya)’ dedi.
Bitmedi.
Henüz bir çocukken emir verildi: ‘Yahya atalarından miras gelen Tevrat’a sımsıkı sarıl’
Yine çocukken atıyyeler verildi: hüküm-hikmet, merhamet-şefkat, takva, nefis temizliği, iffetli-nefsine hakim.
Dini en güzel şekilde yaşamanın, yaşatmanın, güzel önderlik etmenin gücü oldu bunlar.
Nitekim ana-babasına müthiş saygılı ve müşfikti; bir lider olarak halkına karşı asla isyankar, zorba ve zalim olmadı.
Ailece hayır işleri yapmak için adeta yarıştılar.
Rablerine saygı gösterdi, ondan korktular, sadece ondan bekleyerek gönülden dua ettiler.
***
Roma peygamberlere de zulmetti.
Hak-batıl mücadelesinde bu kez imparatorluk kazandı, bir zalim olarak.
Yahya’ya ve İsa’ya genç yaşlarında dünyayı dar etti.
İlk şehit peygamber oldu Yahya.
***
Yahya!
Bildi iman edenler senin yerinde olamayacaklar.
Çünkü sen salih, âbid bir peygamberdin.
Fakat senin gibi yaşarlarsa Allah onları da böyle selamlayacak: “Doğduğu gün, öleceği gün ve dirileceği gün ona selam olsun.”
Babalar dersini iyi çalıştılar, Yahya gibi salih bir evlat edinme gayretine girecekler.
Asıl iş oğullarda. Senin gibi kuşanırlarsa faziletleri, nice zulümler adalete tebdil, nice zalimler yerle yeksan olacak.
(İlgili ayetler: Meryem 19/6-15, 19; Âl-i İmrân 3/38-41; Enbiyâ 21/89-90; Hûd 11/69-73; Enâm 6/85)
26. Meryem: İffet timsali genç kız ve bir peygamber annesi
İmran kızı Meryem!
Bir adayış,
Mabede, yani Allah’a ve mabed halkına.
Bir seçilmiş, temiz sayılmış ve diğer kadınlardan üstün tutulmuş.
Bir kız,
Genç kızlara örnek iffet timsali.
Aynı zamanda Allah’a itaatkâr, alnı secdede ve güzel kullarla beraber rükuda.
Bir anne,
Anneler içinde sadece ona özgü, ona nasip olmuş.
***
Sen şanı yücelecek bir çocuğun doğumuna hamileyken, zaman da büyük dinsel olayların ‘doğumu’na ‘hamile’ydi.
***
Yusuf, bir halkın tarih sahnesine çıkışı için nasıl çocukluktan itibaren Rabbani gözetime alındıysa, Yahya dini yaşatmak için daha doğmadan nasıl müjdelendiyse,
Meryem de Allah’ın dininin gür sadasını inletecek İsa için öylesine Rabbani terbiyeye alındı.
***
Sen ve oğlun ibret alınacak mucizeydiniz.
İnsanlardan uzak Allah’a yakın güzel bir köşedeydin.
Her şey orada oldu, bitti.
Cebrail, Rabbinin elçisi olarak insan suretinde yanına geldiğinde korkmuş, “Senden Rahman’a sığınırım” demiştin ya, zaten Rahman olan Allah seni gözetiyordu.
Elçi sana, ismi İsa Mesih olacak temiz bir oğul müjdelediğinde, “Bir erkek eli bile değmemişken, iffetsiz birisi de değilken nasıl çocuğum olabilir ki!” diye nasıl da masum, ürkek ama bütün samimiyetinle doğruyu söylüyordun.
Doğum sancıların geldiğinde de kime ne diyeceğin utancıyla, “Keşke adı sanı unutulmuş biri olsaydım” derken içine akıttığın gözyaşlarıyla hüznün zirvesindeydin.
Hâlbuki o yavru, gören gözlere anlayan kalplere Allah’ın kudretinin bir nişânesi ve dünyaya bir rahmetti.
Rabbin seni teselli etti ve leziz yiyeceklerle burada da ikramda bulundu.
Mucizeler devam etti...
Ve bir oğul!
