13. Kat (Thirteenth Floor) 1999 yapımı bir film. 1999 yılı sinema tarihi açısından önemli bir yıl. Bir asrı kapatıp yenisine başlarken insanlığın dolaştığı düşünce ufuklarını işaretleyen “Matrix”, “Döğüş Kulübü”, “Amerikan Güzeli”, “Yeşil Yol”, “Altıncı His” gibi önemli filmler hep bu yılda çekildi.
13. Kat, bilimkurgu kategorisinde yer alan bir film, ancak insanlığın kafasını belki yaradılıştan beri meşgul eden “biz kimiz?”, “varoluşumuzun anlamı nedir?”, “bilinç nedir?”, “yaşadığımız gerçeklikten, farklı daha farklı gerçeklik seviyeleri olabilir mi?” gibi çok temel ve felsefi sorulara cevap arıyor. Film René Descartes'ın o çok meşhur “düşünüyorum öyleyse varım” (cogito, ergo sum) sözüyle açılıyor.
Ülkemizin önemli tarih filozofu Prof. Dr. Şahin Uçar hocamızın, bu çok meşhur sözün yaygın tercümesine bir itirazı var. “Tarih Felsefesi Yazıları” isimli kitabında şöyle söylüyor Uçar:
“Cogito, ergo Sum’un (arapça) tercümesi "üfekkirü, izen ene mevcudün" değil, "Eşuru, izen ene mevcudün" olacak. Hatta Dekart'ı aslında sevmediği tecrübeci geleneğe yaklaştırmak bahasına, "Udriku" dahi denilebilir, fakat üfekkirü (düşünüyorum) olmaz! Eşuru (şuruna varıyorum) diye anlaşılmalı. Çünki Cogito'nun Latince'deki anlamı da budur. (Şüphesiz düşünüyorum anlamı da var, ve zaten fark, bir nüans gibi görünüyor bu tercümede) Dekart'ın kasdetmesi gereken anlamı da zaten budur.”
Gerçekten de filmi seyrettiğinizde meselenin “düşünmenin” ötesinde bir “şuuruna varma” meselesi olduğunu anlıyorsunuz.
Düşünmek nedir? Algılar (perception) vasıtasıyla hafızaya aktarılan ve hafızada depolanan veriler arasında ilişkiler kurarak bir takım neticelere varmak, çıkarımlarda bulunmak mı?
Kimisi çürük kimisi yenilebilir durumda bir milyon tane elmanın fotoğrafını bir bilgisayara yüklediğimizi ve hangilerinin çürük olduğunu da işaretlediğimizi düşünelim. Bilgisayara tamamen yeni bir elma fotoğrafı verdiğimizde bilgisayar bu fotoğrafı, daha önceki bir milyon fotoğrafla karşılaştırarak bir karara varabilir. Son verilen fotoğraftaki elmanın çürük olup olmadığına dair bir insanın sadece bakarak yapabileceği muhakeme ölçüsünde doğru bir muhakeme yapabilir.
Peki, bilgisayar düşünmekte midir?
Yukarıdaki tanıma göre evet!
Peki, bilgisayarlar böyle bir “düşünme” süreci neticesinde “var olduklarının” şuuruna varabilirler mi?
Varamayacakları aşikâr.
O halde Descartes’ın kastı gerçekten de “düşünüyorum” değil “varlığımın şuuruna varıyorum” yahut “şuurluyum” olmalı.
Filmde, ileri bilgisayar teknolojisi ile bir hayat simülasyonu yaratan insanların hikâyesi anlatılıyor. 1930’larda tasarlanmış bir hayatı, birbirleriyle etkileşime girerek yaşayan, insan formunda yazılımsal robotlar üretmişler. Kendileri de isterlerse bu simülasyona dâhil olabiliyorlar. Bunu, kendi bilinçlerini yarattıkları karakterlerden birisinin bilincinee transfer ederek yapıyorlar. Böylece kendi varoluş (ontolojik) düzlemlerinden, farklı bir varoluş düzlemine geçmiş oluyorlar. Gördükleri onları şaşırtıyor zira “alt” varoluş düzlemindeki “insanların” da tıpkı kendileri gibi bilinç geliştirdiğine şahit oluyorlar. Ama bu şahitlik dehşetli bir soru üretiyor: ya kendileri de daha üst bir şuur seviyesindeki “yaratıcılarca” yaratılmış bir simülasyondan ibaretseler?
