Küresel Tiyatro

08 Ocak 2020

Dünya büyük bir tiyatro sahnesidir.

Bugünün dünyasında insan ve insan toplumlarına özgü olan hiçbir şey gerçek değildir.

Gerçek değildir derken, sadece internet, sanal alem, sosyal medya gibi alternatif gerçeklikleri kastetmiyorum. Zira, her ne kadar sanal desek de, bugünün sosyal yaşamındaki, mesela aynı apartmanın, özellikle de aynı rezidansın içindeki komşular arasındaki ilişki ne kadar gerçek ise, sosyal medyadaki ilişkiler de o kadar, hatta belki ondan daha gerçektir. Bu, ayrıca tartışılabilir ama şimdi asıl konumuz değil.

Asıl konumuza dönecek olursak, diyordum ki, yaşamlarımıza dair ne varsa hepsi sahte, kurmaca ve dayatmadır. Hiç biri gerçek değildir. Yani, sizlerin hiç şüphesiz gerçek saydığınız, çeşitli anlam ve değerler yüklediğiniz, bazen alışkanlıkla, bazen gayrı ihtiyari olarak ama çoğunlukla hesap kitap yaparak, bilerek ve isteyerek, tercih ederek, benimseyerek yaptığınız bireysel eylemlerden başlayarak, tüm toplumsal ilişkileriniz, özel yaşamlarınız, mesleki faaliyetleriniz, kamusal hizmetleriniz, yani sosyal yaşama dair her ne varsa, hepsi yapaydır, farazidir, bir kurgudan ibarettir. Hep beraber büyük bir oyunun içindeyiz. Yapımcı, sponsor, senarist, yönetmen ya da oyuncu olarak, farkında olsak da olmasak da. Hatta dahası, bu oyunun yapımcısı da gerçek değil ve en büyük kurmaca.

Açıklayayım. Çok değil, bundan birkaç yüz yıl önce, modern dünya kurulmaya başlandığı gün yazılmaya, kelimenin tam anlamıyla yazılmaya, başlanan bir senaryodan bahsediyorum.

Tanrıyı öldüren aydınlanmacılar, zaten “yeni bir dünya düzeni kurmak” diyerek başladılar bu senaryoyu yazmaya.

Önce ana kurgular yapıldı: “İdeolojiler”.

Sonra bu kurgular için detaylar çalışılmaya başlandı. Büyük sahneler kuruldu: “Siyasal toplumlar, ulus devletler”.

Sırada bir yapımcı bulmak vardı, sonra yönetmen, yardımcıları, dekorcu, ışıkçı ve tabii ki oyuncular. “Yapımcı” olarak “devlet” seçildi. Her şey onun kontrolü altında olacaktı. Lakin büyük paralara ihtiyaç vardı. Bunun için de “sponsor” bulmak gerekiyordu. Bu iş için “halk” uygun görüldü. Ancak halkı buna razı etmek için de başka şeyler gerekiyordu yani iyi bir senaryoya ihtiyaç vardı. Senaryo hazırlığı için de duruma göre halkın arasından ya da elit zümre içerisinden sözüne itibar edilebilecek kişilerden oluşan bir “senarist grubu” seçildi: “Kurucu Meclis”.

Bu ekip “bir çerçeve senaryo” (ya da yapımcılık / sponsorluk sözleşmesi) hazırladı: “Anayasa”.

Sponsor oyunun sahnelenmesi için yapımcıyı desteklemeye böylece razı edildikten sonra, itirazı kabil olmayan biçimde zorunluluk esasına dayalı bir “sponsorluk modeli” kuruldu: “Maliye”, “vergilendirme”.

Yönetmen”, “yardımcıları ve diğer sahne görevlileri” için büyük bir organizasyon kuruldu: “Siyasal İktidar”,  “devlet”, “bakanlıklar” ve “tüm kamu kurum ve kuruluşları”.

Son olarak da oyuncuların “vasıfları”, “karakterleri”, “rolleri”, “rollerin nitelik ve niceliği” gibi hususlar belirlendi: “Birey”, “vatandaşlık”, “yabancılık”, “göçmenlik”, “kurumsal kimlikler”, “anayasal (temel, sosyal ve siyasal) haklar ve ödevler”.