Herkes, “Nasıl olur?” diye şaşadursun yaratma kudretinin sahibi net konuştu: ‘İsa’nın babası olmadan dünyaya gelişi, Adem’in topraktan yaratılmasına benzer.’ (Âl-i İmrân 3/59)
***
Meryem!
Sen iki defa darbe yedin.
Önce kendi halkından, yani Yahudilerden.
Onlar seni anlamadı ve çok çirkin iftirada bulundular, iffetli bir kadına yapılacak en büyük yakıştırmayı yaptılar, zinayı.
Gökler ağladı yer titredi de onların kalbinde ufacık bir pişmanlık kıpırtısı belirmedi.
İkincisi sana ve oğluna inandığını söyleyenlerden geldi.
Onlar da seni anlamadı, öveceğiz derken, yine bir beşere asla yakışmayacak sıfatlarla yücelttiler, taki seni ‘tanrı doğuran bir kadın’ saydılar.
Sübhanellâh!
Ey insan! Neyin peşindesin?
Meryem!
Seni her iki iftiradan da temizlemek için altı asır geçmesi gerekiyordu.
İşte o zaman panikledi sana ve oğluna inandığını söyleyenler de soluğu Medine’de, kutlu mescidde aldılar.
***
Sen ki iffetinle örnek gösterildin kadınlara ve erkeklere.
Kelam sustu, mesaj yankılanmaya devam etti.
İşte o gün bugün mümin kadınlar, gençler hep seni büyüttü yüreklerinde.
(İlgili ayetler: Meryem 19/16-34; Âl-i İmrân 3/35-47, 59-61; Nisâ 4/156; Enbiyâ 21/91-92; Müminûn 23/50; Tahrîm 66/12)
27. Meryem oğlu İsa
‘Meryem oğlu İsa’
Hep böyle andı seni kitap
İsa dedi, Mesih dedi bazen de.
Öncekilerin devamı sondan bir öncekisin sen.
***
Henüz ömrünün baharındaki Meryem, kucağında yavrusuyla gelince kıyamet koptu.
Anne sadece “çocuğa sorun” diyebildi.
Gözleri faltaşı açılmış İsrailoğullarının yüzüne haykırdı çocuk: “Ben Allah’ın kuluyum. O, bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, o beni kutlu ve bereketli kıldı; yaşadığım sürece bana namazı, zekâtı ve anneme saygılı olmayı emretti; beni zorba ve isyankâr yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden hayata döndürüleceğim gün esenlik benimle olacaktır.” (Meryem 19/30-33)
***
Allah’ın Kelimesi’ydi
İncil verildi
Hikmeti getirdi ayrıca
Tevrat öğretildi, onu tasdik etti
Bir de Rûhu’l-Kuds ile desteklendi
Halkının anlaşmazlığa düştüğü konuları karara bağlama yetkisi ve yeteneği vardı
Haram olan bazı şeyleri helal kılma yetkisi verilmişti
Allah’ın kendisine lütfettiği mucizeler gösterdi:
-çamurdan kuş yapıp ona üfleyince gerçek kuş oldu
-körü ve cüzzamlıyı iyileştirdi
-ölüleri diriltti
-insanların evlerinde ne yediklerini, ne biriktirdiklerini bildi
-duasıyla gökten donatılmış sofra indirildi
Çağrısı açıktı: Benim de sizin de rabbiniz Allah’tır, ona kulluk ediniz. Gidilecek doğru yol budur. Şirke düşerseniz bilin ki Cennet size haramdır.
***
Ama İsa’yı dinleyen kim?
Önce, ‘bu yaptıklarının hepsi sihirdir’ dediler
Fikirde birbirine düştüler
İnanmamakta direndiler, yardımcısı sadece bir avuç müslüman Havari’ydi
Durmadılar, canını istiyorlardı
Tuzaklar ve ihanetler…
Sonunda Allah onu ellerinden kurtardı
Nasıl geldi ise öyle de ayrıldı gitti aralarından
Bir can borcu vardı Allah’a, o da aldı onu.
Kafirler ise onu öldürdükleri iddiasıyla avunup durdu.
***
İsa’nın dini ve mesajı hep gölgede kaldı.
Onu daha çok çarmıha gerildi mi gerilmedi mi, öldü mü ölmedi mi diye tartıştılar vs.
