TASAVVUF

Sadreddin Konevî’de Felsefe Tasavvuf İlişkisi

21 Mayıs 2019

13.asırda Anadolu’da kurulan Osmanlı Devleti’nin düşünce dünyasını anlayabilmek için Anadolu Selçuklu Devletinin son yıllarında düşünsel anlamda tartıştığı konulara ve üzerinde durdukları ilim dallarına bakmak zorunluluğu vardır. Yeni kurulacak bir devletin en önemli adımlarından birisi kendi düşünce eksenini çizmek olacaktır. Bu anlamda Davudi Kayseri ele aldığı konularla ve Anadolu Selçuklu mirasıyla yeni devletin oluşum sürecinde önemli katkıları olmuş bir düşünürümüzdür. Biz bu yazımızda onun tasavvuf ve felsefe konularındaki düşüncelerini irdelemeye, salt tasavvuftan ziyade sorgulayıcı felsefe temelinde düşünsel çalışmalarını ortaya koyduğu konusunda yazımızı şekillendirmeye, görüşlerini ortaya koymaya gayret edeceğiz.

Bu Dünyada Benim Gönül Verdiğim

17 Şubat 2018

Pir Sultan’ın nefesi, bazen bizi alır  “Ali-Yar Semahı”’yla âlem-i mânâda seyre çıkarır, orada kurulmuş kırklar meclisine uğrar, “Allah Allah Desem Gelsem” deyip bir zikre koyuluruz. Bu zikir içimizi onarır, bizi kendimize, kendi gerçekliğimize getirir ve “Alçakta Yüksekte Yatan Erenler” ile yol ehli kılar. Yol, Muhammed-Ali yoludur; çünkü “Biz Muhammed Ali Diyenlerdeniz.” Bu yolda, “Bir Gece Muhammed Evde Yatarken”le Muhammedî hakîkatin sırlarına ulaşırız. Fakat yine de o insânî olanı, o naif yönü ihmal etmeyiz; “Başı Pare Pare Dumanlı Dağlar”la dağlara çıkar, yüceleri seyran ederiz. Bu seyran bizi aşka düşürür, “Bir Güzelin Aşığıyım Erenler” diye feryat ederiz. Ah aşk, illaki aşk; aşk derde düşürür, ağlatır ve inletir. O anda bu içimizi ısıtan nefes dile gelir, “Ağlama Gözlerim Mevlâ Kerimdir” der, Allah’a teslimiyetin verdiği huzurla tüm kederlerden arınırız. “Be Yaranlar Be Gardaşlar” der âşık, gönülden seslenir, bizi yârân ve gardaş olarak nitelendirir, “Bugün Yardan Haber Geldi” der ve bize yar haberini söyler.

Pîr-i Türkistan ve Tasavvuf Edebiyatımız

18 Kasım 2016

Tasavvuf, bu anlamda irfanımızı besleyen bir sistem… Varlık, bilgi ve ahlak anlayışımızı tezyin eden bir hazine. Bu yüzden, Osmanlı’nın en profan şairi, şiir tarihimizin “yaramaz çocuğu” Nedim bile, “Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardur” diyor. Benim, “tasavvuf şiiri” tabiri yerine “irfani şiir” demem bu sebeptendir… Evet, tasavvuf bir ilimdir, bir sistemdir; hâl yani tecrübedir… Şiir ilimden, sistemden ve tecrübeden yararlanacak. Ama o şiirin adı, irfan olacak. Halk, irfanı bu kelam ile tanıyıp uygulayacak. İrfan nedir? İrfan, tasavvuf ilminin öğrettiklerini tecrübe etmem… Uygulamam. Hale tebdil etmem.

Pîr-i Türkistan ve Tasavvuf Edebiyatımız

14 Kasım 2016

Cevâhirü’l-ebrâr’da anlatılan hadiseler, Nesabnâme ve Risâle’de nakledilen bilgiler, Divân-ı Hikmet’en okuduğumuz hikmetler, Fakrnâme’deki ahlâki telkinler, doğrudan doğruya Hanefiliği ve İmâm-ı A’zam’ı konu edinmedikleri gibi, Pîr-i Türkistan’ın fakih kimliğini tebellür ettirecek malzeme sunmaz. Ancak hikmetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Ahmet Yesevî’nin şeriat ile tarikatı telif ettiği, Kur’an ahkâmını ve Hadislerdeki hikmeti dile getirdiği görülecektir. “Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip tâliplere inci cevher saçtım” diyerek söze başlayan Ahmet Yesevî, Münâcaat’ında, hikmetlerinin ana kaynağının Kur’an ve Hadis olduğuna işaret eder.