13.asırda Anadolu’da kurulan Osmanlı Devleti’nin düşünce dünyasını anlayabilmek için Anadolu Selçuklu Devletinin son yıllarında düşünsel anlamda tartıştığı konulara ve üzerinde durdukları ilim dallarına bakmak zorunluluğu vardır. Yeni kurulacak bir devletin en önemli adımlarından birisi kendi düşünce eksenini çizmek olacaktır. Bu anlamda Davudi Kayseri ele aldığı konularla ve Anadolu Selçuklu mirasıyla yeni devletin oluşum sürecinde önemli katkıları olmuş bir düşünürümüzdür. Biz bu yazımızda onun tasavvuf ve felsefe konularındaki düşüncelerini irdelemeye, salt tasavvuftan ziyade sorgulayıcı felsefe temelinde düşünsel çalışmalarını ortaya koyduğu konusunda yazımızı şekillendirmeye, görüşlerini ortaya koymaya gayret edeceğiz.
Sadreddin Konevî'nin zihin dünyasını oluşturan temel kavram varlıktır. Buradan hareketle bu temel kavram dolayısıyla Tanrı’dır. Buradan zorunlu olarak ulaştığı ikinci kavram insandır. Bunlardan hangisi öncelenirse öncelensin zorunlu biçimde diğerine ulaşılır. Çünkü insan olmadan varlığın anlamı olmayacağı gibi varlıktan ve Tanrı’dan söz etmek zorunlu olarak insandan söz etmek demektir. Konevî'nin düşünce dünyası tam anlamıyla bir insan ve Tanrı-varlık tasavvuruna dayanır. İnsan bu âlemde her şeyin esasıdır. Bu durum insanın, özellikle de bütün dönemlerde insânı kâmilin yegâne örneği sayılan Hz. Muhammed'e duyulan saygı ve onun dindarlığın temelini oluşturmasında kendini gösterir. Konevî'de Hz. Peygamber, salt bir ahlâk modeli veya bir Tanrı elçisi değil, bunun yanı sıra ontolojik bir ilke ve prensibe dönüşmüş, onun zaman üstü kişiliği ve hakikati, varlığın gayesi oluşu Konevî sonrasında sûfîlerin temel konusu haline gelmiştir. Konevîye göre Hz. Peygamber âlemin hem varlık hem beka sebebidir.
Konevî varlık ve rahmet arasındaki bağı esas alarak âlemde kötülüğü reddeder. Bu mesele daha önce İbn Sînâ tarafından dile getirilmişti. Bunun doğal bir yansıması âlemde var olan her şeyin Tanrı'nın bir inayeti ve lutfuyla var olmasıdır. Böylece âleme ve var oluşa karşı iyimser bakış, Konevî'nin geleneksel tasavvufun önemli konularından zühde bakışından doğaya, âleme ve en geniş anlamıyla maddeye yönelik iyimser bakışında kendini gösterir. Bu iyimserlik, sûfîlerin dünyadan kaçma ve maddenin kötülüğü üzerinde odaklasan çeşitli gnostik akımlardan ayrıştığı en önemli noktalardan biridir ve bu düşüncenin kuramcılarının başında Konevî gelir.
