Leyla ŞERİF EMİN ile Köprü Dergisinin Hikayesi Üzerine Söyleşi
Leyla Şerif Emin,1981 yılında Üsküp Makedonya’da doğdu. Üsküp, Aziz Kiril ve Metodi Üniversitesi’nin Filoloji fakültesinde, Türk Dili ve Edebiyat bölümünden mezun oldu. Kalkandelen Üniversitesi Şarkiyat bölümünde yüksek lisans öğrencisi ve öğretim görevlisidir. 2002 yılında Makedonya Türk Edebiyatı nerdeyse tamamen en sessiz dönemini yaşarken 25 ocak 2002 yılından itibaren “Köprü, Kültür Sanat ve Edebiyat„ dergisini üniversite öğrencileri olarak yayınlamaya başladılar. Aynı dergide 2005 yılından beri genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır. Derginin önemi, Makedonya sınırları içinde Türkçe yayınlanan, yegane Kültür Sanat ve Edebiyat dergisi olmasıdır. Üç ayda bir çıkan dergide yazılarını ve şiirlerini yayımlamaktadır. Üç yıla yakın Makedonya devlet televizyonun, Türk redaksiyonunda Eğitim ve Gençlik programı hazırlayıp sundu. Bir yıl öğretmenlik yaptı. Üsküp Makedonya’da tamamen gençlerin kurduğu ve çalışmalarını yürüttüğü “ Köprü-Kültür Sanat ve Eğitim„ Derneği’nin kurucularından olup halen derneğin yönetim kurulu üyesidir. Dernekteki faaliyet çalışmalarının organizasyonunda yer almış ve hazırlamıştır. 2016 yılında bir şiir ve bir deneme kitabı olmak üzere iki kitabı basılacaktır. Üsküp Makedonya ve diğer Balkan ülkelerinde düzenlenen birçok Türkçe Şiir Şölenlerin organizasyonu ve tertiplenmesinde yardımcı olmuştur. Bütün bu faaliyetleri yürüten arkadaşları gibi gönüllü olarak yer almıştır. Bunun yanında başta Türkiye’de olmak üzere, Türki Cumhuriyetlerinde düzenlenen şiir buluşmalarına Makedonya’yı temsilen katılmıştır. Makedonya Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığında çalışmaktadır. Evli ve iki kızı var.
Köprü Dergisinin hikayesini anlatır mısınız?
Köprü dergisinin hikayesi denilince deneme tarzında yazdığım ve derginin ilk sayısında yer alan Köprünün Hikayesi isimli yazım aklıma geliyor. Yazdığım ilk yazılardan biri sayılır, bende yeri ayrıdır. Derginin ilk sayısının tanıtımı 25 Ocak 2002 yılında Tefeyyüz İlk Okulunun Necati Zekeriya Kütüphanesi salonunda oldu. O gün de doğum günü sayılır. Biraz daha geriye gitmek istiyorum, 2001 yılında malumunuz Makedonya bir kriz atlattı. 13 Ağustos 2001 yılında Ohri Barış Anlaşması imzalandı. Bizler Üsküp’ün Filoloji Fakültesinde daha doğrusu Türk Dili ve Edebiyat bölümünde okuyan bir gurup Türk öğrencisi olarak Mayıs ayında bir program hazırlamıştık. Şiirler, türküler, küçük skeçler ile fakültenin lobisinde velilerimizin, hocalarımızın seyirci olarak katıldığı bir proğramdı. O dönem Hayati Yavuzer hocamız okutman olarak görevliydi. Şiir nasıl okunur, yazı nasıl yazılır kompozisyon derslerinde kendisinden dersler görüyor bir yandan da pratikte bunları uyguluyorduk, derken çok iyi bir grubumuz oldu. Diğer bölümlerden Türk öğrenciler de bize katıldı. Adımız ne olsun sorusu geldi akıla. Bir grup Türk Öğrencisi dedik. Ohri barış Anlaşması imzalandığı dönemde bizler İstanbul’da Kızılay kampına katılmıştık. Birçok ülkeden öğrenciler de vardı. Sosyal faaliyetlerin yararlarını orada gördük diyebilirim. Farklı ülkelerden öğrenciler de vardı. Hocamız da birkaç günlüğüne bize katılmıştı. Orada Oktay Ahmet, Sevin Alil gibi bizim Türkoloji bölümün hocaları da bizimle beraberdi. Ben de dahil Hüsrev Emin, Kefayet Abdurrahman, Adil Aluş, Şukriye Yusuf, Adem Bayram, Aynur Recep orada bir muhabbet esnasında şöyle bir cümle kullandık: Hocam biz dergi çıkarmak istiyoruz. Hocamız ise, gülerek çocuklar bu öyle kolay bir şey değil, dergicilikte istikrar önemlidir, bu bir hevesle olacak iş değil dedi. O gün bu fikir atılmıştı. Üsküp’e döndüğümüzde ise, bunu kafaya takmış bir grup öğrenci ile hocamız karşılaştı. Hepimizin yazdığı yazıları karşılaştırdık. Nerdeyse dertlerimiz ortaktı. Köprüdür, handır, çarşıdır, mihraptır, bütün bu tarihi eserleri konu edinen yazılar vardı elimizde. 