İnsan normal olarak kendinden hareketle tanıyan, kavrayan, bilgi edinen, öğrenen, kanaat oluşturan ve bunları aktaran bir varlıktır. Eğer vahiy almıyorsa başka türlüsü de mümkün değil. Bu “kendinden hareketle” kanaat oluşturmak hem büyük bir avantaj hem de büyük bir dezavantajdır. Kendinden hareketle kanaat oluşturma özellikle günümüzde, eğitimli eğitimsiz fark etmeksizin kalabalıkların hakikatle bağını koparan bir probleme dönüştü. Buna ben “bağlamsız düşünme” diyorum.
Dikkatle gözlemlerseniz genç-yaşlı, eğitimli-eğitimsiz demeden hemen tüm kesimlerde bağlamsız düşünme sorunu yaşandığını fark ederiz. Hatta rahatlıkla bu meselenin yaygın ve yerleşik bir hal aldığını söyleyebiliriz.
Eskilerin metin yorumlarken “siyak sibak” dedikleri İngilizcede “context” denilen günümüz Türkçesinde “bağlam” dediğimiz bir kavram var. TDK Türkçe Sözlükte “ bağlam:
- Herhangi bir olguda olaylar, durumlar, ilişkiler örgüsü veya bağlantısı; kontekst.
- Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü; kontekst.” şeklinde tanımlanır.
Günlük hayatta da çok kez cümlelere “Bu bağlamda…” diye başlandığında şahit oluruz. Yani konuşmacının verdiği hüküm “bu bağlamda” doğrudur. Bağlamı oluşturan zaman, mekân, unsur ve şartlar düzleminde verilecek hüküm oluşur. Bu bağlamı oluşturan parçalar değiştiğinde hüküm de bilgi de değişir.
Şöyle bir örnekle konuyu açalım. Bugün on sekiz yaş öncesi evlilikleri “sübyancılık, sapkınlık” gibi en ağır ifadelerle değerlendirirken, bir asır öncesine gittiğinizde on beş yaşındaki bir evlilik hayatın olağan akışı içinde gayet normal ve ahlaken sorunsuzdur. Dolayısıyla on beş yaş evliliği ile hükmü belirleyen şey şartlardır. Şartlar yani bağlam o evliliği ahlak dışı olarak da niteler ahlaken sorunsuz olarak da niteler.
Bir başka örneği de toplumların yönetim biçimleri üzerinden verebiliriz. Saltanatın iyi ya da kötü olması da bağlamla ilgilidir. Sermayenin tabana yayılmadığı, yönetimin kurumsallaşmadığı, iletişim imkânlarının gelişmediği, eğitim kurumlarının sistemleşmediği, hak arama süreçlerinin gelişmediği ve kurumsallaşmadığı, toplumun yarı göçer yarı yerleşik yaşadığı, demografik bilginin netleşmediği ve vatandaşlık statüsünün henüz olmadığı zamanlar için olabilecek yönetim biçimi saltanattır, hatta zorunluluktur ve de başka türlüsü çok olası değildir. Bugünden baktığınızda insanlık onuru açısından sorunlu gördüğünüz bu yönetim şeklini aşağılamak bağlamsal açıdan sorunludur. Dolayısıyla saltanat kendi başına iyi ya da kötü bir şey değildir. Bağlamına göre iyi ya da kötü olabilir. Dün için normal olan bugün için kötüdür, zira şartlar farklıdır.
Mesela gurbet türkülerine baktığımızda neredeyse bir ağıt görürüz. İki yüz yıl önce Anadolu’dan İstanbul’a giden bir kişinin evden ayrıldıktan sonra İstanbul’a ulaşıp ulaşamayacağı, ulaştıysa sağ salim haberinin ailesine ulaşıp ulaşamayacağı belirsizdir. Buna dair iletişim aylar içinde gerçekleşir. Gurbete gidenin bir daha memlekete dönüp dönemeyeceği, dönse de bıraktıklarını bıraktığı gibi bulup bulamayacağı meçhuldür. Bu bağlamda yakılacak bir türkü neredeyse bir ağıttır. 21. Yüz yılda bu türküyü dinleyen kişi için bu gayet abartılı hatta saçma bir anlatıdır. Bugün Anadolu’dan İstanbul’a aynı gün içinde gidip dönebilirsiniz. Haliyle bugünkü bağlamda gurbet türküsü olmaz, olsa da duygu değeri eskilere benzemez. Hülasa gurbet türküsünün anlamı bağlamı ile sınırlıdır. Bağlam dışında anlamı değişir.
Sanayi devrimi sonrası emperyalist devletlerin doğuda oluşturdukları “ıskarta hayatlar” iki yüz yıl sonra dünyada “mülteci” diye bir sorun doğurmuştur. İki yüz yıllık bu gayriinsani, gayriahlaki süreci görmezden gelerek sokakta, tramvayda karşımıza çıkan mülteciye öfke kusmak bağlamsız bir düşüncenin sonucudur. Bağlam; sanayi devrimi, sömürgecilik faaliyetleri, sömürülen coğrafyalarda siyasi istikrarsızlıklar tesis etmek, kukla yönetimler oluşturup bu yönetimlerle halkı çatıştırmak, bu esnada yer altı ve yer üstü imkânları yağmalamak başlıklarından oluşur. Bu bağlamda sonuç olarak o ülkenin insanları kendilerinden sömürülenlerle müreffeh bir yaşama kurmuş “refah” içindeki sömürge ülkelerine doğru yola çıkar. Aslında bir kısmı kendi ülkesine ait olan zenginlikten pay almak üzere harekete geçer. Zira artık barış içinde yaşayacak, maddi imkânları olan bir ülkesi yoktur. Bizim tramvayda görüp nefret kustuğumuz mülteci üstelik bu ülkede kalmak üzere yola çıkmış değildir. Varmak istediği ülkeler emperyalist ülkelerdir. Bu bağlamda düşündüğümüzde “mülteci” haklıdır, ona nefret kusmakla biz hakikat karşısında yanılmışızdır. Bağlamsız düşüncenin varabileceği başka bir nokta yoktur.