Bilgi Görüşü
Sadreddin Konevî, İbnü'l-Arabî ile birlikte tasavvufu ve Türk tasavvuf anlayışını yeni bir döneme ve aşamaya taşıyan bir düşünürdür. Bu yeni döneme kelâm tarihiyle ilişkilendirilerek müteahhirîn sûfîler devri veya tasavvufun iç gelişim süreci dikkate alınarak olgunluk dönemi denilebilir. İbnü'l-Arabî ve Konevî daha çok olgunluk dönemi nitelemesini kabul eder görünmektedir. Ebû Nasr es-Serrâc, Abdülkerîm el-Kuşeyrî, Muhammed b. İbrahim el-Kelâbâzî gibi sûfîlerin eserlerinde görülen tasavvuf "bâtınî fıkıh"tı. Bu sûfîler tasavvufu sünnîliğin itikadî ve amelî ilkeleriyle uyumlu biçimde yorumla-mıştır. Serrâc, hadis, tefsir, kelâm ve fıkıh gibi ilim dallarının karşısında tasavvufun manevî ve kalp ala-nıyla ilgili bir ilim olduğunu söylemiş, Kuşeyrî aynı yoldan giderek sûfîlerin kavram üretme haklarından söz etmiş ve tasavvufu bir ilim şeklinde görmek gerektiğini belirtmiş, Kelâbâzî de Ehl-i sünnet inan-cıyla sûfîlerin inançları arasında uyum bulunduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. İbnül-Arabî ve Konevî döneminde tasavvuf, hadis ve fıkıh gibi dinî ilimlere göre değil başta felsefe olmak üzere İslâm düşüncesinin teorik ilimlerine göre ele alınmıştır. Konevî, Tasavvuf Metafiziğinde tasavvufu "ilm-i ilâ-hî" (metafizik) olarak tanımlar. Ona göre felsefî ilimlerde metafizik diğer tikel ilimlerle nasıl bir ilişki içindeyse sûfîlerin bilgi alanlarına adını veren ilm-i ilâhî de aynı işleve sahiptir. Böylece yeni bir tasav-vuf anlayışı geliştiren Konevî bu yönüyle İslâm düşüncesinde Kindî, Fârâbî ve İbn Sînâ ile oluşan, ancak Gazzâlî ile belli bir ölçüde zayıflayan metafizik tasavvurunu tasavvufî tecrübe ekseninde yeni bir şekilde yorumlayan, diğer bir ifadeyle İbn Sina'nın metafizik bilginin imkânı iddiasını Gazzâlî ve diğer yazarların eleştirel yaklaşımına rağmen yeniden ele alan bir düşünürdür.
Kuşeyrî, Serrâc ve Kelâbâzî gibi sûfîler tasavvufi yöntemin ve bu yöntem sayesinde ortaya çıkan bilgi-lerin meşruiyet sorununu fıkıh-kelâm geleneğinin kavramları ve anlayışıyla ele almışlardı. Konevî ise daha kapsamlı biçimde tasavvufi yöntem diye isimlendirdiği şeyi Fatiha tefsirinde akılcı yönteme karşı hakikate ulaştıran bir yol olarak savunur . Onun bu yaklaşımı tasavvuf tarihinin gelişim sürecindeki en önemli aşamalardan biridir. Konevî'ye göre insanı gerçeğe ulaştıran iki yöntem vardır. Birincisi delil-den hareketle gerçeğe ulaşmayı amaçlayan yöntemdir. Konevi’nin istidlal yöntemi dediği bu yöntem, öncelikle filozof ve kelâmcılar tarafından kullanılmakla birlikte sûfîler de belirli konularda onu kullana-bilirler. Nitekim bizzat kendisi birçok vesileyle bu yönteme başvurur. İkinci yöntem kalbin arındırıl-ması, ahlâkın yerleştirilmesi, iyi huylar kazanılması, riyaset ve mücâhedelerle gerçeğe ulaşmayı hedef-leyen tasavvufi yöntemdir. Konevî bu yöntemin insanı hakikate nasıl ulaştırdığı hususunda ayrıntılı açıklamalar yapar. Tasavvufî yöntemin savunulması ve imkânlarının açıklanması onun en önemli meselelerinden biridir. Konevî bu husustaki düşüncelerini iki bakımdan ele alır. Birincisi ilk yöntemin eleştirilmesidir. Bu eleştiriler, ağırlıklı olarak metafizik bahislerde aklın kullanımı ve aklın sonuçta tenzih esaslı bir Tanrı tasavvurunu ortaya koymasıyla ilgilidir. Konevî'nin bu eleştirileri Gazzâlî'nin eleştirilerini hatırlatır (Keklik, Konevi’nin Felsefesinde Allah-Kainat ve İnsan, s. 6-7). Ancak vardığı sonuçlar ve özellikle de metafizik bilginin imkânı konusundaki teorisiyle Gazzâlî'den ayrılır. Konevî'ye göre aklın bilgiye ulaştıran gücü kıyas yönteminden gelir. Ancak bu yöntem özellikle metafizik bahislerde ve Tanrı hakkındaki bilgi konusunda zorunlu olarak başarısız kalır. Aklın başarısız kaldığı bu meselede tasavvufi yöntem devreye girer ve insanı salt hakikate ulaştırma işlevini üstlenir. Tasavvufi yöntemi vahyin bir parçası şeklinde gören Konevî bunu savunurken aynı zamanda vahyi, nübüvveti ve Tanrı'nın kendini insanlara tanıtmasını savunur. Metafizik alanda tasavvufi yöntem bir peygamberin ve vahyin rehberliğinde başarı kaydedebilir.