2001 yılı tehlikeli bir yıl olsa da bize yeni bir kapı açmıştı. Yahya Kemal’in şiiri Kaybolan Şehir’i özgürce okumanın keyfine varmıştık. Bizim içimizde bir ukdeydi bu şiir. Kaybolmadığını ispat etmemiz gerekiyordu sanki, öyle bir ruha bürünmüştük hepimiz. Velhasıl dergi çalışmalarına başladık, herkeste bilgisayar yok tabi. O zaman hatırlıyorum disklerin elden ele nasıl dolaştığını. Kimde bilgisayar varsa elde yazdığımız yazıları o disklere topluyordu. Okulun kantininde Üsküp’ün kafelerinde toplantılar yapıyor, elimizdeki yazıları okuyorduk. Çok eğlenceli hemde hatırladıkça ne güzel dostluklardı dediğim yıllardı onlar. Hepmiz 20 bilemedin 21 yaşlarındaydık. Konu derginin ismine geldi, herkes akşam düşünsün ertesi günü fikrini söylesin diyerek evlere dağıldık. O akşam babama danıştım, ne olabilirdi diye düşündüm düşündüm. Üsküp deyince akla Taş Köprüsü geliyor, ama o çok yerel birşey daha evrensel olması gerekti. Taşı çek dedi babam, güldük. Evet haklıydı taşı çeksen Köprü Kalıyordu. Tamam benim de önereceğim bir isim vardı, o mutlulukla ertesi günü toplandık. Beyatlı dedi bir arkadaş bende tahtaya Köprü yazdım. Hepimiz düşündük, seni beni bağlayan köprü dedik, bizi sizi bağlayan, geçmişten geleceğe kollarını açan, toplumları birbirine bağlayan bir gönül köprüsü. Hepmizin içine sindi ve o gün karar verdik dergimizin ismi “Köprü” olacaktı. Ardiyan arkadaşımızın evindeki bilgisayarda mizanpajı yapılıyor, bir yandan yazılar toplanıyor Akan Abdulla da bunun bir sitesini de yapalım fikrini atıyor. Kenarından köşesinden herkes bu dergiyi sahipleniyordu. Burada yukarda zikrettiğim isimlerin dışında Şennur Süleyman (Ohri), Ayfer Arif (Ohri), Aysel Doko (Struga) Binnaz İboşeva (Çalıklı) Şükriye Yusuf (Kalkandelen), Sevim Bahtiyareviç (Üsküp), Erman Şaban (Üsküp) Nurel Kain, Sedat Süleyman vs. gibi derginin ilk sayısına yazan arkadaşlarımın ismini de geçmek istiyorum. Tabii aramıza birçok genç katıldı. Bunun yanısıra bizim edebiyatın önde gelen isimleri de yazılarını yayınlamak üzere bize gönderdi. Kuşaklar arası köprü de olsun istedik. Bir ara Üçüncü diye bir dergi çıkmıştı, onlardan da yazılar istedik. Herkes için yeri olan bir köprü hedefimizdi. Ama ilk sayı için bir yandan maddi kaynak ta gerekiyordu. O dönem Anadolu Kalkınma Vakfı vardı Üsküp’te . Biz destek oluruz dediler bize. Ancak ilk sayımız çıktıktan sonra o dönem vakfin başkanı yada temsilci ikinci sayı için bir şart koydu. O da Türkiye’den yazarlar size yazmasın. Biz zaten Türkiye’den ancak buraları ile ilgili bir yazı olmak şartıyla yazı alıyorduk, hatta daha bir prensip bile oluşturmamıştık, bunu zaman gösterecekti, ama sanırım o vakfın temsilcisi bizim hocamızı kastetmişti. İkinci sayıda ya hocamız ya da dergiye destek gibi bir noktada tıkandık. Elbette ki bu şartlara gelmeyecek kadar bilinçliydik, kimse bize bir şart koşmasını istemiyorduk. Bu koşul ve şartlardan zaten bu toplum sıkılmış bunalmıştı. Büyük bir gururla paranız sizin olsun deyip, ikinci sayıda kaldık mı ortada. Samimi olunca Allah bir kapıyı kapar ama başka bir