İsa’nın ‘müminleri’ dinlerinde çok aşırı gittiler
Ona beşer ve rasul vasfını az görüp ilah mertebesine çıkardılar.
Haşa ‘Allah’ın oğlu’ olduğuna kani olanlar vardı içlerinde.
Hikaye burada bitmedi
Kıyamet günü Allah hepsinin hesabını soracak: “İsa, onlara, ‘beni ve anamı ilah edinin’ diye sen mi söyledin?”
Cevabı tahmin edersiniz her halde.
Ey ona inandığını söyleyenler!
Bir peygamberi bu hale düşürdüğünüz için hiç utanmadınız mı kendinizden, peygamberlerden, diğer din ehlinden ve tabii ki Allah’tan?
***
İsa!
Seninle başladı yeni bir devir,
Yahudilere peygamberlik kapısı seninle kapandı,
Kendin Müslümandın dinin İslam,
Lakin seni kullanarak yeni bir din yaptılar
Biliyordun İsa, senden sonra kimin geleceğini.
Sadece bana söylemedin, meğer herkes biliyormuş sırrı.
(İlgili ayetler: Meryem 19/16-34; Âl-i İmrân 3/45-64, 79-80, 84; Nisâ 4/156-159, 171-172; Enbiyâ 21/91-92; Mâide 5/72-75, 110-119; Saf 61/6; Müminûn 23/50; Zuhruf 43/57-59, 63-64; Saff 61/6; Hadîd 57/27; Bakara 2/253)
28. Eski tarih - Muhammed - Yeni tarih
Tarih 610’u gösteriyordu
Zaman akmıştı durmadan
Nebiler gelmiş
Nebiler gitmişti
İsa’dan sonra tam altı asır geçmişti
Vade yetti, beklenen gün gelip çattı
Muhammed’in risâlet vakti geldiğine hükmedildi
Silsile tamamlandı, zincirin son halkası da eklendi (hâtemü’n-nebiyyîn)
Allah vahyetti, kitabı tamamladı
Bu demekti ki Allah’ın dini de son halini almış, tamamlanmıştı.
***
Allah onu, şahit, müjdeci, uyarıcı, Allah’a çağıran, ışık saçan bir kandil (şâhid, beşîr, nezîr-münzir, dâ‘i, sirâcün münîr) olarak gönderdi
Tevhide ve ahirete imana çağırdı
Allah’ın dinini duyan kimi gönüller hemen iman etti
Fakat şirk tutkunları, müşrikler, asla yanaşmadı
‘Senden peygamber mi olur, Allah bula bula seni mi buldu, biz varken sen de kim oluyorsun?’ ve daha ne terbiyesiz laflar ettiler
Çok sıkıştırdılar, öncekiler gibi mucize getir diye, bir türlü getirmedi
Azabın bir an önce gelmesini istediler, gafiller
Her fırsatta, ‘şu kıyamet ne zamanmış, söylesene’ dediler, cevap vermedi, bilmiyordu çünkü
Buna karşın;
Mümin kardeşleri ve Allah hiçbir zaman onu yalnız bırakmadı
En zor zamanda olağanüstü şeyler yaşattı Allah; bir gece Mekke’den Mescid-i Aksa’ya götürdü
İnsanlar bu bir mucize miydi değil miydi ile uğraştı durdu, halbuki isrâ ile Allah, elçisi Muhammed’in ulaştığı maddi-manevi rütbeyi anlatmıştı
Allah’ın ondan isteği, sabır, azim, tevekkül, asla onlara boyun eğmemesi
Bir de Rabbi ile bağı çok sıkı tutması, daima onu yüceltmesi (tesbîh), onu anması (zikir), Kur’an okuması, gece ibadet ve tefekkürüne devam etmesiydi
Sana iman etmeyi bırak anlamayı akıllarının ucundan geçirmediler; anlamadıkları için de kendileri gibi bir beşerin peygamber olmasını kabul edemediler
Çölün kızgın kumlarından daha öfkeli yürekler, ellerinden geleni arkalarına koymadılar, eziyetler, işkenceler…
Sonunda ölümüne hükmettiler
Onunla beraber müminlerin de
Çare tükenmedi, en zor zamanda yeni kapı açtı Allah,
Hicret, göç, gidiş, …
Medine iman yurdu, kardeşlik evi oldu Rasulullah’a
İslam yaşandı, müminler müslümanlıklarını iliklerine kadar hissetti
Ama bazı Medineliler Mekkeliler’den geri kalmadı düşmanlıkta ve hilede
Yahudiler başı çekti, ardından münafıklar, sonra Hıristiyanlar
Allah’ın dininin hakimiyetine engel olmak için ellerinden geleni yaptılar
Ne fayda bir kere Allah sözü vermişti: ‘Bu zalimler var güçleriyle engellemeye çabalasalar da Allah nurunu tamamlayacak’; ‘Dinin ilelebet yaşayacak, ümmetin daim olacak’ (Saff 61/9; Fetih 48/28; Tevbe 9/33; Kevser suresi)
***
Hayatının her aşaması bilinmekte
Sonuncuydu, ama peygamberlerin her birinden bir özellik cem olmuştu onda
Kur’an’ın hangi suresinde yok ki?
