Babamın bir öğretmen olarak İstanbul'un köylerinde görev yaptığı altmışlı yılları hatırlıyorum da, bugüne göre ne büyük imkânsızlıklar içinde geçmiş çocukluğum. İstanbul'a bir saat mesafedeki bir "İstanbul köyü"nde elektrik yok… su, köy meydanındaki bir-iki çeşmeden temin ediliyor. İletişim imkânları son derece kısıtlı. Radyo sadece TRT radyosu ve her evde de radyo yok. Radyosu olanlar, elektrik olmadığı için pil ile çalıştırıyor ve pilden tasarruf etmek için de radyoda sadece mühim programlar dinleniyor. Akşam 19:00 haberleri, hafta içi sabahları özellikle köy kadınlarının ve genç kızların dinledikleri "Arkası Yarın" başlıklı radyo tiyatrosu… akşamları haber öncesi yayınlanan reklam kuşağı ki bu reklam kuşağının en fazla izlenen programları da, Zeki Müren'in "Sevgili şoför kardeşlerim… kulağınız bende, gözünüz yolda olsun" anonsuyla başlayan müzikli araba lastiği reklamları, Halit Kıvanç'ın sunduğu bilgi yarışması, Kenter'lerin oynadığı "Uğurlugil Ailesi", Orhan Boran'ın canlandırdığı "Orhan Boran ve Yuki" programlarıydı. Köy halkının, radyoda klasik batı müziği çalmaya başladığı zaman "kapı gıcırtısı yine başladı" diye alay ederek radyosunu kapattığını çok iyi hatırlarım. Zaten fakir köy halkı radyosunun pilini idareli kullanmak zorundaydı, batı müziği çalmaya başlayınca bunu aynı zamanda iyi bir tasarruf fırsatı bilir ve radyosunu kapatırdı. Hatta kapattıktan sonra "oh yahu, dünya varmış… ne bu böyle gıy gıy gıy" dediklerini de hiç unutmam. Kısaca, neredeyse tamamı Rumeli göçmeni olarak mübâdele döneminde bu köylere yerleştirilmiş olan köylülerin en büyük zevkiydi, klasik Türk mûsikîsi dinlemek. Alâeddin Yavaşca, Alâeddin Şensoy, Zeki Müren gibi isimler, köylünün büyük bir zevk ve dikkatle dinledikleri sanatçılar idi. Türk mûsikîsi yayınları köy halkının sadece sürekli dinlediği değil, aynı zamanda birbirine tavsiye ettiği programlardı. Evimize misafir olarak gelen annemin arkadaşlarıyla hep birlikte radyodaki sanatçıya eşlik ederek birlikte şarkı söylemeleri, birbirleri için şarkı tutmaları, küçük bir öğretmen lojmanı ve köy çevresi içinde geçen çocukluğumun unutulmaz ayrıntılarıdır. Annemin kaçırmadan dinlediği mûsikî programları sayesinde Türk mûsikîsinin o dönemdeki önemli hânendelerini tanıma ve dinleme fırsatı bulurdum. Alâeddin Yavaşca hocamızı ben o yıllarda, yani altmışlı yılların sonlarında, TRT radyosundaki icrâlarıyla tanıma fırsatı buldum, onun mükemmel icrâsı sayesinde kulağım ve kalbim mûsikîmize ısındı… Alâeddin Yavaşca ismi, benim için çocukluğumu da yanıbaşıma getiriveren bir semboldür aynı zamanda. Türk mûsikîsine olan ilgi ve kalbî sıcaklığımın en önemli şahsiyetlerinden biri hiç şüphesiz Alâeddin Yavaşca hocamızdır.