kapı açıyor. Basım için sayın Güner İsmail bize arka çıktı. O dönem bir derginin başındaydı, ayda 800 adet derginizi ben basarım dedi. İkinci sayımız çıktı, ara ara gecikiyor ama her sayımıza itina ile çalışıyorduk. Yine bütçe sıkıtısı karşımıza çıkıyor yine bir kapı açılıyor derken Tika karşımıza çıktı. Madem bu işte kararlısınız biz destekleriz siz işinizi yapın dedi. Ondan sonra da bu konuda sıkıntı çekmedik. Hatta bir dönem aylık olarak çıkmaya başladık, ondan önce üç aylık bir dergiydi. Sayın Adnan Tekşen Üsküp Tika kordinatörlüğü döneminde bize farklı bir ufuk açtı, derginiz aylık yapın daha güncel konulara da yer verin dedi. Her yıl dergimize yeni kalemler katılıyor, bazı arkadaşlar hayata atılıyor, yazı göndermede sıkıntı yaşıyor derken 14 yıl oldu. Şimdi de dergimizin çok çalışkan bir kadrosu var. Editörümüz Mehmet Arif dergiyi güzel toparlıyor. Bana en son dergiyi okuyup az bişey müdahale etmem gerekiyorsa o iş kalıyor. Hep hayal ettiğim bir şeydi bu. Çünkü bir dönem sabah dörtlere kadar mizanpajı yapılırken başında duruyorduk derginin. Dizaynını yapan arkadaş Türkçe bilmiyordu diye sorunlar çıkıyordu. Çok şükür şimdi grafik tasarım bölümünden mezun bir gencimiz var Mehmet’le beraber süper bir ekip oldu diyebilirim.
Köprü Dergisi Makedonyada Türklüğün ayakta kalmasında nasıl bir işlev üstlendi ?
Hayati Yavuzer Hocamız bize hep şunu derdi: çocuklar “ben” merkezli değil “biz” merkezli düşünün. Bu toplumun kalkınmasında bu çok önemliydi. Hep beraber bu işi sahiplenmek duygusu ile hareket ettik. Hali hazırda toplanmış Türk gençleri vardı, bir yandan Makedonya Türk Edebiyatını devam ettirmeye çalışıyordu dergi etrafındakiler, değerlerine sahip çıkıyor, geleneklerinin altını çiziyordu. Sadece dergi değil, o dönem dergi etrafında Üsküp halkına açık tiyaro gösterileri de yapıyorduk. Bir Rumeli Gecesi, Bir Ramazan Gecesi başlığı altında faaliyetler gerçekleştiriyorduk. Bu programlarda şiirler okuyor, meddah gösterileri ile halkın özlediği güzel işler de yapıyorduk. Ancak bir mekanımız yoktu, adresimiz yoktu. Matusiteb kurulduğu dönemde biz de dernek modasına uyup Köprü Kültür Sanat ve Eğitim Derneği olduk, dergiyle başladığımız yolculuğu dernekçilikle taçlandırdık. Burada önemli bir konudan da bahsetmek istiyorum. Üsküp’te evden eve toplanan bir grup genç de vardı. Onlar sokaklarda kaybedeceğimiz vakti daha hayırlı kılalım, aramızda toplanıp kitap okuyalım, ilmi toplantılar yapalım diyen gençlerdi. İster öğrenci ister esnaf olsun bu gençler de ülkemize hayrımız dokunsun güzel şeyler yapalım diyen gençlerdi. Türkiye’ye okumak için giden öğrenciler ise Üsküp’e döndüklerinde kitap getiriyor bu kitaplar çoğaldıkça da bir kütüphane açalım fikri doğdu. Kütüphane ve dergi ekibi toplandı. Bu da Köprünün tarihinde önemli bir noktadır, Fuat Emin ile dergi ekibi görüşüp bir su damlası gibi daha geniş bir halka oluşturdu. Deneğimizin Başkanı Hüsev Emin oldu. Hem yeni mekanımız vardı, hem kütüphanemiz hem de bilgisayarlarımız olmuştu. Şartlar öyle güzeldi ki, yaptığımız her iş halk tarafından takdirle karşılanıyor adım adım büyüyorduk. Her hafta gençlere yönelik ilmi toplantılar, her ay çıkan bir dergimiz vardı. Bir yandan konferanslar düzenliyor bir yandan etrafımızı yeni yeni gençler sarıyordu. Bence bu Makedonya Türklüğün ayakta kalması için önemli bir olaydı. O dönemde Fuat derneğe yönelik güzel fikirler atıyor, Hüsrev işleri takip edip düzene koyuyor, ben ise yazışmaları takip ediyordum. Çok iyi