İnsan ve Nefis Görüşü
Konevî'nin varlık görüşündeki en önemli unsurlardan biri sudur teorisinden hareketle geliştirdiği nefis teorisidir. Konevî nefsin bilinmesinin Tanrı'nın bilinmesinin aracı ve yolu olduğunu düşünmüştür. An-cak buradaki esas mesele nefsin mahiyetini tesbittir. Konevî bu konudaki görüşlerini İbn Sînâ yorum-cusu Nasîrüddîn-i Tûsî ile mektuplaşmalarında dile getirmiş, İbn Sînâ'nın nefis teorisi üzerinde birta-kım değerlendirmeler yapmıştır (Sadreddin Konevî ve Nasreddin Tûsî Arasında Yazışmalar, s. 78). Tasavvufun bütün dönemlerde felsefeye en yakın olduğu konu nefis ve buna dayanan ahlâk teorisidir. Bu husus Konevî'nin nefis tasavvurunda daha açık biçimde görülür. Ona göre nefis insanın hakikatine gönderme yapan bir isimdir. Bu bakımdan onu insanın hakikati veya ruhu yahut başka şekilde adlan-dırmak mümkündür. İnsanın hakikati Tanrı'nın bilgisinde ezelî bir hakikat ve suret olarak bulunduğu halidir. Bu bulunma dışta var olma biçimlerinden kendini ayırt etmek için sübût terimiyle anlatılır. İlâhî ilimde mevcut olan şeye ise ayn ya da hakikat denilir. Konevî'ye göre bu ayn mahiyet ya da mâlûm-mâdûm diye isimlendirilen şeyle benzerlik taşır (Konevi, Tasavvuf Metafiziği, s. 23). Bu durumda ilâhî ilimde sabit hakikat ya da sabit ayn nefsin hakikati olmaktadır. Aynı şey insanın dışın-daki varlıklar için de geçerlidir. Bir şeyin hakikatinden söz etmek o şeyin Tanrı'nın bilgisinde bulunu-şundan söz etmek iken bir şeyin hakikatini bilmek Tanrı'nın bilgisindeki haliyle onu bilmek demektir. Konevî buradan hareketle eşyanın hakikatlerini öğrenme görevi yüklediği metafiziği ilm-i hakâik diye adlandırır. İnsan önce Tanrı'nın bilgisinde bir ayn olarak bulunmuştur. Bunu Konevî sübût şeyliği olarak isimlendirir (Konevi, İlâhî Nefhalar, s. 24). Bu yönüyle insanın hakikati gayr-i mec'ûldür, yani yaratılmış değildir. Ardından sudur sistemindeki akıllar ve felekler üzerinden bir yolculukla şehâdet âleminde ortaya çıkar. Bu süreçte mücerret bir haldeki nefis, uğradığı âlemlerden ve feleklerden kazandığı özelliklerle kesafet kazanarak şehâdet mertebesine kadar iner. İnsanın hakikate ulaşması da kazandığı özelliklerden soyutlanarak nefsin indiği bu yolun çıkılmasıyla gerçekleşir. Bu süreç urûc diye adlandırılır. İbnü'l-Arabî bu süreci tahlil mi'racı şeklinde isimlendirir ki bu Konevî'nin düşüncesini de anlatan bir terimleştirmedir. Konevî tasavvufun kullandığı nefsi arındırma ile ilgili bütün yöntemleri, bu yoğunlaşma ve kirlenmeyi ortadan kaldırarak nefsi arındırmayı ve soyutlamayı hedefler. Böylece Konevî nefis teorisiyle gerçekte bilgi görüşünü temellendirir.