Farklı bir “varoluş seviyesinin” dünyamızdaki en somut örneği “rüyalar”. Rüyalarda algılarımız beynimize veri göndermeye devam ediyorlar. Rüyalarda görüyor, işitiyor, dokunuyor, kokluyor ve tadıyoruz. Ancak bu algılarımız “gerçek” değil! Bunu bilebiliyoruz çünkü rüyalarımızın sürekliliği yok ve rüyadan uyandığımızda gözümüzü açtığımız gerçek dünyanın sürekliliği söz konusu. Her uyuduğumuzda aynı rüyaya -hem de kaldığımız yerden- devam edebilseydik uyanıkken yaşadığımız hayatın mı, yoksa uyurken rüyada yaşadığımız hayatın mı gerçek olduğunu ayırdedemezdik.
Kısacık hayatlar sürüp ölüyoruz. Bizden önce yaşananlar olduğundan (içinde var olmadığımız halde mevcudiyetinden şüphe duymadığımız bir geçmişten) ve biz öldükten sonra da bir şeyler yaşanacağından (yine içinde olamayacağımız halde yaşanacağından şüphe duymadığımız bir gelecekten) haberdar olan tek canlı türüyüz. Başka bir deyişle bizden, mevcudiyetimizden ve algılarımızdan bağımsız bir varoluş olduğunu biliyoruz. Bu, yatay eksende zamanla sınırlılığımızın farkında oluşumuzun kaçınılmaz bir neticesi. Peki ya dikey eksende bizimle eş zamanlı olan ya da olmayan üst varoluş seviyeleri?
Aslında tüm “semavi” dinler kabaca, üst bir bilinç düzeyinin varlığı ve bu erişemediğimiz, mahiyetini tam kavrayamadığımız düzeyle aramızda irtibatı sağlayan bir bağ üzerine inşa ediliyor.
Varlık seviyemizi yaratan üst şuur (tanrı), varlığımızı anlamlandırmamız için kendi katından bir mesajı bize ulaştırıyor. Biz Müslümanlar olarak Allah’ın mesajının her iki (üst ve alt) varlık seviyesindeki varlıklarla da temas kurabilecek şekilde yaratılmış bir melek olan Cebrail ile yine onun seçtiği özel bir “insan peygambere” gönderildiğine inanıyoruz. Hıristiyanlar ise tanrının mesajının, bizzat kendisi de bir tanrı olan oğlu tarafından kendilerine ulaştırıldığına, yani üst şuur seviyesindeki tanrı ya da tanrıların, bizim ontolojik seviyemizde insan suretinde bulunabileceklerine inanıyorlar.
Varlık düzeyimizi ve bizi yaratan üst şuurun mantıken bizden üstün olması ve zaman, mekân gibi biz insanları kısıtlayan unsurlarla bağlı olmaması gerekiyor. İslamiyet’te Allah’ın elçisi kendisine bir melek vasıtasıyla ulaşan mesajın alıcısı ve tebliğcisi olması dışında normal bir insan ama Hıristiyanlar Hz. İsa’nın tanrı olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden Hıristiyanlıkta Hz. İsa’nın mucizelerinin bir insana tanrı tarafından bahşedilmiş harikuladelikler değil, üst şuur düzeyinden alt şuur düzeyine, yani bizim aramıza inen bir varlığın kendi gücünün tezahürleri olduğu düşünülüyor.
