Yeniden ve Yeni Demokrasi Tapınaklarına İhtiyaç Var

23 Nisan 2020

 

 

Bu yazıyı birkaç yıl önce yayınlamışız. O vakitler, gündemde olan konu ve olaylar yazının içeriğini güncel kılmıştı. Bugünkü gündem ve olaylar, bu yazının içeriğini yeniden güncelledi.

Yönetim mekanizmalarının resmi bayramları genellikle, iktidarı yeniden üretmek ve kitlelere resmi ideolojiyi benimsetmek ve hatta onları sindirmek için düzenlenir. Pek çoğu, demokratik kabul edilmeyen siyasal rejimlerin güç gösterileri ve vatandaşa gözdağı verme operasyonlarının bir türevidir. Bu yüzden, siyasal propaganda amaçlı törenler, “aba altında”ki “sopa”larla, yani üniforma ve silah gösterileriyle icra edilir. 23 Nisan’da da muhtemelen, futbol sahasında toplanmış olsaydık, görüntü pek değişmeyecekti ama şu an “virüs” bu imkanı ortadan kaldırdı ve bizim de bu yazımızı güncelledi.    

Demokrasi Dedikleri Bir Tuhaf Otomobil

Önce DEMOKRASİ dediğimiz şu büyülü kavramdan başlayalım: Demokrasiye halk yönetimi adını vermiş olmamız tümüyle efsane. Demokrasi, sadece yönetsel bir mekanizmadır. Elimizdeki herhangi bir aygıt gibi, cihaz gibi bir şey, bir nesnedir demokrasi. Onun mekanik bir sistem olduğuna inanmak istemediğimiz için; onu yüceltip, bizim inisiyatifimiz dışında bir yere konumlandırıp, onu orada efsunlayıp, tütsülüyoruz. Ama ne yazık ki, demokrasi, tornavidadan daha fazla bir aygıt değil. O kadar. Önce bunu kabullenelim.

Demokrasinin çok işe yarıyor gibi görünmesi bizim yanılgımızdan ibarettir. Demokrasi, tıpkı, otomobilimizin direksiyon simidi, firen ve gaz pedalı gibi, en fazla kullandığımız bir aygıt. Nasıl ki otomobilin bujisi, karbüratörü, aküsü, marş motoru, şarj dinamosu, kampanası, fren balatası veya otomobilimizi oluşturan herhangi bir parça çalışmadığında, direksiyon, fren ve gaz pedalı hiçbir işe yaramıyorsa veya bijonlar yerinden çıktığında otomobili hiçbir şey zapt edemiyorsa, onun göze batmayan asli unsurlarından birisi doğru dürüst işlemediği zaman, demokrasi da hiçbir işe yaramaz. Nitekim tam da bu nedenden dolayıdır ki, onun adı demos – kratos’tur.

Zeus’un; Güçlü, Kuvvetli ama “Eblek” Fedaisi Kratos

Hikaye o ki, bilgi ateşini Olimpos Dağı’ndan çalıp insan oğluna veren Prometheus’u yakalasın diye, Zeus, fedaisi Kratos’a emir verir. Babayiğit Kratos, Prometheus’u yakalar, zincirlere bağlar ve Zeus’un ayaklarının altına atar.

Yani kratos; yönetim (government) veya egemenlik - hakimiyet (domination) demek değildir. Hatta iktidar (power), kudret (puissance) anlamlarına bile gelmez. Antik Yunan’da kratos; bilinçsiz, denetimsiz ve kimi zaman da tetikçilik-fedailik amaçlarıyla kullanılan kaba kuvvet anlamında kullanılmıştır.

Demos’un hikayesi daha trajik. Antik Yunan kentlerinde, biliyorsunuz, Akropoller var. Bizim Behramkale’deki Athena Tapınağı’nın bulunduğu yer gibi, akropol, kutsal ateşin yandığına inanılan bir tepe. Kentin asilleri, kutsal kişileri ve yöneticileri bu tepede ve tepenin etrafında ikamet ediyor. Bugünkü büyük kentlerdeki, daha yüksek tepelere inşa edilmiş, nezih semtler ve gökleri delen lüks plazalar işte bu akropollerden mülhem. Oralarda yaşayan insanlara Grekler (Helen biraz daha farklı) aristos demiş. Bunlar tanrının makbul ve mahsus kulları. Grek tanrılarının ciddiye pek almadığı insanlara o devirlerde demos demişler. Onlar günlerini genellikle agora denilen bir mekanda geçiriyorlar ve onun civarında yaşayıp, ikamet ediyorlar. Kuşkusuz ki agora öncelikle pazar yeri olarak kullanılıyor. Demos da işte, bu pazar yerindeki pazarcılar ve satıcılar ile, pazardan alışveriş yapan sıradan vatandaşlar. Vatandaş çünkü, bugünkü laik kavramına esin teşkil eden laikos kavramı, o dönemde, vatandaş sayılmayan köleler, kadınlar ve taşralılar için kullanılıyor. Agora sadece pazar yeri değil hiç kuşkusuz. Agora; toplanma yeri, insanların buluştukları, konuştukları, kaynaştıkları yerler. Aynı zamanda agora eğlence alanı. Kısacası agora, lümpen insanların yaşadığı; estetik, artistik ve edebi hiçbir değer taşımayan popüler kültürün üretildiği ve paylaşıldığı; niteliksiz ve saygın olmayan ilişkilerin yürütüldüğü bir mekanı anlatıyor ve bu mekanın mukim ve müdavimlerine de Grek’ler, demos demiş.

