Daha önce yayınlanan bir yazımda; 18-35 yaş arası seçmenleri kastederek, “… günün icaplarına göre farklı biçimler almakta, her an kılık ve kimlik değiştirmektedir. Amorf bir kitle gibi kaygan ve oynak hale gelmişlerdir. İçine girdikleri veya etrafına sarıldıkları şey her neyse, onun şekline bürünüveren, muhtevasına intisap edip tabi oluveren, bu teslimiyete uygun siyasal temayüller ortaya koyan seçmenler haline gelmişlerdir.” demiştim.
Eğer bu “doğruysa” demiştik; yani yönetsel mekanizmaların biricik meşruiyet kaynağı seçmen, akıl sır ermez boyutlarda maharet kazanmış algı organizasyonlarının etkisiyle, neyi seçtiği bilincinden tümüyle yoksunlaşmış ise, “günümüzün yönetim mekanizmalarının meşruiyetinden artık söz edilemez”.
Özelde seçmen ve genelde 18-35 yaş arası kitlelerin halet-i ruhiyesini anlayabilmek, açıklayabilmek için Lacan’ın “Özne Yarılması” kavramından medet umuyorum ve çeşitli platformlarda bir süredir dillendiriyorum. Siyasal alanda tasavvur edildiğinde, “Özne Yarılması” tasvirinin, “Bilinç Kırılması” lafzı ile ifade edilebileceğini düşünüyorum ve bu yazımda bu kavrama açıklık kazandırmaya çalışacağım.
Kolay okunmasını temin etmek amacıyla makaleyi iki parça halinde yayınlamayı uygun bulduk. Makalenin devamını ise akabinde Siyasal Tercih ve Bilinç Kırılması adı ile okurlarımızın tensiplerine sunacağız.
Özne Yarılması
Lacan ve Lacan üzerine çalışan takipçileri, “memeden ayırma” metaforunu (bir şeyi daha kolay ve basit anlatmak için kullanılan alegori tabiri daha uygun olmakla birlikte) kullanırlar. Memeden ayırma metaforu; arzu nesne (object of desire)’sinden mahrum (lack) kalan; daha doğrusu herhangi bir engellemeye (frustration) maruz bırakılan ya da belirli türden bir ihtirastan, hazdan uzaklaştırılan (alienation) veya kopartılan (separation) modern bireyin içine düştüğü yoksunlaşmayı (deprivation) betimlemek için kullanılıyor.
“Meme” metaforu; bebek tarafından anne olarak simgelenen büyük ötekinin hem besleyen hem oyalayan, oynaştıran arzu nesnesi haline getirilmiş bebeğin küçük öteki imgesini anlatan bir alegoridir. Buna göre, memeden ayrılan bebeğin, bu eksiklik, yokluk, kaybetme hissiyatını ya obsesif ya da histeria duyguları, arzuları, fantezileri açıklığa kavuşturmaktadır.
Obsesif* birey “öteki”ni, imgesel düzeyde etkisizleştirerek kendisini özne olarak yeniden kurmaya çalışmaktadır. Öteki, tehdit olarak algılandığında, kişide onunla baş edilemeyeceği (submission) zannı baskın hale gelmekte ve bu durumlarda kişiler kendilerini yok saymakta (rennunciation) veya “ölü rolü”ne bürünmektedir. Bu demektir ki kişi, kendi bütünlüğünü tesis edemediği durumlarda; anne, daha doğrusu hakimiyetine kayıtsız şartsız rıza gösterdiği efendisinin nesnesi olarak kendisini kurmakta ve gerçek anlamda özne olmayı başaramamış olmasına rağmen, sığındığı çatının öznesiymiş gibi özne kimliğini benimsemektedir. Bazı durumlarda da obsesif birey, efendisini yok edeceği hissini, fantezilerinde hazzederek tatmin elde etmekte, gerçek yaşamındaki teslimiyetin neden olduğu yoksunluktan kendisini arındırmayı bu yolla deneyimlemektedir.
Memeden ayrılan bireyin yönelimlerini (oriented) etkileyen ikinci ruh halini histeria** duyguları belli etmektedir. Histeria arzularına kapılan kişiler, ötekinin her şeyinin kendisine ait olduğunu zannetmektedir. Histerik kişiler, “öteki”ne ait olan her şeye sahiplenme tutkusuyla hareket etmekte ve bu uğurda sadistçe davranışlar ortaya koymaktan çekinmemektedir. Histeria, öfke ve hınç duygularını ziyadesiyle beslemekte ve yıkıcı kişilik yapılarına kaynaklık etmektedir.