Bütün bunlardan sonra, senaryoda detayları çalışmak, devamlılığı sağlamak, herkese rol dağıtımı yapmak, oyuncuların sahne zamanlarını, yerlerini belirlemek, giriş, çıkışlarını düzenlemek üzere bir “senaristler kurulu” oluşturuldu: “Yasama organı”.

Senaristler düzenli aralıklarla, zaman zaman uyum içinde, bazen de kavga dövüş, sırasıyla tüm vatandaşların rol alacağı çeşitli sahneler yazmaya başladılar: “Kanunlar”.

Sahne büyük, oyun büyük ve karmaşık, oyuncu sayısı çok, roller, karakterler çeşitli olunca, senaristler bazı hususları “yönetmen inisiyatifine” bırakmaya başladılar: “KHK, Tüzük, Yönetmelik, Yönerge, Emir, Talimat, Tamim

Küresel planda bu tür oyun ve sahneler çoğalmaya, “alternatif oyunlar” yazılıp sahnelenmeye başlandı: “Liberalizm”, “Sosyalizm”, “Nasyonalizm”, “Nasyonal sosyalizm”, “Milliyetçilik”, “Muhafazakarlık” vs.

Giderek “iki büyük sahne” oluştu: “Doğu – Batı Bloku

Bir de henüz bu tür organizasyonlar içinde olmayan, kendi küçük dünyalarında ayakta kalmaya çalışan, dünyanın çeşitli bölgelerinde “yerleşik ya da göçebe insan toplulukları”: “Üçüncü dünya”.

Ancak daha başta, oyun yazılırken, “yeni bir dünya düzeni” denilmiş ve “küresel bir tiyatro” kurmaya karar verilmişti ya, dünyada sahne dışında bir alan kalması düşünülemezdi. Çünkü daha çok sponsorluk gelirine, daha çok sahne oyuncusuna ihtiyaç vardı. Bu nedenle üçüncü dünya ülkelerini de birer sahne alanına dönüştürmek gerekecekti. Bunun için birkaç model geliştirildi. Bu küresel oyuna dahil olmak istemeyen bu konuda direnç gösteren potansiyel oyuncular zorla oyuna dahil edildiler: “Sömürgeleştirme” Kararsız olan, çekingenlik gösterenler ise, teşvik edilerek, özendirilerek bu oyuna çekildi: “Emperyalizm”. Oyunu dışarıdan hayranlıkla izleyen, katılmaya çok istekli ve hevesli olanlar ise önemsiz roller verilerek sahneye dahil edildiler: “Uluslararası teşkilat üyeliği, Uluslararası sözleşme tarafı, Entegrasyon”, “Uyum Süreci”, “Bölgesel kalkınma” aktörlüğü, “Kuzey Atlantik Paktı” “Dünya Ekonomik Forumu” vb..

Böylece, tüm dünya, yani hepimiz, öyle ya da böyle sahnedeki yerimizi almış olduk. Ulusal ve küresel yapımcıların bizim için öngördüğü rolleri oynamaya başladık. Zaman zaman rol değişikliği, sahne arkasında çalışma, dinlenme ve benzeri taleplerimizin; hatta sınırlı ölçüde oyuna, role müdahale etme isteklerimizin dikkate alındığı da vaki, ama asla hiç birimize oyundan bütünüyle çıkma konusunda bir hak verilmiş değildir. Hatta gerçekten öldüğümüzde bile, oyun içindeki rolümüz bitmiş olmayabilir. Mirasımız dağıtılır, gerekirse ölüm sebebimiz araştırılır. Hatta mezardan bile yeniden sahneye çıkartılabiliriz.

Dediğim gibi, her bir oyuncuya oyun içinde belli ölçülerde doğaçlama yapma inisiyatif alma hakkı verilmiş gibi görünür. Ama bu kadarı bile sahtedir. Zira oyunda kalmak, başarılı olmak oyunu tamamen senaryodaki direktiflere uygun oynamak ile mümkündür. Bu bağlamda en fazla oyunu senaristin ya da yapımcının istediği yönde geliştirmek üzere bir katkı sunmanız söz konusu olabilir. Aksine asla izin verilmez.