Bunları okuyunca anladık ki;
Bir yandan beşer olarak normal hayatını yaşadı, aile kurdu, yuvayı korudu, neslinin devamını sağladı.
Bir yandan da Allah’a güzel kul olmaya çalıştı, salih ameli hiç terketmedi
Bir yandan hidâyet, davet, teblîğ, tebyîn, tenzîr, tebşîrden oluşan risâlet görevini yaptı.
Vahiy alışı, ezberleyişi ve tebliğinde sadece alan-veren değildi; en ince ayrıntısına kadar uygulama gayretindeydi.
Allah’ın bildirdiklerini, yapmasını istediklerini, yasakladıklarını ilk yapan o oldu.
Bir yandan da ümmetini selamete çıkarmanın mücadelesini verdi.
Kendine inananlarla sağlam bir anlaşma yaptı, biat aldı
Eziyet ve zulüm gördü, kimseye zulmetmedi.
Hep sulhdan yana oldu, ıslah etti insanları ve toplumu
Anlaşmalar yaptı, sözüne sadık kaldı
Canını dişine taktığı oldu, dişini şehit verdiği de
Kan dökmedi, kan dökülmesine razı olmadı
Gün geldi savaşa izin çıktı, silah kuşandı cenk meydanına atıldı, erleriyle yeri göğü inletti
Oğuldu, babaydı, kocaydı, komşuydu, öğretmendi, komutandı, devlet reisiydi ve elbette peygamberdi
Bütün bunları yaparken sarsılmaz imanı, özgür iradesi, çelik yüreği, ak alnı, bükülmez bileği ile çabaladı, mücadele ve mücâhedesini yaptı.
Allah’tan başkasına minnet etmedi.
Sakin oldu, sükunetle hareket etti.
Sevindi, güldü, tebessüm etti.
Üzüldü, kızdı, öfkelendi.
Güvendi, güvendirdi, gittiği şehri güvenli yurda çevirdi.
Çocuklarla çocuk oldu, büyüklerle büyük.
Vaz-u nasihat, dua-istiğfar hep dilindeydi
Düşmanı da olsa zalim de olsa beddua etmedi, lanet okumadı.
Hep bağışladı, en zor zamanında, ihanet çemberine alındığında öfkesini içine gömdü.
‘Beşer Muhammed’ ile ‘Nebi Muhammed’ vasfı hep belirgindi.
Onun için güzel bir siret, temiz bir yaşam biçimi, hayra giden sünnetler ortaya koydu.
Çok yönlü insan oldu, insanların efendisi sayıldı da Abdullah’ın yetimi, güneşte kuruttuğu eti yiyen Âmine’nin oğlu, Hatice-Aişe’nin kocası, Ömer’in damadı, Ali’nin-Osman’ın kayınbabası, Fâtıma’nın babası, Ebubekir’in sırdaşı, ümmetinin kardaşı, cemaatinin imamı, elinin emeğini yiyen tüccarı, … olduğunu ve dahi Allah’ın aciz, mümin, müslim, muhsin, muttaki bir kulu olması gerektiğini hiçbir zaman unutmadı.
Yine bütün bunlar olup biterken asıl desteği ve yardımcısı yüceler yücesi Allah ve en büyük mucize Kur’an’dı
Rahmet peygamberi olmak işte böyle bir şeydi.