Tanrı Anlayışı
Konevi’nin Tanrı anlayışı onun düşüncesinin en önemli kısmını teşkil eder. Metafiziği ilm-i ilâhî veya mârifetullah karşılığı olarak kullanması bunu gösterir. Tanrı'nın mutlak varlık olduğunu belirtmesi (Konevi,Tasavvuf Metafiziği, s. 21) Konevî'nin Tanrı tasavvurunun en önemli yönüdür. Tanrı'nın mut-lak varlık olması O'nun aynı zamanda zorunlu varlık olması demektir. Buradan hareketle Konevî, varlı-ğın ikinci yönünü temsil eden mümkün ve imkân alanına geçerek Tanrı-âlem ilişkisini ele alır. Tanrı mümkünlerin varlık sebebidir. Konevî bu görüşlerini açıklarken İslâm filozoflarının ve kelâmcıların kullandığı terminolojiyi kullanır ve onların terimlerini bazı alanlarda yeniden yorumlar. Bu yönüyle vücûb, imkân, sudur, yaratma, illiyet, sebep, şart, vesilecilik gibi Tanrı-âlem ilişkisini açıklamada kulla-nılan kavramlar yaklaşık olarak diğer ilimlerde tanımlandığı şekliyle Konevî'nin metinlerinde yer alır. Ona göre Tanrı'nın âlemi yaratması belirli bir sebebe dayanır. Bu sebep, daha önce İbnü'l-Arabî tarafından ayrıntılı biçimde açıklanmış olan Tanrı'nın bilinme arzusudur. Bu arzu gerçekte ilâhî isimlerin ve niteliklerin kemallerini görme talebidir. Çünkü Tanrı'da iki tür kemal vardır. Birincisi zâtından kaynaklanan kemaldir. Bu kemal Tanrı'nın aşkın ve müteal yönüdür ve bu yönüyle Tanrı herhangi bir şekilde âlemle ilgili değildir (Konevi, Vahdet-i Vücûd ve Esasları, s. 9). İkinci tür kemal ilâhî isim ve niteliklerin kemalidir. Bu kemalin gereği âlemin yaratılmasıdır.
Konevî, Tanrı'nın âlemi yaratmasını bir sudur şeklinde düşünür ve bu durumda İbn Sina'nın yaratılış görüşüne yaklaşır. Konevî'ye göre hangi kavramlar kullanılırsa kullanılsın bir yaratılış teorisinin en önemli yanı onun yaratanla yaratılan arasındaki ilişkiyi tesis edebilmesidir. Ona göre yaratma sonuçta bir benzerlik meydana getirir. Bir şeyden kendine tamamen zıt bir şey meydana gelemeyeceği gibi yaratılış sürecinde bir şeyin kendini yinelemesi de söz konusu değildir. Şu halde yaratılan şey bir açıdan kaynağından farklılaşırken bir açıdan ona benzer (Konevi, Tasavvuf Metafiziği, s. 14). Bu fark-lılık Konevî'ye göre itibarîdir ve yaratma ancak böyle bir itibarî durumla açıklanabilir. Bu durumda Konevî için en önemli mesele yaratılan şeyle yaratan arasındaki benzerliğin sürdürülmesidir. Bu nokta onun varlık ve bilgi arasında kurduğu ilişkiyi anlamak için merkezî öneme sahiptir. Konevi’ye göre bir şeyin varlığı ve var olma tarzı ile onun bilgi imkânları aynıdır. Diğer bir ifadeyle varlık ve bilgi bir şeyin iki farklı yönüdür.