Çünkü hemen bütün rollerin temel çerçevesi belirlenmiştir. Hatta bunlardan bazılarının nitelik ve niceliği çok katı biçimde belirlenmiştir: “Anayasa”, “Kamu Hukuku” (Örneğin. “Kamuda yöneticilik”, “Kurum başkanlığı, üyeliği” “bürokratik görevler”, “devlet memurluğu”) Bazı roller açısından belirli eylemler yasaklanmış, cezaya bağlanmıştır: “Ceza Hukuku”. Bazı rolleri almak için ekstra bedel ödemek şartı getirilmiştir: “Mali Hukuk”, “Vergi Hukuku” (örneğin “Vergiler, “harçlar”, “patentler”). Bunlar dışında da toplumsal yaşamın tamamına dair sıradan sayılabilecek roller açısından da oyun tarzları açık biçimde belirlenmiş bulunmaktadır: “Özel Hukuk” (“Medeni Kanun”, “Borçlar Kanunu”, “Ticaret kanunu” vb.) yani, bize biçilen rol ne olursa olsun, ister medeni ilişkiler, isterse ticari ve ekonomik hayata ilişkin, sahnede hangi eylemi doğru biçimde nasıl yapacağımız tekstlerde kesin olarak belirtilmiştir. Örneğin, şirket kurmaktan, evlenmeye, borç alıp vermekten evlat edinmeye, her davranışın nasıl gerçekleştirileceği açık açık yazılıdır. Sahnedeyken kafanıza göre değiştirir, işinizi kendi bildiğiniz yoldan yaparsanız, duruma göre rolünüzü elinizden almaktan, cezalandırılmaya kadar pek çok tepkiyle karşılaşırsınız.

Bütün bunlardan başka, sahnede belki de kendimizi en özgür ve gerçek hissettiğimiz alanlardaki davranışlarımız ve tercihlerimiz de aslında tamamen bizim dışımızdaki oyuncular tarafından belirlenmektedir. Örneğin, giyim kuşam tarzımızı moda sektöründeki büyük oyuncular, yeme içme ve genel olarak tüm tüketim alışkanlıklarımızı da yine bu sektörlere ilişkin rolleri paylaşmış alan oyuncular belirlemektedir. Kendi elbisemizi dikmediğimiz, kendi ekmeğimizi yapmadığımız sürece de bundan kaçınabilme şansımız yoktur. 

Sonuç olarak bugün içinde varlık bulduğumuz, bunun için aslında kendisine borçlu olmadığımız ulusal ve küresel düzen büyük bir kurmacadan, içindeki her tür, bireysel, sosyal, kurumsal varoluş biçimi de dayatılmış oluş (eylem) biçimlerinden ibaret bulunmaktadır. Yani en başta söylediğim gibi “bugünün dünyasında insan ve insan toplumlarına özgü olan hiçbir şey gerçek değildir.”

Bana inanmamış ve aksini düşünüyor olabilirsiniz. O zaman bunu test etmek elinizde (mi, bir bakalım).

Hadi şimdi yapımcıya (devlet)  gidelim ve diyelim ki: “Ben artık hiçbir şekilde sizin oyununuzun bir parçası olmak istemiyorum. Sizden ne bir görev, ne de bir rol bekliyorum. Ayrıca sponsor olmaya da razı değilim.”

Ne cevap verecektir acaba? Cesaretiniz var mı, duymaya hazır mısınız?

Denk Gelen Okur

Son derece zayif bir onculden hareket eden bir yazi. Insanin toplumsal bir varlik oldugu gercegini ve toplumsalligin hakimiyetinin kesafet kazandigi modern momenti eksik anlayan bir analiz. Hepsi kurmaca ama bir sor kimin kurmacasi? Parcasi oldugun toplum (bunun kuresel toplum olmasi sadece basit bir genislemedir, yoksa senin kendi disinla olan iliskinin mahiyetini degistiren bir sey degildir). Insanin politik eylem ve kulturunun urunu olan seylere kurmaca demek malumu ilamdan bile daha kotudur. Cunku kurmaca olmayan bir halinin varoldugunu varsayar ki bu dupeduz toplumsal gercekligin yine toplumsal bir insanin urunu oldugu gerceginden habersizliktir.

Pt, 03/23/2020 - 03:41 Kalıcı bağlantı

Yeni yorum ekle

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

İstatistikler

Bugün Toplam Toplam
0 kez görüntülendi. 495 kez görüntülendi. 1 yorum yapıldı.