bir ekiptik. Bu ekibin dışında ister Üsküp’te okuyan ister Türkiye’de okuyan gençlere de yol oldu bu işler. Onları da görevlendirerek genişleyen halkaya yenileri katılıyordu. Nedim Emin, Sevba Abdulla, Ersin ismail, Muhsin Kurtiş, Adem Seydi, Metin Emin gibi gençler Türkiye’de okudukları için aynı evi paylaşıyor, dergiye yazıyor, hatta bizim İstanbul’da ki şubemiz gibi oldular. Katıldıkları seminerlerden bilgi edinerek Türkiye’de ki üniversteleri Üsküp’te tanıtıyor, burdaki öğrencilerin sınavlarda başarılı olmalarını sağlamak için onlarla ilgileniyorlardı.
Yugoslavya döneminde güçlü Türkçe bir edebiyat geleneği vardı, Köprü kendini bu gelenekte nasıl bir yere konumlandırıyor?
1941-45 yılları arasında malumunuz 2.Dünya savaşına katılan Yugoslavya, bu savaştan altı cumhuriyet ve iki özerk cumhuriyet ile sosyalist ve fedaratif bir devlet kurdu. Tito’nun başında olan Yugoslavya bütün halklara haklar tanıyacak, herkesin gazetesi, kendi dilinde okulu, dergisi, tiyatrosu olacaktı. Oldu da. “Velika medresa” mezunları ile “Meddah Medresesi” mezunları arasında fark var mıydı, elbette vardı. O dönem Makedonya Türk edebiyatı en verimli dönemini yaşadı diyebilirim. Ama bir Fettah Efendi, Ata Efendi, Kemal Aruçi gibi zatların kitapları yayınlanması da tabi sorundu. Biz onların eserlerini yazılarını son dönem açığa çıkarabildik. Bu zaten farklı bir konu. Yugoslayva Türk Edebiyatı geleneğinde yetişmiş yazarlarımız Türkçeyi günüme kadar ulaştırmış okullarda onların hazırladığı kitaplarla, verdikleri eserlerle Türkçemiz okullarda sesini devam ettirmiştir. Bu konuda onlara teşekkür ediyorum. Özellikle çocuk edebiyatına katkıları çoktur. Devlet hepsine sahip çıkmış, yayınların sürmesinde katkı sağlamıştır. Bu konuda sıkıntı yaşamamışlardır. Sesler dergisi, Birlik gazetesi bir hazine mahiyetindedir, bugün biz Derneğimizde hepsinin arşivlerini barındıryoruz. Çocuk dergileri yayınlamış, Sevinç, Tomurcuk gibi dergilerle çocuklara yeni ufuklar açmıştı. Ancak Yugoslavya dağıldıktan sonra en büyük darbeyi de bu eserler görmüştür. Yayınlarını sürdürmekte güçlükler çekmiş, velhasıl yayın hayatına Sesler gibi Birlik gazetesi de son vernişti. Bizim dergimizin çıktığı dönemde Sesler yoktu artık. Eğer Sesler olsaydı bizler belki ordan tutunur edebiyatımızı devam ettirirdik. Ama olmadı. Biz o yüzden Köprü dedik, eskiyle yeniyi bağlamak adına, arada sular geçiyor, zaman edebiyatın aleyhine işliyordu. Orda bu edebiyat geleneğine köprü kurmasaydık büyük bir uçurum olup tamamen sele kapılacaktık. İşte meddah medresesi ile velika medreseyi bağlamaya çalışan bir köprü de olmaya çalıştık. Bir yandan Fettah Efendi’nin şiirlerini yayınlıyor bir yandan Necati Zekeriya’ya sahip çıkıyorduk. Hepsi bizim, hepsi bizdendi çünkü. Hepsi bizim değerlerimizdi. Tomurcuk değil de Kardelen belki, Sesler değil de Köprü, önemli olan bir geleneği ve edebiyatı sürdürebilmek, şartlar zor olsa da, bir şekilde bir kapı açılıyor gücümüz yettiğince iyi işler yapmak istiyoruz. Divan yayınclık ile de yeni çıkan kitaplar bize umut oluyor bazen. Ağır ağır belki ilerliyoruz ama istikrar önemli. Daha iyi olacağına inanıyoruz. Şimdi biz henüz Köprüden geçiyoruz çünkü, hala Köprüdeyiz, bir gün istediğimiz yere ulaşağız inşallah. Eskiden gelen ağır bir yük var, gelecekte çok önemli, bu iki ipi bağlamak bize düştü, düğüm atmak elbette çok zor, Köprüyü bu gelenekte bir düğümü bağlayan olarak görebilirsiniz. Sorumluluklar büyük tabii. Güçlü bir düğüm atmak istiyoruz.