Diyelim ki tanrı, kendi ontolojik düzleminden bizimkine inmeye karar verdi, neden bir insan olarak “insin”? Bir bulut, ağaç yahut hayvan olarak inmeyi de seçebilir. Hıristiyan’lar, Tanrı’nın insan şeklinde yeryüzünde bulunmasını İncil’den bir ayete dayandırarak savunuyorlar:
26 Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”
27 Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı.
Tanrı insanı kendi suretinde yarattıysa, tabi ki insan dünyasına “indiğinde” insan formunda dolaşması en mantıklısı olacaktır!.
Benzer bir durum Hint dinlerinde de var. Birer insan olarak karşılarında duran “guru” ya da “babaların” avatarlar olduğu, yani insan kılığına girmiş birer tanrı oldukları inancı oldukça yaygın.
Öte yanda Kur’an’da, bu yaklaşım kesinlikle reddedilerek, Allah’ın bildiğimiz hiçbir şeye benzemediği açıkça belirtilir:
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ Onun benzeri hiçbir şey yoktur. (Şura-11)
Bu açık ayete rağmen Buhari ve Müslim gibi sahih kabul edilen kaynaklarda geçen tartışmalı hadis hiç de Kur’an’ın tebliğcisi Hz. Muhammed’in sözü gibi durmamaktadır:
Allah, Âdemi kendi suretinde yaratmıştır. ((Buhârî, “İsti’zân”, 1; Müslim, “Birr”, 115; “Cennet”, 28)
Bunun gibi tartışmalı hadisleri kolayca inancın temeli yapabilen İslam heterodoksisi de birçok noktada Yahudilik, Hıristiyanlık ve Hint teolojisinin etkisinde kalmış görünüyor. Mesela Yunus Emre meşhur şiirinde,
Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.
Sıyırın eti kemiği, işte onun sesi, işte onun kendisi.
Ol kadiri kün feye kün, lutfedici sübhan benem.
Kesmeden rızkı veren cümlelere sultan benem.
Nutfeden Adem yaradan, yumurtadan kuş türeten.
Kudret dilini söyleten, zikreyleten sübhan benem.
Hem batinem hem zahirem, hem evvelem hem ahirem.
Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.
Yoktur anda tercüman, andaki iş bana ayan..
Bin bir adı vardır bir adı da Yunus, ol sahibi Kur’an benem.
derken aslında açık açık ete kemiğe bürünmüş tanrı olduğunu söyler. Biraz kriptik söylenmiş olsa da
Beni bende demen, bende değilem,
Bir ben vardır bende benden içeri
mısraları da aynı inancı, yani içinde tanrının bilincini taşıyan bir “avatar” olduğu inancını işaret eder.
Ali Ekber Çiçek’in meşhur ettiği meşhur “haydar haydar” deyişinde geçen,
Güruh-u naciye özümü kattım
İnsan sıfatında çok geldim gittim
mısraları da aynı inancın daha açık bir ifadesidir. 1865 – 1928 yılları arasında yaşamış olan Tarsus’lu Âşık Sıtkı Baba’ya ait bu mısralarda da “tanrının ağzından” “insan sıfatında” varoluş seviyemize çok gelip gittiği söylenmektedir. “Güruh-u naci” ise aslında avatar olmaya hak kazanmış, seçilmiş kişiler, âşıklar, veliler, evliyalar, “babalar”, “dedelerdir”. Tanrının, özünü o “seçilmiş” kişilere katmak, başka bir deyişle onların içine girmek suretiyle aramızda dolaştığı söylenmektedir!
Hem sünni, hem alevi saz şairlerinin, Hint coğrafyasında avatarlığı ifade eden “baba” sıfatı ile anılmaları da gayet dikkat çekicidir.