Modern bireyin patolojik boyutlarda saplandığı (obsesif ve histerik) bu yoksunlaşmaya özne yarılması denilmektedir. Modern birey “büyük öteki”yle bütünleşemediği veya “büyük öteki”ne karşı kendisini özne olarak yeniden kuramadığı durumlarda, “küçük öteki” olarak tükettiği arzu nesnelerine newrotik (içsel çelişkileri ile baş edememesinden kaynaklanan toplumsal uyum sorunlarının neden olduğu davranış bozuklukları) bir biçimde bağlanmaktadır. Büyük öteki ile bütünleşemeyen veya ona karşı kendisini özne olarak kuramayan ve özne yarılmasına maruz kalan birey, pek çok semptomik (hastalık emaresi, patolojik belirti) davranış ortaya koymaktadır ki, günümüzde, dijital medyaya travmatik (içten kaynaklanan veya dış bir etken tarafından tetiklenen kaygı ile ruhsal ve fiziksel tehdit algısı) bağımlılık, bu davranış bozukluğunun en bariz örneğidir. Bu saplantı yüzünden modern birey; kendisine ideal belirleyememekte, amaç - araç ilişkisini düzenlemekte acz göstermekte, güçlüklere ve engellere direncini kaybetmektedir. Var olan dünyanın gerçeklerinden uzaklaştığı, koptuğu için, oyalandığı ve oylandığı bir sanal alemde her türlü mücbir telkin ve manipülasyonlara karşı savunmasız hale gelmekte, adeta rüzgara kapılmış kuru bir yaprak gibi savrulmaktadır.
Pek çok olumsuzluklara neden olmakla birlikte, bu savrulmanın en olumsuz sonuçları siyasal alana dairdir ve seçmenin bilinç kırılmasına maruz kalması ile ilgilidir. Seçmen neden oy kullanır, daha doğrusu, siyasal katılım davranışı nasıl ortaya çıkar sorusunun? Bilinç Kırılması’nın açıklığa kavuşturulmasına vesile olacağını umut ediyoruz.
Özne Yarılmasının Seçmendeki Tezahürü: Bilinç Kırılması
Siyasal katılım konusu, hemen her sosyal bilimcinin şu veya bu düzeyde ilgilendiği bir alandır. Siyasal katılım seçim sürecinde oy kullanmaktan ibaret değildir. Seçim dışı zamanlarda da popüler baskı uygulanmasının, denge ve denetim işlevi icra edilmesinin yurttaşlık görevi olduğu, siyasal katılım konusunu işleyen bilim insanlarının ortak görüşüdür.
Siyasal davranış konusunda da yüzlerce eser üretilmiştir. Seçmenin partisine, adaya-lidere, siyasal eğilimleri ile ideolojik kimliğine göre oy kullandığına yönelik genel bir mutabakat söz konusudur. Seçmenlerin siyasal davranışlarını en fazla, konjonktürel faktörlerin yönlendirdiğine dair de genel bir uzlaşma bulunmaktadır.
Lakin, siyasal davranışların kitaplarda yazıldığı gibi olmadığı, teorilerdeki öngörülerle ilgisinin bulunmadığı, bilhassa son çeyrek asırdır yüksek sesle itiraf edilmektedir. Makul ve mantıklı bir açıklama, ikna edici bir argüman bulunmamakla birlikte, Türkiye’de ve dünyada kahir ekseriyetin siyasal konulara ilgisi azalmıştır. Sokaktaki 10 kişiye sorsanız size, üç bakanın ismini arka arkaya sıralayamaz. Aynı 10 kişiye birkaç gün önce adı skandala karışan oyuncuyu veya rakip kalenin filelerini havalandıran futbolcunun adını sorun, aradığınız cevabı çoğunda bulursunuz. Yani “seçmen neden oy verir” değil, biz, “seçmenin siyasete ilgisi neden tükendi” sorusuna cevap arıyoruz. Bu da, her bir kişinin belirli bir davranış ortaya koyma sürecini anlamaya bizi mecbur bırakmaktadır.