Makedonya Türkleri arasında bir edebiyat dergisine yönelik kabul/algı nedir?
Bu toplum çok şey gördü, çok şeyler yaşadı. Gizli yazdı yayınlayamadı. Açıktan yazdı, çalıştı, uğraştı. Bir yorgunluk var aslında, geleceğe bakarken tedirginlik var. Hala eskiden kalma tuhaf korkularımız var. Kurtulamadık gitti, belki de kurtulamıyoruz. Bilmiyorum. Edebiyatta estetikten çok rahat yazmanın açlığı var hala doyamadık. Bir taraftan istiyoruz ki yazılarımız evrensel bir boyut kazansın, bir taraftan ta yerellikten kopamıyoruz. Çelişkilerimiz var elbet, düğüm atmak öyle kolay değilmiş. Makedonya Türkleri de hala birşeylerden çekiniyor. Sesimiz gür çıksa birilerin gözüne batacak korkusu var. Ancak dergi bir mekteptir, burdan mezun olanlar olacaktır. Sonrası Allah kerim, ama dergicilik algısı hala tam oturmadı. Makedonya Türkleri, uzaktan bakmayı seviyor biraz. Ben dokunmayayım da yanmasın elim. Karşıdan bakıp davulun hoş sesini dinleyeyim. Hata yaparlarsa söylerim. Başarırlarsa alkışlarım gibi bir algı var. Gençler daha iyi bu konuda, çocuklar kendilerine bir hedef belirleyebiliyor. Büyüyünce ben de bu dergiye yazı yazacağım diyebiliyor. Genelde dergi algısı ise gençler toplanmış işte bir şeyler yapıyor, vardır bir bildikleri olarak algılanıyor. Zamanla bunun farklı bir boyut kazanacağını umut ediyorum. Herkesin sahipleneceği bir yer aslında, herkese yeri var, umutlar işte. Bir işin kenarından tutmayı bilen gençlerimiz var çok şükür. Elini taşın altına koyup durmadan çalışan gençlerimiz, onlarla çok güzel işler yapacağımıza eminim.
Peki Türkiyedeki edebiyatla bir bağ kurabildiniz mi ?
Türkiye’de edebiyat çok farklı boyutlarda, herşey var oysa biz biraz daha yereliz, orda herşey çok daha evrensel boyutlarda, o kadar çok kitap yayınları, dergiler, yazarlar, çizerler var ki hepsini takip etmekte zorlanıyoruz nerdeyse. Yıllar once Üsküp’te bir faaliyetimiz vardı. Biliyorsunuz arkadaş olarak köprüde yola çıktığım, hem dava arkadaşım olarak gördüğüm, hem de çok kere dertleştiğim bir dost ve aynı zamanda eşim olan Hüsrev Emin ile 2006 yılında evlendik. Beraber koşturduk, yorulduk, yeniden birbirmizden güç aldık ve bugünlere geldik. Işte bu koşturmalar esnasında Üsküp’te bir geziye katılan Ezel Erverdi bizi takip altına almıştı gözleriyle. Yanımıza yaklaştı, gençler sizi benim gençliğime benzetiyorum dedi, biz tanımadık kim olduğunu. Sonra anladık Türkiye’de Dergah yayıların sahibiydi. Ezel Abi, bizi İstanbul’a davet etti. Gelin buraları bir görün, bir yayın eviniz basım eviniz de olsun bu işleri öğrenin dedi. Yayın evlerini gezdik, basım, kağıt fabriklarını gördük, bir derya tabi bu işler Türkiye’de. Orada Mustafa Kutlu ile tanıştık, İbrahim Tenekeci ile muhabbet ettik. Güçlü kalemlerin yetiştiği bir ocağın içine düşmüştük,haberimiz yoktu. Kubbe altı cemiyetine gittik, Yahya Kemal’in müzesini gezdik, elbette ki büyük bir hayranlıkla ayrıldık ordan. Istanbulu’un en güzel yerlerini gezip Üsküp’e dönmek ne tuhaf bir his. Bu güzel rüyadan ayılmak zordu tabi. Ara sıra Türkiye’den yazarlar ziyarete geldiklerinde onları hemen dinlemek istiyor, gençleri topluyor hali hazırda bir konferans düzenliyoruz. Öğreneceğimiz daha çok şey var elbet. Ara sıra ise Türkiye Yazarlar Birliğinin düzenlediği Türkçenin Şiir Şöleni buluşmalarına katılıyoruz. Bu sayede oradaki güçlü kalemlerle görüşüp, dertleşip onlardan edebiyat hakkında verimli bilgiler ediniyoruz.