Yine sanayi devrimi sonrası kapitalizmin ihtiyaç duyduğu insan tipini üretmek üzere sistemleştirilen “Prusya tipi” eğitimle ilgili şikâyet ve önerilerde de bağlamsız düşünceyi net biçimde görürüz. Yapısal reformlar, artık değerin adil paylaşımı, toprak ve endüstri reformu, istihdam reformu, zihniyet değişimi gibi konular bağlama dâhil edilmeden eğitimle ilgili ortaya konulacak şikâyetler de çözüm önerileri de bağlamsız düşüncedir.
Menajer ve yöneticilerin, transfer ve bahis gelirlerini gayrı meşru yollardan kazanca dönüştürmeleri, bu kazancın milyarlarca doları bulması, siyasetin bu zeminde menfaat temin etmesi “hayatını, emeğini taraftarı olduğu kulübe adayan, kulübünün zaferi ile coşan, yenilgisiyle üzülen taraftar” bağlamsız düşünceye teslim olmuş ve hakikatle bağı kopmuştur. Onun bağlamsız düşüncesi sermaye ve siyaset çevreleri için bir kazançtır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Maalesef günümüzde insanlar yaygın ve yerleşik biçimde bağlamdan kopuk hükümler veriyor. İletişimin hızı ve çeşitliliğiyle malumat bombardımanına tutulan çağın insanı; hemen her konuda muhatap olduğu olay, olgu ve durumla ilgili hızlı biçimde keskin kanaatler üretiyor. Bağlamı, süreci, şartları, zamanı, mekânı dikkate almadan sonucun, görünür olanın kendinde uyandırdığı duyguyu bir hüküm bir bilgi olarak serdetmekte bir beis görmüyor. Bu bağlamsız düşünceyle keskin kanaatler oluşturduğu gibi bu doğrultuda muhataplarını da kategorize ediyor. Kanaatlerimizle çatışan muhatapları da kolay biçimde “düşman” olarak niteleyebiliyor. Böylece bağlamsız düşünce marifetiyle hakikatle bağı koparıyor. Sonrasında irrasyonel, realiteden kopmuş bu insan tipini manipüle etmek, onu bir simülasyona hapsetmek gayet kolaylaşıyor.
Günümüzde bağlamsız düşünceden ustaca faydalananlar; reklamcılar, politikacılar, kulüp yöneticileri, tarikat –cemaat liderleridir. Bağlamsız düşünce ile malul kalabalıkları hızlıca manipüle etmek ve onlar için bir simülasyon üretmek ve bu durumdan çıkar sağlamak; sermaye, siyaset ve cemaat çevreleri için basit bir iş haline geliyor. İzlediği reklam filmini, dinlediği menkıbeyi, siyasi bir eleştiri ya da vaadi kendi bağlamında ele alamayan, bu mesajla hakikatin bağını kurmak için çabalamayan kalabalıklar bağlamdan kopuk biçimde ona sunulan bir sloganı, bir görseli, bir mesajı hakikatin ta kendisiymiş gibi ele alıp bu kanaatin en ateşli savunucusu olabiliyor.
Tarih, din, siyaset gibi alanlarda bağlamsız düşünce vasıtasıyla kalabalıklar rahatlıkla birbirine düşman edilir. Sonuçtan-görünenden hareketle keskin kanaatler oluşturmak, bu kanaatlerle düşman olmak, toplumu çatışan kalabalıklara dönüştürmek sadece insanların hakikatle bağını koparmaz onları zayıf düşürür. Hakikatle bağı kopmuş toplumların sorunlarını çözmesini, gelişmesini beklemek mümkün değildir.
Onun için bir mesajla karşılaştığımızda “ne zaman, nerede, niçin ve nasıl” sorularını sorup ikna edici cevaplara ulaşmadan iyi-kötü, doğru-yanlış gibi hükümler vermekten kaçınmalıyız. Aksi halde bağlamsız düşünce ile ya birilerinin işine yarıyor ya da kendi cehaletimize bilgi muamelesi yapıyor olabiliriz.
Tebrik ederim. Serdettiğiniz…
Tebrik ederim. Serdettiğiniz fikirlerinizi takipçisiyim. Lakin bu mevzuyla alakalı bir sualim var. Dinin emirlerini doğduğu bağlama göre mi kabul edeceğiz yoksa haldeki bağlama göre mi güncelleyeceğiz ?
Güzel bir yazı fakat iki…
Güzel bir yazı fakat iki eleştirim var.
Birincisi, masum birini öldürmek gibi durumlar neredeyse evrensel olarak yanlış kabul edilebilir. O veya bu çağda, o veya bu toplumda belli bir pratiğin kabul ediliyor olması o pratiği objektif olarak doğru yapmaz. Yanlışsa yine yanlıştır ve bunu söylemekte bir beis görmüyorum.
İkincisi, bazen bağlamlı düşünmek bağlamsız düşünmekten daha tehlikeli olabilir. Bağlamın bir şeyleri normal veya doğru kıldığını kabul edersek bağlamı değiştirme motivasyonumuzu kaybedebiliriz. İnsan bağlam yaratabilen bir varlık. Muhammed veya Atatürk gibi büyük liderler de bağlamlarına meydan okudukları halde başarılı oldular.
Yeni yorum ekle