Orijinal sözcük anlamına bakıldığında demos-kratos, yani demokrasinin şöyle bir anlamı ortaya çıkıyor: Niteliksiz, kültürsüz, bilgisiz ve bilinçsiz insan yığınlarının gücü. Yani kellelerin kaba kuvveti. Nitekim ticari burjuvazi ile birlikte şekillenen ve onun tarafından dayatılan siyasal-yönetsel sistemin adına, bugün, parlamenter temsili demokrasi denmesinin, bu bağlam itibariyle bir mantığı var.

Su Akar Yolunu Bulur

Burjuva yönetim sistemi olan ve hatta Duverger’in plotodemokrasi adını taktiği bu siyasal-yönetsel sistemin altından çok sular aktı. Ulus devletlerin yönetim mekanizması olmakla birlikte, Birleşik Devletlerdeki gibi, modern imparatorluklarda da bazı örneklerini gördük. Birleşik krallıkta olduğu gibi, modern ile geleneksel sistemi uzlaştıran tarzlarına da tanıklık ettik. Birinci kuşak insan haklarıyla başlangıçta teçhiz edilen bu sistem, ikinci ve üçüncü kuşak insan haklarıyla tahkim edildi. Modernitenin var ettiği bugünkü siyasal sistem pek çok talihsiz deneyimler de atlattı. Sözgelimi, nasyonal ya da enternasyonal totalitarizm gibi türevlerinin yol açtığı kitlesel yıkımları yaşadık. Ama şu an için, bu yönetsel sistemin daha evla bir alternatifini bulamadık.

Sonuç itibariyle bu yönetsel sistem üç önemli kriter içermektedir. Şekli şemali ne olursa olsun, her tür demokratik yönetim sistemi, bu üç kriterle ölçümlenebilecek bir yönetim- yönetilen ilişki ağına işlerlik kazandırmaya mecburdur: Bu kriterler: (1) Popüler baskı dediğimiz, yönetsel mekanizmanın nüfuz ve iktidar alanının dışında özel bir alanın var olması. (2) Denge ve denetim sistemi dediğimiz, belirli bir güç merkezinin tahakkümünü frenleyecek ve sınırlandıracak nitelikte sistemin güçler ayrılığı ile donatılması. (3) Katılım dediğimiz, bireylerin en başta rey kullanma olmak üzere; görüş, kanaat, tepki ve eylemlerini gerektiği hallerde sergileyebilme imkânına sahip olacak biçimde, “public sphere” dediğimiz alanlarda karar alma mekanizmalarına katılımlarının sağlanması.

Pratik işleyişte yönetsel mekanizma, bu kriterlere uygun olarak yöneten yönetilen ilişkilerini işletebiliyorsa ve yönetsel mekanizmaların işlemleri ile sivil alandaki eylemler arasında bir feedback çemberi oluşturulabilmişse, bu tarz yönetim sistemleri federatif, parlamenter, başkanlık veya ne ad ile anılırsa anılsın, demokratiktir. Anayasa dediğimiz toplumsal uzlaşma metni ile de sistemin bu karakterleri garanti altına alınmış olmalıdır ki, işleyişte, kim ya da hangi siyasal organizasyon tasarruf ayrıcalığına sahip olursa olsun, sistemin bu karakterini değiştirmeye muktedir olamasın.

Buradaki can alıcı moment; kamu alanı ile özel alanın, yani; kamusal iktidar ile sivil inisiyatifin siyasal devinim alan (SPHERE)’larının mümkün olduğunca netleştirilmesi sorununa ilişkindir. Kabaca, hak ve özgürlükler ile hukuki güvenlik gibi algılanmakla birlikte, kanaatimizce bu sorun; hem oldukça geniş bir kuramsal arka plana tekabül etmektedir hem de uygulamada mevcut pek çok sıkıntıyı bertaraf etmesi gereken bir pratiği bulunmaktadır.

Sonuç

Şimdi “evde kal” sloganları revaçta. Elbette haklı ve aciliyet kesp eden bir slogan. Lakin bu pek çok alışkanlıkları da pekiştirecek.

Yani şunu demek istiyorum:

İzlemek zorunda olduğu dersleri, her gün, 20’den 23’e kadar, evinde pijaması ile izleyebilir iken; birkaç ay sonra, biz öğrenciye nasıl diyeceğiz: “Avcılardan çık, üç saatlik yolu sürüne sürüne kat et. Göztepe’deki sınıfa gel ve saat 23.30’da dersten çıkıp evin gece yarısından sonra vasıl ol”.

Ben evde saçlarımı-sakalımı traş edeceğim bütün aparatları aldım. Bu işi de gayet güzel yapmayı öğrendim. Niye berberin kapısında iki saat bekleyip traş telaşı çekeyim ki?

“Aloo” sesiyle evime müsvedde kağıt bile getirtebiliyorum. Niye Kadıköy girdaplarında dolma kalemime mürekkep bulmak için iki günümü harcayayım ki ?

Buradan tuşa basıp, bin kilometre ötedeki bir salonda konferans verebiliyor isem, niye yolculuk kaygısı, zorluğu, paniği çekeyim ki ?

Virüs, anladığımız ve anlayamadığımız çok şeyi ama çok şeyi değiştiriyor.

En fazla da, modern demokratların tapınıp, ibadette asla kusur işlemeyelim diye bize vaaz ettiği “PUBLIC SPHERE” gibi kutsal tapınaklarımızı tarumar ediyor.

Bizim SOKAK, Greklerin AGORA, diyalojik demokrasi mü’minlerinin PUBLIC SPHERE dedikleri; demokrasinin en kutsal ibadethanesi tarihe karışıyor: Demokrasi, kefenine bürünerek üstelik.

Yeni ve yeniden ve yepyeni TAPINAKLARA ihtiyaç var, benden söylemesi, ister inanın, ister inanmayın. 

                

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
1 kez görüntülendi. 209 kez görüntülendi. 0 yorum yapıldı.