Hem de bütün alemlere rahmet…
***
İşte böyle bir rasulü ümmetine ve bütün insanlara örnek, önder, rehber gösterdi
Her daim risâletinin güneşi aydınlatır bizi
Nübüvvetinin gölgesi üzerimizde
Bu sayede ‘ateşler’ yakmaz bizi
***
Ölümlüydü, ölecekti ve vade yetti
Arkasında koca bir ümmeti ve yüce kitap Kur’an’ı bıraktı
Tarih 632’yi gösteriyordu
(İlgili ayetler: Alak 1-19; Müzzemmil, Müddessir, Yâsîn 36/1-7, 10-11, 46-48, 69-70, 77-79; Kâfirûn, Kevser, Duhâ, İnşirah, Nasr sureleri; Necm 53/1-18; Kalem 68/1-10, 48, 51; Âl-i İmrân 3/35-37, 42-; Meryem 19/?; Hucurât 49/1-5; Fetih 48/1-3, 8-18, 26-29; Saff 61/9; Tevbe 9/33; Kevser suresi; Muhammed 47/2, 19; Tahrim 66/1-5, 9; Münâfikûn 63/1-8; Rûm 30/51-52; Ahzâb 33/1-3, 6, 21, 28-34, 35-40, 45-48, 50-57; Şûrâ 42/7, 15, 23-24, 51; Cinn 1; …)
29. Allah’ın sözlerinin en güzeli, insana büyük hediyesi: Kur’an
Yüce Allah, yarattığı insana yol göstermek maksadıyla peygamberlerine vahiyler indirdi.
Onlara suhuf, zübür, vahiy, kitab, âyet, beyyine dedi.
Bazısını Tevrat, Zebûr, İncil diye isimlendirdi.
En sonuncusuna da Kur’ân ismini verdi.
Allah’ın merhameti son bir defa ama bütün ihtişamıyla tecelli etti.
Din tamamlandı, vahiy kesildi, artık dini bu Kur’an’dan öğreneceksiniz diye buyurdu.
Kur’ân, Alemlerin Rabbi’nden, alemlere rahmet Peygamberin, alemlere öğüt, hatırlatma, zikir (zikir, zikrâ, tezkîr) için getirdiği kitabın adıdır.
O bütün insanlara, müminlere, muttakilere bir rehberdir, hatırlatmadır, öğüttür, uyarıcı, müjdeleyici
Zikir, yani anlattıklarını tekrar eden, tekrar tekrar okunup tefekkür edilen, emirleri hatırlanan, öğretilen, anlaşılan, anlaşıldıkça kendisine bağlanılan, sarıldıkça hayata yansıyan bir kitaptır.
O, Allah’ın ilim hazinesinden (levh-i mahfuz, ümmü’l-kitâb, kitâbun meknûn, suhufun mükerrem) bir parçadır
Arapçadır
Açık anlaşılır bir kitaptır, anlaşılmak için okunmalıdır
Doğrudur; en doğruya, en sağlam yola götürür
Mübarek bir ayda kıymetli bir gecede inmiştir
Kur’an;
-‘okunan’dır bir anlamı, Nur dağından kıyamete kadar
-‘toplayan’dır bir anlamı, Adem’den beri gelen vahiylerin özünü toplayan, alemi etrafında toplayan.
Musaddıktır, önceki peygamberlere gelen vahiylerin Allah’tan geldiğini tasdik eden, ama ‘artık ben geldim onların devri geçti’ diyen.
Muhammed’e inen haktır, hakka götüren, hakikati bütün çıplaklığı ile gözler önüne seren
Kur’an günah, şüphe, inkar, nifak vs. mikropları sebebiyle hastalıklı gönüllere şifadır, nefsin olmadık yönelimlerine panzehirdir
Önce, şehirlerin anası, ülkelerin merkezi Mekke’ye, İsmail’den sonra asırlarca peygamber görmemiş, tevhidi, hakkı tarumar etmiş bir halka yol gösterdi.
Dalga dalga Hicaz halkına doğruyu, hakkı, hakikati öğretti, en doğru, en sağlam yolu gösterdi.
