GİRİŞ
Geçtiğimiz günlerde, 18 Maddelik Anayasa değişikliğinin parlamento evresini geçtik. Referandum evresindeyiz. Bu evre ilkinden daha önemli. Önemli çünkü, bu evrede EVET’çiler ile HAYIR’cı cephelerden hangisi; daha sahici, ikna edici, rasyonel ve etkili argümanlarla kamuoyu karşısına çıkarsa, sonuç onun lehine çıkacaktır. Çünkü, belli ki kanaatler ortada. Belli bir safta yoğunlaşma yok. O halde, safların niceliğini belirleyecek olan yegane faktör argümanlar olacaktır. Ben bu yazımda kendi argümanlarımı sunmak istiyorum.
Referandum sonucunda anayasa değişikliği evet oylarıyla kabul edilirse, yürütme mekanizması çok önemli ve son derece stratejik bir değişiklik geçirecek. Cumhuriyet tarihinde ilk defa, yasama ile yürütme erkleri arasındaki marazi sonuçlar yaratan göbek bağı kopacak. Aslında, değişikliklerdeki en önemli yenilik bundan ibaret.
Rejim değişmiyor. Devlet, dün olduğundan daha fazla bugün de; demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir. Kimse, ne efsanelere kendini kaptırsın ne de yersiz kaygılar, paranoyalar üretsin. Yaşadığımız çağda, hiç kimseyi, bugün sahip olduğundan daha azına, yarın razı etmek mümkün değildir. Bugün olduğu gibi, yarın da; kimse kimseyi, istemediği bir şeye razı edemez. Bugünkü genç kuşaklar, dünkülerden ve hatta bizim gibilerden daha bilinçli ve bizden çok daha fazla inisiyatif ortaya koymaya hazırlıklı. O yüzden içimiz rahat, yüreğimiz ferah olsun ki, içgüdülerimiz ve duygularımızdaki kotlamalara göre değil, aklımızla muhakeme ve muhasebe ederek karar verelim. Bu yazımı da böyle bir huzur-u kalb ile okuyup değerlendirin:
1. Yönetimler Mekanizmadır: Arıza Yapar ve Marazi Parça veya Kısım Sökülüp Atılabilir.
Neden evet dediğimi ve neden gönül rahatlığı içinde olmamız gerektiğini gerekçelendiren ilk argümanım; yönetimlerin bir mekanizma olduğu tespitidir.
Yönetimler tornavida, pense gibi veya akıllı telefonlarımız gibi mekanik birer düzenek (apparatus)’tir. Şu anda bizim bildiğimiz her şey ya taş gibi, toprak gibi dış dünya gerçekliğidir ya da bir binanın inşaat planı, kağıttaki resmi gibi zihinsel bir tasavvurdur. Taşı, toprağı işler, biçimlendirir hatta çimento, tuğla, parke haline getirir ve kafamızdaki tasarıma göre onları bütünleştirir, birbirine eklemler binalar ve hatta plazalar yaparız. Taşı toprağı hazır buluruz. Binalar ise bizim yarattığımız gerçekliklerdir ki, yönetim mekanizmaları da tümüyle bizim tarafımızdan yaratılan gerçekliklerdir.
Bu tespiti, herhangi bir yönetim sistemini diğerine göre kutsamayalım diye yaptım. Kıl çadırda da konaklayabiliriz muhteşem plazalarda da. Her ikisinin de diğerine göre zaman, mekan ve konjonktüre göre avantajları da vardır, dezavantajları da; tıpkı yönetim mekanizmaları gibi. Öncelikle bunu kabul etmemiz lazım. Aksi takdirde izleyen satırlarda yazdıklarım sizi sarmaz.
Yasama, yürütme, yargı ayrılığı veya parlamenter temsili demokrasilerdeki denge ve denetim sistemi argümanları tümüyle tasarıdan ibarettir. Hiçbir zaman da gerçeklik haline gelmemiştir. Bunları televizyon kanallarında kutsuyor olmamızın nedeni, kafa karışıklığı yaratmaktan ibarettir.
Gerçek şudur: Belirli bir siyasal organizasyon halktan destek ister. Hangisi daha fazla isteğini oya tahvil ederse, o düzeyde teveccüh görür ve iktidara gelir. Genellikle parlamentoda çoğunluğa sahip olur ve her istediği yasayı çıkarır. Parlamenter çoğunluğu sayesinde yürütme erkini bizzat teşekkül ettirir. Yasama ve yürütme erkini tasallutu altında bulundurma sayesinde yargı erkini tüm kademeleriyle oluşturur ve iktidarını tesis eder. Artık devlet dediğimiz dev organizasyon, belirli bir siyasal topluluğun uhdesindedir ama siyasal iktidarı, belirli bir cemaate değil, cemiyete yöneliktir. Devletin ayrıcalıkları ve fiili şiddet aygıtlarını kullanarak iktidarını kendi amaçları doğrultusunda tesis etmeye çalışır. Bu yüzden, parlamenter demokratik yönetim mekanizmalarına “seçilmiş krallık”lar ve hatta “plutodemokrasi” deriz.