Üç boyutlu bir cisim (mesela bir küp) iki boyutta (mesela kâğıt üzerinde) tam olarak kendi boyutundaki ifadesiyle var olamaz. Ancak indirgenmiş bir projeksiyonuyla, yani bir fotoğrafıyla yahut gölgesiyle var olabilir. Üst şuur düzeyinden zaman ve mekânla sınırlı dünyamıza inen bir varlığın da her ne kadar insan gibi görünse de insanlar tarafından mahiyeti asla kavranamayacak insanüstü özellikler göstermesi gerekir. İnsanların akıllarını okumak, ölüleri diriltmek, gelecekten haber vermek, fizik kurallarına tabi olmamak gibi “kerametler” bu inancın tamamlayıcı unsurları oluyor.
Filme dönelim.
Kahramanlarımız, kendi yarattıkları simülasyonla oynarken birden aslında kendi gerçekliklerinin de bir simülasyondan ibaret olduğunu fark ediveriyorlar. Tıpkı kendilerinin zihinlerini yükleyerek yerini aldıkları oyun karakterleri gibi, bir üst bilinç düzeyinden dünyalarını kontrol eden “yaratıcıların” da zaman zaman onların düzeylerine inerek yerlerini alabileceğini anlıyorlar. Bir anda dünyaları yıkılıveriyor tabi. Çünkü akıllı, hür irade sahibi bireyler olduklarını düşünürken aslında yazılı senaryoya (kader?) göre hareket eden birer oyun karakterinden fazla bir şey olmadıklarını öğreniyorlar.
Burada o netameli hür irade meselesine giriyoruz. Bilgisayarlarda oluşturulan dev simülasyonlar (bilgisayar oyunları) ve o simülasyonlarda gezinmek için programlanmış sanal karakterler var ama hiçbir zaman bunların irade sahibi olabileceği aklımızın ucundan bile geçmiyor. Neticede hepsi silikon çipler üzerinde oluşan elektrik akımlarından öte bir şey değiller! Peki, o zaman aynı argümanı kendimize uygulayalım. Bizim beyin dediğimiz organ da neticede karbon, hidrojen, oksijen, sodyum, potasyum atomlarından oluşan bir et parçası. Sinirbilim deneyleri, düşünme, karar verme, seçim yapma gibi zihinsel faaliyetlerin, aslında beyindeki nöronlar arasında zayıf bir akımın dolaşması olduğunu gösteriyor. Bu böyleyken, yani beyin dediğimiz organ atomlardan, moleküllerden ibaret bir cihazken ve o atomlar üzerinde hiçbir etkimiz söz konusu değilken hangi hür iradeden bahsedebiliriz?
Filmin sonunda kahramanımız 2024 yılının yaşandığı “en üst” şuur seviyesinde uyanıyor ama filmin yönetmeni bitiş sahnesini bir televizyonun kapanması gibi yaparak şu mesajı veriyor: bu seviyenin en üst seviye olduğunu nasıl bilebiliriz? Belki hepsi bir ekranda yaşanan başka bir simülasyondur ve yaşadığımız gerçekliğin bir tür rüya (simülasyon) olup olmadığını kesin olarak bilmemiz hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır!
Filmin zihinlerde uyandırdığı çağrışımlar o kadar fazla ki sanırım en iyisi, henüz görmemiş olanlara bu filmi hararetle tavsiye ederek zaten yeterince uzamış olan bu yazıyı sonlandırmak olacak.
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
https://www.quora.com/From-which-element-is-the-human-brain-made-of
http://hadis.resulullah.org/index.php?s=oku&id=2461
http://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf#
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=d320431
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=d380568
https://incil.info/arama/Yaratilis+1:26-28
http://www.kurantefsiri.com/kuran/sura-suresi-ayet-11-kuran-tefsiri.aspx
http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?sure=112&ayet=4
http://www.mumsema.org/sizden-gelen-sorular/82630-allah-insani-kendi-suretinde-mi-yaratti.html
http://kuraninkaybolanyorumlari.blogcu.com/allah-insani-kendisine-benzer-mi-yaratti/20349050
https://www.gotquestions.org/turkce/Tanrinin-benzerligi.html
http://turkoloji.cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/dogan_kaya_karacaoglan_babalar.pdf
https://tr.wikipedia.org/wiki/Cogito_ergo_sum