Karanlıklardan aydınlığa çıkardı.
Sonra ulaştığı ve kendisini kabul eden herkesi, bu kutlu kervana kattı, katmaya devam ediyor…
***
Yirmiüç yılda din namına insana lazım olanları bir bir anlattı.
Önce iman dedi, onsuz asla olmaz. Allah’ın birliğine, ahiretin varlığına… iman
Ahlâk, imanla güzeldir dedi, imanı kuşanmış bir kişinin temiz fıtratına uygun davranış ölçülerini verdi aynı zamanda
Ve salih amelleri anlattı, evvela Yaradanını razı eden, sonra kulların faydasına ve rızasına uygun işleri.
***
Kur’an;
-her türlü imansızlığı ve imansızlık alametini gidermeyi,
-her hal ve şartta insanı yaşatmayı,
-iyi hasletleri teşvik etmeyi, beşeri zaafların iyiye tebdilini sağlamayı,
-zulmü ortadan kaldırarak adaleti yerleştirmeyi,
-inananların birliğini tezahür ettirmeyi,
-dünyanın neresinde olursa olsun bireyde, ailede ve toplumda müminler dünyasının gerçekleştirmeyi,
-dinin kaim ve daim olmasını,
nihai hedefine koymuştu.
***
Yine o;
-kişiliksiz mümin kişileri,
-cehalete batmış halkları,
-mescitsiz/mabetsiz müslüman toplumları,
-kardeşliği kuramamış halkları,
-Allah’ın hükümlerini ve ilkelerini atıl bırakmış kimseleri,
-çok bilen ama az yapan ya da hiç yapmayan sözde Müslimleri,
dini tahrif eden, Kitab’ı hiçe sayanlar olarak ilan etmiştir.
***
Madem Kur’an, insanlığın nihai rehberi, insana son sesleniş, Allah-insan ilişkisinin en sağlam bağıdır,
O halde, ‘Ona kim dokunur kim dokunmaz?’ tartışması yerine her kesin ona dokunmasının, onun da herkese dokunmasının mücadelesi verilmelidir.
(İlgili ayetler: Alâ 87/18-19; Necm 53/36-37, 40-42; Şuârâ 26/192-196, 198-199; Yûnus 10/37, 57; Rahmân 55/1-4; Mâide 5/3; Hâkka 69/40-43, 48-51; Fussılet 41/1-4, 41; Kalem 68/51-52; Müzzemmil 73/20; Müddessir 74/54-55; Abese 80/11-16; Enâm 6/90; Arâf 7/1-3; Tâhâ 20/3, 113; Hûd 11/120; Vâkıa 56/77- 80; İbrahim 14/1, 52; Sâd 38/29, 87-88; Tekvîr 81/25-28; Zümer 39/23, 27-28, 30; Burûc 85/21-22; Zuhruf 43/1-5; Yusuf 12/2; Şûrâ 42/7, 17; Ankebût 48-49; Nisâ 4/82, 105; İsrâ 17/9, 83; Kadr 97/1; Duhân 44/1-3; Fâtır 35/31; Bakara 77-79, 89-91; Muhammed 47/2; 155; Enbiyâ 21/50; Haşr 59/21; Kasas 28/46; Enâm 6/92, 151-153, 155; Talâk 65/10-11; …)
30. İki bayram
Ey nübüvvet yolunun iz basarı!
Adem’den Muhammed’e tarihteki nebevi yolculuğu tamamladık
Nübüvvet yolunun önderlerini tanıdık, sabırlı ve gayretliydi
İnsanoğlunun uzun geçmişinde İslam’ın yeniden ve yeniden öğreticileriydi onlar.
Bu satırlara konuk etmediklerimiz vardı
Kur’an’da az ya da çok anılan İdris, Şit, İlyâs/İlyâsîn, Elyesa, Zülkifl, Üzeyir gibi peygamberler veya salih kimseler
Bir de hikayeleri nakledilmeyenler
Hepsine selam olsun!