Tek parti iktidarının tezahür etmediği ve koalisyonların teşekkül ettiği durumlar daha da kötüdür. Böyle durumlarda devlet içindeki ahenk ve harmoni kaybolur, fonksiyonel yapı bozulur ve çok derin bir otorite boşluğu oluşur. Devlet içindeki resmi ve bilhassa gayri resmi güçler, topluma hizmet için yarışmaktan ziyade, birbirleriyle rekabete teksif olurlar. Her güç bir diğerini bertaraf etmek için cepheleştiğinden ve hatta çeteleştiğinden, devlet sistemi bir anda mefluç hale gelir. Bunun bariz örneklerini Türkiye defalarca yaşadı. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasını düşünün. D-Anasol ve önceki koalisyon dönemlerini hatırlayın. Türkiye’nin, 1980 öncesinde; iktidarsız, iradesiz ve hükümetsiz kaldığı zamanları zihninizde canlandırın. Kaosun ve kabusların neden olduğu zafiyet, o yıllarda, Türkiye’yi, bölgenin en kolay avı haline getirmişti.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bahçeli’yi çok iyi anlayabilmeniz için bir de şöyle düşünün: 7 Haziran sonrasında, tasarlandığı gibi; CHP, MHP ve HDP koalisyonu oluşsaydı ve sözgelimi; İç işleri ile Adalet Bakanlıkları koalisyon ortaklarında birisine, dış İşleri ve Savunma Bakanlıkları bir diğerinde olsaydı ne olurdu? Devletin her tarafını ahtapot gibi sarmış FETÖ ve PKK operasyonu yapılabilir miydi? Ülkeyi tümüyle teslim almaya kalkıştıklarında, millet olarak direnmeye çalışsaydık, devleti buna yönelik olarak işletebilir miydik? İçişleri Bakanlığın marifetiyle ele geçirilen ve Adalet Bakanlığınca yargılanan teröristlerle ilgili, diğer koalisyon ortakları ne yapardı. Daha vahimini söyleyelim: Güneydoğu’daki pek çok il ve ilçe teslim alınmış durumdaydı. Devlet operasyon yapmaya çalışırken, malum ülkenin desteği ile PYD-YPG ülkemizi işgale Hatay’dan başlasaydı; sırtını dayadığını açıkça ilan eden ve varsayın ki koalisyonun Savunma Bakanlığını yürüten terör yanlısı koalisyon ortağı bir bartinin Savunma Bakanı, acaba bu işgali birleşmiş milletler nezdinde nasıl ifade ederdi? Varsayın ki ülkenin Dış İşleri Bakanı terör yanlısı koalisyon ortağı partinin mensubu , acaba, işgale uğramış Türkiye’yi yurt dışında nasıl temsil ederdi? Bunlara benzer kabus senaryolarını hayal edin ve tasarlanıp, planlanıp, devreye sokulmuş olduğu halde, maruz kalmamış olmamızı ilahi bir lütuf kabul edin.
Parlamenter temsili demokratik sistemlerin bu risklerini önlemek için yönetim mekanizmaları teknokratik ve bürokratik kadrolarla teçhiz edilir ama böyle durumlarda da çoğu zaman devlet, oligarşik bir yapıya dönüşür. Sistem kendi kendini tüketmeye ve öğütmeye başlar. Bu nedenledir ki, parlamenter temsili demokratik sistemle yönetilen ülke sayısı bugün yok denecek sayıdadır. En çok verilen örnek Avrupa’daki bazı ülkelerdir. Ekonomik işbirliği adı altında başlatılan girişimler sonucunda Avrupa, dünyanın en etkili ve en güçlü imparatorluğu haline gelmiştir ve Avrupa Parlamentosu, bağlayıcı yasal işlevleri ile birer derebeylik gibi çalışan yerel parlamentolar üzerinde amir bir güçtür. Avrupa parlamentosu aynı zamanda, dünyanın en bariz halksız iktidarıdır. İnsanlık tarihinin en muhteşem imparatorluğu olan Roma imparatorluğundan aldığı ilhamla, Avrupa, bugün, ekonomik, sosyo kültürel, siyasal bir güç haline bu sayede gelmiştir ve parlak cazibe merkezi olmasını imparatorluk yönetim mekanizmasına borçludur. Hanedanlık şu anda Almanya’da gibi görünmektedir ama Avrupa Birliği, hanedanlığın el değiştirmesini temin etmeyi, sarsıntısız bir biçimde sağlayabilmektedir. O kadar ki, güvenlik söz konusu olduğunda, nimetlerinden mahrum bırakmasına rağmen, külfeti, Türkiye gibi ülkelere kolaylıkla ihale edebilmektedir.