Pazar alışverişine çıktığınızı varsayın. Güvendiğiniz, alışkanlık haline getirdiğiniz için ya belirli satıcıların kapılarını çalarsınız ya da her bir satıcının tezgahındaki ürünler ile fiyatları karşılaştırarak satın alma kararı verirsiniz. Her iki halde de zihinsel bir işlem süreci söz konusudur. İlkinde, sosyal şablonlar ile tutumlara sahip olduğunuz için, nasıl davranacağınıza çabuk karar verirsiniz ve bocalamazsınız. Siyasal alanda buna duygusal tercih diyoruz. Siyasal parti sadakatine, adaya veya lidere bağlılığa, ideolojik kimlik ya da siyasal alışkanlıklarına göre oy veren seçmenlerin ve siyasal katılım gösteren yurttaşların bu tarz siyasal davranışlarına duygusal davranış diyoruz. İkinci türden tüketici davranışının siyasetteki karşılığı araçsal tercihtir. Bu tür seçmen, ince eleyip sık dokuyarak oy kullanır veya siyasal katılım davranışı sergiler.
Şimdi şöyle bir noktaya geldik.
Alışverişe zorla gönderilmiş bir kişi düşünün ve bu kişi pazar alışverişinden nefret ediyor olsun. Bu kişi ne ürünün kalitesi ne de fiyat karşılaştırması için ihtimam gösterecektir. Sesi en yüksek çıkan satıcıya gidecektir. Sipariş listesini gözden geçirme zahmetine katlanmayacak ve eline ne gelirse sepete koyacaktır. Hatta, belki de kasıtlı olarak, çöpe atılacak kadar kötü meyve ve sebze satın alarak, kendisini gönülsüz göreve zorlayanları cezalandıracaktır; tıpkı, gönül verdiği siyasi partiyi cezalandırmak için, kasten, bazı seçmen kitlelerinin nefret edilen siyasi partilere oy vermesinde gözlemlenebileceği gibi.
Gerçekten de ne oldu da seçmen, ekmek alırken gösterdiği titizliği, özeni, ihtimamı bile, oy kullanırken göstermez hale geldi?
Seçmenin bu halet-i ruhiyesini; yani obsesif veya histerik hale gelmesini, Siyasal Tercih ve Bilinç Kırılması başlıklı müteakip yazımızda maddeler halinde sıralayacağız. Bu açıklamalar, Bilinç Kırılmasına seçmenin nasıl sürüklendiğini gösteren emareleri ortaya koyacaktır. Aynı zamanda da bu emareler, araştırmacılar açısından birer parametre niteliği arz edecektir ve seçim araştırmaları yapanlar, bu parametrelere ilişkin veriler derleyip, değişkenler arası ilişkileri analiz ederek, özellikle siyasal tercihte bulunma hevesini kaybetmiş seçmenin içinde bulunduğu ruh halini, isabetli bir biçimde anlama imkanı elde edecektir.
NOTLAR
*Obsesif: Takıntı, saplantı, tutku gibi bir anlamı var ama tedavi gerektirecek düzeyde kompulsif rahatsızlığa varan psikolojik hastalık derecesindeki patolojik ruh halleri için kullanılmaz. Gündelik hayatımızda her vakit, her birimizin yaşaması muhtemel olan bir ruh halidir. Kişinin belirli bir somut simgeyi (özne, nesne, kavram v.b) olduğundan farklı bir biçimde hayal etmesi ve somut simge ile soyut imgeyi bir araya getirememesi, bütünleştirememesi, buluşturamamasından kaynaklanan bocalama hallerine obsesif ruh hali (obsession) denir. Çok basit; her anne - babanın çocuklarıyla ilgili bir hayali vardır. Hayal ettiği “evlad” tahayyülünden uzaklaşan çocuklarını gördükçe, ebeveynlerin yaşadıkları üzüntü, tipik bir obsesif ruh halidir. Çok büyük bir şevkle oy verdiğiniz siyasal parti, sizin hayal ettiklerinizin, beklediklerinizin, umut ettiklerinizin tam tersi icraatlar ortaya koydukça yaşadığınız hayal kırıklıkları, üzüntüler de sizin obsesif ruh halinizin işaretidir.
**Histeria kavramının gündelik hayattaki karşılığını psişik patoloji olarak düşünmeyelim. Histeria; ebeveynlerin çocuklarına karşı sürekli eleştirel veya hoşgörüsüz davranmaları, çocukların da ebeveynlerine karşı öfke ve hınçla mukabelede bulunmaları durumlarındaki ruh hallerini anlatmaktadır. Siyasal alanda ise; siyasi partisinin hayal ettiğinden farklı söylemler dillendirmesi, icraatlara yönelmesi durumlarında, sempatizan hatta militan seçmenin yaşadığı hayal kırıklıklarını, partisinin “ihaneti” olarak yaftalayıp, siyasal partisine kızgınlığını hınç ve öfke davranışları halinde ortaya koymasına histeria denilmektedir.
Yeni yorum ekle