Ve hamdolsun ki,
Peygamberlerin vazifesi Muhammed’de cem oldu, vahyin ‘bayramı’ Kur’an’da yapıldı
Nübüvvet güneşi hiçbir zaman perdelenmedi, ilelebet parıldayacak
***
Din peygamberlerle bilinir onlarla yaşanır
Onlara gelen vahiylerde denildi ki;
-dini Allah koyar, dinde vazgeçilmez kuralları/hükümleri sadece o belirler; kimse kafasına göre din koyamaz, Allah adına da,
-başat ilke tevhide ve ahirete imandır,
-insan kendini, ancak salih amel ile gerçekleştirebilir,
-Allah’ın buyrukları yerine getirilmelidir,
-dünya sulh-selamet yeridir, öyle olmalıdır; insana emânet ve hilafet bunun için verilmiştir
Yine buyruldu ki;
Faziletleri al reziletlerden uzak dur: Cehaleti değil ilmi; akılsızlığı değil hilmi; cahilliği ve cehaleti değil ilim ve irfanı, sefihliği değil hikmeti, basireti ve feraseti, batılı değil hakkı, zulmü değil adaleti, haksızlığı ve tarafgirliği değil hakkaniyeti, kavga ve savaşı değil sulh ve selameti, isyanı değil itaati, şerri değil hayrı ve ihsanı, karanlığı değil aydınlığı, öl(dür)meyi değil yaşa(t)mayı, şeytanî olanı değil rahmânî olanı, günahkarlığı değil takvayı, öfkeyi değil bağışlamayı, cimriliği değil cömertliği, aç gözlülüğü değil gönül zenginliğini, bencilliği değil diğergamlığı, nefreti değil sevmeyi, gazabı/öfkeyi değil merhameti ve şefkati, öç almayı değil affetmeyi, kaba sabalığı değil nezaketi, katı kalpliliği değil yumuşak tutumu, kirlilik ve pisliği değil temizliği, hayâsızlığı değil utanmayı, fuhşu değil iffeti, gururu/kibri değil tevâzuyu, yalancılığı değil doğru sözlülüğü, aceleciliği değil sabrı, karamsarlığı değil ümitvarlığı, tereddüt ve şaşkınlığı değil kararlılığı, yılgınlığı değil azim, sebat ve gayreti, hor ve hakir görmeyi değil hürmeti ve yüceltmeyi, bedduayı/laneti değil duayı, eğriliği değil doğruluğu, yalnızlığı değil beraber ve hep olmayı, ayrılmayı değil birlik olmayı, ırkçılığı değil insan değerini, husumeti değil dostluğu, haddi aşmayı değil haddini/kendini bilmeyi, bozgunculuğu değil yapıcılığı, …
Hasılı insana yakışanı al, onur kırıcıdan uzak dur.
Müslümanlık zaten başka nedir ki!
***
Sevgili okuyucu!
Bir ramazan boyu seher vaktinde huzurunuza gelen yazılar zincirinin son halkasına geldik.
Her gün bir peygamberden hayatımıza yansıyacak çiğ damlaları akıl ve gönül yapraklarınıza düştü
Eriştik bayrama,
Kutlu olsun bayram!
Mümin olmanın sevincidir bayram.
Sıkıntı, zorluk, darlık, bela, musibet insanlar içindir, ama mümin olanlar başarıyla çıkabildiği oranda bayrama erişmiştir.
Beklemek zordur, kavuşmak huzurdur.
Huzurlu bir bayram temennisi hakkımızdır; öte dünyadaki saadete, gerçek bayrama gelince, elbette...
Din bu dünyadadır, bu dünya içindir, burada gerçekleşmelidir.
O halde ahireti beklemeden Allah’ı, insanı, hayvanı ve doğayı razı edecek bir din yaşamayı öncelemeli insan. Ahireti sahibine bırakmalı, orada ne olacaksa buradan göndermeli…
Böyledir din...
Din budur işte...
(İlgili ayetler: (bazıları alınmadı) Enâm 6/83-90, 164; Arâf 7/32-33, 56, 101-102; Âl-i İmrân 3/84-85, 144; Enbiyâ 21/85, 92; Zümer 39/65-66; Nahl 16/36; Mümin 78; Sâd 38/48; Kehf 56; Sâffât 37/123, 130; Yâsîn 36/13-29; Zuhruf 43/6-7, 45; Şûrâ 42/1-17; Bakara 2/136, 285; Nisâ 4/163-165; …)
Yeni yorum ekle