Sadreddin Konevî sudur düşüncesinin özünü teşkil eden nedenselliğe eleştiriler yöneltir ve bu hususta başka konularda eleştirdiği kelâmcılara yaklaşır (Sadreddin Konevî ve Nasıreddin Tûsi Arasında Yazış-malar, s. 71). Ona göre sudur sisteminin bir tür nedensellik taşıdığı kesindir. Ancak bu nedenselliği zorunlu ve Tanrı ile âlem arasındaki tek ilişki biçimi ve yönü saymak yanlıştır. Tanrı bu nedenselliği aşarak bir şey yaratabileceği gibi bunun sonucunda yaratılan şey hakkında nedensellik zincirini aşıp bilgi edinmek mümkündür. Bu yaklaşım sudur teorisinin en önemli yönünün kırılması ve aşılması demektir. Böylece Konevî'nin varlık görüşü iki ana ekolün etkilerini taşımıştır. Birincisi teorinin sistematik ve formel kısmında ortaya çıkan felsefe etkisidir. Konevî burada filozofların sudur teo-rilerini geniş biçimde kullanır. Bu bağlamda sudur, akıllar, ilk akıl, arş, kürsü, felekler, nefis gibi terimler Konevî'nin kitaplarında sıkça geçer. Bu genel benzerliklere rağmen sudur düşüncesinin özünü teşkil eden nedensellik bağını zorunlu bir ilişki saymayı reddederek vesileciliğe geçer. Konevî bu defa filozoflardan ayrılır ve kelâmcılarla benzer görüşleri dile getirir. Onun varlık görüşü, sistematik ve formel yapısı bakımından sudur teorisi iken sistemin içi kelâmcıların cevher-araz teorisiyle işlenmiştir.
Düşüncelerinin Değerlendirilmesi
Konevi’nin felsefi bir üslup taşıyan nazari tasavvuf anlayışı çelişkilerden arınmış homojen bir yapının ortaya çıkması üzerinde odaklaşmıştır. Onun tasavvuf tarihine en önemli etkilerinden biri bu nokta sayılabilir. Bu yaklaşım aynı zamanda metafizik tasavvurun sonucudur. Böyle bir tasavvura dayanan bir ilmin zorunlu olarak bireysel farklılıklardan uzak, çelişkisiz bir yapı arzetmesi gerekir. Konevî bunu savunmuş ve kendisinden önceki tasavvuf düşüncesini bu doğrultuda yorumlamıştır. Bu bakımdan Konevî'nin tasavvufi eserlerden aktardığı cümleleri yorumladığı bağlam, onun bu çelişkisiz ve homo-jen tasavvuf anlayışını ortaya koyması bakımından son derece önemlidir. Bu anlayışın temel sonucu ise güçlü bir doktrinin ortaya çıkmasıydı. Çünkü dönem, mekân ve kabiliyet farklarını göz ardı ederek bütün sufîlerin ortak olduğu bir tasavvuf anlayışı tasavvufî yöntemin doğruluğunun en güçlü kanıtıydı. Bunu sağladıktan sonra Konevî, felsefe ve kelâmdan tevarüs ettiği birtakım düşünce ve kavramlarla kendi düşüncesini daha tutarlı hale getirmeye çalışmış, böylece yeni dönem tasavvufu sistematik ve nazarî bir boyut kazanmıştır.
Not: Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Prof. Dr. Adem Asalıoğlu , Türk Düşüncesinin Oluşum Süreci .