Anayasa Değişikliği ile Tesis Edilen Çözüm:
Öncelikle kavramları doğru anlamamız lazım: Fransızca’da parler de qn de qch bir şeyden söz etmek, parler a qn de qch birisine bir şeyden söz etmek anlamına gelir. Parlementer avec birisiyle konuşmak, parlement konuşulan mekan demektir. Arapça kökenli meclis ise oturulacak yer demektir. Gemi dümeni ya da dümencisi veya pilot anlamına gelen latince gubernet –ki Ruslar bugün bile valilerine gubernator der- kökünden türetilen ve yürütme diye bildiğimiz, sözcük anlamıyla gemiyi-uçağı yürütme demek olan government; devletin işlerini en iyi biçimde sevk ve idare etmek anlamına gelmektedir. Gerçekten de geminin dümeni iyi idare edilmediği takdirde, gemi durgun denizde bile batabilir. İyi bir dümenci, fırtınada bile gemiyi yüzdürebilir. Government kavramı da tam bu anlamıyla yönetim performansına vurgu yapmaktadır.
Bu kavramsal netliğin bizi ulaştırdığı sonuç şudur: Güçler ayrılığı veya denge denetim sistemi kurulması değil, gerçekleştirilmesi gereken, işlevlerin ayrıştırılmasıdır. Parlamento ve elbette ki milletvekilleri, kürsü dokunulmazlığının verdiği güvence ile, ülkelerine ilişkin her türlü görüşü dile getirebileceklerdir. Parlamento müzakere ederek ve gerekçelerini açık seçik tartışarak yasama işlevlerini ifa edecektir. Yürütme ise yasamanın vaaz ettiği yasalara uygun olarak devlet organizasyonunu sevk ve idare edecektir. Yasama işlevi ile yükümlü olanlar yürütme; yürütme işlevi ile yükümle olanlar da yasama işlevi ile yükümlü olanlara hiçbir biçimde herhangi bir telkinde bulunamayacaktır. Zira buna tevessül edilmesini mümkün kılan tüm aygıtlar ortadan kaldırılmış ve yollar kapatılmıştır. Sistem bu şekilde işletildiği düzeyde, işlevsel ayrışma tesis edilebilecek ve güçler kendilerinden beklenen yükümlülükleri yerine getirmiş olacaklardır. Cumhurbaşkanlığı makamı ise, bu iki işlev alanı arasındaki ahengi ve harmoniyi temin edecek, yasama ve yürütme işlevlerinin birbirleri açısından marazi bir işleve (dysfonction) sürüklenmelerini önleyecek ve hatta güvenceleyecektir.
Çok basit; bu sistem işletilebildiği düzeyde; herhangi bir milletvekili, bugünkü sistemde rahatlıkla yapılabildiği gibi, bakanlık, müsteşarlık, genel müdürlük nezdinde iş takipçiliğine asla tevessül edemeyecektir. Ya da FETÖ, KCK, PKK gibi terör örgütlerine yönelik operasyonlarda “istifa eder, hükümeti yıkar ve devleti hükümetsiz bırakıp, ülkeyi kaos ve kargaşaya sürükleriz” gibi yürütmeye yönelik şirret tehditlerde bulunamayacaklardır. Yürütme erki de, herhangi bir unsuru tarafından, parti mensubiyetini istismar ederek, parlamento nezdinde kendini aklama cihetine gidemeyecektir.
SONUÇ OLARAK:
Anayasa değişikliği ile yürütme işlevleri ile yasama işlevleri tümüyle ayrıştırıldığı, iki gücün birbirine marazi biçimde musallat olması önlendiği ve Cumhurbaşkanlığı makamının maraziliği önlemenin güvencesi olarak sisteme konuşlandırıldığı için ben referandumda gönül rahatlığı ile EVET oyu kullanacağım
EVET oyu kullanmamın biricik gerekçesi bu argümandan ibaret değildir. Bu makalenin ikinci bölümünde, EVET oyumu gerekçelendirdiğim; 2. Meşruiyet ve 3. Etkin Yönetim argümanlarımı sunacağım.