Makedonlar nasıl bakıyor Köprü dergisinin faaliyetlerine?
Yugoslavya dağıldıktan sonra herkes kendi derdine düştü gibi. Kimse kimseyi görmüyor. Yıllar once Makedonca çıkan bir gazetede şöyle bir haber okuduğumda şaşırmıştım. Makedonyadaki Türk derneklerini konu edinmişlti haber. En tehlikelileri gibi birkaç dernek ismi sıralamıştı. Biz de onlardanmışız. Tehlikeliymişiz onlara göre. Oysa bizler sadece geleneklerimize bağlı, kendi örf ve adetlerimize saygılı, bununla birlikte edebiyat geleneğini de sürdürmeye çalışan Makedonya’nın en sadık vatandaşlarımız dedikleri insanlardık. Amacımız sadece gelecekte bu topraklarda bütün milletlerle dostane bir şekilde bu ülkeyi kalkındırmak. Bizler ülkemizi hep sevdik, çok sevdik hatta. Hiçbir zaman göç etmeyi düşünmedik. Üsküp öyle yoğunlukta ki yazılarımızda asla devlete karşı bir kelime bile yazmadık. Tam aksine Makedonya’nın turizminin canlanmasına bile katkı sağladık diyebilirim. Yazılarımızı okuyan kendini Üsküp’te gezerken görmek istiyor. Dediğim gibi hala birbirmizi tam olarak göremiyoruz. Işimize gelen taraflara bakıyoruz sadece. Zaman gösterecek ilerisini…
Dergi için Makedon hükümetinden bir destek bulabiliyor musunuz?
Ara sıra Makedonya Cumhuriyetinin Kültür Bakanlığı çerçevesinde azınlıklara yönelik açılan ilanlara başvuruyoruz. Bazen dergimizin iki sayısını destekledikleri oluyor. Bazen de Kardelen dergisine (2009 yılından beri yayınlamaya başladığımız çocuk dergisi) destek oluyorlar ama bir sayı veya iki sayılık bir destek . Yeterli değil elbet ama durum bu...
Köprü Dergisi yazarları kitaplarını yayınlama imkanı buluyor mu?
Bu yıl güzel kitaplar çıkacak inşallah, Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar dergiye yaptıkları destek dışında, bu yıl onayladıkları kitaplarımız da var. Böyle bir imkandan yararlanıp birkaç kitap yayınlayacağız, çok yakında.
Makedonya'da yüzde 5 civarı Türk yaşarken yüzde 23 civarında Arnavutlar var. Arnavutça edebiyatla Makedonyadaki Türkçe edebiyat nasıl bir etkileşim içinde?
Son zamanlarda Türkiye’nin önemli yazarlarından eserler arnavutçaya tercüme edilip yayınlanıyor. Yeni yeni açılıyor onlarda. Sanki yeniden tarihlerini öğreniyor gibiler. Bazı eseler onlar için de önemli olduğu için genelde Türk edebiyatı ile iyi bir etkileşim içindeler. Onlar da Şenya diye bir dergi çıkarıyor. Güzel işler yapmaya çalışıyor gençler. Takip ediyoruz biz de onları onlar da bizi. Ama dediğim gibi kendi dertlerine düşmüşler onlar da. Mehmet Akif ile yenide akraba olmaya çalışıyorlar tabiri caizse. Bizim için bu önemli. Adımlar, yeni başlangıçlar elbette daha güzel işlere gebe. Bizler ara bir dönemdeyiz, işimiz zor ve herşeyi zaman gösterecek...