İlerleyen yıllarda, hele İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuarı'ndaki talebeliğimin başladığı günlerde Alâeddin Yavaşca hocamızı dünya gözüyle ilk gördüğüm ânı da unutamam. Bazı insanlar vardır, onlara etrafınızdaki arkadaşlarınızın, büyüklerinizin telkini ile saygı duymaya mecbur hissedersiniz kendinizi. Alâeddin Yavaşça hocamızın yanından geçerken, aslında çocukluğumdan beri tanıdığım ve benim için çok özel bir yeri olan bu müstesnâ sanatçıyı ilk gördüğümde, onun yürüyüşü, etrafa bakışı, duruşu… beni kendimi toparlamaya yetmişti. Tepeden tırnağa bir İstanbul beyefendisi ve gerçek bir sanatkârın önünde olmak bir yana, Türk mûsikîsi deyince aklınıza gelen ve sizin için de özel bir anlam taşıyan en önemli isimlerden biriyle karşılaşıyorsunuz çünkü. Sadece onun bu hâli, ciddiyeti ve görünüşü, ona saygı duymama yetti. Hiçbir yönlendirme ve hatırlatmaya gerek kalmadan… ihtiyaç da hissetmeden.
Sevgili Alâeddin Yavaşca hocamızı çocukluk yaşlarımda tanımama rağmen, ne yazık ki onun mûsikîmiz için taşıdığı anlamı çok geç idrâk edebildim. Mûsikî kültürümüzün ruhunu kaybetmeye yüz tuttuğu, sanatçı geçinenlerin sadece kendi menfaatlerini düşündüğü… daha da acısı kendisinde mûsikî kabiliyeti vehmeden herkesin ortaya atılıverdiği… böylesine muhteşem bir kültür mîrâsımızın câhil ve menfaatperest ellerde heder edildiği dönemlerde Alâeddin Yavaşça hocamızın önemi belirginleşiyor bence. Yaptığı mükemmel bestelerinden söz etmeye kalksak, onun için ayrı birkaç yazı yazmamız gerekir ama, şu bir gerçek ki, sevgili Alâeddin Yavaşça hocamız “artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok” adlı hicaz makamındaki bestesinde de ifade ettikleri gibi gittikçe sararıp solan bu bahçenin belki de son ve yegâne bülbülüdür. Gül ve bülbüllerle dolu o hasbahçenin ruhunu, sesini ve nağmelerini, zevkini, neş’esini duyurup hissettiren, yaşatmaya çalışan son bülbül…
Alâeddin Yavaşça hocamız için, 14 Kasım 2015 Cumartesi günü Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Medeniyetler İttifakı Enstitüsü ve Küçükçekmece Belediyesi ortaklaşa “Uluslararası Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca Sempozyumu” düzenlediler. Sempozyuma ilgi oldukça yüksekti ve gerçekten güzel bir organizasyon oldu, hocamız hayattayken onun adına anlamlı bir etkinlik düzenlendi. Alâeedin Yavaşca benim için, Merâgî'den, Itrî'den, III.Selim'den, Dede Efendi'nden süzülüp gelen eşsiz mûsikî kültürümüzün hayatta olan yegâne temsilcisidir. O, gelenekle bugünü birbirine bağlayan bir köprü gibidir. Birbirinden güzel eserlerini saymaya kalksam bu sayfa yetmez… bilgi ve tecrübesini konuşmak haddim değil, cehâletim buna mânîdir. Sevgili Alâeddin Yavaşca hocamız bugün dilden dile dolaşan eserleriyle, öğrencileriyle, tabibliğiyle, beyefendiliğiyle… yüksek kalitedeki bestekârlığı ve sanatkârlığı ile kendisini zaten isbat ettiği gibi, mûsikîmiz için çaba göstermeye de devam etmektedir. Şu ömrümde, zamanın en önemli bestekârını görebilmek, ona yakın olabilmek, onunla bazı projeler gerçekleştirebilmiş olmak, onunla aynı konservatuarda görev yapabilmek, onu arayıp hâl-hatır sorduğumda capcanlı sesiyle "Yalçıncığım… evlâdım" dediğini duyabilmek benim için tarifi zor bir mutluluk vesîlesidir.
Yeni yorum ekle